Sen gittiğin gün her şey değişti bu diyarda.
Ne bıraktığın gibi kokuyor menekşeler.
Ne de bildiğin gibi artık uyaksız şiirler.
Artık başka duygular süslüyor bu diyarı.
İyi olmayan huylar edindi dağın çocukları.
Sen gittiğin gün ahali değişti bu diyarda.
Bir kedim vardı Müdür Bey,
Bir de oyun arkadaşı Ercüment Bey.
Kapının önünden ayrılmazlardı hani.
Hani gülerdin ya sen de onların bu haline.
Bembeyaz dişler ve kıpkırmızı dudaklar,
Beraber akşamları bahar ederdik bir gülücükle.
Bilmediğin bir şey anlatırdım sana,
Ve bir bakış atardın kaşının altından.
Yarı meraklı yarı etkilenmiş gibi yapardın.
Bir şaka yapardım kızgınlığa dönerdi o bakış.
Sonra kavga ederdik ya hani tüm gece.
Geçmezdi o yüzündeki sitemkâr nakış.
İki tatlı sözle gönlünü almasını ne iyi bilirdim!
Bir bardaklarımızın çarpışına dayanamazlardı,
Bir de gül kokan kızıl şerbetimize.
Geyiklerin semadan koşarak indiği gece vardı bir de.
Aramıza suizanın girdiği üçgen seccade.
Sen gittiğin gün çiçekler değişti bu diyarda.
Hani bahçemizde dolaşırdık beraber.
Bir yanda nispet yapan aşık kuğular,
Diğer yanda iç savaşta kızgın kazlar.
Bir de ortada yerleri süsleyen,
Kozmos çiçekler vardı.
Betonların arasından fışkıran yaşam çığlıkları!
Dirilişi hatırlatırdı da bize nasıl ağlardık?
En umutsuz zamanımızda ümit etmeyi hatırlardık.
Bir de bakmışız ki sarılırken bulmuşuz kendimizi.
Eski püskü bir bank,
Şahit olurdu yaşanmışlıklarımıza.
Ördeklerin yüzdüğü yapay bir gölün kenarında.
Bir sen vardın benim için,
Bir de ben vardım senin için.
Bizi bir biz anlardık.
Başka kimse yoktu koca dünyada.
Koca dünyada yoktu kimse senden başka.
Küserdik bazen çocuklar gibi,
Yalnız kalırdık şu beş para etmez koca cihanda.
Bazı kişiler girerdi dünyalarımıza, hayatlarımıza.
Ama başka bir dili konuşuyorlardı sanki.
Kurşuni bir ekim akşamı bulutlar uçardı üstümüzde.
Hani o betonlara meydan okuyan,
Papatyaların birini koparmıştım.
Tek elimde papatya sana gelmiştim ya.
Hatırlar mısın sultanım?
Tüm gücümü toplayıp çıkmıştım huzuruna.
Kıskanmıştım diğer aşıkları bende istedim,
Romantik, siyah beyaz bir anımız olsun.
Kızmıştın bana.
"Niye kopardın? O dalında güzel." diye.
Ben de utanıp kaçmıştım senden.
Sahil kasabasında yaşlı bir çiçekçiden,
Biraz papatya biraz gül olan bir buket almıştım.
Kızmıştın bana.
"Bunu nasıl eve sokacağım?" diye.
Sonra gecesinde bir fotoğraf atmıştın.
Çiçeği vazoya koymuşsun altında bir not:
"Anneme, ona aldığımı söyledim" diye.
Sen gittiğin gün hayatlar değişti bu diyarda.
Bir karanfil vardı bir de gülce.
Birbirinden habersiz iki aşık.
Aralarında tek duvar olan,
Ama sanki okyanuslar olan iki aşık.
Masal gibi bir hayatları vardı.
Yasaklandı onların kavuşması masalcının diliyle.
Hani onlara bakıp nasıl üzülüyordun sende.
Sahi noldu acaba onların akıbeti?
Yoksa her masaldaki gibi kavuştular mı aşklarına?
Ama hayır hayır kavuşurlarsa aşk olmaz ki!
Sahi aşk sadece kavuşamayınca mı aşk?
Düzen mi istiyor ızdırapla kavrulmamızı?
Yukarıdaki mi istiyor bu ateşle harlanmamızı?
Yoksa sultanım biz insanlar,
Sadece elimizden gidince mi anlarız?
Neyi isteyip neyi istemediğimizi.
Sadece kaybettiğimizde mi anlarız?
Kimi özleyip kimi özlemediğimizi.
Sen gittiğin gün meyhaneler değişti bu diyarda.
Hani seyrederdik,
Sevgililerin hıçkıra hıçkıra ağlayışlarını,
Cüretkar ve riyakar bir aktiviteydi belkide.
Ayrılıklara şahit olurduk nice zamanlar.
Sahi hep kadehlerimiz aşk namına kalkardı.
Bazı zamanlar vardı,
O sevgililerden kimi gün sonunda barışırdı.
Ama nice hikayeler de son bulurdu orada.
Gözümüz önünde "seni bırakmayacağım."
Yeminleri süslerdi akşam sıcaklığını.
Buz gibi ayrılık havası bırakırdı aşka yerini.
Sevgililer ayrılık konuşmalarını fısıldarken,
Önce ağlardın sonra gülerdin içten içe,
Sanki eski bir dostu hatırlarmış gibi.
Gülümsemenle başlardı,
İsyanlar.
Gülümsemenle başlardı,
Savaşlar.
Gülümsemenle başlardı;
Soykırımlar, acılar, yağmalar, talanlar.
Emret sultanım,
Bir tebessümün için yakayım Roma'yı.
Sen gülümse ki sönmesin kandillerimiz.
Gecelere fecir gibi saplansın seslerimiz.
Mumlarımızla aydınlansın gecenin karanlığı.
Günahlarımızı sabah etsin ışıklarımız.
Sen gülümse ve kapatalım gözümüzü.
Bir anlığına hatırlamak zorunda olmayalım,
Hatırlamak zorunda olduğumuz tüm şeyleri.
O yaşımıza kadar yaşanan naçar şeyleri.
Ah o naçar şeyler yok mu?
Uyuyalım tütsü kokan odamızın penceresinde.
Sabah kalktığımızda düzelmiş olsun naçar şeyler.
Gülümse ki sevgin ısıtsın en soğuk zamanları.
Bir anlığına aşkın katletsin kalbimin surlarını.
O an için gözümü kırpmadan ömürlerimi veriyim.
Ya da aynı dakikada dönüp dursun zaman.
Yelkovanla akrebin kavgası bitsin artık.
Bugün bayram şerefine onlarda izinli.
Öldürelim artık günlük temaşanın yorgunluğunu.
Ellerimi tut ki en umutsuz kaldığımız anda,
İnancımızı toplayıp başlayalım yeniden.
İmkansız mı bu kadar her şeyi unutmak?
Sevgi güçlü değil mi imkansızdan?
Sen ol yanımda,
Dünyanın geri kalanı karşımda.
Bir tek sen ol,
Tek sen ol sultanım.
Sen gittiğin gün kardelenler değişti bu diyarda.
Eskisi gibi değiller.
Dirilmiyorlar karlar içinden.
Fışkırmıyorlar karlar içinden.
Yaşama hevesleri kalmamış sanırsam.
Hani sokak lambaları altında,
Sarı ışıklar eşliğinde,
Yürürdük aralık akşamları.
İnceden hafif bir kar yağardı üstümüze.
Huzurlu bir meltem okşardı saçlarımızı.
Yolun kenarında bir kedi ailesi vardı.
Annesi ve yavruları iç içe geçmiş,
Birbirlerini ısıtırlardı.
Kardelen hikayesi gelirdi aklıma.
Sahi ne olmuştu bu diyarın kardelenlerine?
Kaldırım kenarlarında oturup,
Karşıdaki kardelenleri seyrettiğimiz günlere.
Ne oldu o kardelenlere?
Onların yaşamaya dair bu isteği,
İlham olurdu bizlere.
Sahi ne oldu o kardelenlere?
Kışın o soğuk, zalim yüzüne karşı,
Her şeye rağmen onu delip geçen kardelenlere,
Karların eridiği yerde toprağın içinden dirilen.
Doğaya karşı isyan edip fışkıran kardelenlere,
Düzenin acımasızlığına baş kaldıran kardelenlere,
Zillete düşmeyen dimdik ayakta duran,
Asi kardelenlere!
Ama artık,
Esir düştü kardelenler.
Boyun eğdi kardelenler.
Sahi sultanım ne oldu o kardelenlere?
Sen gittiğin gün şarkılar değişti bu diyarda.
Hatırlar mısın caddebostan sahilde?
Akşam paramız bitmiş sefilce yürürdük.
Kenarlarda sokak sanatçılarının eşsiz besteleri.
80'lerden romantik bir şarkı çalarlardı.
Birbirimize bakışlarımızı gizleyemedik hani.
Sonra yaşlı entel dantel bir amca balon satardı.
Veresiyeyle bir kırmızı,
Bir mavi balon almıştım sana.
Mutluluğun sesiyle ağlardık o akşam.
Nağmeler sanki bizi anlatırdı.
Mısralar sanki bizi yaşardı.
Sanki bizi yazmıştı sanatçılar, bestekarlar.
Bir türlü kavuşamayan,
Destanlara konu aşkımızı.
Bir de elimde şeker paketi vardı ya.
İçine sığdırmıştık, aşkımızın yazdığı kağıtları.
Şeker paketinin cayır cayır kavruluşunu,
İzlemiştik ya hani müstağni ateşte.
El ele, başın omzumda şekilde.
Sen gittiğin gün balıklar değişti bu diyarda.
Hani senle eski bir balıkçı kulübesinde,
Uskumru yemiştik biraz salaş bir mekanda,
Martılar bela olmuştu başımıza, kurtulamamıştık.
Peşimizi bıraksınlar diye yarım uskumruya anlaşmıştık.
Sonra bir anda "bizde mi balık tutsak?" demiştin.
Yeni icatlar çıkarmaya bayılırdın başımıza.
Oltayı atmıştın ve ilk balığını yakalamıştın.
Zavallı, yemek zannedip nasıl tuzağa düşmüştü.
Akşamında pişirmek için bir ateş yakmıştım.
Ateşe gelen kelebekler nasıl cayır cayır yanmıştı.
Sen de o ateşsin işte sultanım.
Cazibenle büyüleyip ardından kül eden.
İşte o ateşsin sultanım.
Sen kaldığın gün Ekâbir değişti bu diyarda.
Ne o eski Ekâbir,
Ne de sen eski sensin.
Unutkanlık vurdu aciz başına,
Yaşamayı sultanım,
Yaşamayı unuttu sanki.
Hekimin dediği gibi amansız bir hastalık.
Kayıt Tarihi : 9.8.2025 00:39:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!