Kadınlar da erkekler gibi serbest irade ile yaratılmışlardır. İnsan (Dehr) Suresinin 3. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, dileyen ister kadın ister erkek olsun, onları şükür yoluna da, küfür yoluna da hidayet edeceğini belirtmektedir: 'İnnâ hedeynâhüssebîle immâ şâkiren ve immâ kefûrâ.' 76/Dehr-3 Muhakkak ki Biz onu (insanı) sebîle (Allah'a kavuşturan yola) ulaştırırız. Kimi (hidayet yolundan Allah'a ulaşarak) şükredenlerden olur. Kimi (asla Allah'ın hidayet yoluna girmeyerek ruhunu ölümden evvel Allah'a ulaştırmaz ve bu sebeple) küfredenlerden olur. Dileyen ruhunun taleplerine uyar, şükredenlerden olur; dileyen de nefsinin arzularına uyup küfredenlerden olur. Müzemmil Suresinin 19. âyet-i kerimesinde mürşidin insanları Allah'a davet ettiğini görüyoruz. 'İnne hâzihî tezkire, femen şâettehaze ilâ rabbihî sebîlâ.' 73/Müzemmil-19 Şüphesiz bunlar (âyetler) birer öğüttür, kim dilerse (ruhunu ölmeden evvel) Rabbine ulaştıran bir yol tutar. Dileyen kadın ve erkek serbest iradeleri ile mürşidin Allah'a ulaşma konusundaki davetine icabet ederek, mürşidine tâbî olmak suretiyle kalu belâ günü vermiş olduğu yemin, misak ve ahdini yerine getirir. Dileyen ise, yine serbest iradesi ile mürşidine tâbî olmayı reddederek Yunus Suresinin 7. âyet-i kerimesinde belirtildiği üzere nefsine tâbî olarak cehennemi tercih eder. 'İnnellezîne lâ yercûne likaâenâ ve radû bilhayâtiddünyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hüm an âyâtinâ gaâfilûn.' 10/Yunus-7 Onlar ki Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler, dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır, onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır. 'Ulâike me'vâhümünnârü bimâ kânû yeksibûn.' 10/Yunus-8 İşte bunların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer cehennemdir. Dînde kadın için de, erkek için de zorlama asla söz konusu değildir. Allahû Tealâ Bakara Suresinde dînde her iki kesim için de zorlamanın olmadığını belirtmiştir. 'Lâ ikrâhe fiddini kad tebeyyenerrüşdü minelgayyi, femen yekfür bittâğûti ve yü'min billâhi fe kadistemseke bil'urvetilvuskâ, lenfisame lehâ. Vallahü semi'un alîm.' 2/Bakara-256 Dînde zorlama yoktur. Andolsun ki irşad (hidayet yolu, Allah'a ulaştıran yol) , gayy (dalâlet yolu, şeytana, cehenneme ulaştıran yol) dan açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. O zaman; kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah'a îmân ederse (âmenû olursa) (Allah'a ulaştıran yolu tercih ederse) , artık andolsun ki o, (Allah'tan) kopması mümkün olmayan (sağlam bir kulba) urvet-ül vuskaya (mürşidin eline) (tutunup) yapışmıştır. Allah SEMİ'un ALÎM'dir. Gaşiye Suresinde Peygamber Efendimiz (S.A.V) 'e buyuruyor: 'Fezekkir innemâ ente müzekkir leste aleyhim bimusaytır.' 88/Gaşiye-21, 22 Artık sen, öğüt ver. Sen, yalnızca bir öğüt vericisin. Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin. Dolayısıyla insanın dünyaya gelmesine vesile olan ve maişetini temin eden anne ve babasının da öğüt vermenin dışında bir görev ve yetkisinin olmadığını, ancak onlar için dahi, bir nasihatçı olduklarını ihsas ettirmektedir. Mürşide tâbî olmanın erkeğe olduğu kadar kadına da farz olduğu Mümtehine Suresinde şöyle açıklanmaktadır: 'Yâ eyyühennebîyü izâ câekelmü'minâtü yübâyığneke alâ en lâ yüşrikne billâhi şey'en ve lâ yesrıkne ve lâ yeznîne ve lâ yaktülne evlâdehünne ve lâ ye'tîne bibühtânin yefterînehü beyne eydîhinne ve ecrülihinne ve lâ ya'sîneke fî ma'rûfin febâyığhünne vestagfirlehünnallah innallahe gafûrün rahîm.' 60/Mümtehine-12 Ey Peygamber! Sana biat etmek üzere mü'min kadınlar geldiğinde, onlardan Allah'a hiçbir şeyle ortak (şirk) koşmamak, hırsızlık etmemek, zinada bulunmamak, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek ve kendilerine emrettiğim şeylerde sana asi olmamak üzere söz verdikleri vakit onların biatlerini kabul et. Ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah mağfiret edici (günahları sevaba çevirici) ve rahmet sahibidir. Günümüzde İslâm'dan saptırılan konulardan birisi de erkeklerin kadınlardan üstün yaratıldıklarını zannetmeleridir. Nisa Suresinin 34. âyet-i kerimesi Kur'ân'daki gerçek anlamı ile açıklanmadığından, erkeklerin kadınlardan üstün yaratıldıkları sanılmaktadır. Halbuki dînde üstünlük sadece takva yönündendir. Yani irşad görevi ile Rabbimiz tarafından görevlendirilme yönündendir. Bu nedenle, irşada görevli kılınan bir kişi irşadla görevli kılınmayan hem erkekten, ve hem de kadından Allahû Tealâ nezdinde üstün ve kıymetli sayılmaktadır. Ayrıca kadın ve erkeğin yaratılışlarının farklı olması nedeniyle, ayrı olan iki cinsin mukayese edilmesi dahi söz konusu değildir. Zira mukayese aynı evsafta olanlar arasında mümkün olur. Kadının toplum ile olan münasebetlerine baktığımız zaman, bu hususun da âyet-i kerimelerle tespit edilmiş olduğunu görmekteyiz. Örneğin, mü'min bir kadının kimlerle beraber olabileceği konusu Nur Suresinde şöyle açıklanmaktadır: 'Leyse alel'a'mâ haracun ve lâ alel'a'reci haracun ve lâ alelmarıydı haracun ve lâ alâ enfüsiküm en te'külû min büyûtiküm ev büyûti âbâiküm ev büyûti ümmehâtiküm ev büyûti ihvaniküm ev büyûti ahavâtiküm ev büyûti a'mâmiküm ev büyûti ammâtiküm ev büyûti ahvâliküm ev büyûti hâlâtiküm ev mâ melektüm ev büyûti hâlâtiküm ev mâ melektüm mefâtihahû ev sadıykıküm, leyse aleyküm cünâhun en te'külû cemî'an ev eştâtâ, feizâ dahaltüm büyûten feselimû alâ enfüsiküm tehıyyeten min indillâhi mübüreketen tayyibeh, kezâlike yübeyyinullahü lekümül'âyâti le'alleküm ta'kılûn.' 24/Nur-61 Kör olana güçlük yoktur, topal olana güçlük yoktur, hasta olana da güçlük yoktur. Sizin için de, gerek kendi evlerinizden, gerekse babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden, anahtarına malik olduğunuz (yerlerden) ya da dostlarınızın (evlerin) den yemenizde bir güçlük yoktur. Hep bir arada veya ayrı ayrı yemenizde de bir günah yoktur. Evlere girdiğiniz vakit, Allah tarafından mübarek, temiz bir yaşama dileği olarak birbirinize seâm verin. İşte Allah, size âyetleri böyle açıklar, umulur ki akıl edersiniz. O halde Allahû Tealâ tarafından mü'min kadınların akrabaları içinde ve dışında kimlerle beraber olabilecekleri açıkça beyan edilmiştir. Kadınların mürşidlerinin elini öpebilecekleri Mümtehine Suresinin 12. âyet-i kerimesinde açıklanmasına karşın, diğer erkeklerle tokalaşmaları uygun görülmemiştir. Görülüyor ki Allahû Tealâ yarattığı kadın ve erkek cinsinden insanların hangi standartlarda nasıl hareket edebileceklerini açıklamış olmasına karşın, Allah'ın gerçeklerini saptırmaktan başka bir işe yaramayan el yazması kitapların verdiği emaniyye niteliğindeki bilgiler bugün iblisin bir marifeti olarak insanların gerçeklerden sapmasına ve insanların mutsuz olmalarına sebep olmaktadır.
İslâm'da evlİlİk Bir erkeğin dört kadınla evlenmesi konusunu incelediğimizde; Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurmaktadır: Evlilik benim sünnetimdir, benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir. Bu duruma göre evlilik çağına gelen bir kadının Allahû Tealâ'nın farz emri ve Peygamber Efendimiz (S.A.V) 'in sünneti dahilinde evlenmesi, Allah'ın kendilerine helal kıldığı bir haktır. Birçok konuda olduğu gibi, evlilik konusu da İslâm'ı yaşamayan kişiler tarafından zaman zaman saptırılarak insanlar arasında tartışmaya yol açan bir fitne haline getirilmektedir. Allahû Tealâ İslâm'da evlenme konusunu Nisa Suresinde açıklamaktadır: 'Ve in hıftum ellâ tuksitû fîlyetâmâ fenkihû mâ tâbe lekum minennisâi mesnâ ve sulâse ve rubâa, fein hıftum ellâ ta'dilû fe vâhideten ev mâ meleket eymânukum, zâlike ednâ ellâ teûlû.' 4/Nisa-3
(Devamı gelecek sayıda) Eğer yetimler konusunda adalete riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, o zaman size helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâh edin. Eğer yine de adaletle davranamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir tane alın. Veya sahip olduğunuz elinizin altındaki (cariye ile yetinin) . (Haksızlık etmemeniz için) en uygun olan budur. Âyet-i kerime insanların nefsani duyguları çerçevesinde değerlendirilir ise, Allahû Tealâ'nın her zaman parçasında erkeklerin dört kadınla evlenmelerini önerdiği sanılmaktadır. Halbuki İslâm'da dört kadınla evlenme konusu özel halleri içeren savaş durumuna işaret etmektedir. Örneğin, bir savaş sonucunda rahmet-i rahmana kavuşan erkeklerin geri bırakmış oldukları dul eşleri ve yetim kalan kız çocukları her insan gibi sıcak bir yuvaya ihtiyaç duyacaklardır. Böylesi bir durumda Allahû Tealâ'nın dört eşle evlenme müsaadesi tatbik edilmez ise, birçok dul kadın ve yetim kız çocukları aç ve açıkta kalacaklarından belki de İslâm'ın yasak kıldıığı bazı suçlara itilmiş olacaklardır. İşte bu gibi zaruretlerin hasıl olduğu durumlarda Allahû Tealâ insanlara sadece müsaade etmiştir. Fakat ne kadını, ne de erkeği bu hususta zorlamamıştır. Dolayısıyla evlilik müessesesi daima karşılıklı rızaya dayanmaktadır. Böylece görülüyor ki, bir erkeğin dört kadınla evlenmesi, kadın için Allahû Tealâ tarafından korunmasından başka bir şey değildir. Kur'ân-ı Kerim indirilmeden önce sayısı yüzlere ulaşan evliliklerin olduğunu görüyoruz. Örneğin, Hz. Süleyman'ın 800, Hz. Nuh'un ise 1000'e yakın eşinin olduğu rivayet edilmektedir. Bu nedenle İslâm, en azından bu rakamı azaltarak 4'e indirmiştir. Ama normal şartlarda hakkın ve adaletin sağlanması açısından Allahû Tealâ tarafından tek evlilik uygun görülmüştür.
İslâm'da kadının dövülmesi İslâm'da kadının dövülmesi konusu da diğer konular gibi bilgisizlik nedeniyle saptırılan ve cemiyetteki menfi etkileri ile İslâm'a fatura edilen bir başka konudur. Allahû Tealâ Nisa Suresinin 34. âyet-i kerimesinde erkekleri kadınların üzerine koruyucu kıldığını belirtmektedir. Koruyuculuk görevini yüklenen erkeğin bu hususun temini için malından harcadığını ve bu nedenle kadınların da erkeklerine itaat etmeleri gerektiğini buyurmaktadır. İtaat etmeyerek geçimsizlik çıkaran kadınlara önce öğüt verilmesini, yine düzelmemeleri halinde yataklarında yalnız bırakılmalarını ve hâlâ davranışlarında ısrar ederlerse aile birliğinin bozulmaması için dövülmelerini emretmektedir. Belirtilen bu hususlar Allah'ın birer emridir. Ancak, Allahû Tealâ vermiş olduğu bir emrin uygulanması doğrultusunda tek bir âyette belirtilen hükümle yola çıkmamızı istememektedir. Örneğin, söz konusu âyette belirtilen kadınların dövülmesi hususu bir örnek olarak Sad Suresinin 44. âyet-i kerimesinde açıklanan Hz. Eyüp kıssasında dile getirilmektedir. Eşine 80 sopa vuracağını söyleyen tasarruf altındaki Hz. Eyüp'e Allahû Tealâ buyuruyor ki: 80 tane buğday sapını eline al ve bir defa eşine dokundur. İşte İslâm'a göre kadının dövülmesi böyle emredilmektedir. Ama mü'min olup nefsindeki 19 afeti önce tezkiye, sonra da tasfiye eden bir kadından olaya sebep olacak böyle bir davranışın sergilenmesi beklenemeyeceği cihetle, aynı vasfa sahip olan bir erkeğin de Allah'ın emri dışında bir davranışa teşebbüs etmesi söz konusu olamaz.
İslâm'da tesettür Bugünlerde günün konusu olan İslâm'da tesettüre gelince; İslâm dışı yanlış uygulamalar ile insanlara zulmedilen başka bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugün yaşanan İslâm'ın Kur'ân'daki İslâm olmaması nedeniyle birçok bidatlar türemiştir. Ve böylece haksız yere kadınlara zulmedilmektedir. İslâm'ı yaşamak isteyen kadınların üzerine tesettür emri farz kılınmıştır. Kadın için saçı ve gereken yerleri kadının ziyneti hükmündedir. Allahû Tealâ kadının ziyneti olarak belirttiği yerlerin örtülmesini kadına bir terbiye ve tezkiye vesilesi olarak emretmiş ve dışındaki insanlar açısından da ifsada mani olan Allah'ın bir rahmeti olarak öngörmüştür. Bu cümleden olarak başı açık olan bir kadın, kendi nefsine zulmettiği gibi kendi dışındaki insanlar için de bir ifsad vesilesi olmaktadır. Allahû Tealâ tesettür konusunu Ahzab Suresinin 59. ve Nur Suresinin 31. âyet-i kerimelerinde açıklamaktadır. Allahû Tealâ bu âyet-i kerimelerde şekil şartını açıklamamış ama belli şartlar itibariyle kadınların tesettüre riayet etmelerini üzerlerine farz kılmıştır. Tesettür emrini yerine getiren, Allahû Tealâ'dan derecat kazanacağı gibi, yerine getirmeyen de derecat kaybedecektir. Günümüz şartlarında mü'min olan bir kadın adeta tesettür emrine riayet edip etmemesi ile değerlendirilmektedir. İnsanları İslâmi açıdan bir tek emrin tatbikatı ile değerlendirmek şüphesiz doğru değildir. Çünkü, Kur'ân-ı Kerim sadece tesettür emrinden ibaret olmayıp, 6213 âyet-i kerimeden oluşan Kur'ân-ı Kerim içerisinde tesettür, kadınlara farz kılınan emirlerden sadece bir tanesidir. Bu nedenle, nefsani talepleri bakımından henüz tesettür emrini yerine getiremeyen bir hanım kardeşimizin Allah'ın diğer emirlerini fazlası ile yerine getirmesi elbette onu Allah'a daha fazla yaklaştıracak ve daha fazla derecat kazanmasını sağlayacaktır. Bu suretle Allah nezdinde fazla derecat kazanan kişi, bir gün kendi isteği ile Allahû Tealâ'nın tesettür emrini de severek yerine getirecektir. Ne yazık ki, bugün gerçek İslâm'dan haberi olmayan emaniyyeciler grubu tarafından, bir kadının İslâm ile olan ilgisi sadece tesettür ile değerlendirilmektedir. Ve adeta yapmış olduğu diğer ibadetleri dikkate alınmamaktadır. Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim'in bütün hükümlerini insanların üzerine farz kılmış olup, bizlerin örnek alması gereken sahâbenin, Kitab'ın bütününe tâbî olduğu Al-i İmran Suresinin 119. âyet-i kerimesinde belirtilmektedir: 'Hâ entüm ülâi tühıbbûnehüm ve lâ yuhıbbûneküm ve tû'minûne bilkitâbi küllih, ve izâ lekûküm kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykümül enâmile minelgayz. Kul mûtû bi gayzıküm. İnnellahe alîmün bizâtis sudûr.' 3/Al-i İmran-119 (Ey mü'minler!) Siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde, siz onları seversiniz ve siz Kitab'ın bütününe îmân edersiniz. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman, 'Îmân ettik.' derler. Ama tenhada kendi başlarına kaldıkları zaman, size olan öfkelerinden (dolayı) parmak uçlarını ısırırlar. De ki; 'Öfkenizden ölün.' Hiç şüphesiz Allah, sinelerde olanı bilir. Eğer bizler de sabikûn-el ahirîn (sonraki sahâbe) olmak istiyorsak, Cuma Suresinin 3. âyet-i kerimesi gereğince, sadece İslâm'ın 5 tane şartına değil de, Kur'ân'ın bütününe tâbî olmamız gerekmektedir. Görülüyor ki, dîni ihtiva eden konular hakkında bir fikir açıklar veya bir uygulama yaparken o konuyu Kur'ân-ı Kerim süzgecinden geçirirsek hem doğru karar vermiş ve hem de haksız yere başkasına zulmetmemiş oluruz. İslâm'ı yaşamak isteyen bütün kişilerin Kur'ân-ı Kerim'in giriş kapısı olan mürşidlerine tâbî olmak suretiyle gerçek İslâm'ı yaşamalarını dileriz.
rüya nefsin hayatını sürdürmesidir.nefs berzah aleminin varlığıdır.nefs 3 şekilde insan vücudunu terkeder: 1-uyku halinde 2-bayılma halinde 3-ölüm halinde
fizik vücudumuz bu alemin yani zahiri alemin varlığıdır.nefsin ve ruhun mekanıdır aynı zamanda.nefsimiz ise bu alemin karşıtı olan berzah aleminin varlığıdır.kendi alemi olan berzah aleminde madde olabilir sadece.nefsin kendi alemi olan berzah alemine gidebilmesi için fizik vücudumuzun uyuması,bayılması ve ölmesi gerkiyor.
fizik vücudumuz zahiri alemin varlığı olduğu için elektron yapısı (+) özelliktedir. nefsimiz ise zahiri alemin karşıtı olan berzah aleminin varlığı olduğu için elektron yapısı (-) özelliktedir.
fizik vücudumuzun elektron devir sayısı ve elektron ağırlığı nefsin elektron devir sayısı ve elektron ağırlığından fazladır.bu sebeple nefsimiz dünyada yani zahiri alemde fizik vücudumuza bağımlıdır. fizik vücudumuzun uyku haline geçeceği zaman elektron devir sayısı ve elekton ağırlığı azalır.nefsimizin ise bunun tam tersi olarak elektron devir sayısı ve elektron ağırlığı artar.işte bu iki vücudumuzun elektron devir sayısı ve elektron ağırlığı eşit olduğu noktada nefs fizik vücudu terkeder. nefs önce ışık duvarını geçer.sonra ışık hızıyla kendi alemi olan berzah alemine gider.nefs berzah alemine daha önce fizik vücuda kumanda eden aklın kontrölünde gider.akıl hiçbir alemin varlığı olmadığı için,fizik vücudun da uyku halinde akla ihtiyacı olmadığı için uykuda iken nefsimizle beraber olması sözkonusudur.orada berzah aleminde ışık hızıyla hareket eder.ölen insanların nefleri de berzah aleminde olduğu için bazen ölmüş insanlarla buluşur,karşılaşır.
nefs berzah aleminde bir çok şey yapar.nefs berzah aleminde asla ölmez.öleceği an kişi rüyadan uyanır.nefsler için ölüm cennet ve cehennem hayatının sonuna kadar yaşamak vardır.rüyanın bitişi kişinin uykudan uyanması ile gerçekleşir.rüya biterken nefs tekrar ışık duvarını geçer.ve hızı yani elektron devir sayısı eski haline gelir.elektron ağırlığı da eski haline gelir.Allah kişinin gördüğü rüyaların ne kadarını hatırlamasını isterse o kadarına izin verir.rüyanın diğer kısımları ışık duvarını geçerken unutturulur.nefs fizik vücuda tekrar girerken kişi sarhoş gibi olur.akıl da nefsin fizik bedene tekrar girmesiyle fizik vücuda tekrar kumanda etmeye başlar.sonra fizik vücud kendi hayatını sürdürmeye devam eder.ve bu durum ölünceye kadar hergün tekrar eder durur.
öldüğümüz de ise dünyadaki rüyamız biter.ahiret hayatına başlamak üzerere...
bu asırda hedef önce insan olmak sonra da insan kalabilmek. bir hedefe ulaşmaktan daha zor olanı o hedefte kalabilmek.
şu ayette bahsedilen insanlardan olmamak hedef olmalı sanırım.
araf-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne) .
Ve andolsun ki; cehennemi insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık) . Onların kalpleri (idrak hassaları) vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir
bir zamanlar firavun'da HZ.Musa'nın Allah'ın zatına olan davetine kibirlenerek sırt çevirmişti.Allah yok demişti.yani bugünün deyimiyle ateizmi seçmişti.sonunu biliyorsunuz anlatmaya gerek yok.kızıdenizin sularında boğulmuştu.öleceği an Allah'ın kendi zatını firavuna göstermesi sonucu firavun önceleri İnkar ettiği Allah'a inanmıştı.siz daha önce Allah'a inanmayan firavunun öleceği an neden Allah'a inandığını sanıyorsunuz? tabiki Allah'ı gördüğü için...ama bu son inanışı ona fayda vermemişti.çünkü Allah yarattığı kuluna serbest irade vermiştir.firavunun da serbest iradeyle Allah'a iman etmesi gerekiyordu.
Allah inkarcı firavunun daha doğrusu cesedinin çürümesine izin vermemişti.1900'lerde kızıldenizde bulunan firavunun çürümemiş cesedi şimdi ingiltere'de biritiş müze'de sergileniyor.mumyalanmadan 4000 yıldır çürümeyen ceset! ...ama insan kibiri nedeniyle ibret bile alamıyor'! ..
Allah'a inanmayanlar öldüğünde firavunun gördüğünü gördüğün de ne yapacaklar?
Allah'ın insana verdiği serbest iradeye ne kadar önem verdiği ne kadar da aşikar? Serbest irade bu kadar önemli işte.bu sebeple istediğinizi söylemekte hürsünüz! ...sonuçlarına katlanmaya da mahkumsunuz..
mahlukunun kendisini inkar etmesine bile müsade ediyor?
işte bu sebeple kuranı kerim'de Allah diyor ki:
HALA AKIL ETMEYECEK MİSİNİZ?
Allah'ı rabb olarak görmeyenler gerçekten de akıl etmeyecek misiniz? kaçmak hiçbir zaman çözüm değil biliyormusunuz?
Mısır'daki piramitlerin yapımı ile ilgili, iki olasılık sunuluyor: Uzaylıların yardımıyla yapıldığı veya rüzgârın yardımıyla bu kayaların yerinden oynatılabileceği, böylece piramitlerin inşa edilebileceği düşünülüyor.
Sevgili ziyaretçiler, yer çekimi diye bir olgu var. Dünyanın gravitasyonu. Ve yukarıya attığınız herşey, aşağıya düşmek mecburiyetindedir.
Nereye kadar?
Bir nesneyi, dünyanın çekim alanının dışına ulaştırdığınız noktaya kadar. Ulaştırabilirseniz, artık dünyaya düşmek diye bir olgu söz konusu olmaz.
Peki ne demek istiyoruz?
Şunu demek istiyoruz. Yer çekimi kuvveti bir kuvvettir, bir manyetik alan sistemidir. Bu kuvveti, gravitasyonu, negatif etkiyle yok edebilirsiniz. Uzayda tatbik edilen bir olgu; ama bizim dünya insanları henüz bunu bilmiyor. Aslında zor bir şey değil. Yani yeryüzünün çekim kuvvetini, karşı güçle yok etmek.
Yok ettiğiniz zaman ne oluyor?
Yok ettiğiniz zaman, o nesnenin ağırlığı sıfır oluyor ya da sıfıra istediğiniz kadar yaklaştırıyorsunuz. Sıfırdan öteye de geçirebiliyorsunuz. Yani negatif ağırlığa ulaşabiliyorsunuz. Eski Mısırlılar da bunu biliyorlardı.
Sevgili ziyaretçiler, Tutan Khamon'un mezarını açanların ard arda ölmesi, birtakım âlimleri inceleme yapmaya götürdü. İncelediler, acaba bu ölen insanlar neden ölüyor diye.
Ne çıktı biliyor musunuz?
Radyasyon.
Yani bundan bilmem kaç bin sene evvel, eski Mısırlılar atomu biliyorlardı. Onlardan da daha binlerce sene evvel dünya, atom harplerine şahit oldu. Yirmi bin sene evvel, havada uçan uçaklardan bahsediliyor. Bizim dünya insanları, onları Tanrı zannediyorlarmış o zaman. Hollandalı Erich von Däniken'in yaptığı araştırmaları, şöyle bir okursanız eğer, göreceksiniz ki; Popouluh denilen o efsaneleri yazan ressamlar, havada uçan tanrıların arabalarından bahsediyor.
Sevgili ziyaretçiler, bir mağarada bulunan resimle bu zamanın tekniğine göre yapılan bir resim ve havada uçabilecek modelde bir hava gemisi görüyorsunuz bir kişilik.
Rüzgâr nasıl kullanılmış olabilir, yelkenle mi? O kayaları kaldırabilmek için hangi büyüklükte bir yelkene ihtiyacınız var biliyor musunuz? Rüzgâr vasıtasıyla o kayaları yerinden kaldırabilmek öyle kolay bir olay değil, o mümkün görünmüyor. Onlar masal; ama uzaylılardan bir şeyler öğrenmek deyince, bunu doğru kabul edebiliriz veya eski Mısır'ın teknolojisini göz önüne getirirseniz, oraya ulaştırılması imkânsız görülen o devasa, muntazam şekilde kesilmiş kayaların oraya rahat rahat kaldırabileceğini görürsünüz.
Yapılan iş basit, maddenin içindeki yer çekimi kuvvetine, karşı kuvveti oluşturmak Yani maddenin ağırlığını, pozitif ağırlığını, sıfıra yaklaştırmak.
Ne demek istiyoruz?
Olay çok basit sevgili kardeşlerimiz.
Madde adını verdiğiniz sistem, elektronlardan ve karşıt elektronlardan oluşur. Karşıt elektronların ağırlığı negatiftir. Elektronların ağırlığı pozitiftir.
Bir hidrojen atomu, 3676 tane karşıt elektronla 3676 tane elektrondan oluşur. Bu saydığımız elektron ve karşıt elektronların 3675 elektronuyla, 3676 tane karşıt elektronu bir proton oluşturur merkezde. 3676. elektronsa çevrede döner. Bu bir hidrojen atomudur.
Elektronların ağırlığı, karşıt elektronların ağırlığının iki katıdır. Karşıt elektronların ağırlığı ise hem elektron ağırlığının yarısı kadardır hem de negatiftir. Yani 80kg'lık bir insan düşündüğünüz zaman, eğer bunu sadece elektronlar olarak tartabilseydiniz 160 kg tartacaktınız. Ama karşıt elektronları (-) 80kg olarak, 160 kg'ın yarısını yok ettiği cihetle, o kişiyi 80 kg olarak tartıyorsunuz. Şimdi karşıt elektronların ağırlığını arttırdığını düşünün. Eşit oldukları zaman, ağırlık sıfır olmuştur. (-) elektronların ağırlıkları toplamıyla (+) elektronların ağırlıkları toplamı, birbirini götürmüştür. Kütle sıfır olmuştur.
İşte kütlesi sıfır olan böyle bir nesne, saniyede 300.000 km hızla hareket etmek mecburiyetindedir. Bunun adı fotondur. Bütün fotonlarda elektron ağırlıklarıyla karşıt elektron ağırlıkları birbirine eşittir ve her gamma fotonu bir elektronla bir karşıt elektrondan oluşur. Ağrılıkları eşit, aynı devir sayısına sahip. Olay bu kadar basit. Şimdi karşıt elektronların ağrılığını, daha öteye götürdüğünüzü düşünelim. Pozitif ağırlığı aştınız, o zaman negatif ağırlık fazla olduğu için maddenin kütle ağırlığı adım adım azalır. Karşıt elektronların ağırlığını arttırıcı metodu kullandığınızda maddenin ağırlığı azalır, azalır, azalır ve o koca kayalar parmağınızın ucuyla oynatabileceğiniz bir hüviyet alır. İşte bu kadar basit.
Tatbikatı mı?
Daha zamanı gelmedi. Ama ne olacağını biliyoruz. Nasıl yapılacağını biliyoruz. Öyleyse piramitleri yapma yöntemini uzaylılardan almışlarsa uzaylıların önerdikleri, tatbik ettikleri yöntem budur.
İSLAMDA KADIN HAKLARI 2
Kadınlar da erkekler gibi serbest irade ile yaratılmışlardır.
İnsan (Dehr) Suresinin 3. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, dileyen ister kadın ister erkek olsun, onları şükür yoluna da, küfür yoluna da hidayet edeceğini belirtmektedir:
'İnnâ hedeynâhüssebîle immâ şâkiren ve immâ kefûrâ.' 76/Dehr-3
Muhakkak ki Biz onu (insanı) sebîle (Allah'a kavuşturan yola) ulaştırırız. Kimi (hidayet yolundan Allah'a ulaşarak) şükredenlerden olur. Kimi (asla Allah'ın hidayet yoluna girmeyerek ruhunu ölümden evvel Allah'a ulaştırmaz ve bu sebeple) küfredenlerden olur.
Dileyen ruhunun taleplerine uyar, şükredenlerden olur; dileyen de nefsinin arzularına uyup küfredenlerden olur.
Müzemmil Suresinin 19. âyet-i kerimesinde mürşidin insanları Allah'a davet ettiğini görüyoruz.
'İnne hâzihî tezkire, femen şâettehaze ilâ rabbihî sebîlâ.'
73/Müzemmil-19 Şüphesiz bunlar (âyetler) birer öğüttür, kim dilerse (ruhunu ölmeden evvel) Rabbine ulaştıran bir yol tutar.
Dileyen kadın ve erkek serbest iradeleri ile mürşidin Allah'a ulaşma konusundaki davetine icabet ederek, mürşidine tâbî olmak suretiyle kalu belâ günü vermiş olduğu yemin, misak ve ahdini yerine getirir. Dileyen ise, yine serbest iradesi ile mürşidine tâbî olmayı reddederek Yunus Suresinin 7. âyet-i kerimesinde belirtildiği üzere nefsine tâbî olarak cehennemi tercih eder.
'İnnellezîne lâ yercûne likaâenâ ve radû bilhayâtiddünyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hüm an âyâtinâ gaâfilûn.'
10/Yunus-7
Onlar ki Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler, dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır, onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
'Ulâike me'vâhümünnârü bimâ kânû yeksibûn.' 10/Yunus-8 İşte bunların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer cehennemdir.
Dînde kadın için de, erkek için de zorlama asla söz konusu değildir. Allahû Tealâ Bakara Suresinde dînde her iki kesim için de zorlamanın olmadığını belirtmiştir.
'Lâ ikrâhe fiddini kad tebeyyenerrüşdü minelgayyi, femen yekfür bittâğûti ve yü'min billâhi fe kadistemseke bil'urvetilvuskâ, lenfisame lehâ. Vallahü semi'un alîm.' 2/Bakara-256
Dînde zorlama yoktur. Andolsun ki irşad (hidayet yolu, Allah'a ulaştıran yol) , gayy (dalâlet yolu, şeytana, cehenneme ulaştıran yol) dan açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. O zaman; kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah'a îmân ederse (âmenû olursa) (Allah'a ulaştıran yolu tercih ederse) , artık andolsun ki o, (Allah'tan) kopması mümkün olmayan (sağlam bir kulba) urvet-ül vuskaya (mürşidin eline) (tutunup) yapışmıştır. Allah SEMİ'un ALÎM'dir.
Gaşiye Suresinde Peygamber Efendimiz (S.A.V) 'e buyuruyor:
'Fezekkir innemâ ente müzekkir leste aleyhim bimusaytır.'
88/Gaşiye-21, 22
Artık sen, öğüt ver. Sen, yalnızca bir öğüt vericisin. Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin.
Dolayısıyla insanın dünyaya gelmesine vesile olan ve maişetini temin eden anne ve babasının da öğüt vermenin dışında bir görev ve yetkisinin olmadığını, ancak onlar için dahi, bir nasihatçı olduklarını ihsas ettirmektedir.
Mürşide tâbî olmanın erkeğe olduğu kadar kadına da farz olduğu Mümtehine Suresinde şöyle açıklanmaktadır:
'Yâ eyyühennebîyü izâ câekelmü'minâtü yübâyığneke alâ en lâ yüşrikne billâhi şey'en ve lâ yesrıkne ve lâ yeznîne ve lâ yaktülne evlâdehünne ve lâ ye'tîne bibühtânin yefterînehü beyne eydîhinne ve ecrülihinne ve lâ ya'sîneke fî ma'rûfin febâyığhünne vestagfirlehünnallah innallahe gafûrün rahîm.' 60/Mümtehine-12 Ey Peygamber! Sana biat etmek üzere mü'min kadınlar geldiğinde, onlardan Allah'a hiçbir şeyle ortak (şirk) koşmamak, hırsızlık etmemek, zinada bulunmamak, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek ve kendilerine emrettiğim şeylerde sana asi olmamak üzere söz verdikleri vakit onların biatlerini kabul et. Ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah mağfiret edici (günahları sevaba çevirici) ve rahmet sahibidir.
Günümüzde İslâm'dan saptırılan konulardan birisi de erkeklerin kadınlardan üstün yaratıldıklarını zannetmeleridir. Nisa Suresinin 34. âyet-i kerimesi Kur'ân'daki gerçek anlamı ile açıklanmadığından, erkeklerin kadınlardan üstün yaratıldıkları sanılmaktadır.
Halbuki dînde üstünlük sadece takva yönündendir. Yani irşad görevi ile Rabbimiz tarafından görevlendirilme yönündendir. Bu nedenle, irşada görevli kılınan bir kişi irşadla görevli kılınmayan hem erkekten, ve hem de kadından Allahû Tealâ nezdinde üstün ve kıymetli sayılmaktadır.
Ayrıca kadın ve erkeğin yaratılışlarının farklı olması nedeniyle, ayrı olan iki cinsin mukayese edilmesi dahi söz konusu değildir. Zira mukayese aynı evsafta olanlar arasında mümkün olur.
Kadının toplum ile olan münasebetlerine baktığımız zaman, bu hususun da âyet-i kerimelerle tespit edilmiş olduğunu görmekteyiz. Örneğin, mü'min bir kadının kimlerle beraber olabileceği konusu Nur Suresinde şöyle açıklanmaktadır:
'Leyse alel'a'mâ haracun ve lâ alel'a'reci haracun ve lâ alelmarıydı haracun ve lâ alâ enfüsiküm en te'külû min büyûtiküm ev büyûti âbâiküm ev büyûti ümmehâtiküm ev büyûti ihvaniküm ev büyûti ahavâtiküm ev büyûti a'mâmiküm ev büyûti ammâtiküm ev büyûti ahvâliküm ev büyûti hâlâtiküm ev mâ melektüm ev büyûti hâlâtiküm ev mâ melektüm mefâtihahû ev sadıykıküm, leyse aleyküm cünâhun en te'külû cemî'an ev eştâtâ, feizâ dahaltüm büyûten feselimû alâ enfüsiküm tehıyyeten min indillâhi mübüreketen tayyibeh, kezâlike yübeyyinullahü lekümül'âyâti le'alleküm ta'kılûn.' 24/Nur-61
Kör olana güçlük yoktur, topal olana güçlük yoktur, hasta olana da güçlük yoktur. Sizin için de, gerek kendi evlerinizden, gerekse babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden, anahtarına malik olduğunuz (yerlerden) ya da dostlarınızın (evlerin) den yemenizde bir güçlük yoktur. Hep bir arada veya ayrı ayrı yemenizde de bir günah yoktur. Evlere girdiğiniz vakit, Allah tarafından mübarek, temiz bir yaşama dileği olarak birbirinize seâm verin. İşte Allah, size âyetleri böyle açıklar, umulur ki akıl edersiniz.
O halde Allahû Tealâ tarafından mü'min kadınların akrabaları içinde ve dışında kimlerle beraber olabilecekleri açıkça beyan edilmiştir.
Kadınların mürşidlerinin elini öpebilecekleri Mümtehine Suresinin 12. âyet-i kerimesinde açıklanmasına karşın, diğer erkeklerle tokalaşmaları uygun görülmemiştir.
Görülüyor ki Allahû Tealâ yarattığı kadın ve erkek cinsinden insanların hangi standartlarda nasıl hareket edebileceklerini açıklamış olmasına karşın, Allah'ın gerçeklerini saptırmaktan başka bir işe yaramayan el yazması kitapların verdiği emaniyye niteliğindeki bilgiler bugün iblisin bir marifeti olarak insanların gerçeklerden sapmasına ve insanların mutsuz olmalarına sebep olmaktadır.
İslâm'da evlİlİk
Bir erkeğin dört kadınla evlenmesi konusunu incelediğimizde; Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurmaktadır:
Evlilik benim sünnetimdir, benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir.
Bu duruma göre evlilik çağına gelen bir kadının Allahû Tealâ'nın farz emri ve Peygamber Efendimiz (S.A.V) 'in sünneti dahilinde evlenmesi, Allah'ın kendilerine helal kıldığı bir haktır. Birçok konuda olduğu gibi, evlilik konusu da İslâm'ı yaşamayan kişiler tarafından zaman zaman saptırılarak insanlar arasında tartışmaya yol açan bir fitne haline getirilmektedir.
Allahû Tealâ İslâm'da evlenme konusunu Nisa Suresinde açıklamaktadır:
'Ve in hıftum ellâ tuksitû fîlyetâmâ fenkihû mâ tâbe lekum minennisâi mesnâ ve sulâse ve rubâa, fein hıftum ellâ ta'dilû fe vâhideten ev mâ meleket eymânukum, zâlike ednâ ellâ teûlû.' 4/Nisa-3
(Devamı gelecek sayıda)
Eğer yetimler konusunda adalete riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, o zaman size helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâh edin. Eğer yine de adaletle davranamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir tane alın. Veya sahip olduğunuz elinizin altındaki (cariye ile yetinin) . (Haksızlık etmemeniz için) en uygun olan budur.
Âyet-i kerime insanların nefsani duyguları çerçevesinde değerlendirilir ise, Allahû Tealâ'nın her zaman parçasında erkeklerin dört kadınla evlenmelerini önerdiği sanılmaktadır. Halbuki İslâm'da dört kadınla evlenme konusu özel halleri içeren savaş durumuna işaret etmektedir. Örneğin, bir savaş sonucunda rahmet-i rahmana kavuşan erkeklerin geri bırakmış oldukları dul eşleri ve yetim kalan kız çocukları her insan gibi sıcak bir yuvaya ihtiyaç duyacaklardır. Böylesi bir durumda Allahû Tealâ'nın dört eşle evlenme müsaadesi tatbik edilmez ise, birçok dul kadın ve yetim kız çocukları aç ve açıkta kalacaklarından belki de İslâm'ın yasak kıldıığı bazı suçlara itilmiş olacaklardır. İşte bu gibi zaruretlerin hasıl olduğu durumlarda Allahû Tealâ insanlara sadece müsaade etmiştir. Fakat ne kadını, ne de erkeği bu hususta zorlamamıştır. Dolayısıyla evlilik müessesesi daima karşılıklı rızaya dayanmaktadır.
Böylece görülüyor ki, bir erkeğin dört kadınla evlenmesi, kadın için Allahû Tealâ tarafından korunmasından başka bir şey değildir.
Kur'ân-ı Kerim indirilmeden önce sayısı yüzlere ulaşan evliliklerin olduğunu görüyoruz. Örneğin, Hz. Süleyman'ın 800, Hz. Nuh'un ise 1000'e yakın eşinin olduğu rivayet edilmektedir. Bu nedenle İslâm, en azından bu rakamı azaltarak 4'e indirmiştir. Ama normal şartlarda hakkın ve adaletin sağlanması açısından Allahû Tealâ tarafından tek evlilik uygun görülmüştür.
İslâm'da kadının dövülmesi
İslâm'da kadının dövülmesi konusu da diğer konular gibi bilgisizlik nedeniyle saptırılan ve cemiyetteki menfi etkileri ile İslâm'a fatura edilen bir başka konudur.
Allahû Tealâ Nisa Suresinin 34. âyet-i kerimesinde erkekleri kadınların üzerine koruyucu kıldığını belirtmektedir. Koruyuculuk görevini yüklenen erkeğin bu hususun temini için malından harcadığını ve bu nedenle kadınların da erkeklerine itaat etmeleri gerektiğini buyurmaktadır. İtaat etmeyerek geçimsizlik çıkaran kadınlara önce öğüt verilmesini, yine düzelmemeleri halinde yataklarında yalnız bırakılmalarını ve hâlâ davranışlarında ısrar ederlerse aile birliğinin bozulmaması için dövülmelerini emretmektedir.
Belirtilen bu hususlar Allah'ın birer emridir. Ancak, Allahû Tealâ vermiş olduğu bir emrin uygulanması doğrultusunda tek bir âyette belirtilen hükümle yola çıkmamızı istememektedir. Örneğin, söz konusu âyette belirtilen kadınların dövülmesi hususu bir örnek olarak Sad Suresinin 44. âyet-i kerimesinde açıklanan Hz. Eyüp kıssasında dile getirilmektedir.
Eşine 80 sopa vuracağını söyleyen tasarruf altındaki Hz. Eyüp'e Allahû Tealâ buyuruyor ki:
80 tane buğday sapını eline al ve bir defa eşine dokundur.
İşte İslâm'a göre kadının dövülmesi böyle emredilmektedir. Ama mü'min olup nefsindeki 19 afeti önce tezkiye, sonra da tasfiye eden bir kadından olaya sebep olacak böyle bir davranışın sergilenmesi beklenemeyeceği cihetle, aynı vasfa sahip olan bir erkeğin de Allah'ın emri dışında bir davranışa teşebbüs etmesi söz konusu olamaz.
İslâm'da tesettür
Bugünlerde günün konusu olan İslâm'da tesettüre gelince; İslâm dışı yanlış uygulamalar ile insanlara zulmedilen başka bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bugün yaşanan İslâm'ın Kur'ân'daki İslâm olmaması nedeniyle birçok bidatlar türemiştir. Ve böylece haksız yere kadınlara zulmedilmektedir.
İslâm'ı yaşamak isteyen kadınların üzerine tesettür emri farz kılınmıştır. Kadın için saçı ve gereken yerleri kadının ziyneti hükmündedir. Allahû Tealâ kadının ziyneti olarak belirttiği yerlerin örtülmesini kadına bir terbiye ve tezkiye vesilesi olarak emretmiş ve dışındaki insanlar açısından da ifsada mani olan Allah'ın bir rahmeti olarak öngörmüştür. Bu cümleden olarak başı açık olan bir kadın, kendi nefsine zulmettiği gibi kendi dışındaki insanlar için de bir ifsad vesilesi olmaktadır.
Allahû Tealâ tesettür konusunu Ahzab Suresinin 59. ve Nur Suresinin 31. âyet-i kerimelerinde açıklamaktadır. Allahû Tealâ bu âyet-i kerimelerde şekil şartını açıklamamış ama belli şartlar itibariyle kadınların tesettüre riayet etmelerini üzerlerine farz kılmıştır. Tesettür emrini yerine getiren, Allahû Tealâ'dan derecat kazanacağı gibi, yerine getirmeyen de derecat kaybedecektir.
Günümüz şartlarında mü'min olan bir kadın adeta tesettür emrine riayet edip etmemesi ile değerlendirilmektedir. İnsanları İslâmi açıdan bir tek emrin tatbikatı ile değerlendirmek şüphesiz doğru değildir. Çünkü, Kur'ân-ı Kerim sadece tesettür emrinden ibaret olmayıp, 6213 âyet-i kerimeden oluşan Kur'ân-ı Kerim içerisinde tesettür, kadınlara farz kılınan emirlerden sadece bir tanesidir. Bu nedenle, nefsani talepleri bakımından henüz tesettür emrini yerine getiremeyen bir hanım kardeşimizin Allah'ın diğer emirlerini fazlası ile yerine getirmesi elbette onu Allah'a daha fazla yaklaştıracak ve daha fazla derecat kazanmasını sağlayacaktır. Bu suretle Allah nezdinde fazla derecat kazanan kişi, bir gün kendi isteği ile Allahû Tealâ'nın tesettür emrini de severek yerine getirecektir.
Ne yazık ki, bugün gerçek İslâm'dan haberi olmayan emaniyyeciler grubu tarafından, bir kadının İslâm ile olan ilgisi sadece tesettür ile değerlendirilmektedir. Ve adeta yapmış olduğu diğer ibadetleri dikkate alınmamaktadır.
Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim'in bütün hükümlerini insanların üzerine farz kılmış olup, bizlerin örnek alması gereken sahâbenin, Kitab'ın bütününe tâbî olduğu Al-i İmran Suresinin 119. âyet-i kerimesinde belirtilmektedir:
'Hâ entüm ülâi tühıbbûnehüm ve lâ yuhıbbûneküm ve tû'minûne bilkitâbi küllih, ve izâ lekûküm kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykümül enâmile minelgayz. Kul mûtû bi gayzıküm. İnnellahe alîmün bizâtis sudûr.' 3/Al-i İmran-119
(Ey mü'minler!) Siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde, siz onları seversiniz ve siz Kitab'ın bütününe îmân edersiniz. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman, 'Îmân ettik.' derler. Ama tenhada kendi başlarına kaldıkları zaman, size olan öfkelerinden (dolayı) parmak uçlarını ısırırlar. De ki; 'Öfkenizden ölün.' Hiç şüphesiz Allah, sinelerde olanı bilir.
Eğer bizler de sabikûn-el ahirîn (sonraki sahâbe) olmak istiyorsak, Cuma Suresinin 3. âyet-i kerimesi gereğince, sadece İslâm'ın 5 tane şartına değil de, Kur'ân'ın bütününe tâbî olmamız gerekmektedir.
Görülüyor ki, dîni ihtiva eden konular hakkında bir fikir açıklar veya bir uygulama yaparken o konuyu Kur'ân-ı Kerim süzgecinden geçirirsek hem doğru karar vermiş ve hem de haksız yere başkasına zulmetmemiş oluruz.
İslâm'ı yaşamak isteyen bütün kişilerin Kur'ân-ı Kerim'in giriş kapısı olan mürşidlerine tâbî olmak suretiyle gerçek İslâm'ı yaşamalarını dileriz.
bakınız:http://64.185.226.168/dergi/dergi.asp? y=2001&a=6&s=7&id=408
rüya nefsin hayatını sürdürmesidir.nefs berzah aleminin varlığıdır.nefs 3 şekilde insan vücudunu terkeder:
1-uyku halinde
2-bayılma halinde
3-ölüm halinde
fizik vücudumuz bu alemin yani zahiri alemin varlığıdır.nefsin ve ruhun mekanıdır aynı zamanda.nefsimiz ise bu alemin karşıtı olan berzah aleminin varlığıdır.kendi alemi olan berzah aleminde madde olabilir sadece.nefsin kendi alemi olan berzah alemine gidebilmesi için fizik vücudumuzun uyuması,bayılması ve ölmesi gerkiyor.
fizik vücudumuz zahiri alemin varlığı olduğu için elektron yapısı (+) özelliktedir.
nefsimiz ise zahiri alemin karşıtı olan berzah aleminin varlığı olduğu için elektron yapısı (-) özelliktedir.
fizik vücudumuzun elektron devir sayısı ve elektron ağırlığı nefsin elektron devir sayısı ve elektron ağırlığından fazladır.bu sebeple nefsimiz dünyada yani zahiri alemde fizik vücudumuza bağımlıdır.
fizik vücudumuzun uyku haline geçeceği zaman elektron devir sayısı ve elekton ağırlığı azalır.nefsimizin ise bunun tam tersi olarak elektron devir sayısı ve elektron ağırlığı artar.işte bu iki vücudumuzun elektron devir sayısı ve elektron ağırlığı eşit olduğu noktada nefs fizik vücudu terkeder.
nefs önce ışık duvarını geçer.sonra ışık hızıyla kendi alemi olan berzah alemine gider.nefs berzah alemine daha önce fizik vücuda kumanda eden aklın kontrölünde gider.akıl hiçbir alemin varlığı olmadığı için,fizik vücudun da uyku halinde akla ihtiyacı olmadığı için uykuda iken nefsimizle beraber olması sözkonusudur.orada berzah aleminde ışık hızıyla hareket eder.ölen insanların nefleri de berzah aleminde olduğu için bazen ölmüş insanlarla buluşur,karşılaşır.
nefs berzah aleminde bir çok şey yapar.nefs berzah aleminde asla ölmez.öleceği an kişi rüyadan uyanır.nefsler için ölüm cennet ve cehennem hayatının sonuna kadar yaşamak vardır.rüyanın bitişi kişinin uykudan uyanması ile gerçekleşir.rüya biterken nefs tekrar ışık duvarını geçer.ve hızı yani elektron devir sayısı eski haline gelir.elektron ağırlığı da eski haline gelir.Allah kişinin gördüğü rüyaların ne kadarını hatırlamasını isterse o kadarına izin verir.rüyanın diğer kısımları ışık duvarını geçerken unutturulur.nefs fizik vücuda tekrar girerken kişi sarhoş gibi olur.akıl da nefsin fizik bedene tekrar girmesiyle fizik vücuda tekrar kumanda etmeye başlar.sonra fizik vücud kendi hayatını sürdürmeye devam eder.ve bu durum ölünceye kadar hergün tekrar eder durur.
öldüğümüz de ise dünyadaki rüyamız biter.ahiret hayatına başlamak üzerere...
21.yüzyılın beklediği insan...
bu asırda hedef önce insan olmak sonra da insan kalabilmek.
bir hedefe ulaşmaktan daha zor olanı o hedefte kalabilmek.
şu ayette bahsedilen insanlardan olmamak hedef olmalı sanırım.
araf-179:
Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne) .
Ve andolsun ki; cehennemi insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık) . Onların kalpleri (idrak hassaları) vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir
sevdanın sadakası sadakattır.
daha dünya ilminin bilmediği gerçekleri gelcekte kuran'dan öğrenecekler! ...
bir zamanlar firavun'da HZ.Musa'nın Allah'ın zatına olan davetine kibirlenerek sırt çevirmişti.Allah yok demişti.yani bugünün deyimiyle ateizmi seçmişti.sonunu biliyorsunuz anlatmaya gerek yok.kızıdenizin sularında boğulmuştu.öleceği an Allah'ın kendi zatını firavuna göstermesi sonucu firavun önceleri İnkar ettiği Allah'a inanmıştı.siz daha önce Allah'a inanmayan firavunun öleceği an neden Allah'a inandığını sanıyorsunuz? tabiki Allah'ı gördüğü için...ama bu son inanışı ona fayda vermemişti.çünkü Allah yarattığı kuluna serbest irade vermiştir.firavunun da serbest iradeyle Allah'a iman etmesi gerekiyordu.
Allah inkarcı firavunun daha doğrusu cesedinin çürümesine izin vermemişti.1900'lerde kızıldenizde bulunan firavunun çürümemiş cesedi şimdi ingiltere'de biritiş müze'de sergileniyor.mumyalanmadan 4000 yıldır çürümeyen ceset! ...ama insan kibiri nedeniyle ibret bile alamıyor'! ..
Allah'a inanmayanlar öldüğünde firavunun gördüğünü gördüğün de ne yapacaklar?
ne garip artık bu kavram üniversite dersleri arasına girdi..
bu konu hakkında geniiişşş bilgi sahibi olmak isteyen Atilla Akar'ın derin dünya devleti adlı kitabını okumalıdır...
Allah'ın insana verdiği serbest iradeye ne kadar önem verdiği ne kadar da aşikar? Serbest irade bu kadar önemli işte.bu sebeple istediğinizi söylemekte hürsünüz! ...sonuçlarına katlanmaya da mahkumsunuz..
mahlukunun kendisini inkar etmesine bile müsade ediyor?
işte bu sebeple kuranı kerim'de Allah diyor ki:
HALA AKIL ETMEYECEK MİSİNİZ?
Allah'ı rabb olarak görmeyenler gerçekten de akıl etmeyecek misiniz? kaçmak hiçbir zaman çözüm değil biliyormusunuz?
PİRAMİTLERİN SIRRI
Mısır'daki piramitlerin yapımı ile ilgili, iki olasılık sunuluyor: Uzaylıların yardımıyla yapıldığı veya rüzgârın yardımıyla bu kayaların yerinden oynatılabileceği, böylece piramitlerin inşa edilebileceği düşünülüyor.
Sevgili ziyaretçiler, yer çekimi diye bir olgu var. Dünyanın gravitasyonu. Ve yukarıya attığınız herşey, aşağıya düşmek mecburiyetindedir.
Nereye kadar?
Bir nesneyi, dünyanın çekim alanının dışına ulaştırdığınız noktaya kadar. Ulaştırabilirseniz, artık dünyaya düşmek diye bir olgu söz konusu olmaz.
Peki ne demek istiyoruz?
Şunu demek istiyoruz. Yer çekimi kuvveti bir kuvvettir, bir manyetik alan sistemidir. Bu kuvveti, gravitasyonu, negatif etkiyle yok edebilirsiniz. Uzayda tatbik edilen bir olgu; ama bizim dünya insanları henüz bunu bilmiyor. Aslında zor bir şey değil. Yani yeryüzünün çekim kuvvetini, karşı güçle yok etmek.
Yok ettiğiniz zaman ne oluyor?
Yok ettiğiniz zaman, o nesnenin ağırlığı sıfır oluyor ya da sıfıra istediğiniz kadar yaklaştırıyorsunuz. Sıfırdan öteye de geçirebiliyorsunuz. Yani negatif ağırlığa ulaşabiliyorsunuz. Eski Mısırlılar da bunu biliyorlardı.
Sevgili ziyaretçiler, Tutan Khamon'un mezarını açanların ard arda ölmesi, birtakım âlimleri inceleme yapmaya götürdü. İncelediler, acaba bu ölen insanlar neden ölüyor diye.
Ne çıktı biliyor musunuz?
Radyasyon.
Yani bundan bilmem kaç bin sene evvel, eski Mısırlılar atomu biliyorlardı. Onlardan da daha binlerce sene evvel dünya, atom harplerine şahit oldu. Yirmi bin sene evvel, havada uçan uçaklardan bahsediliyor. Bizim dünya insanları, onları Tanrı zannediyorlarmış o zaman. Hollandalı Erich von Däniken'in yaptığı araştırmaları, şöyle bir okursanız eğer, göreceksiniz ki; Popouluh denilen o efsaneleri yazan ressamlar, havada uçan tanrıların arabalarından bahsediyor.
Sevgili ziyaretçiler, bir mağarada bulunan resimle bu zamanın tekniğine göre yapılan bir resim ve havada uçabilecek modelde bir hava gemisi görüyorsunuz bir kişilik.
Rüzgâr nasıl kullanılmış olabilir, yelkenle mi? O kayaları kaldırabilmek için hangi büyüklükte bir yelkene ihtiyacınız var biliyor musunuz? Rüzgâr vasıtasıyla o kayaları yerinden kaldırabilmek öyle kolay bir olay değil, o mümkün görünmüyor. Onlar masal; ama uzaylılardan bir şeyler öğrenmek deyince, bunu doğru kabul edebiliriz veya eski Mısır'ın teknolojisini göz önüne getirirseniz, oraya ulaştırılması imkânsız görülen o devasa, muntazam şekilde kesilmiş kayaların oraya rahat rahat kaldırabileceğini görürsünüz.
Yapılan iş basit, maddenin içindeki yer çekimi kuvvetine, karşı kuvveti oluşturmak Yani maddenin ağırlığını, pozitif ağırlığını, sıfıra yaklaştırmak.
Ne demek istiyoruz?
Olay çok basit sevgili kardeşlerimiz.
Madde adını verdiğiniz sistem, elektronlardan ve karşıt elektronlardan oluşur. Karşıt elektronların ağırlığı negatiftir. Elektronların ağırlığı pozitiftir.
Bir hidrojen atomu, 3676 tane karşıt elektronla 3676 tane elektrondan oluşur. Bu saydığımız elektron ve karşıt elektronların 3675 elektronuyla, 3676 tane karşıt elektronu bir proton oluşturur merkezde. 3676. elektronsa çevrede döner. Bu bir hidrojen atomudur.
Elektronların ağırlığı, karşıt elektronların ağırlığının iki katıdır. Karşıt elektronların ağırlığı ise hem elektron ağırlığının yarısı kadardır hem de negatiftir. Yani 80kg'lık bir insan düşündüğünüz zaman, eğer bunu sadece elektronlar olarak tartabilseydiniz 160 kg tartacaktınız. Ama karşıt elektronları (-) 80kg olarak, 160 kg'ın yarısını yok ettiği cihetle, o kişiyi 80 kg olarak tartıyorsunuz. Şimdi karşıt elektronların ağırlığını arttırdığını düşünün. Eşit oldukları zaman, ağırlık sıfır olmuştur. (-) elektronların ağırlıkları toplamıyla (+) elektronların ağırlıkları toplamı, birbirini götürmüştür. Kütle sıfır olmuştur.
İşte kütlesi sıfır olan böyle bir nesne, saniyede 300.000 km hızla hareket etmek mecburiyetindedir. Bunun adı fotondur. Bütün fotonlarda elektron ağırlıklarıyla karşıt elektron ağırlıkları birbirine eşittir ve her gamma fotonu bir elektronla bir karşıt elektrondan oluşur. Ağrılıkları eşit, aynı devir sayısına sahip. Olay bu kadar basit. Şimdi karşıt elektronların ağrılığını, daha öteye götürdüğünüzü düşünelim. Pozitif ağırlığı aştınız, o zaman negatif ağırlık fazla olduğu için maddenin kütle ağırlığı adım adım azalır. Karşıt elektronların ağırlığını arttırıcı metodu kullandığınızda maddenin ağırlığı azalır, azalır, azalır ve o koca kayalar parmağınızın ucuyla oynatabileceğiniz bir hüviyet alır. İşte bu kadar basit.
Tatbikatı mı?
Daha zamanı gelmedi. Ama ne olacağını biliyoruz. Nasıl yapılacağını biliyoruz. Öyleyse piramitleri yapma yöntemini uzaylılardan almışlarsa uzaylıların önerdikleri, tatbik ettikleri yöntem budur.
kaynak:http://64.185.226.168/webs/mutlulugunsirri/index.html