Bir dersti
Kitapları açtırdı öğretmen
Önce sessiz okuttu
Susmayı öğrendim ben
İşte o gün bugündür
Samut Türk insanı
Hayat Bilgisi PEKİYİ.
..
Büyük şehrin sabahında sanki ben
Yolunu kaybetmiş işçi arı
Elimde kalem dairemin karşısında dershanem
Düşlerimde güneş Tarabya ve ufak bir tekne
Karşımda beyaz önlüklü bir öğretmen
Hazana beş kala
..
Çocukluğumuzu ve okul anılarımızı düşündüğümüz zaman, kırların içinde sonsuzluğa gömülmüş çiçekleri görür gibi oluruz: kâh hüzünleniriz, kâh ağlarız hatırladıkça… Ne güzeldir o günleri hatırlayıp gülümsemek… Yıllar sonra karşılaştığınızda çocukluk ve okul arkadaşlığı tazelenir yeniden,
bir heyecan bir tatlı sevinç sarar içimizi…
1980 yılının; yağmur ve fırtınanın birleştiği aralık ayı… Göztepe Kız Enstitüsü’ nün Ev Ekonomisi ve Fransızca bölümünün ortaokulunda okumanın tatlı bir telaşı var üstümde. Yemek ve Dikiş atölyeleri, büyük büyük salonlar, uzunlamasına koridorlar… Kocaman malikane gibi gelmişti bana. Okulun havası, sınıftaki arkadaşların yarış edercesine bildikleri konuları aktarması, hep bir adım önde olma hevesi ve hırsı ama çocuksu yüreğin edasıyla anlatımlar..
Çok etkilemiştim okulun bu mistik havasından. Akşam eve gittiğimde, o gün içerisinde yapılanları düşünerek uyurdum.
Fransızca öğretmenim Türkân hanım… Ne çok severdim kendisini… Bana yabancı dili sevdiren elleri öpülesi, kraliçe tavrıyla gönlüme taht kuran Türkân öğretmenim sınıfta yazılı yapmazdı. Sözlü olarak diyalog kurar, karşılıklı konuşurduk… Bu benim öyle hoşuma giderdi ki bir şeyleri başarabilmenin gücü ve hoşluğu sarardı benliğimi…
..
(sudan derken devletten bahsetmiyorum. Su cıvık bir şey, devlete ters düşer...)
Demokrasi ile diktatörlük
Doğu kültürü ile batı kültürü
inanç ile bilim
Bütün bunlar arasındaki ince köprü, sıfır noktası...
Çocukluğumuzda, ya da ilk ve orta okullarda, küre üstünde pararelleri ve meridyenleri anlatırken aklıma hep ''bunları koca bir dünya üstünde nasıl çiziyorlar? '' diye merak ederdim. Küçücük ilçe sınırları içinde dolanırken bile (çobanlık yaparken) gözlerim hep öyle bir çizgiyi arardı. Ama okulda bunu öğretmene soracak cesaretim yoktu. Öğretmenimiz eli sopalı biriydi. Oyun oynamaya, ders kitaplarından başka kitap okumaya izin vermezlerdi... Bu nedenle iki numara büyük abimin yediği sopaları unutamam... (çünkü varlık yayınlarının çıkardığı küçük öykü kitaplarının hastasıydı) amcam kızının çarliston(çizgi) veya beştaş oynarken öğretmen tarafından görülüp, ilk derste tahtaya kaldırılıp, sınava çekildiği ve bilemediği zaman ''seni çerlistoncu seni... ders çalışmazsın demi...'' diye çok sopa yediğini, hatta kız korkudan tahtada, bacaklarından aşağıya çeşmesi akınca (bizde gülerdik marifet gibi...) onu yalattığını hiç unutamam... Böyle bir öğretmene soru sorabilmek için yürek isterdi... Öyle yürekli de ne yazık ki bizden çıkmazdı... Çıkamazdı o öğretmen o zamanlarda tek doğrumuzdu. Biz cahildik.
..
Kara tahta ak yazıyla,
Bezenince güzel, ARZU,
Yenilikler anlatmakla,
Sezilecek inan, ARZU
Öğretmen, ARZU olmaktır,
Hedefe hayal kurmaktır.
..
========================================
** YANITLANAN MESAJ ********************
========================================
Gönderen: demeter_34
Alan: (grup üzerinden) Suna Doğanay www.gunduzkitabevi.com.tr
Tarih: 05.07.2006 10:27:00
Konu: [ataturk-ve-biz] Ve Sayın Suna Doğanay'a Sorular :)))
..
(Hikâye)
Kötü haberi aldığımdan beri nerede duracağımı, ne yapacağımı bilemeden dolaşıp durdum. Oğlumun hastalığının ilerlediğini, sayılı günlerinin kaldığını söyleyen doktor, oldukça üzgün bir halde, artık dua etmekten başka bir şey yapılamayacağını, oğlumun son günlerini evinde huzur içinde geçirmesini tavsiye ederek yanımızdan ayrıldı.
Mevsim bahardı. Evimizin çevresindeki ağaçlar çiçeklerini açmış, çimenler yeşermiş, havalar iyice ısınmıştı. Oğlum bazen evin bahçesinde, bazen yatağında yatarak hayatını devam ettirirken, eşi ve çocuğu yanından ayrılmıyordu. Henüz otuz yaşında olan oğlumun üç yaşında bir oğlu ve kendisini çok seven bir eşi vardı. Fakat o yıllarda çok yaygın olan verem oğlumun yakasına yapışmış ve tedaviye cevap veremez hale gelmişti. Doktorun tavsiyesine uyarak bir yandan karısı, bir yandan ben, oğlumun mümkün olduğu kadar rahat etmesini sağlamak için didinip duruyorduk.
Gelinim Fatma, kocasının durumunu biliyor, içindeki fırtınaları bastırmaya çalışarak neşeli görünmek istiyordu. Bahçede yeni dikilen sebzelerle oyalanırken iki göz iki çeşme ağladığını gördükçe içim parçalanıyor, metanetli olmaya çalışıyordum.
Aradan bir ay geçti, geçmedi bir gece fenalaşan oğlum, kendini tüketen hastalığa fazla direnemeden, Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu. İşte o an sakladığımız yaşlarımız ağlamalar eşliğinde sel olup akıyordu. Ertesi günü oğlumu yakın bir köydeki aile mezarlığına defnederek evimize dönmüş, başsağlığı için gelenleri karşılamaya çalışıyordum.
Hayat devam ediyor günler bir bir geçip gidiyordu. Nereye gidersem torunumu ve gelinimi yanımdan ayırmıyor hemen her işi beraber yapıyorduk. Buna mukabil, çevremizde ahlaksız, serseri insan çoktu. Ben ellili yaşlarda olsam da gözü pek bir kadındım. Belimdeki kuşakta her zaman bir silah ve kama bulunurdu. Öyle kolay kolay kimse bana yaklaşamazdı, ancak gelinim narin yapılı ve güzel bir kadındı. Öyle kendini serseri tipli insanlardan kolay koruyacak bir yapıda değildi. İçten içe korkuyor, genç ve dul gelinime ilişirler, bir kötülük yaparlar diye endişe ediyordum.
..
SKANDAL BİLİRKİŞİ RAPORUNU İHBAR EDİYORUM! ..
SÖZ HAKKI İSTİYORUM! ..
HÜR TV ARIYORUM! ..
HABERİMİMİ KULLANAN: HÜR-BAĞIMSIZ-ONURLU HABER SİTELERİNDEN SÖZ HAKKI İSTİYORUM! ..
..
Yaşım ilerlemiş,geçmişte çağlar atladım.
Okudum,ilim/irfan öğrendim...cahil kaldım.
Şair oldum,yazar oldum...adam olamadım.
Saz buldum,sahne buldum...öğretmen bulamadım.
Yüreğim,yanan bir volkan...sönmek bilmiyor.
Gönlüm gani ve fakat yarınlarım karanlık...
..
Yaşım ilerlemiş,geçmişte çağlar atladım.
Okudum,ilim/irfan öğrendim...cahil kaldım.
Şair oldum,yazar oldum...adam olamadım.
Saz buldum,sahne buldum...öğretmen bulamadım.
Yüreğim,yanan bir volkan...sönmek bilmiyor.
Gönlüm gani ve fakat yarınlarım karanlık...
..
ESKİ RADYO
Sanıyorum yaş ilerledikçe, insan anılarını daha çok hatırlıyor. O günleri yâd ediyor. Bende çok yaşıyorum bu durumu. Arkadaşlarla bir araya geldiğimizde eski günleri anıyoruz. İşyerimde daha önceden çalışıp emekli olan arkadaşlarımız aklımıza geldiğinde, onlarla yaşadığımız komik veya trajik olayları hatırlıyoruz. Sonra da içimizden derin bir şekilde “ Ah o günler ah! ” Diye geçiriyoruz. Bunu sadece ben değil, diğer arkadaşlarımın da aynı şekilde özlediğini hissediyorum.
Şöyle bir geriye doğru baktığımda, hakikaten arıyorum o zamanı. Ne değişti peki!
Değişen bizler miyiz? Yoksa zamana göre mi değişmek zorunda kalıyoruz?
..
Tanrısı ölünce bir adam
Kendine yalnızlığı kusturur
Bir ölüm bütünleştirilir
Kan genişler
Genişleyen alınganlık
Acıyor adam kendine acımayışına
..
Nereden bilebilirdi ki
öğretmen olacağını
yetmişsekizin kışında doğduğunda
ve seveceğini birini
yana yana
bilemezdi ki
yetmişsekizin kışında doğduğunda
..
7/24…
Biz öğretmeniz, yurdun her yanında.
5 günümüz geçer okullarda.
Hafta sonu ise kurslarda.
Bulunuyoruz be her gün okulda.
..
sarılırdı bana,
kitaplara sarıldığı gibi.
hücre hücre okurdu,adamdan da saymazdı,
yanımdan da ayrılmazdı
' sen öyle güçlü olamazsın' diyorken
isyan ederdi.
fakat
..
Onceliklidir ailem,
Sonrasında dostluklar,
Okul,öğretmen,arkadaş,
Önem verdiğim yerdedir.
Herkese onem veririm.
Sevgidir öncelikli olan,
..
Onceliklidir ailem,
Sonrasında dostluklar,
Okul,öğretmen,arkadaş,
Önem verdiğim yerdedir.
Herkese onem veririm.
Sevgidir öncelikli olan,
..
“Asım’ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek,
İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek! ”
Yüz yılın başlarında Türk gençliğine bu coşkun duygularla seslenen Akif ne kadar içten, ne kadar da inanç doluydu gençliğe…
Ülke bir kan deryasına dönmüş, toz, duman kasırgaları, kara bulutlar kaplamıştı aziz vatanı. Ülkenin her kıyısında her bucağında bir cephe açılmış, on beşinde fidanlar ”Hey on beşli on beşli /Tokat yolları taşlı/On beşliler gidiyor / Kızların gözü yaşlı” türküleri ile cepheye sevk edilir olmuştu. Ne acıdır ki ağıt olan bu türkü ile şimdilerde oynanıyor, göbekler atılıyor. Çocuk yaştaki bu yiğitler ana eliyle kınalanıp kınalanıp bayramlık koçlar misali gümbür gümbür gittiler ölüme. Bu ülke için, vatan namus, için…
Akif haklıydı. Bu nesil, ecdadına layık, şanlı mazisine layık, Mehmetçik adına layık, her şeyden fazla ”insanlığına” layık kutlu bir nesildi. Kimisi daha lise sıralarındayken gönüllü olmuştu, şahadete; kimisi Tıbbiye talebesiyken. Vatanı candan aziz bilmişler, o yar için serden geçmişlerdi. Onlar düşünmeden canlarını verdiler vatana, vatan can buldu o yiğitlerin kanlarıyla.
Aradan bir asır geçti, vatan aynı vatan, mazi aynı mazi, millet aynı millet ama? ... Nesil acaba aynı nitelikte bir nesil mi?
Cevap acı; ama gerçek: Hayır!
..
Ey aziz öğretmen:
Neler öğretirsin sen?
Gerçekleri mi? yoksa bir takım uydurma şeyler,
Nice öğretmenler bunları iyice ezberlemişler.
Bırak şimdi sen çağdaşlık falan hikayelerini,
Araştır biraz tarihini,unut ezbere bildiklerini.
..
TÜRK’’ÜM DİYEMEYENLER-ÖZDE OLDU ERMENİ
NE MUTLU TÜRK’ÜM DE Kİ-MİLLET AFFETSİN SENİ
Şiirime yorum yazan kişi kendini tanıtıyor…
Veysi Çakır =vak_vak_vak kimdir?
HAYATI
..