Hangi zamana hangi mekana ait olduğumu bilmiyorum. Zamansızlık ve mekansızlık ağırlaştırırken ruhumu bir o kadar da hafifletiyor beni. Kim olduğum, ne olduğum ve ne olacağım öylesine anlamsız ki bu ucu bucağı görünmeyen karmaşık, gürültülü dünya içinde. Bir ses, bir nefes, bir gürültü, sıradan bir günah abidesi... Bizden geriye kalan; her şey ya da hiçbir şey... Bir gün dokunulabilecek mi bu dizelere gözler, kulaklar... Yoksa hep bir yabancı olarak mı kalacağız?
Her şeyi kırık dökük bıraksak daha mı iyi? Böyle daha mı az dağılırız? Acıdan uyuşan her bir parçam günbegün yaşama gücümü alıp götürüyor. Hissizliğe kapıldığım her bir anda acıdan uyuşan bu parçaları anımsamak ayrı bir hissizlik doğuruyor içimde. Hissizlik, hiçbir zaman bu denlice sarmamıştı ruhumu.
Her şey zaten kırık döküktü ki. Bir sanrı gibi her şeyin bir bütün olduğunu düşünecek kadar da zavallıydım. Hangi bütünlükle aldatıp durdum kendimi. Bunu bile bilmiyordum. Anlamsız gelen bir yığın sözcük mü diziyorum ölümünüze. Oysa benim yazdıklarım o kadar anlamlı hayatın var ettiği şeyler o kadar anlamsız ki. Bunca hengamenin içinde benim hissizliğim ise en anlamlı şeydi. Bunu anlayamazsınız tıpkı kendi elinizle tanrıyı öldürüyor oluşunuzu anlamadığınız gibi. Tanrıyı var olan en büyük yalana nasıl dönüştürdünüz o kirli vicdanlarınızla. Bunca kırık döküklüğe şaşırmıyorum. Bizler tanrısızlığı hak eden bir hayat hüküm sürmüyor muyuz? Hayatımızdan çıkıp gitmedi mi? Benim hissizliğim hayatımın en yüce şeyiydi. Tanrım, bu hissizlikten başka çıkar yol var mıydı?
Bana uzak düşen bir kader, uğursuzluğun ihtişamı, acının yüzü.
Mırıldandığım bir söz, bir sırdı duyulmayan
Bende artık itirafın dibine vuracağım
Karanlığın kalbine saplanmış yolsuz bir beden
Yeni güne uyanmak mı?
Gereksiz yaşama çılgınlığı bu.
İnsanların bencilce yaklaşımlarından her şeyi yalnızca kendileri için istemelerinden sıkıldım. Bana olmadığım biri gibi davranmalarından; beni yapmadığım, düşünmediğim şeylerle suçlamalarından sıkıldım. Kendime veremediğim sevginin çok fazlasını kendilerine vermeme rağmen yetinmeyip daha fazlasını istemelerinden sıkıldım. Sevmeyi bilmeyenleri sevmeye çalışmaktan ve onlardan sevgi beklemekten sıkıldım. Kendileri için daha fazla fedakârlık yapmamı istemelerinden sıkıldım. İnsanların tavırları yüzünden ince hesaplar yapmaya zorlanmaktan; yaşanılanlardan sonra daha güçlü olmak için daha katı bir yüreğe sahip olmam gerektiği sonucunu çıkarmaktan sıkıldım. Kendimi üzmemek, yormamak için daha acımasız olmak daha bencil olmak gerekliliğini düşünmekten sıkıldım.
İnsanların zor olan hayatı tüm benlikleriyle iyice zorlaştırmalarından sıkıldım. Aslında tüm yaşanılanların ölümden daha beter olduğunu duyumsamaktan sıkıldım.
Her şeye rağmen iyi, anlayışlı kalmak için beni sabırlı olmaya davet eden iç sesimi dinlemeye çalışmaktan ve bazen bu sesi susturduğum için kendimden sıkıldım. Beni anlamak istemeyen kendi söylediklerini duymaktan başka bir şey yapmayan insanlara laf anlatmaya çalışmaktan sıkıldım. İnsanlara açıklama yapmaktan, hesap vermekten sıkıldım. İnsanların kendi hayatına bakmadan kendi yanlışlarını görmeden başkalarını ya da beni yargılamalarından sıkıldım. İnsanların birbirlerine olan güvensizliklerini, vefasızlığını görmekten sıkıldım.
Ağır bir bedeldi içimde yankılanan sevdalı yalnızlığım.
Anlamsızlığın ve karmaşanın boyunduruğunda
Hiç kimsenin ulaşamayacağı yitik bir cennetti
Tanrısız bir cennet, benimle kirlenmişti.
Hep aynı acıyla kavrulan yok oluş cehennemine atılmıştı
Çalakalem duygulara, yarım kalmış anılara sürülmüştü
Bir solukta her şey yaşanıp bitmiş gibi… Her şey ama her şey… Geçmiş, kuytu bir yerlere hapsolmuş, geçmiş inşa ettiğim kendimle yüzleşmişliğim. Oysa, anlatacak, yazacak o kadar çok şey var ki… Birçok şey dilimde bir düğüm olsa da, satırlar yazılmayı bekliyor. Yaşadıklarımın bir düş olduğunu sayıklayıp durmanın bir anlamı yok. Bu kendimi bulma yolculuğumun sahteliğine aldanmanın da. Sahte bir şeyler yoktu benden yana. Kendimi bulma yolculuğum tastamam burada sona erdi işte. Kendimi buldum ve her şey bir nihayete erdi.
Birçok şey bölük pörçük olsa da; her deneyim, her anı bir araya geldiğinde büyük bir resmin parçaları gibi. Zaten bu yaşamda tam olan ne vardı ki… Bu belirsizlik içinde, kaybolmuş hikayelerimi gün yüzüne çıkararak, geleceğe dair umutlarımı yeşertiyorum. Ama bir umudun içinde bin çaresizlik… Her yaşanmışlık, ruhumda derin izler bıraktı ve belki de bu izler, beni ben yapan unsurlardı.
“Şeyler” hep bir “şeyler” vardı tamamlanmayı bekleyen, bir o kadar eksik ve bir o kadar da tamamlamaya çalıştıkça eksilen. Hayatın karmaşasında kaybolmuşken, her an bir şeyler peşinde koşmak işkenceye dönüşüyor. Artık hiçbir şeyi aramıyorum, derin düşüncelerin ve duyguların içinde yitip gitmiş bir ruhu sürüklüyorum benliğimde. Olmayan bir yaşamın içinde belki de hepten düş olduğuna inandığım bu sayıklamanın pençesinde hiçbir şey yok… Yalnızca zamanın geçişini izlemekle yetiniyorum, bu sessiz çığlıklarla dolu varoluşumun anlamını bulmak artık imkansız geliyor. Ama içimde bir umut kırıntısı, belki bir gün yeniden “şeyler” anlam kazanır diye fısıldıyor ve öte yandan da biliyorum ki hiçbir şey sonsuza kadar benimle olmayacak, hiçbir şey sonsuza kadar içinde beni taşımayacak…
Neden kendimi bu kadar yalnız hissettim bilemedim hiçbir zaman…
Düşünüyorum da satırlara dökülmeyen ne çok şey var dilimde…
Ve eksik kalan birçok parça ve ben yine karanlığa gömülen bir sözcük oldum.
Ne yalnızlıktan ne de bu karanlıktan çekip çıkarabildim kendimi.
Peki sebebi neydi bunun?
Oysa en çok sana anlattım bu karanlığı, bu yalnızlığı…
Duygularımı koparıp koparıp attığım bu satırlarımdan başka hiçbir şeyim ya da hiç kimsem yok belki de. Ne kadar kussam da benliğimin yaralarını hep acıya çıkan bu sözcüklerle, belki de bir anlama kavuşamayacağım ya da daha da anlamsızlaşacağım. Anlamsızlık, yoklarken durmadan beni, gitgide kayıp ve sefil bir yolculuğun kıyısında demir alacağım. Uzatırken elimi inatla, çırpınırken tüm iyi niyetimle dipsiz bir boşluğun içine düşeceğim. Ruhum büyük bir boşluğu sahiplenirken mutsuzluğu demleyeceğim. Belki de bundan sonra hep bitimsiz bir yasın içinde kendimi tüketeceğim.
Kulaklarım uzaklardan cılız bir ses duyacak. Umudun cılız sesini. Ama biliyorum ki umut devasa bir hayaldi artık. Mutluluk, uzak bir düştü. İnandığım her şey yok olmuş, öldürmeyen acılarla bir başına kalmış bir cehennemdi kanıksadığım. Ben, büyük bir suç işlemiş de kefaretimi mi ödetiyordum kendime. Vicdanım giymişken kefenini, benliğime bir suçlu olduğumu nasıl söyleyebilirdim? Hakikaten bir suçlu muydum ben? Yoksa asıl vicdanına kefen giydirenler arasında kaybolup kim ya da ne olduğunu kavrayamayan bir zavallıya mı dönüşmüştüm? Tüm güzel şeyler, tüm sevgiler, tüm umutlar bir karanlığın içine hapsolduğu için mi suçluydum? Günahkar olan ben miydim?
Hep fazlası olduğum bu yaşamda ayrık otu olup durdum. Bir yabaniydim ya da anormal mi? Belki de başkaları gibi sevmesini de bilmiyordum, benim değerlerimin esamesi de okunmuyordu. Ben yaşama konusunda diğerleri gibi hesap kitap yapmayı da beceremiyordum. Bunların hepsi bir suç muydu? Bir oyuna dönüştürülen bu hayatın içinde aslında ne istediğini bilmeyen körler ve sağırlar arasında kalmış bir ucubeden başka neydim ki? Her şey sevgisizliğe ve ahlaksızlığa kurban edilmemiş miydi?
Uzak, kimsesiz ama tanıdık bir şehirde kalakalmış
bıkkın ve hüzünbaz bir bedenim şimdi.
Geride bırakılmış, bırakılmaya zorlanılmış bir yığın an kırıntıları…
Hiçbiri de acılı gölgelerini silemiyor ensemden.
Şu an hangi zamanı yaşıyor yüreğim?
Kendimi terk ettiğim yoksul, umutsuz, yitik zamanları mı?
Bu şehir ve bu gece,
her zamankinden farklı ağarıyor bıkkın içimin karanlığında.
Loş ışıklar, gecenin sessizliği, belli belirsiz uçarı silüetler,
kulağıma çalınan ezgiler, bir alçalıp bir yükselen mırıldanmalar,
elimdeki bir kadeh rakının anlayamadığım acımsı tadı,
bir türlü susmak bilmeyen iç sesim,
Yorgun gözlerimi dolaştırdığım şu
suskun gecede ben olmayan,
benim olmayan ne çok şey var…
Ben sandığım bir yığın yabancı heyyulalar,
bir eğreti gibi üzerime yapışan benliğime sinmiş
peşimsıra gelen fahişe günahlar,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!