elini eteğini çekmiş... kabullenmiş bazı şeyleri, suskunlukla sarıp, gözyaşıyla tütsülemiş olur bazen insan... bekler sadece talihsiz ebedi kaybeden rolunde... duraksamaların baş gösterdiği bir dehlizi evi yapar, maskesi gülümseyen yüzü olur... hayali seveni yanındadır toprağı avuçlar diğer ele sarılır gibi... çocuk olmayı özler, her düştüğünde boğumlu kollarıyla koştuğu anne kucağını özler... uyku bilmez gözleri inat etse de kapanmayı öğrenir ve tam kavuşacakken uykuya bir ışıkla ürperir... anlamaz ne olduğunu daha bir kapatır elleriyle kendini fısıldar sadece: zamansız
Sevmeyi beklerdim bir zamanlar. Hep filmlerde geçen, hayatım boyunca bir kez karşılaşabileceğim “O” adamın kim olabileceğini merak eder, hayaller çizerdim göz kapaklarımın ardında. Uzun zamanlar kovaladım hayalimi; öyle birinin olduğuna şüphesiz inandım. Bekledim. Yağmurlu ve arnavut kaldırımlı caddede bacaklarıma çamur sıçratmayı umursamadığımda, yağmurlar yalnızca zamansız lavlarımı ıslattığında insanları izledim. Saklı dünyalarını görmeye çalıştım. Yanlarında duranların, yalnız bir süre mi yoksa sonsuza dek mi kalmasını istediklerini hissetmeye çalıştım... Yalnız değildim, kimse “O”sunu bulamıyordu. Fakat hepsi eline bir fırça almış kendi dünyasını birkaç ara renkle boyamaya çalışıyordu. Anlam veremedim. Sol kulak kepçemin radyonun saçtığı notaları düşük frekansta topladığı gecelerde, insanların hikayelerini dinledim. Gerçekten “O”larını bulmuş olabilirler miydi? Şarkılar öyle söylüyordu, ben böyle bekliyordum. Sonra sabrımın vadesini doldurduğuna karar verdim. Ama umut bırakmadı peşimi. Kum tanecikleri birbirini kovalıyordu cam şişenin içinde; düşüncelerim de aynı felsefeyi benimsediler. Literatürümdeki 3. tekil şahsa, 1. tekil şahsın anlamını yüklediğimi fark ettim. Leo Buscaglia’nın dediği çıkmıştı. Aşktan bencilliği çıkarmıştım, geriye bir şey kalmamıştı. Artık kendimin aynası olan sevgili beklemeyecektim. Belirsizlikleri ve beklemeyi bıraktım artık. İleride bir yerde beni ya da bir başkasını bekleyen süpermenler olduğuna inandırmıyorum kendimi. Ama yokluğunu da kabullendiğim anlamına gelmiyor bunlar. Sadece kitabımdaki birkaç sayfanın yırtık olup olmadığından endişe ya da sürpriz bir ayraçla karşılaşırım diye ümit etmiyorum. Her şeye rağmen fırçamı tek renkte bekletmeyi seçiyorum. Ruhani dalgalarımı karşılayacak uçurumu bulmadıkça, zaman doldurmayı kabul etmiyorum.
ani geldi çiçekler sonra soluşlar aniydi bir şarkının peşine ansızın düşüverdik düştüğümüz yerden dizimiz dirseğimiz kanadı gözyaşımız ani aktı yanağımızdan saklayamadık halbuki sevmezdik başkalarının yanında ağlamayı.. sonra sakınamadık da geçmişimizi çünkü geçmişti ve engelleyememiştik birden gülümseyiverdik niçinini bilmeden komik gelmişti çok şey acı gelmişti çok şey gülümseyişlerimizin önüne geçememiştik ki öldük hem de çok öldük o kadar çok öldük ki bir türlü ölemiyorduk nasıl yaşamaya; neresinden başladık anlayamadık o kadar çok yaşadık ki bir türlü yaşayamıyorduk zamansız yaşadık saatlerimizi kırıp başka çaremiz yoktu bir kez öğrenmiştik takvimlerin üvey evladı olmayı artık kanamazdık mümkünü yoktu
zamansız ölüm demek.
Zaman dediğin nedir ki?
Akrep ve yelkovanın bitmek bilmez yarışı..
Kazanan yok,
Kaybeden ben..
Zamansızım bu aralar..
Yokluğunda kaybolanım..
Belki yüzyıl önce gelmeliydim ya da beş yüzyıl önce..
Ölüm
Her aşk zamansız gelir yüreğe
Ve gidişi de z/amansız olur..
Birini Unutmak Zorunda Kalırsanız Bunu Sindire Sindire Yapın...
Çünkü Aklın Zamansız öldürdükleri, Yürekte Amansız DiRiLiR.
zamansız ölümler, zamansız gidişler, terkedişler, yaşanmamışlar....
Z/amansız..
ZAMANSIZ DÜNYAYA GELMİŞİZ.....
bu kafalarda eskilerde yaşamak vardı....
yanlış olan tarihi düzeltmek için...
yanlış tarih ve yanlış insanlar.....bana bunu çağrıştırıyor...
herşey zamansız yani....
ZAMANI ÇALDILAR...
zamansız gittin
beni kötü söyletme akşam akşam..
sabah sabah ne koşusu yaaaaaa..
gece gece yemek mi yenir be!
ya bayram günü küslük mü olur?
cuma cuma yalan söyleme..
dünyevileş(e) memiş olandır, insanoğlunun algı limitlerine sığdıramadığı olduların ifadesidir zamansiz. uygunsuzluk barındırsa da içerisinde, genelleşmemesi anlamlı kılar onu.
sevmez insanoğlu, önüne zamansız gelen olguları,
oysa sen dünyevileş(e) mediğin, sonsuz olduğun, vakitsiz geldiğin, zamansız olduğun için sevildin bu kadar.
elini eteğini çekmiş... kabullenmiş bazı şeyleri, suskunlukla sarıp, gözyaşıyla tütsülemiş olur bazen insan...
bekler sadece talihsiz ebedi kaybeden rolunde...
duraksamaların baş gösterdiği bir dehlizi evi yapar, maskesi gülümseyen yüzü olur...
hayali seveni yanındadır toprağı avuçlar diğer ele sarılır gibi...
çocuk olmayı özler, her düştüğünde boğumlu kollarıyla koştuğu anne kucağını özler...
uyku bilmez gözleri inat etse de kapanmayı öğrenir ve tam kavuşacakken uykuya bir ışıkla ürperir...
anlamaz ne olduğunu daha bir kapatır elleriyle kendini fısıldar sadece: zamansız
yapılması gerekenın çok erken yada çok geç olması. sınır bı durum bı yerde :))
Çok zamansızdı hayatıma girişin...Tıpkı gidişin gibi....
...............gelen misafir mesela
ne kötü
Sevmeyi beklerdim bir zamanlar. Hep filmlerde geçen, hayatım boyunca bir kez karşılaşabileceğim “O” adamın kim olabileceğini merak eder, hayaller çizerdim göz kapaklarımın ardında. Uzun zamanlar kovaladım hayalimi; öyle birinin olduğuna şüphesiz inandım. Bekledim.
Yağmurlu ve arnavut kaldırımlı caddede bacaklarıma çamur sıçratmayı umursamadığımda, yağmurlar yalnızca zamansız lavlarımı ıslattığında insanları izledim. Saklı dünyalarını görmeye çalıştım. Yanlarında duranların, yalnız bir süre mi yoksa sonsuza dek mi kalmasını istediklerini hissetmeye çalıştım... Yalnız değildim, kimse “O”sunu bulamıyordu. Fakat hepsi eline bir fırça almış kendi dünyasını birkaç ara renkle boyamaya çalışıyordu. Anlam veremedim.
Sol kulak kepçemin radyonun saçtığı notaları düşük frekansta topladığı gecelerde, insanların hikayelerini dinledim. Gerçekten “O”larını bulmuş olabilirler miydi? Şarkılar öyle söylüyordu, ben böyle bekliyordum. Sonra sabrımın vadesini doldurduğuna karar verdim. Ama umut bırakmadı peşimi.
Kum tanecikleri birbirini kovalıyordu cam şişenin içinde; düşüncelerim de aynı felsefeyi benimsediler. Literatürümdeki 3. tekil şahsa, 1. tekil şahsın anlamını yüklediğimi fark ettim. Leo Buscaglia’nın dediği çıkmıştı. Aşktan bencilliği çıkarmıştım, geriye bir şey kalmamıştı. Artık kendimin aynası olan sevgili beklemeyecektim.
Belirsizlikleri ve beklemeyi bıraktım artık. İleride bir yerde beni ya da bir başkasını bekleyen süpermenler olduğuna inandırmıyorum kendimi. Ama yokluğunu da kabullendiğim anlamına gelmiyor bunlar. Sadece kitabımdaki birkaç sayfanın yırtık olup olmadığından endişe ya da sürpriz bir ayraçla karşılaşırım diye ümit etmiyorum.
Her şeye rağmen fırçamı tek renkte bekletmeyi seçiyorum. Ruhani dalgalarımı karşılayacak uçurumu bulmadıkça, zaman doldurmayı kabul etmiyorum.
ani geldi
çiçekler
sonra soluşlar aniydi
bir şarkının peşine ansızın düşüverdik
düştüğümüz yerden dizimiz dirseğimiz kanadı
gözyaşımız ani aktı yanağımızdan
saklayamadık
halbuki sevmezdik başkalarının yanında ağlamayı..
sonra sakınamadık da
geçmişimizi
çünkü geçmişti
ve engelleyememiştik
birden gülümseyiverdik
niçinini bilmeden
komik gelmişti çok şey
acı gelmişti çok şey
gülümseyişlerimizin önüne geçememiştik
ki
öldük
hem de çok öldük
o kadar çok öldük ki bir türlü ölemiyorduk
nasıl yaşamaya;
neresinden başladık anlayamadık
o kadar çok yaşadık ki bir türlü yaşayamıyorduk
zamansız yaşadık
saatlerimizi kırıp
başka çaremiz yoktu
bir kez öğrenmiştik takvimlerin üvey evladı olmayı
artık kanamazdık
mümkünü yoktu
kör vakitler içinde körlüğümü kaybettim... bulandım... bulamadım!
MURAT BAŞARANın böyle bi kitabı var
Ölüm!
Zamansız gelmişim şu dünyaya beee! ! :))
soru...
gidişin...
gidişler dönüşler...
inkar etmelerin gölgesine sığınsak da set olamayacak kadar aciziz
bardak yok ama kırıkları var.
lık problemim varken bir de fuzuli işlerle uğraşmak...
yaşamak
evet doğrudur abii...zamlar ansızın geliyo................:P
gidişler...