Ergenekon'u anlıyorum da, CHP'nin telaşını, korkusunu anlayamıyorum.
Deniz Baykal: Türkiye'nin saygın kişileri, emekli generaller gözaltına alınıyor! Ortada Paşa var, asker yok, silah yok, bunlar nasıl darbe yapacak? (Saygın kişilerin suç işleme hürriyeti mi var? Harekete geçecek şahsın illa TSK kadar 800.000, veya Emniyet gibi 200.000 kişi olunca mı dava açılmalıydı? Ümraniye'de bulunan silahları duymadınız mı?)
Tacidar Seyhan: Bilgisayar kayıtları ve cd'ler delil olarak kullanılamaz! (Sn. Seyhan'ın hukukcu olup olmadığın bilmiyorum, ancak hukukcu bile olsa şunu anlaması gerekir ki, bu soruşturmayı tek savcı yürütmüyor. Onun amiri bir başsavcı var, savcıların da tutuklama yetkisi olmadığından, karar veren hakimler var. Yani hepsi mi yanlış yapıyor?)
Onur Öymen: AKP hükümeti, laik insanlara gözdağı vermeye çalışıyor, ama başaramayacak! (Bu soruşturmayı hükümet mi, mahkeme mi yürütüyor?)
Hakkı Süha Okay: Gizlilik ilkesi ihlal edilmişdir. (Bunu neden sanık avukatları değil de o söylüyor?)
Ergenekon, Türk tarihinde bir önüm noktası olduğundan saygın bir sayfadır. Üzüldüğüm nokta; marksist, faşist, nazist, kapitalist, kemalist, sabataist ve teröristlerden oluşan bir çetenin bu ismi kullanmasıdır. Eğer onlar kullanmadı da bu ismi onlara Emniyet veya Adliye verdi ise, gerçekten ayıp etmiş!
Günümüzün yoz medyası içinde, yine vakur duruşlu bir kurum. Her ne kadar 'devletin malı deniz, yemeyen...' gibi bir düşünce tahakkümü vâki olsa da, bir tercih sebebi.
Ancak bir mühaşedemi de anlatmadan geçemeyeceğim. TRT'de bir Türk Sanat Müziği programıydı ve konuk sanatcı Yıldırım Bekçi idi. Bu değerli sanatcı 'Çile bülbülüm çile' adlı şarkıyı ustaca yorumluyordu. Yıllardır çok yerde severek dinlediğim bu nadide şarkının nakaratında halkımızın vücuda getirdiği çok güzel bir gelenek vardır: Nakaratda Çile'nin ikinci tekrarından sonra okuyucu susar ve tüm konuklar, ki bu açık hava konserlerinde de, lüks gazinolarda hatta viran meyhanelerde de değişmez, hep bir ağızdan 'Allah' diye bağırır. Ancak benim bu seyrettiğim programda böyle bir şey olmadı. Belli ki stüdyo konukları bu konuda önceden tembihlenmişdi.
Bu durumda ister istemez kendime sordum: Acaba bu TRT'nin Allah'ı yok mu?
82 anayasasında şöyle bir madde var: kimse dinî inancları yüzünden kınanamaz, dinî inanclarını açıklamaya mecbur değildir gibi.
Malum ki, ülkemizde çoğunluk müslümandır ve müslüman ahali inancını gizleme ihtiyacı pek duymuyor. Bu, Millî Şef döneminin zulmünde de böyleydi.
Ama bazı namlı ve dinsiz kişiler sanat ve siyaset sahnesinde oldurlarından ve bu müslüman halkın desteğine ihtiac duyduğundan açıkca 'ben müslüman değilim' deme cesareti gösteremediğinden, yukarıdaki mezkûr maddeye atıfda bulunurlar. Bir de halk diliyle bir deyime sığınırlar: Parayla imanın kimde olduğu bilinmez.
Yani laiklik bir sistem, bir gelenek değildir. Laiklik; modern putculuğun son dinidir.
Bakıyorum da, herkes bu şehrin pidelerini, dönerini ve sahilini meth ediyor. Gıda sektörüne diyecek birşeyim yok ama, Samsun sahil şehri olmasına rağmen, halkın bu sahilden istifadesi ancak şehirden 15-20 km. uzaklaşdıkdan sonra mümkün. Bunu da rantcı belediyelerimize ve müteahhidlerimize borcluyuz.
Şunu da unutmayın, Samsun'un simitleri de çıtır çıtırdır. Emsali zor bulunur. Acaba kızları nasıldı?
Osmanlı tarihinde iki tane Abdülhamid vardır. Sanırım ki, burada zikr edilen Sultan II. Abdülhamid'dir. Ancak bizim medyamızda ve okullarımızda ifade zaafiyeti olduğundan kısaca Abdülhamid der ve atar. Mesela İspanya Kralı'na kimse 'Juan Carlos' İngiltere kraliçesine de kimse 'Elisabeth' deyip kesip atamaz. Çünkü onlar Kral Carlos ve Kraliçe Elisabeth'dir. Umarım yakın zamanda bizim medyamız ve üniversitelerimiz de bunu öğrenir.
Cennetmekân sultanın kişiliğine gelince: onun döneminde devletimiz bir karış bile toprak kaybetmemişdir. Diplomatik dehası ile devletin ve milletin menfaatini sulh içinde korumasını bilmişdir. Bir çok batılı siyasinin ve mütefekkir 'o tahtdan indirilmeseydi, Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı'na sokulmazdı' iddiasını ileri sürmüşlerdir. İnşaallah, bizim ülkemizin çok bilmişleri de bu bilgilere ulaşır.
Orhan Gencebay bir müzikcidir, nasıl bir müzikci diye sorarsanız, onu da diyeyim: büyük bir müzikci, aynı zamanda şarkı sözleri de millî edebiyatımızın mihenk taşı olmaya namzetdir.
Yapdığı müzik 'arabesk' olarak tanımlanıyormuş, mümkündür, ancak bu, onun Arab müziği yapdığı anlamına gelmez. Bu sadece, üstadın başarısını çekemeyen bir taifenin iddiasıdır. Çünkü onlar bir iddiayı ortaya atarken, Gencebay'ın bir maharetini, ki bu Türkiye'de çok az sayıda bestecinin kaabiliyet sahasındadır, gizlemeye daha ziyade görmemeye çalışmakdadır.
Nedir Orhan Gencebay'ın bu gizli mahareti? Elcevab: Malum ki, Türk Halk ve San'at müziklerinde umumiyetle mısraların hece sayısı 11'dir. Yanı sıra 7, 8, ve 14 heceli besteler de vardır. Gencebay'ı küçük gören bu cühela takımı, Üstad'ın 10 ile 14 arası tüm heceleri birbirine itinalı bir şekilde notalayıp besteleyebildiğini bilirler de söylemezler. Çünkü piyasada besteci gezinen eşhas standard hece sayısına mahkûmdur. İsmini hatırlayamıyorum da, İstiklal Marşı'mızın bestekârı da bu acemilerdendir. Çünkü rahmetli Mehmed Akif bu marşı yazarken hece disiplinine uymadığı için, ilk satırımız lüzumsuz olarak ikinci mısradan 'bu şafak' kelimesini almış ve ikinci satır ise 'larda yüzen alsancak' olarak devam eder. Bu vesileyle de öğrenciler öğretmenlerine 'hocam, larda ne demek? ' diye sorarlar. Bilmem şimdi anlatabildim mi, Orhan Gencebay'ın büyüklüğünü?
Bana göre TBMM, İstiklal Marşı'mızın sözlerine dokunmadan yeniden bestelemesi için Üstad'a vazife tevdi etse yeridir. Ama bunu ben teklif etmiş olmayayım, çünkü Anayasa'ya göre teklif edilmesi yasakdır.
Son olarak da şunu yazmama müsaade edin. 80'li yıllarda sanatcı geçinen bir sürü zevat, arabesk aleyhdarlığı, yanısıra Orhan Gencebay'ı küçümsemişdi, ancak zaman onları öyle bir yere getirdi ki, piyasada tutunabilmek için Gencebay bestelerine muhtac oldular.
Ben biraz seyrettim ve birşey anlamadım. Bülent İnal, 'Kurşun Yarası' dizisinde 'Kaymakam Cemal Bey' rolünü mükemmel yapmışdı. Burada ise çok paspal bir vaziyette görünüyor. Neyse, yine de bu dizinin tiryakilerine iyi eğlenceler diliyorum.
Ergenekon'u anlıyorum da, CHP'nin telaşını, korkusunu anlayamıyorum.
Deniz Baykal: Türkiye'nin saygın kişileri, emekli generaller gözaltına alınıyor! Ortada Paşa var, asker yok, silah yok, bunlar nasıl darbe yapacak? (Saygın kişilerin suç işleme hürriyeti mi var? Harekete geçecek şahsın illa TSK kadar 800.000, veya Emniyet gibi 200.000 kişi olunca mı dava açılmalıydı? Ümraniye'de bulunan silahları duymadınız mı?)
Tacidar Seyhan: Bilgisayar kayıtları ve cd'ler delil olarak kullanılamaz! (Sn. Seyhan'ın hukukcu olup olmadığın bilmiyorum, ancak hukukcu bile olsa şunu anlaması gerekir ki, bu soruşturmayı tek savcı yürütmüyor. Onun amiri bir başsavcı var, savcıların da tutuklama yetkisi olmadığından, karar veren hakimler var. Yani hepsi mi yanlış yapıyor?)
Onur Öymen: AKP hükümeti, laik insanlara gözdağı vermeye çalışıyor, ama başaramayacak! (Bu soruşturmayı hükümet mi, mahkeme mi yürütüyor?)
Hakkı Süha Okay: Gizlilik ilkesi ihlal edilmişdir. (Bunu neden sanık avukatları değil de o söylüyor?)
Selam ve muhabbetle...
Ergenekon, Türk tarihinde bir önüm noktası olduğundan saygın bir sayfadır. Üzüldüğüm nokta; marksist, faşist, nazist, kapitalist, kemalist, sabataist ve teröristlerden oluşan bir çetenin bu ismi kullanmasıdır. Eğer onlar kullanmadı da bu ismi onlara Emniyet veya Adliye verdi ise, gerçekten ayıp etmiş!
Günümüzün yoz medyası içinde, yine vakur duruşlu bir kurum. Her ne kadar 'devletin malı deniz, yemeyen...' gibi bir düşünce tahakkümü vâki olsa da, bir tercih sebebi.
Ancak bir mühaşedemi de anlatmadan geçemeyeceğim. TRT'de bir Türk Sanat Müziği programıydı ve konuk sanatcı Yıldırım Bekçi idi. Bu değerli sanatcı 'Çile bülbülüm çile' adlı şarkıyı ustaca yorumluyordu. Yıllardır çok yerde severek dinlediğim bu nadide şarkının nakaratında halkımızın vücuda getirdiği çok güzel bir gelenek vardır: Nakaratda Çile'nin ikinci tekrarından sonra okuyucu susar ve tüm konuklar, ki bu açık hava konserlerinde de, lüks gazinolarda hatta viran meyhanelerde de değişmez, hep bir ağızdan 'Allah' diye bağırır. Ancak benim bu seyrettiğim programda böyle bir şey olmadı. Belli ki stüdyo konukları bu konuda önceden tembihlenmişdi.
Bu durumda ister istemez kendime sordum: Acaba bu TRT'nin Allah'ı yok mu?
Saygılar.
Dürüst bir gazeteci, ehil bir hukukcu.
82 anayasasında şöyle bir madde var: kimse dinî inancları yüzünden kınanamaz, dinî inanclarını açıklamaya mecbur değildir gibi.
Malum ki, ülkemizde çoğunluk müslümandır ve müslüman ahali inancını gizleme ihtiyacı pek duymuyor. Bu, Millî Şef döneminin zulmünde de böyleydi.
Ama bazı namlı ve dinsiz kişiler sanat ve siyaset sahnesinde oldurlarından ve bu müslüman halkın desteğine ihtiac duyduğundan açıkca 'ben müslüman değilim' deme cesareti gösteremediğinden, yukarıdaki mezkûr maddeye atıfda bulunurlar. Bir de halk diliyle bir deyime sığınırlar: Parayla imanın kimde olduğu bilinmez.
Yani laiklik bir sistem, bir gelenek değildir. Laiklik; modern putculuğun son dinidir.
Slm.
Dönüşün muhteşem olacak! ...
Bakıyorum da, herkes bu şehrin pidelerini, dönerini ve sahilini meth ediyor. Gıda sektörüne diyecek birşeyim yok ama, Samsun sahil şehri olmasına rağmen, halkın bu sahilden istifadesi ancak şehirden 15-20 km. uzaklaşdıkdan sonra mümkün. Bunu da rantcı belediyelerimize ve müteahhidlerimize borcluyuz.
Şunu da unutmayın, Samsun'un simitleri de çıtır çıtırdır. Emsali zor bulunur. Acaba kızları nasıldı?
Osmanlı tarihinde iki tane Abdülhamid vardır. Sanırım ki, burada zikr edilen Sultan II. Abdülhamid'dir. Ancak bizim medyamızda ve okullarımızda ifade zaafiyeti olduğundan kısaca Abdülhamid der ve atar. Mesela İspanya Kralı'na kimse 'Juan Carlos' İngiltere kraliçesine de kimse 'Elisabeth' deyip kesip atamaz. Çünkü onlar Kral Carlos ve Kraliçe Elisabeth'dir. Umarım yakın zamanda bizim medyamız ve üniversitelerimiz de bunu öğrenir.
Cennetmekân sultanın kişiliğine gelince: onun döneminde devletimiz bir karış bile toprak kaybetmemişdir. Diplomatik dehası ile devletin ve milletin menfaatini sulh içinde korumasını bilmişdir. Bir çok batılı siyasinin ve mütefekkir 'o tahtdan indirilmeseydi, Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı'na sokulmazdı' iddiasını ileri sürmüşlerdir. İnşaallah, bizim ülkemizin çok bilmişleri de bu bilgilere ulaşır.
Orhan Gencebay bir müzikcidir, nasıl bir müzikci diye sorarsanız, onu da diyeyim: büyük bir müzikci, aynı zamanda şarkı sözleri de millî edebiyatımızın mihenk taşı olmaya namzetdir.
Yapdığı müzik 'arabesk' olarak tanımlanıyormuş, mümkündür, ancak bu, onun Arab müziği yapdığı anlamına gelmez. Bu sadece, üstadın başarısını çekemeyen bir taifenin iddiasıdır. Çünkü onlar bir iddiayı ortaya atarken, Gencebay'ın bir maharetini, ki bu Türkiye'de çok az sayıda bestecinin kaabiliyet sahasındadır, gizlemeye daha ziyade görmemeye çalışmakdadır.
Nedir Orhan Gencebay'ın bu gizli mahareti? Elcevab: Malum ki, Türk Halk ve San'at müziklerinde umumiyetle mısraların hece sayısı 11'dir. Yanı sıra 7, 8, ve 14 heceli besteler de vardır. Gencebay'ı küçük gören bu cühela takımı, Üstad'ın 10 ile 14 arası tüm heceleri birbirine itinalı bir şekilde notalayıp besteleyebildiğini bilirler de söylemezler. Çünkü piyasada besteci gezinen eşhas standard hece sayısına mahkûmdur. İsmini hatırlayamıyorum da, İstiklal Marşı'mızın bestekârı da bu acemilerdendir. Çünkü rahmetli Mehmed Akif bu marşı yazarken hece disiplinine uymadığı için, ilk satırımız lüzumsuz olarak ikinci mısradan 'bu şafak' kelimesini almış ve ikinci satır ise 'larda yüzen alsancak' olarak devam eder. Bu vesileyle de öğrenciler öğretmenlerine 'hocam, larda ne demek? ' diye sorarlar. Bilmem şimdi anlatabildim mi, Orhan Gencebay'ın büyüklüğünü?
Bana göre TBMM, İstiklal Marşı'mızın sözlerine dokunmadan yeniden bestelemesi için Üstad'a vazife tevdi etse yeridir. Ama bunu ben teklif etmiş olmayayım, çünkü Anayasa'ya göre teklif edilmesi yasakdır.
Son olarak da şunu yazmama müsaade edin. 80'li yıllarda sanatcı geçinen bir sürü zevat, arabesk aleyhdarlığı, yanısıra Orhan Gencebay'ı küçümsemişdi, ancak zaman onları öyle bir yere getirdi ki, piyasada tutunabilmek için Gencebay bestelerine muhtac oldular.
Ben biraz seyrettim ve birşey anlamadım. Bülent İnal, 'Kurşun Yarası' dizisinde 'Kaymakam Cemal Bey' rolünü mükemmel yapmışdı. Burada ise çok paspal bir vaziyette görünüyor. Neyse, yine de bu dizinin tiryakilerine iyi eğlenceler diliyorum.