Şiir, bir kişinin yeniden düzenlediği bir dünyadır. Şiirlede dünyalar teraziye konulur, tartılır. Şiir varolan gerçekleri, hayalin hizasına sokan komuttur. Bir tek şiir, sahiden yazılınca, bütün gerçeklik yeniden yazılır. Sahicilik taşıyan her şiir, gerçeklerin gerçekliğini en baştan, yeniden sorguya çeker. Sahici bir şiir, kurulmuş bir gerçekliktir. Felsefe, dünyanın gerçekliğini ararken, hep, şiirin gerçekliğini bulur, - dünyayı kendisinden önce belirlemiş, onu gerçek kılmış olan şiirin... Şiir dünyayı gerçekler..... Şiirin gerçekliği, gerçekleri sorgulayan bir gerçekliktir.
Bütün tarifler bilerek veya bilmeyerek bizim değirmenimize su taşıması için yapılır, etkileniş şeklimize göre, ya eksiltmek ya da arttırmak için, konunun doğası gereği, benliğimizin buyurganlığı, bizi yapmamız gereken tarife götürür, kendimizi temize çeker, arınırız, daha keyifli ne olabilir. Nesnel ölçü hem başımıza iş açar, hem de öylesi ne işimize gelir, ne de istesek bile başarması kolaydır.
Nedenselliğin nedenle ilişkisiz bir neden olması, olmanın yapısını kuran yapısız yapısallık, örülü bir havasızlığın havası, içeriği içeriksiz içleşmiş iç ve ağır yoğunlukta kararanın ışık hüzmesi.
Boş laftan ibarettir dünyanın bütün toplumlarında az kişi tarafından da olsa, düzgün, temiz, güvenilir insanlar sevilir, gerisi egosuna tavlıcak müşteri arayanların nabza göre şerbet verme girişimleridir, amacına ulaşamazsa, o şerbet de kesilir, herkes bir örnek olsa, sınava ne gerek var, düzgün yaşıcam çilesini çeken neden olsun, hayat parkurunda özverisi olana neden ayrıcaklık tanınsın, her isteyene buyur deniyorsa, o sadece hayal dünyasında var, esaslar bütün metinler de kayda bağlanmış ve binlerce yıldır, her kuşakta sınava tabi tutulanlar için aynı işliyor. Hiçbir gayreti görülmeyenin kendine biçtiği payeler, kendinden ibarettir, öyle olmasında da bir sakınca yok, aynen devam edebilir. Kararı kimin verdiğini herkes öğreniyor sonuçta. Böyle saçmalıklara inanmayanlar en avantajlı konumda, en çok onlar ayrıcalıklı.
Hakikatin yakıcı, alevli aynasından, Alimi güler yüzle seyreden kendisidir, faziletin dik ve sarp tepesine tırmanan, mazluma yol göstermek onun vazifesidir. Dinin, Tanrı yolunun ışıklı tepesinde, göklere dalgalanan onun sancağıdır, tabutlardan yükselen meleklerin sesinde, mahşer gününde bile sonsuz bir neşe vardır.
Öncelikle sıkıntı üretken ve doğurgan bir elementtir, özel konumu nedeniyle sıradanlık ilişkilerinde pek yer tutmaz, onların kavramlarınla da tanışık değildir, içsel ya da dışsal sorun değildir, birbirini tamamlar, çözme girişimlerinde yeni kavramların zeminini hazırlar, bir çeşit dünyayla kısıtlanmış ödünç aklın isyanıdır, başka ölçümlerin boyutunu ölçmede ölçülmez değerdedir, herhangi bir üst zekanın değerlendirmesinden çok, bilimsel, fenni, zekanın kendini üreten halidir, onun için de mevcutla yetinmez, sonsuz bir oluşumda bit kadar bir gezegene sığmanın haksızlık olacağını düşünür, sadece burayla sınırlı bir yaşam, sığ kafaların işidir, sıkıntı bu engeli kaldırır, sonsuz bir oluşum da sadece burdan ve bizden ibaretiz diyecek kadar aklını peynir ekmekle yememiştir, bu kadar bitmeyen bir oluşumun başka imkanları da olduğunu bilir, birbirini doğuran imkanlar zincirinde bir imkanın yollarını arar, damarlar ve kan bir imkan boyutu olarak da elverir, kullanma yöntemini biliçdışı belirlemelerin elinden alıp bilinç alanına mal etmenin yollarını dilin içinde görür, gösterir, benzer zihniyetlerin imkan alanına katkı getirmek amacıyla, bir imecenin parçası olarak, işlevselleşen zekanın, maddi alt katmanlarını değil, soyut üst katmanlarını zorlar, bazen kendiliğinden olur bu, bazen içinde kayıp unsurların kaybından elde edilir. Kendini körelten bakışın esiri olacağına görüş alanına ne katabilirin peşine düşer, yani en büyük zevkin dünya hazlarını önemserken, onun şaheserlerinin bu kadardan ibaret olmayacağını bilerek, başkalarının da tadına bakar, kendini kısıtlamaz, bir örnekliğin zavallılığında harab olmaz, onun için ego sorunu yaşamaz kimin alkışlayacağının önemi yoktur, kendi hazzının peşindedir, görüntüler diyarında görüntüleri tadar, ama kendi görüntülerini de üretir, tad galerisini genişletir, sıradan zihin ödünç aklının sınırları kadardır, güncel macerayı tad zannederken, asıl maceranın nerde ve nasıl olacağından hiçbir zaman haberi olmaz, ve kaçınılmaz olarak da yavanlığın ağına takılır. Gündelik, gününü zehir de edebilir, görüyü kısıtladıkça. Kolay gelsin.
Şiir, bir kişinin yeniden düzenlediği bir dünyadır.
Şiirlede dünyalar teraziye konulur, tartılır.
Şiir varolan gerçekleri, hayalin hizasına sokan komuttur.
Bir tek şiir, sahiden yazılınca, bütün gerçeklik yeniden yazılır.
Sahicilik taşıyan her şiir, gerçeklerin gerçekliğini en baştan,
yeniden sorguya çeker.
Sahici bir şiir, kurulmuş bir gerçekliktir.
Felsefe, dünyanın gerçekliğini ararken, hep, şiirin gerçekliğini
bulur, - dünyayı kendisinden önce belirlemiş, onu gerçek kılmış
olan şiirin... Şiir dünyayı gerçekler.....
Şiirin gerçekliği, gerçekleri sorgulayan bir gerçekliktir.
Oruç ARUOBA, 2020, Türk Şair-Filozof.
Bütün tarifler bilerek veya bilmeyerek bizim değirmenimize su taşıması için yapılır, etkileniş şeklimize göre, ya eksiltmek ya da arttırmak için, konunun doğası gereği, benliğimizin buyurganlığı, bizi yapmamız gereken tarife götürür, kendimizi temize çeker, arınırız, daha keyifli ne olabilir. Nesnel ölçü hem başımıza iş açar, hem de öylesi ne işimize gelir, ne de istesek bile başarması kolaydır.
Nedenselliğin nedenle ilişkisiz bir neden olması, olmanın yapısını kuran yapısız yapısallık, örülü bir havasızlığın havası, içeriği içeriksiz içleşmiş iç ve ağır yoğunlukta kararanın ışık hüzmesi.
Boş laftan ibarettir dünyanın bütün toplumlarında az kişi tarafından da olsa, düzgün, temiz, güvenilir insanlar sevilir, gerisi egosuna tavlıcak müşteri arayanların nabza göre şerbet verme girişimleridir, amacına ulaşamazsa, o şerbet de kesilir, herkes bir örnek olsa, sınava ne gerek var, düzgün yaşıcam çilesini çeken neden olsun, hayat parkurunda özverisi olana neden ayrıcaklık tanınsın, her isteyene buyur deniyorsa, o sadece hayal dünyasında var, esaslar bütün metinler de kayda bağlanmış ve binlerce yıldır, her kuşakta sınava tabi tutulanlar için aynı işliyor. Hiçbir gayreti görülmeyenin kendine biçtiği payeler, kendinden ibarettir, öyle olmasında da bir sakınca yok, aynen devam edebilir. Kararı kimin verdiğini herkes öğreniyor sonuçta. Böyle saçmalıklara inanmayanlar en avantajlı konumda, en çok onlar ayrıcalıklı.
Hakikatin yakıcı, alevli aynasından, Alimi güler yüzle seyreden kendisidir,
faziletin dik ve sarp tepesine tırmanan, mazluma yol göstermek onun vazifesidir.
Dinin, Tanrı yolunun ışıklı tepesinde, göklere dalgalanan onun sancağıdır, tabutlardan
yükselen meleklerin sesinde, mahşer gününde bile sonsuz bir neşe vardır.
Schiller, 1805, Alman şair.
Çev. Burhanettin Batıman.
Kutsal ruhun ruhuyuz,
insana gelmişlerdeniz.
En büyük bayramdır
güzelin yüzü. Biz o
bayrama kurbana
gelmişlerdeniz.
Hatayi, 1524
Öncelikle sıkıntı üretken ve doğurgan bir elementtir, özel konumu nedeniyle sıradanlık ilişkilerinde pek yer tutmaz, onların kavramlarınla da tanışık değildir, içsel ya da dışsal sorun değildir, birbirini tamamlar, çözme girişimlerinde yeni kavramların zeminini hazırlar, bir çeşit dünyayla kısıtlanmış ödünç aklın isyanıdır, başka ölçümlerin boyutunu ölçmede ölçülmez değerdedir, herhangi bir üst zekanın değerlendirmesinden çok, bilimsel, fenni, zekanın kendini üreten halidir, onun için de mevcutla yetinmez, sonsuz bir oluşumda bit kadar bir gezegene sığmanın haksızlık olacağını düşünür, sadece burayla sınırlı bir yaşam, sığ kafaların işidir, sıkıntı bu engeli kaldırır, sonsuz bir oluşum da sadece burdan ve bizden ibaretiz diyecek kadar aklını peynir ekmekle yememiştir, bu kadar bitmeyen bir oluşumun başka imkanları da olduğunu bilir, birbirini doğuran imkanlar zincirinde bir imkanın yollarını arar, damarlar ve kan bir imkan boyutu olarak da elverir, kullanma yöntemini biliçdışı belirlemelerin elinden alıp bilinç alanına mal etmenin yollarını dilin içinde görür, gösterir, benzer zihniyetlerin imkan alanına katkı getirmek amacıyla, bir imecenin parçası olarak, işlevselleşen zekanın, maddi alt katmanlarını değil, soyut üst katmanlarını zorlar, bazen kendiliğinden olur bu, bazen içinde kayıp unsurların kaybından elde edilir. Kendini körelten bakışın esiri olacağına görüş alanına ne katabilirin peşine düşer, yani en büyük zevkin dünya hazlarını önemserken, onun şaheserlerinin bu kadardan ibaret olmayacağını bilerek, başkalarının da tadına bakar, kendini kısıtlamaz, bir örnekliğin zavallılığında harab olmaz, onun için ego sorunu yaşamaz kimin alkışlayacağının önemi yoktur, kendi hazzının peşindedir, görüntüler diyarında görüntüleri tadar, ama kendi görüntülerini de üretir, tad galerisini genişletir, sıradan zihin ödünç aklının sınırları kadardır, güncel macerayı tad zannederken, asıl maceranın nerde ve nasıl olacağından hiçbir zaman haberi olmaz, ve kaçınılmaz olarak da yavanlığın ağına takılır. Gündelik, gününü zehir de edebilir, görüyü kısıtladıkça. Kolay gelsin.
Eder, değerse eğer, kokuşsun diye değil, konuşsun diye.
Dünyanın matematiği, ister çözersin, ya da o seni çözer.
Matematik, müzik, söz, anlam.