Kalem isem kırılaydım,
Yaprak olup ah solaydım,
Damla damla erir iken
Zehir içip yok olaydım.
06.11.2008
--------
Gece ölü…
Şimdi gündüzler de öldü.
Gözleri ıslatan gece,
Sindi de heybesine gözbebeklerinin,
Korkuyla titreyen ruhu
Teselli edecek sözler,
Saklambaç oynamakta
Geceleri ölen çocukluklarla.
18.11.2009
-----------
-Karanlık, beni koru…-
Özlenmek ve unutulmamak, her sevilenin hayali değil midir? Oysa sen unutan, ben unutulan oldum sanır; sanır da dövünür bu deli gönlüm. Kim bilebilir ki unutulduğunu? Kim görebilir ki başka yürekteki yerini? Düşlerime zincir vuramazsın, hele ellerime! Sen ki gönlüme zincir vurdun, harcama gücünü artık ellere.
5.1.2010
------
Liman falan hikâye
Sığınak kelimesini silin sözlükten.
Bütün uçurumlar, eş yalnızlığa.
Bütün ihanetler yakın, sevgilere.
Ne güzel unutuluyor da
Nasıl sarılıyor insan kendine…
Midemin duvarları ığıl ığıl kanıyor,
Tırmalıyor pençelerim ruhumu…
Bunu bana kim yapıyor!
Çekin dalgalarınızı üzerimden
Ay ışığı battı, güneş tutuldu
Dünya karanlığa gebe…
Her beden, arzularının dibinde
Beni kim siyaha boyadı!
Kalksana yattığın yerden…
Beni soktuğun delikten
Söyle, kim çıkaracak?
Ruhunun bayramı kaç gün sürdü?
Saltanat-ı şiir kime yaradı?
Bütün yavru karettalar
Denize ulaşmaya çalışıyor;
Suyu göremeyen ölüyor.
Set çekin önüme,
Ulaşamayım suya.
Yok olayım yokluğumda
Ölümüme ağlayayım…
22.2.2010
----------
Yanlışları, yanlışı yapanda tüketmeyi denemek… Zordu belki ama denemeye değermiş. Farklı aynalar, sadece sana bakmaya hayranmış. Şimdi o aynaların odasından çık ve bak…Gerçek ayna, hayatın ta kendisi.
Bu ayrılığı ellerinle hazırladığını bilemedin. Şimdi üzüntü salına binme gözyaşı denizinde yüzerek! Kendinle birlikte kaç kişiyi batırıyorsun, hiç düşünmedin!
Anılara sığınıp kalmak; güle güle git, diyememek…Ölümün diğer adı: Ayrılık.
17.3.2010
------
Yokluğunun verdiği dayanılmaz ezikliğin altında ruhum boğulurken derinlerden bir yerlerden kimliğim, başını kaldırmaya çalışıyor; gözlerindeki yaşlar engel oluyor görmesini evreni. Yüreğimde artık hiç gökkuşağı olmayacak sanki. Derin bir yerlerinde varlığımın, kocaman bir bıçak yarası var… Bu bıçağın sapını kâh sen tutuyorsun, kâh ben, kâh başkaları… Şimdi sen bir yalnızlığın kumsalında, ben bir ıssızlıkta uyurken bir kedinin miyavlamasına, bir kuşun kanat sesi karışıyor. Beyaz önlüklü bir doktor, nabzımızı ölçüyor nemli gözlerle… Meraklı bakışlar, suskun diller ve soran beyinlerin arasında biz - geçmişle geleceğin köprüsünden ayakları kayan iki inatçı keçi- vurgun yemiş gönüllerimizi dinlendirecek sahillerde, bulanık sular içinden bir nebze berraklık bulup gözlerimize bakmak istiyoruz; ama yok, battıkça batıyor çamura ayaklarımız, ellerimiz…
Başka eller ne kadar yabancı, ne kadar uzak… Sanki beraber doğmuşuz; sanki bu asi ve isyankâr gönüllerimiz, birbirimize ötelerden beri asılı da haberimiz yok. Hadi, salın bakalım gölgemden uzaklara…
14.5.2010
-------------
Ne gariptir ki gönlün bulanık suyunu sadece aşk temizliyor ve bataklığa çevirip gerisin geriye yok oluyor. Vakitlerin arasına sıkışan benlikler, gönüllerin isini silebilecek canlara teslim ederler aşklarını.
Ruhum kördüğüm oldu yokluğunun depreminde. Serseri bir mayın mıyım ki ben, “uzaklık” oldu adın.
Bir bilsem, neden sarhoş oldu umut? Tükensin artık gölgedeki ağıtlar. Sanki dokunduğum her yer yanıyor.
Yıllanmış aşkların gözleri kör oldu, nedeni sorgulayacak diller sustu. Huzur, sana armağanım olsun. Varlığıma bulaşmışken ruhun, nereye gider ki bu beden! Sana ihtiyacım var…
15.05.2010
--------------------
Çığlık çığlık bağırıyor iç sesim.
Savruluyor dört bir yana günler, aylar, yıllar...
Kırık dökük anıların altında kaldım;
Ezildi yüreğim,
Ağlıyor benliğimin deklanşörü
Ve gözlerim dağlıyor her kare fotoğrafı.
Nerdesiniz, demeye çalışıyor dilim...
Ses yok!
Dalgaların altında mı kaldı da
Yedi iklim öteye gitti düşüncelerim?
Nerede kaldı sığındığım liman?
Bir hortum mu alıp götürdü her şeyi?
Yoksa her şey yerinde de
Ben mi yokum içinde;
Sen mi yoksun?
Bilemedim...
Gömdüm bedenimi,
Susturdum ruhumu;
Kırdım özlemin zincirini,
Giderken kendimden.
21.5.2010
---------------
Bir sevda mezarlığı olan yüreklere sadece bir huzur fırtınası gerek. Burkuluyor içim, nedensizce… Bir şişenin içindeki gemide kimsesiz bir kaptanım ben zaman zaman… Dökülen bir şeyler var; ama bilemedim, seçemedi yaşlı gözlerim…
24.5.2010
----------------
Hayatın kör bakışlarının baskısını üzerinde hissetmeden süregiden günler, bir gün dolandı ayaklarına. Savruk, pervasız ve ezik gönlü, bir anlam kazandı nedensizce. Basıp geçtiği çiçeklerin renkleri parladı yüzüne; kuşlardan gelen mutlu ezgiler, yer etti kulağında. Adımları uçarcasına götürüyordu onu bir yerlere. Yüzünde engelleyemediği bir tebessüm ve dudağında hoş bir ezgi ile… Hava nasıldı; sıcak mıydı, soğuk mu? Kimin umurundaydı ki… Yağan kar, yakıyordu yanaklarını ve okşuyordu adeta ellerini. Şu ayak basılmamış bahçenin karlarına yatıp uzanmak ve göğü seyretmek istedi. Üşümek mi, kimin aklında ki? Bütün yüreğini saran hoş bir tebessüm kaldı aklında ve anlamlı bir “merhaba”… Ardından ne konuşmuşlardı, o demir kapılı yüreğinin kilidini kim, nasıl açmıştı? Bunun cevabını bilmiyordu; ama şimdi diyordu ki: Hayatın bakışları kör değilmiş.
27. 5. 2010
---------
Kayıt Tarihi : 3.6.2010 09:11:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Gül şavkını vursun gölgesiyle nur yüzüne Gecenin karanlığı yok olsun ışığınla… Bu, bir ömrün hikâyesidir; Bir gecenin değil. 2.4.2007
