Sözlenecek fazla bişey yok! ...
yaralarımı kavlatıyorum 'kalemimle'...
yaralı bir firariydin
düştüğünde yüreğime
usulsüz, savaşların savaşçısı
çırpınan ve direnen isyankardın.
baş koyduğun dizlerimde
Boşa yazıyorum, boşa yaşıyorum
Seni görmeden geçen her dakikayı
Yok sayıyorum.
Sevmeyi bilmiyorum ve benimsemeyi
Adam gibi sevdamı yüklenemiyorum
Miladi takvim kadar eskidir tanışıklığımız. Sormayın hiç kimseler bilmez yitik bir ülkenin iki kahramanlarıyız. Adlarımız tarih sayfalarında virgül gölgesi, Noktaları sildik zihinlerimizden…
Sevgiyi paylaşmak kadar değerliymiş, sessizliği de paylaşmak öğrendik.
Hırçın yıllar törpüledi yıllarımızı, direndik ayrı düşmedik. Yağmur yağdı üstümüze ıslandık, sarıldık arkadaşlığımıza.Beraber üşümekte güzelmiş tadını sindirdik içimize.
Yelkensiz, küreksiz çıktık açık denizlere, yürek isterdi sonsuzculuğu göğüslemek biz başardık.
mistik büyü, kızıl derili şaman
—çok eski zaman.
zaman dilimlerinde sıkışan
—bir aşk hikâyesi…
Korkmadan dokunabiliyorsan yansımana
Bakabiliyorsan gözlerindeki sene
Yüreğin varsa gördüğün acılara
Hoş geldin bana! ...hoş geldin! ...
Yazamıyorum kaç zaman oldu
Küllüğümde nöbet tutuyor cigaram
İnce belli bardağımda çayım buz asılı
Kaç zaman oldu kendi iç sesimi duymayalı
Lanet olsun diyorum “özlemiyorum” seni
Bir kapı istiyorum şu dünyadan
Sadece sana açılan.
Verandasını saran, sarmaşıklar âşık
Tek bir penceresi var, o da sana aralık
Hayal ile olmasını arzu ettiğim tüm umutlarım aralık göz kapaklarımda ve Laciverde boyalı kirpiklerim gölgesi biraz buğulu, biraz sisli İstanbul gibi. Dudaklarım titrek, gözlerimde iki kristal ha düştü ha düşecek yalnızlığımın içime akması gibi duvarlara çarpıyor sensizliğim ve sonra bir tokat yanaklarım kanıyor…Yaslıyorum sırtımı sana benzettiğim bu şehre seyri aleme dalıyorum ve sanırım en çok bu halini seviyorum bu şehrin Gecenin matemi siniyor saçlarıma yokluğun kapı eşiğimde nöbette sanki …sanki…saçlarının kokusu penceremde, içimde tarifi mümkün olmayan bir sızı ta! ...parmak uçlarıma kadar uyuşuyorum mor rengin her hali bileklerime kahpece düşüyor korkarak kapatıyorum gözlerimi. “Sana” biliyorum oyun oynuyor aklım bana işte yine karşımdasın mavi gömleğin var yine üzerinde ilk iki düğmesi açık ve tamda sol yanında bir boşluk ığıl ığıl sessizce bir ırmak akıyor çıplak ayaklarına, dolgun dudaklarında yine o masum güvercin oturuyor ve gözlerin her zamanki gibi İstanbul’a benziyor.
Nefretle / özlem – ihanetle / masumiyet arasında ki o ince çizgi gibi sensiz bu şehirde yaşamak. Kaç hançer darbesi vurdum yüreğime, unut…unut ihanet düşmüş bu aşka diye ama kime bu dil dökmeler? Kaç ayna parçaladım kendi kendine yalan söyleme diye, bin ısırık izi dudaklarımda anmasın adını diye naçar kaldım ey sevgili duy beni yaşanmıyor sensiz yedi tepeli muammalarla bezeli, yarısı sana yarısı bana benzeyen bu şehirde.
Şimdi senden sıyrılma vakti usulca aralıyorum göz kapaklarımı çırılçıplak karşımda yine tapılası şehir. Kadehimde kalan son yudum yırtarak iniyor içime ve iyi geceler deme vakti geliyor “size” iki gözünden öpüyorum İstanbulsun sen biliyorum. Bir elimi galata ya uzatıyorum bir diğerini kız kulesine ve sımsıkı sarıyorum sana hasretliklerimi tenine akıtıyorum. Gece veda etmek üzere bize usulca güneş salınıyor maviliklerde, irkiliyorum gerçeklerle bitti(m) bitti(niz) artık gerçekler doğan günle göz kırpıyor en cilveli hali ile ve buluşmak üzere bir sonraki gece.
Sıyırıp alıyor ayrılıklar bizleri yaşamdan
Ne diline değen acı / yüreğine denk
Ne aldığın nefes / ciğerlerine neş'e
yaşadığın bir dakkika kıymetliyken
nasıl üzebiliyor 'canım' dediğin
-l-
Pencere kenarlarında yediverendi aşkımız
Beş mevsim açardın,
“Sen”
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!