Dinlemek, genel de yoktur da, öyle varsayalım, ama, anlamakla da parelliği yoktur, çoğunlukla ter yönde ilerlerler, ya da otobanda ters yönden gelen araba gibi, ince alayın üzerine tanımam.
Herkesi besleyen ışık, bulursan, olmadığı yerde karanlık ve el yordamı. genel de yoktur, şaka gibi, ayrıcalık kazandırmak için kalabalıktan uzaklaştırılmış olsa gerek, özel ışık gibi düşünülmüş.
Bir buharlaşma halinin yürüyen izi, ihtimal dahilinde dahi olmayan görünümün, ihtimalindan alınan zevk, kalabalık uzaktayken anlamlı yakınlaşınca öz yitimi gibi algılanabilecek bir olmamışlık hali gibidir. Olmanın son referansı kendine gömülü kendini aşan ihtimalı gözardı etmemek. Ya da hepsini unutmak ki hatırlamanın olmazsa olmazı. Gerçek hatırlama.
Düş düşüşle başlıyorsa, düşünülmesi gerekenin uzağına düşülmüştür, o zaman düşleri düşünmenin düşlere ne yararı var, düşe maruz kalındığın da düşün imkanı, düşün kendini imhasıyla gerçeğin boyut kazanması ve mümkünün kazanılması, ki unutuşun dehlizlerinde doğan hatırlamanın taşıdığı uzak, gömüldüğü yere yakın.
Sevin, rüzgar sarınca bağı, kabartırsa yaşam dalgasını, her yanda bir ölünün ta dibe indiği yer burası, anılarla karmakarış yer, bahçe değil, kutsal kalıntılar korunağı. Duyduğun kanat sesleri bir uçuş değil, sonrasız kucağın sarsıntısı, bir potada bu ıssız toprak parçası, öz değiştirmede, bil. Bir kaynaşmayı çevirir bu sarp duvar. Düşersin ilerlesen o seni kurtaran hayaletin belki, yatışır burda öyküler, son verilmiş hep edimlere, geleceğin bir oyunu var.
Eugenio MONTALE, İtalyanın dahi şairi, 1975 Nobel Ödülü, Çev. Sait MADEN.
Güzelim, ölümlüler. Taştan bir düş gibiyim. Ve ozana taş gibi dilsiz, sonsuz bir sevi, sunmak için yapılmış, bu göğüs, bu can evi. Her varlığın eriyip yok olduğu, yüreğim.
Günün gizi hem kişiselliğimizde, hem de onun kendi kişiselliğinde. - Cemal SÜREYA, 1990
Dinlemek, genel de yoktur da, öyle varsayalım, ama, anlamakla da parelliği yoktur, çoğunlukla ter yönde ilerlerler, ya da otobanda ters yönden gelen araba gibi, ince alayın üzerine tanımam.
Ne kadar çok kendini anlatmaya çalışan vardır, her zaman ondan çok daha fazla anlamayan, şaka gibi, olur öyle şeyler.
Hayat bir oyunsa, kendi kuralını da koyabilirsin, ana kuralın altında da kalabilirsin, sonrasızca, pahalı, özgürlük gibi.
Herkesi besleyen ışık, bulursan, olmadığı yerde karanlık ve el yordamı. genel de yoktur, şaka gibi, ayrıcalık kazandırmak için kalabalıktan uzaklaştırılmış olsa gerek, özel ışık gibi düşünülmüş.
Geri verin artık onlara kendilerinde bulunmayanı,
öğretin, düşüşten yükselişe dek, on iki ayını yüzlerinin.
Rene CHAR, Fransız şair, 1988
Bir buharlaşma halinin yürüyen izi, ihtimal dahilinde dahi olmayan görünümün, ihtimalindan alınan zevk, kalabalık uzaktayken anlamlı yakınlaşınca öz yitimi gibi algılanabilecek bir olmamışlık hali gibidir. Olmanın son referansı kendine gömülü kendini aşan ihtimalı gözardı etmemek. Ya da hepsini unutmak ki hatırlamanın olmazsa olmazı. Gerçek hatırlama.
Düş düşüşle başlıyorsa, düşünülmesi gerekenin uzağına düşülmüştür, o zaman düşleri düşünmenin düşlere ne yararı var, düşe maruz kalındığın da düşün imkanı, düşün kendini imhasıyla gerçeğin boyut kazanması ve mümkünün kazanılması, ki unutuşun dehlizlerinde doğan hatırlamanın taşıdığı uzak, gömüldüğü yere yakın.
Sevin, rüzgar sarınca bağı, kabartırsa yaşam dalgasını,
her yanda bir ölünün ta dibe indiği yer burası, anılarla
karmakarış yer, bahçe değil, kutsal kalıntılar korunağı.
Duyduğun kanat sesleri bir uçuş değil, sonrasız kucağın
sarsıntısı, bir potada bu ıssız toprak parçası, öz
değiştirmede, bil. Bir kaynaşmayı çevirir bu sarp duvar.
Düşersin ilerlesen o seni kurtaran hayaletin belki, yatışır
burda öyküler, son verilmiş hep edimlere, geleceğin bir
oyunu var.
Eugenio MONTALE, İtalyanın dahi şairi, 1975 Nobel Ödülü,
Çev. Sait MADEN.
Güzelim, ölümlüler. Taştan bir düş gibiyim.
Ve ozana taş gibi dilsiz, sonsuz bir sevi,
sunmak için yapılmış, bu göğüs, bu can evi.
Her varlığın eriyip yok olduğu, yüreğim.
Baudelaire