Her unutuş, bir hatırlayıştır, kayıp hiçbirşey yoktur, sadece zamanını bekler, dönmek için, işte Niezschenin kayıp gttiğinde gördüğü sonsuz dönüş o, fiilisi değil, zaten hep orda olanı.
Kafka ki başyapıtıdır, en acıklı haliyle, egemen olunamıyan bir egemenliğin insana yaşattığı çaresizliği Dehasına sızan nüvelerle açar, gittikçe batan insanın o görkemli Şatonun etrafındaki çırpınışı, ne girebilir ne de dışına çıkabili, işte insanın temel trajiği, dramı budur, ya kendini şatonun hizmetine adayacacak, yada kapıda kalacak. Dehşe bir allegoridir, okuyunca uzun süre kendine gelemezsin, ama, gelebilirsin de, pusuladan şaşmayarak.
Mantarın kendine ait bir bilinci yoktur, onun için mantardır, tabii farkındalığıda oluşmaz doğal süreci gereği, kişilik bozukluğu mantarlaşmayla eşgüdümlüdür, çünkü değersizliği işaret eder, bu da aslında bilince ne kadar ihtiyacı olduğuna, sanılarına gömülmüş, eksik gedik bilincine tam duyduğu inanç aslında, boynuna taktığı iptir, kendi çeker, işini de kendi bitirir, gördüğünde artık mantarlaşmanın yerine değer ifade eden bilincin ona ne hazırladığını, artık konuşacak bir şey de kalmamıştır.
Bir şairin benliği yoktur, o heryerdedir. - John KEATS, İngiliz Dahi Şair, 25 yaşında öldü,
Dünyanın neresinde olursa olsun, insanlık kültürünü oluşturmuş, büyük isimlerin ülkesi, milliyeti, soyu olmaz, onlar bütün insanlık ailesinin ortak mülküdür, ama, mikroplar kimsenin mülkü değildir, onlar kazınmak için vardır. Hayat oyunu.
Önce görüngüler, sonra kavramlar. - Heidegeer. 1976
Kavram kavrıyamıyorsa, kendine aitliğini de kaybetmiş demektir, o zaman görüngüler ihtiyaç halini giderir, o nedir, kavram olmayana kavram katandır, kaynağıda kavramı bozarak kavramlaştırmada, kavramdışılığın katkı yapmasıdır, yani görüngüsüz kavram hep bir eksiktir.
İşte ten beri sorunlarının cehennemi, akışım ve dışarı ilişkisinde, kesişimi tıkayan odak, neden, çünkü karışım engelli, durağan, hareket arasındaki gelişimi engelleyici olan o, halbuki bunlar iç içelik haliyle, bir damar oluşturur, ama, varması gerekeni kesintiye uğratan da bu, dışarıyla bağın, ten beri de kitleniyor, nasıl açılacak, açılmayacak, neden, kendiliğindenlik onun öz devinim kaynağı, orayı besleyen bir kaynağı içselleştirmen gerekir, o varmı, gerek yok ki, doğru, ama, gereklilikde böyle bir şey, kaynaksız kaynamanın yolunda kesinti burdan başlıyor, ya bu kaynamayı kendine taşıyacaksın, ya da olmayan seni kaynatacak, niye, yapısı böyle, şart mı, değil, zorunluluk olmadan akıyor, ben niye mecburum, değilsin, olmadığın için mecbur kalıyorsun, alay mı ediyorsun, evet.
Peki ülke nedir de kurmamız gerekiyor, o hiç gidip hiç dönemediğin yerlerin toplamıdır, sen asla görmezsin, ama, o toplam seni hep görür, eksiltir, çıkartır, bana ne bundan, tabii ki sana ne, ondan eksik teşebbüste kalıyorsun, halbuki teşebbüs devamı olan bir şey olmak zorundadır, hiç oldu mu, kesik kesik, işte o hep kesilen ve seni kesen, kesip attığındır, tamlık için ülke lazım, o da kendilğinden olmaz sen kurarsın, kurarsın da ne olur, belki ilk defa sen olursun, yani ben, anlaştık mı, hayır, işte onun için anlaştık, evet deseydin hiç olmayacaktı. Ne olmuş ki, sen olabilirsin, nasıl, havanın havalığından yararlanarak, o ne, hava.
By pass ı keşfeden amcam 70 ler galiba Harvard Tıpta staj yaparken, eureka diyor, gerçekten de insanlığa müthiş bir katkı yapıyor, Memleketi, Arjantine dönüyor insanlara bir faydam olsun diye hastane kuruyor, arjantin ekonomisi evlere şenlik zaten oldum olası, bankalardan dünya kredi çekmiş, hop senin memleket gene ekonomik krizde, bu sıkışıp kalıyor borçlarla, kapı kapı dolaşıyor borçlarına bir çözüm için, bütün kapılar suratına, kapanıyor ve intihar ediyor, yani insanlık kendine bu ölümsüz katkıyı yapana, gene, hep olduğu gibi, en güzel şekilde, ödüyor, insan mı demiştiniz, evet, öyle.
Sorunları köpürten her zaman anlamanın yetersiz kalmasıdır, o da zaten sınavın asli parçası, gayret orda gösterilicek ve davranışına yedirilecek, yoksa sorunlar yumağın da kaybolursun, ilişkiler bunun üzerinden çatallaşır, hele modern evrede gelişen parçalanma, giderek hep parça ayrı telden çalmaya başlar ve kopuşla gelen gerginlik, kanser dahil, her hastalığın kapısını aralar, kendi elinle, yavaştan ölümü hazırlarsın.
Jung ilk kez 1920 de bu kavramı kullandığında, tarih yeni bir evreyi test ediyordu, endüstrileşmiş şehirleşmenin yükselişi, ve insanın doğasındaki karmaşıklığın artması, en önemlisi tüketimle birlikte artan, haset, kıskançlık, göz dikme, herkes aynı şeye ulaşamayınca birbirinin gözüne batmaya başlıyor. Tabii aslında tuzak, rehberine sadık olan aşar, aslında onun ihtiyaç fazlasının gerekli olmadığını görebilmesi, işte o sadakate bağlı, yoksa kapılır gidersin, cazip gelir ve bir daha çıkamazsın, zaten lazım değilsin, yan yola girdin bile, ve orda kaybolup gidersin, -Allahın ipine sıkı sarılın - işte o, sarsıntılarda kaymaman için cazip pek çok şey çeker, ama, o bilinç seni uçurumun önünde tutar çeker, onun için doğrusunu öğrenmelisin, yanlışa sebebiyet veren, kendi de batar tamamen. Onun için çoktan seçme, kim doğruda kıyasıya ısrar edecek açığa çıksın.
Her unutuş, bir hatırlayıştır, kayıp hiçbirşey yoktur, sadece zamanını bekler, dönmek için, işte Niezschenin kayıp gttiğinde gördüğü sonsuz dönüş o, fiilisi değil, zaten hep orda olanı.
Kafka ki başyapıtıdır, en acıklı haliyle, egemen olunamıyan bir egemenliğin insana yaşattığı çaresizliği Dehasına sızan nüvelerle açar, gittikçe batan insanın o görkemli Şatonun etrafındaki çırpınışı, ne girebilir ne de dışına çıkabili, işte insanın temel trajiği, dramı budur, ya kendini şatonun hizmetine adayacacak, yada kapıda kalacak. Dehşe bir allegoridir, okuyunca uzun süre kendine gelemezsin, ama, gelebilirsin de, pusuladan şaşmayarak.
Mantarın kendine ait bir bilinci yoktur, onun için mantardır, tabii farkındalığıda oluşmaz doğal süreci gereği, kişilik bozukluğu mantarlaşmayla eşgüdümlüdür, çünkü değersizliği işaret eder, bu da aslında bilince ne kadar ihtiyacı olduğuna, sanılarına gömülmüş, eksik gedik bilincine tam duyduğu inanç aslında, boynuna taktığı iptir, kendi çeker, işini de kendi bitirir, gördüğünde artık mantarlaşmanın yerine değer ifade eden bilincin ona ne hazırladığını, artık konuşacak bir şey de kalmamıştır.
Bir şairin benliği yoktur, o heryerdedir. - John KEATS, İngiliz Dahi Şair, 25 yaşında öldü,
Dünyanın neresinde olursa olsun, insanlık kültürünü oluşturmuş, büyük isimlerin ülkesi, milliyeti, soyu olmaz, onlar bütün insanlık ailesinin ortak mülküdür, ama, mikroplar kimsenin mülkü değildir, onlar kazınmak için vardır. Hayat oyunu.
Önce görüngüler, sonra kavramlar. - Heidegeer. 1976
Kavram kavrıyamıyorsa, kendine aitliğini de kaybetmiş demektir, o zaman görüngüler ihtiyaç halini giderir, o nedir, kavram olmayana kavram katandır, kaynağıda kavramı bozarak kavramlaştırmada, kavramdışılığın katkı yapmasıdır, yani görüngüsüz kavram hep bir eksiktir.
İşte ten beri sorunlarının cehennemi, akışım ve dışarı ilişkisinde, kesişimi tıkayan odak, neden, çünkü karışım engelli, durağan, hareket arasındaki gelişimi engelleyici olan o, halbuki bunlar iç içelik haliyle, bir damar oluşturur, ama, varması gerekeni kesintiye uğratan da bu, dışarıyla bağın, ten beri de kitleniyor, nasıl açılacak, açılmayacak, neden, kendiliğindenlik onun öz devinim kaynağı, orayı besleyen bir kaynağı içselleştirmen gerekir, o varmı, gerek yok ki, doğru, ama, gereklilikde böyle bir şey, kaynaksız kaynamanın yolunda kesinti burdan başlıyor, ya bu kaynamayı kendine taşıyacaksın, ya da olmayan seni kaynatacak, niye, yapısı böyle, şart mı, değil, zorunluluk olmadan akıyor, ben niye mecburum, değilsin, olmadığın için mecbur kalıyorsun, alay mı ediyorsun, evet.
Peki ülke nedir de kurmamız gerekiyor, o hiç gidip hiç dönemediğin yerlerin toplamıdır, sen asla görmezsin, ama, o toplam seni hep görür, eksiltir, çıkartır, bana ne bundan, tabii ki sana ne, ondan eksik teşebbüste kalıyorsun, halbuki teşebbüs devamı olan bir şey olmak zorundadır, hiç oldu mu, kesik kesik, işte o hep kesilen ve seni kesen, kesip attığındır, tamlık için ülke lazım, o da kendilğinden olmaz sen kurarsın, kurarsın da ne olur, belki ilk defa sen olursun, yani ben, anlaştık mı, hayır, işte onun için anlaştık, evet deseydin hiç olmayacaktı. Ne olmuş ki, sen olabilirsin, nasıl, havanın havalığından yararlanarak, o ne, hava.
By pass ı keşfeden amcam 70 ler galiba Harvard Tıpta staj yaparken, eureka diyor, gerçekten de insanlığa müthiş bir katkı yapıyor, Memleketi, Arjantine dönüyor insanlara bir faydam olsun diye hastane kuruyor, arjantin ekonomisi evlere şenlik zaten oldum olası, bankalardan dünya kredi çekmiş, hop senin memleket gene ekonomik krizde, bu sıkışıp kalıyor borçlarla, kapı kapı dolaşıyor borçlarına bir çözüm için, bütün kapılar suratına, kapanıyor ve intihar ediyor, yani insanlık kendine bu ölümsüz katkıyı yapana, gene, hep olduğu gibi, en güzel şekilde, ödüyor, insan mı demiştiniz, evet, öyle.
Sorunları köpürten her zaman anlamanın yetersiz kalmasıdır, o da zaten sınavın asli parçası, gayret orda gösterilicek ve davranışına yedirilecek, yoksa sorunlar yumağın da kaybolursun, ilişkiler bunun üzerinden çatallaşır, hele modern evrede gelişen parçalanma, giderek hep parça ayrı telden çalmaya başlar ve kopuşla gelen gerginlik, kanser dahil, her hastalığın kapısını aralar, kendi elinle, yavaştan ölümü hazırlarsın.
Jung ilk kez 1920 de bu kavramı kullandığında, tarih yeni bir evreyi test ediyordu, endüstrileşmiş şehirleşmenin yükselişi, ve insanın doğasındaki karmaşıklığın artması, en önemlisi tüketimle birlikte artan, haset, kıskançlık, göz dikme, herkes aynı şeye ulaşamayınca birbirinin gözüne batmaya başlıyor. Tabii aslında tuzak, rehberine sadık olan aşar, aslında onun ihtiyaç fazlasının gerekli olmadığını görebilmesi, işte o sadakate bağlı, yoksa kapılır gidersin, cazip gelir ve bir daha çıkamazsın, zaten lazım değilsin, yan yola girdin bile, ve orda kaybolup gidersin, -Allahın ipine sıkı sarılın - işte o, sarsıntılarda kaymaman için cazip pek çok şey çeker, ama, o bilinç seni uçurumun önünde tutar çeker, onun için doğrusunu öğrenmelisin, yanlışa sebebiyet veren, kendi de batar tamamen. Onun için çoktan seçme, kim doğruda kıyasıya ısrar edecek açığa çıksın.