Devletluuu devletimizin devlet ciddiyetinden uzak sağlık bakanlığı sağolsun valla... :)) 10 dakikada bir protokol değiştiğinden akşama kadar işim bu artık.... İkna et et bitmiyo bi türlü... -amca bak artık senin bu ilaç ödenmiyo - geçen hafta ödeniyoduu - ohooo geçen hafta çok uzun bi zaman. biz artık on dakikaya şükrediyoz.. en az 5 defa değişmiştir geçen haftadan beri o ilacın ödenme koşulları.... -ama tohtur yazmıııışşş.... -ne bilsin yazık.. taze değişti az önce.. belki de sen yazdırıp buraya gelene kadar değişmiştir.... -tohdur dedi ki böööle ödeniyo.... -yok amcam billa ödenmiyo.. Ama istersen yarın gel.. belki değişir, ödenir bakarsın... Anlayacağı bir dile tercüme ederek bir saat dil dökünce neden ödenmediğine ikna olur gider... ertesigün -hoşgeldin amca -hoşgördüm kızım -amcaaa... hani sana dün tansiyon ilacının niye ödenmediğini anlattımdı yaaa -eeee -ha bak şimdi o anlattıklarımın heeepsini unut.... Bugüüüüüüünnn sağlık bakanımız şöööle buyurmuşlar......:S
Abraham Lincoln’un, oğlunun öğretmenine yazdığı mektup
(Gerçi Dört mesaj aşağıda kısa kısa alıntılar yapılmış ama tamamı çok güzel gerçekten... Ben de tamamını yazayım dedim)
Öğrenmesi gerekli biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını, fakat şunu da öğret ona: Her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya karşı kendini adamış bir lider vardır.
Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona.
Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen, kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret.
Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve kazanmaktan neşe duymayı.
Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu.
Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona. Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını...
Eğer yapabilirsen; ona kitapların mucizelerini öğret. Fakat ona; gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği zamanlar da tanı...
Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.
Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi...
Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını öğret ona.
Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma.
Tüm insanları dinlemesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret...
Eğer yapabilirsen üzüldüğünde bile nasıl gülümseyebileceğini öğret ona. Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.
Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini...
Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyata satmasını, fakat hiçbir zaman kalbine ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.
Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret.
Ona nazik davran ama onu kucaklama. Çünkü, ancak ateş çeliği saflaştırır.
Bırak sabırsız olacak kadar cesaretine sahip olsun, bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.
Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacakır...
Bu, büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bakalım...
Adam ve kadın barda karşılaşırlar. Aradaki sıcak etkileşim sonucu soluğu kadının evinde alırlar. Ateşli bir aşktan sonra adam yatağın yanında duran fotoğrafı görür. Kadına Hey baksana bu adam senin kocan mı? ' diye sorar. Kadın 'I- ıh ' diye cevap verir kısaca ve adam ile uğraşmaya eder. Ama adamın kafasına takılmıştır bir kere. Peki erkek arkadaşın mı? ' diye sorar. Kadın yine kısaca 'yo' diye cevap verir. Adamın merakı iyice artmıştır. ' O zaman baban yada erkek kardeşin olmalı' der. Kadın gülümseyerek 'Hayır hayır değil' der. Adam dayanamaz ve 'Allah aşkına söyle o zaman kim bu adam' der. Kadın kafasını adama çevirir gözlerinin içine bakar ve gülümser: '2 yıl önceki fotoğrafım'.
............................................ Yıl 1993, Batı Avustralyada Curtin University of Technology’de, ırkçılık nedeni ile her anında ayrı bir savaş verdiğim Doktora çalışmamın üçüncü yılındayım. .............................................................
“Merhaba, ben senin yeni tez danışmanınım”. Şaşırıyorum... “Adım I.A. Sen de Berrin olmalısın” “Evet” “Bundan sonra birlikte çalışacağız. Sahi, hangi ülkedendin? ” “Türk’üm” “Haaaa, “Abdul” yani! ” “Anlamadım! “Abdul” de kim? ” “Biz size “Abdul” deriz de! ” “Siz kimsiniz? ” “Batılılar” “Peki “biz” kimiz? ” “Müslüman Türkler” ...................................................... Kitaplar arasında yorgun dolaşırken gözüme birden bir kitap ilişiyor, GALLIPOLI. Yazarı, Alan Moorehead. Kalbim yerinden fırlıyor. Ya “Abdul”e rastlarsam. Sayfalara hızla göz atıyorum. Evet, işte orada... Abdul... Batının gözündeki bizler yani...
Gördüğüm resim beni çok üzüyor... Ama şaşırmıyorum... Kitapta, Türklerin tanımı şöyle yapılıyor; Türklerin canavarca ve insani olmayan bir yanları vardır, zalim ve kötülük saçan aşırı tutucu insanlardır, her türlü kötülüğü ve vahşiliği yapma eğilimleri ve güçleri vardır (Sayfa 149, Paragraf 2) .
Kitapta tanımı verilmeyen ve “Abdul” resmine de yansıtılamayan daha neler var? Öğrenmeliyim...
Daha sonra çok samimi olduğum bazı Avustralyalı arkadaşlarıma soruyorum “Abdul”ü. Utana-sıkıla, “aptal, uyuşuk, bir işe yaramaz, tembel, güvenilmez ve çok pis” sıfatlarını sıralıyorlar Türkleri temsil ettiği iddia edilen “tip” ile ilgili olarak. ............................................................. Dr Berrin Köse'den bir alıntı
................................................ Murat Yetkin sözkonusu yazısında Alman Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’in 7 Eylül 2006 tarihinde Çırağan Sarayı'nda Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile konuşmasını söz konusu ediyor. Anlaşıldığı kadarı ile Frank-Walter Steinmeier, Sayın Abdullah Gül'ün sıcak hoşgeldin konuşmasına 'Hoşbulduk Abdul' diye yanıt vermiş. Yazıda belirtildiğine göre isim, bu kısaltılmış hali ile dinleyiciler arasında bulunan Sayın Mehmet Ali Birand ve Sayın Yetkin’in kulaklarına hiç de itici gelmemiş. Sayın Yetkin bu ince hareketi (!) Türk ve Alman Dışişleri Bakanlarının arasından su sızmadığının bir göstergesi olarak algılamış ve bunu da Türk halkına aktarma ihtiyacı duymuş.
İyi de etmiş! Aksi taktirde, Türk halkı olarak Batının bizlere ne yüce duygular beslediğini öğrenmekten mahrum kalacaktık!
........................................... Dr. Berrin Köse'den bir alıntı
derin gizemli bir mavi... lacivertimsi.... :))
Devletluuu devletimizin devlet ciddiyetinden uzak sağlık bakanlığı sağolsun valla... :)) 10 dakikada bir protokol değiştiğinden akşama kadar işim bu artık....
İkna et et bitmiyo bi türlü...
-amca bak artık senin bu ilaç ödenmiyo
- geçen hafta ödeniyoduu
- ohooo geçen hafta çok uzun bi zaman. biz artık on dakikaya şükrediyoz.. en az 5 defa değişmiştir geçen haftadan beri o ilacın ödenme koşulları....
-ama tohtur yazmıııışşş....
-ne bilsin yazık.. taze değişti az önce.. belki de sen yazdırıp buraya gelene kadar değişmiştir....
-tohdur dedi ki böööle ödeniyo....
-yok amcam billa ödenmiyo.. Ama istersen yarın gel.. belki değişir, ödenir bakarsın...
Anlayacağı bir dile tercüme ederek bir saat dil dökünce neden ödenmediğine ikna olur gider...
ertesigün
-hoşgeldin amca
-hoşgördüm kızım
-amcaaa... hani sana dün tansiyon ilacının niye ödenmediğini anlattımdı yaaa
-eeee
-ha bak şimdi o anlattıklarımın heeepsini unut.... Bugüüüüüüünnn sağlık bakanımız şöööle buyurmuşlar......:S
dilimin zevki adını
sayıklarım hece hece / her gece
Abraham Lincoln’un, oğlunun öğretmenine yazdığı mektup
(Gerçi Dört mesaj aşağıda kısa kısa alıntılar yapılmış ama tamamı çok güzel gerçekten... Ben de tamamını yazayım dedim)
Öğrenmesi gerekli biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını, fakat şunu da öğret ona: Her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya karşı kendini adamış bir lider vardır.
Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona.
Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen, kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret.
Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve kazanmaktan neşe duymayı.
Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu.
Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona. Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını...
Eğer yapabilirsen; ona kitapların mucizelerini öğret. Fakat ona; gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği zamanlar da tanı...
Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.
Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi...
Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını öğret ona.
Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma.
Tüm insanları dinlemesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret...
Eğer yapabilirsen üzüldüğünde bile nasıl gülümseyebileceğini öğret ona. Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.
Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini...
Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyata satmasını, fakat hiçbir zaman kalbine ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.
Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret.
Ona nazik davran ama onu kucaklama. Çünkü, ancak ateş çeliği saflaştırır.
Bırak sabırsız olacak kadar cesaretine sahip olsun, bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.
Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacakır...
Bu, büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bakalım...
O ne kadar iyi, küçük bir insan, oğlum...
Adam ve kadın barda karşılaşırlar.
Aradaki sıcak etkileşim sonucu soluğu kadının evinde alırlar.
Ateşli bir aşktan sonra adam yatağın yanında duran fotoğrafı
görür. Kadına Hey
baksana bu adam senin kocan mı? ' diye sorar.
Kadın 'I- ıh ' diye cevap verir kısaca ve adam ile uğraşmaya
eder. Ama adamın kafasına takılmıştır bir kere.
Peki erkek arkadaşın mı? ' diye sorar.
Kadın yine kısaca 'yo' diye cevap verir.
Adamın merakı iyice artmıştır.
' O zaman baban yada erkek kardeşin olmalı' der.
Kadın gülümseyerek
'Hayır hayır değil' der.
Adam dayanamaz ve 'Allah aşkına söyle o zaman kim bu adam' der.
Kadın kafasını adama çevirir gözlerinin içine bakar ve
gülümser:
'2 yıl önceki fotoğrafım'.
............................................
Yıl 1993, Batı Avustralyada Curtin University of Technology’de, ırkçılık nedeni ile her anında ayrı bir savaş verdiğim Doktora çalışmamın üçüncü yılındayım.
.............................................................
“Merhaba, ben senin yeni tez danışmanınım”. Şaşırıyorum...
“Adım I.A. Sen de Berrin olmalısın”
“Evet”
“Bundan sonra birlikte çalışacağız. Sahi, hangi ülkedendin? ”
“Türk’üm”
“Haaaa, “Abdul” yani! ”
“Anlamadım! “Abdul” de kim? ”
“Biz size “Abdul” deriz de! ”
“Siz kimsiniz? ”
“Batılılar”
“Peki “biz” kimiz? ”
“Müslüman Türkler”
......................................................
Kitaplar arasında yorgun dolaşırken gözüme birden bir kitap ilişiyor, GALLIPOLI. Yazarı, Alan Moorehead. Kalbim yerinden fırlıyor. Ya “Abdul”e rastlarsam. Sayfalara hızla göz atıyorum. Evet, işte orada... Abdul... Batının gözündeki bizler yani...
Gördüğüm resim beni çok üzüyor... Ama şaşırmıyorum...
Kitapta, Türklerin tanımı şöyle yapılıyor; Türklerin canavarca ve insani olmayan bir yanları vardır, zalim ve kötülük saçan aşırı tutucu insanlardır, her türlü kötülüğü ve vahşiliği yapma eğilimleri ve güçleri vardır (Sayfa 149, Paragraf 2) .
Kitapta tanımı verilmeyen ve “Abdul” resmine de yansıtılamayan daha neler var? Öğrenmeliyim...
Daha sonra çok samimi olduğum bazı Avustralyalı arkadaşlarıma soruyorum “Abdul”ü. Utana-sıkıla, “aptal, uyuşuk, bir işe yaramaz, tembel, güvenilmez ve çok pis” sıfatlarını sıralıyorlar Türkleri temsil ettiği iddia edilen “tip” ile ilgili olarak.
.............................................................
Dr Berrin Köse'den bir alıntı
................................................
Murat Yetkin sözkonusu yazısında Alman Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’in 7 Eylül 2006 tarihinde Çırağan Sarayı'nda Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile konuşmasını söz konusu ediyor. Anlaşıldığı kadarı ile Frank-Walter Steinmeier, Sayın Abdullah Gül'ün sıcak hoşgeldin konuşmasına 'Hoşbulduk Abdul' diye yanıt vermiş. Yazıda belirtildiğine göre isim, bu kısaltılmış hali ile dinleyiciler arasında bulunan Sayın Mehmet Ali Birand ve Sayın Yetkin’in kulaklarına hiç de itici gelmemiş. Sayın Yetkin bu ince hareketi (!) Türk ve Alman Dışişleri Bakanlarının arasından su sızmadığının bir göstergesi olarak algılamış ve bunu da Türk halkına aktarma ihtiyacı duymuş.
İyi de etmiş! Aksi taktirde, Türk halkı olarak Batının bizlere ne yüce duygular beslediğini öğrenmekten mahrum kalacaktık!
...........................................
Dr. Berrin Köse'den bir alıntı
nefret savar....! ...... :)))
Yaşama çok enteresan bir pencereden bakan bu kitabın alt başlığı;
Değerlerin sorgulanması...
birde devam kitabı yazmış Robert Pirsing
Onunda adı Lila,
alt başlığı Ahlakın Sorgulanması...
Ama ilk kitabın başarısı ikincide yok.... :))
Maya dağdan kalkan kazlar
Al topuklu beyaz kızlar... :))