Eski…
Sil başa yani.
Çocukluğum beni çağırır,
panayırlar; İznik, Yenişehir derken,
çadır tiyatrosunun önünde çığırtkanlar.
Poturları görürüm
‘Brandenburg kapısı geçişlerinden kalma
soluk alışverişler dökülür bugün İstanbul’ un üzerine’
siren sesleri arasında
toplanmışken onca tayyare
hep sanmıştık ki / şehirlerin
karşı yakalarından gelir emperyalizm / düşünmemiştik
hiç dağlarından inen kötü adamları / aslında
ilk çağlardan başlar / çıkarın,
neler saklıysa içlerinde ölümlerin.
güzel insanları gittikten sonra kolay değil
mırıldanılması şarkıların / kentlerin
başka hikayeleri konuşuldukça üstelik / kim
bakar gökyüzüne, kuşlar bile hasretken maviye.
İzmir / hala
o yol / ılıca yolu
zeytin ağaçları sıralanmış sağına soluna / yüzlerce
yıldır kimler geçti, sadece Ahmet’ i, Hasan’ ı biliriz / belki de
antik çağın sesleri yansır kaynağından / her
kabarcığında bir nefes gizli, bir nefes gibi akar yarınlara.
kanaletten akan su,
ağaçtan dökülen yaprakları taşır.
düştükçe kendin içine
gövdesi yanı başın.
taşınan dün aslında,
nasıl da yakıyor akşamın müziği / bildik
bir tango, sonrasında belki bir vals, dans edenler / dinlerim,
saçlarını rüzgara bırakmış bir güzele bırakıp da kendimi / denize
bakan caddelerinde görmeliydiniz martıları.
ah, yalnızlık!
bunca şey düştükçe üzerime
kaçasım gelir halimden.
o zaman başlar her şey sil baştan;
kuş sesi arar kulaklarım, gözlerim düşecek bir mavi,
bu yüzden gider ayaklarım vadilere.
bir de görünüyorsa uzaklardan göl
topraktan çıkan filizlere bakın;
beyazsa hanımeli değilse sardunyadır,
dolaşır kan rengi gün boyu sokaklarda.
toprak üzerinde büyür ayak izlerim
çocukluğumdan beri vurdukça
her yeni yaş farklı tat verir nisan aylarında
Armutköy yolu, Gürsu, ya da Ağaköy.
üç beş gün sonra başka kokar çiçekleri buraların
başka kokar armut - şeftali ağaçları
her birinin dalına konmuş çocukluğum
yıllar hikayelerini anlatır, hikayeler yıllarını
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!