karacoğlan abimizin 'bana kara diyen dilber, gözlerin kara değil mi? ' şeklinde ona kara diyen kızı mors ederek başlayan eşsiz eserini pek bi güzel yorumlamış (yani 'cover'lamış) grup. kalpsizini de tuttuk ayrıca, bırakmıyoruz.
laiklik ilkesiyle falan alakası yok! eğitim ayrı ibadet ayrıdır tabi.. ama eğitim alan öğrencinin ibadet ihtiyacı da olabilir, normaldir. bir cafeteryanın, spor salonunun olması ne kadar tabiiyse ibadethane de o kadar tabiidir. hoş sınıfın orta yerine konulacak değil, eğitim alanlarından bağımsız olacaktır herhalde. ama ibadethaneler tek bir dine ait olmamalı. çoğulculuk esas alınmalı...
kendini ifade etme, anlaşılma ihtiyacını fazlasıyla yaşayanlar... 'söylediğim aman yanlış anlaşılmasın', 'tam anlaşılayım' gibi kaygılar taşıyanlardır. belli bi noktadan sonra (o noktayı tarif edemem şimdi) çok sıkıcı oluyor. bırak kardeşim yaz gitsin, gerekirse noktalama işaretlerini de kullanma, ne kasıyon kendini? !
orlando bloom ve slaven bilicten sonra kendisinin hayranıyız. taş devrinde çıkardı ama taş devrinin haftasonu versiyonunda... bilen bilir, haftaiçi sadece fred, wilma, barney ve betty başrollerdeyken haftasonu çakıl, bambam, kaptan mağara adamı falan gibi ekstralar olurdu. bambamla çakıl, dans öğretirlerdi (bu da benden ekstra olsun) . konumuzun esas oğlanı kaptan mağara adamı da birilerini kurtarmaya uçardı, elinde sopasıyla, tek bi yerde sesini duyardık, o da uçarken 'kaptan mağara adamı geliyor yol açııııınnn' diye bağırırken... neyse, az ve öz konuşanları severiz.
daidalosla oğlu ikarus, kralın gazabına uğrayıp bir labirente kapatılır, daidalos kaçmak için oğluna ve kendine kanat yapar, kanatlarıı da balmumuyla sırtlarına yapıştırır. amma velakin ikarus uçma özgürlüğüne kendini kaptırıp güneşe yaklaşır ve mumlar erir, egenin serin sularına kapılır, böylece dünya ona 'elveda' der ya da o dünyaya... mitolojik yönünü bir kenara bırakalım, gerçek hayatta da böyle değil mi? güneşe ulaşmaya çalışan, aydınlığa doğru özgürce, sınır tanımazcasına giden insanların sonu yitip gitmek olmuyor mu? acı, çok acı...
bir de yüksek sadakat abilerimizin bu isimle on numara bi şarkıları var ki yazmadan edemiycem, ayrıca favorimdir, muhtelif aralıklarla dinlerim:
[[ gözlerimiz uçurtmanın kuyruğuna takılınca, göz göze gelip gülümseriz o an sen ve ben anlarız ki, özgürüz. mumdan kanatlı bir adamın güneşe ulaşması kadar anlamlı bu dünya biliriz. sen ve ben şaşarız insanlara 'anladım' sananlara... yapraklar döküldükçe ve rüzgar süpürdükçe o yerleri anlayamazsınız... sen ve ben biliriz ki: 'doğmak ölmeye başlamaktır' ve böyle oldukça söylenecek onca az şey var ki.. sen ve ben hep derizki; 'tutku en büyük yanılgıdır' ve böyle oldukça söylenecek onca az şey var ki...]]
karacoğlan abimizin 'bana kara diyen dilber, gözlerin kara değil mi? ' şeklinde ona kara diyen kızı mors ederek başlayan eşsiz eserini pek bi güzel yorumlamış (yani 'cover'lamış) grup.
kalpsizini de tuttuk ayrıca, bırakmıyoruz.
bol ayrıntı, bol tasvir... hikaye güzel ama be balzac daha öz yazamaz mıydın? yoksa sanat dedikleri ayrıntı mıdır?
' color of hate '
laiklik ilkesiyle falan alakası yok!
eğitim ayrı ibadet ayrıdır tabi.. ama eğitim alan öğrencinin ibadet ihtiyacı da olabilir, normaldir. bir cafeteryanın, spor salonunun olması ne kadar tabiiyse ibadethane de o kadar tabiidir. hoş sınıfın orta yerine konulacak değil, eğitim alanlarından bağımsız olacaktır herhalde. ama ibadethaneler tek bir dine ait olmamalı. çoğulculuk esas alınmalı...
kendini ifade etme, anlaşılma ihtiyacını fazlasıyla yaşayanlar... 'söylediğim aman yanlış anlaşılmasın', 'tam anlaşılayım' gibi kaygılar taşıyanlardır.
belli bi noktadan sonra (o noktayı tarif edemem şimdi) çok sıkıcı oluyor. bırak kardeşim yaz gitsin, gerekirse noktalama işaretlerini de kullanma, ne kasıyon kendini? !
orlando bloom ve slaven bilicten sonra kendisinin hayranıyız.
taş devrinde çıkardı ama taş devrinin haftasonu versiyonunda... bilen bilir, haftaiçi sadece fred, wilma, barney ve betty başrollerdeyken haftasonu çakıl, bambam, kaptan mağara adamı falan gibi ekstralar olurdu. bambamla çakıl, dans öğretirlerdi (bu da benden ekstra olsun) .
konumuzun esas oğlanı kaptan mağara adamı da birilerini kurtarmaya uçardı, elinde sopasıyla, tek bi yerde sesini duyardık, o da uçarken 'kaptan mağara adamı geliyor yol açııııınnn' diye bağırırken... neyse, az ve öz konuşanları severiz.
putinin adamı. rus halkı tarafından da pek bi desteklenmekte. tipten yana iyi sayılır.
daidalosla oğlu ikarus, kralın gazabına uğrayıp bir labirente kapatılır, daidalos kaçmak için oğluna ve kendine kanat yapar, kanatlarıı da balmumuyla sırtlarına yapıştırır. amma velakin ikarus uçma özgürlüğüne kendini kaptırıp güneşe yaklaşır ve mumlar erir, egenin serin sularına kapılır, böylece dünya ona 'elveda' der ya da o dünyaya...
mitolojik yönünü bir kenara bırakalım, gerçek hayatta da böyle değil mi? güneşe ulaşmaya çalışan, aydınlığa doğru özgürce, sınır tanımazcasına giden insanların sonu yitip gitmek olmuyor mu? acı, çok acı...
bir de yüksek sadakat abilerimizin bu isimle on numara bi şarkıları var ki yazmadan edemiycem, ayrıca favorimdir, muhtelif aralıklarla dinlerim:
[[ gözlerimiz uçurtmanın kuyruğuna takılınca,
göz göze gelip gülümseriz
o an sen ve ben anlarız ki, özgürüz.
mumdan kanatlı bir adamın
güneşe ulaşması kadar anlamlı bu dünya biliriz.
sen ve ben şaşarız insanlara
'anladım' sananlara...
yapraklar döküldükçe ve rüzgar süpürdükçe o yerleri
anlayamazsınız...
sen ve ben biliriz ki: 'doğmak ölmeye başlamaktır'
ve böyle oldukça söylenecek onca az şey var ki..
sen ve ben hep derizki;
'tutku en büyük yanılgıdır'
ve böyle oldukça söylenecek onca az şey var ki...]]
di mi amaa?
hastayız kendisine... severiz, sayarız, öpme şansımız olsa öperdik.
'cennetin krallığı'ndaki performansına da bayıldık yani.
kesinlikle hayattaki en gerekli komutlardan bi tanesi. keşke insan da fabrika ayarlarına geri dönebilse.