AZERI ASK SIIRI > >Sen meni sev, men seni sevim >Sen menin için yan >Men seni severah yanim dutusim >Glasik esk neyse onu yasiyah > >Ya da sevme haberin olmasin >Men sana sevdalanip dolasim >Platonik esk neyse onu yasiyah > >Sevdada oturah, yiyah içah >El ele olah, gan kusah >Tombilik esk neyse onu yasiyah > >Istersen sevdandan kendimi kesim >Sagmi solumu dogriyim biçim >Psikopatik esk neyse onu ya*iyah > >Eyle sevah ki gara sevda olah >Araplara benziyeh gapgara olah >Gara esk neyse onu yasiyah > >Yalan söylemiyah, hep dogru diyah >Beraber oturah beraber yiyah >Realist esk neyse onu yasiyah > >Birbirimize türkü söyliyah, mizildiyah >El ele tarlalarda, bostanlarda gezah >Romantik esk neyse onu yasiyah > >Kediyi, gudigi sen diye sevim >Sen de horozi, guligi men diye sev >Sembolik esk neyse onu yasiyah > >Gel el ele tutusip kendimizi elehtriga verah >Zangir zangir titriyah, ölmiyah >Elektronik esk neyse onu yasiyah > >Ahirlarda, komlarda bulusah >Tezek agalahlarinin dibinde oturah >Otantik esk neyse onu yasiyah >
bir kişi yanındaki kişinin aklından geçenleri biliyorsa burada iki durum vardır.
kişi Allahın yolunda ise bu kişiye,karşıdaki kişiye Allah'ın yardımıyla aklından geçenleri söyler.ama bunu kendi kendine başaramadığını,sadeceAllah'ın bir ikramı bir yardımı olduğunu söyler.nefsinin esiri olmaz.çünkü Allah dostudur.bu bir keramettir.
ikinci durumda ise kişi şeytanın yolunda ise,zülmani bir yolda ise bu durumda da kişi karşıdaki kişinin aklından geçenleri,yani karşıdaki kişinin düşüncelerini söyler.ama bunu şeytanın yardımı ile yaptığını,başardığını bildiği halde gerçeği söylemez.kendi kendine başardığını söyler.ama bu hiçbir şekilde mümkün değildir.şeytan mutlaka devreye girmiştir.
kıyamet zamanın durması demek.gezegenler arasındaki itiş enerjisinin,kinetik enerjinin durması demek.
Allah teaala'nın kıyamet emri geldiğinde önce bu enerjinin sona ermesi demektir.bu enerji bittiğinde büzülme başlayacaktır.herşey tekrar bir noktada birleşecektir.bu nokta enerjiye dönüşecektir.sonuçta enerjininde yok olması söz konusu olacaktır. kıyamet koptuğu zaman insan ve cinlere ait cennetin olduğu emr alemi (7 tane gök katı) ve cehennemin olduğu zulmani alem(7 tane yer katı) dışındaki bütün alemler yok olacaktır.
gezegenler tek noktadan oluşmuştu başlangıçta.büyük patlama sırasında(saniyenin milyonda biri) nötrinolar ulaştıkları yerde maddeye dönüşürken farklı farklı yapıda gezegenleri oluşturdu. bir noktadan bütün gezegenlerin oluşması demek küçük gezegenlerin büyük gezegenlerden ayrılması demektir.mesela dünya güneşten ayrılmıştır.ay ise dünyadan ayrılmıştır. işte kıyamet günü bütün küçük gezegenler önce bulunduğu yıldız sisteminde büyük gezegenlerle yani patlama sırasında ayrıldğı gezegenle birleşecek.daha sonra galaksiler gene aynı şekilde birleşecek.bu sebeple kuranı kerimde 'ay dünya ile birleştiğinde,dünya güneş ile birleştiğinde' diye bahsedilmektedir.
tek noktada birleşme olmadan evvel zamanın durmasından bahsetmiştik.zamanın durmasından sonra zamanın geriye döndürülmesi söz konusudur.geriye döndürülme hızlı bir şekilde olacaktır.
kıyamet koptuğunda,zaman durduğunda yaşayan insanlar ölmüştür.daha önce yaşayanlar zaten ölüdür o an için.bu her insanın dünya hayatındaki ölümüdür.artık zaman geriye doğru dönecektir.zaman geriye döndüğünde son ölen insandan başlayarak herkes sırayla dirilecektir.her dirilen insan artık yer çekimi olmadığı için mahşer meydanına yükselecektir.ilk ölen insan da dirilip mahşer meydanına yükseldiği zaman gezegenlerin birleşmesi başlayacaktır.
mahşer meydanında tekrar herkes ölecektir Allah'ın emriyle.tekrar dirilişte herkes aynı yaş görüntüsünde olacaktır. herkes enerji bedene sahip olacaktır.cennete gidecek olanlar ile cehenneme gidecek olanlar arasınsında beden yapısı farkı olacaktır. mesela cennete gideceklerin bedenleri şu anki bedenlerden farklı olacaktır.hücrelerden oluşan bir beden olmayacaktır.
tarihinizi doğru öğrenin.ecdadınıza saygılı olun.ecdadınızı tanıyın. ve unutmayın ki küresel imparatorluğun gerçekleşmesini yeni osmanlılar engelleyecek.onların önündeki tek engel osmanlı'nın bugünkü mirasçısı olan türkiye'dir. Türklerin yeniden dünyaya nizam vermesi ise çok yakındır...
tarihinizi size farklı bir uslupla anlatan bir kaynak:
Osmanlı; hakkında pek çok kitap yazılan, yorumlar yapılan, tartışılan, konuşulan bir devlet, imparatorluk. Üzerinden bunca asır geçmesine rağmen neden bu kadar tartışılıyor, konuşuluyor, yorumlanıyor, bazen karalanmaya varan sözler söyleniyor hakkında? Tarih kitaplarının kuru, duygusuz sayfalarında okuduklarımızdan mı ibaret Osmanlı?
Fatih’i, Yavuz Sultan Selim’i, Kanuni’si, Barbaros Hayrettin Paşa’sı, Piri Reis'i, yeniçerileri,akıncıları, hoşgörüsü, adaleti, esnafı, sanatkarı, halkı ile ilgili yapılan bütün yorumlara rağmen tarihin belleğine Nizam-ül Âlem (aleme nizam veren) olarak kazınan Osmanlı.
Osmanlı’nın fetihlerinin ve tüm yaptıklarının altındaki amacı anlayamamış insanların anlattığı gibi miydi Osmanlı? Osmanlı’nın yaşadığı kendini Allah yoluna vakfetme duygusunu hiç hissetmemiş, belki de Osmanlı'dan utanç duyan insanların söyledikleri gibi miydi? Osmanlı’yı bir de bizden dinleyin.
Molla Fenari, Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk şeyhülislâmı ve büyük evliyasıdır. Asıl adı Muhammed'dir. 1350 senesinde Fener köyünde doğmuştur. Babası Hamza bey, fenercilik sanatı ile meşgul olduğu için Fenari ismiyle ünlenmiştir. Hamza bey zamanının büyük velîlerindendi. Molla Fenari, küçük yaştan itibaren babasından tasavvufu öğrendi.
Daha sonra Mısır'da dîn ilmi dışında fizik, matematik, astronomi de öğrenen Molla Fenari, Anadolu'ya dönerek Bursa'ya yerleşti. Ve o da öğencilerini yetiştirmeye başladı. Karaman Bey'inin kızı Gül Hatunla evlenerek iki oğlu, iki kızı oldu.
Molla Fenari uzun zaman Bursa'da kalan ve Somuncu Baba diye tanınan Hamid-i Aksarayiden de ders aldı. Somuncu Baba, önceleri Bursa'da yaptırdığı fırında pişirdiği ekmekleri satarak geçinirdi. O sırada Molla Fenari de Bursa'da kadılık yapıyordu. Somuncu Baba'nın velîlikteki üstünlüğünü biliyordu. Sultan Yıldırım Beyazıt, Niğbolu Zaferi'nden sonra Bursa'da Ulu Camiyi inşa ettirmeye başlamıştı. İnşaat sırasında camide çalışan işçilerin ekmek ihtiyacını Somuncu Baba karşılamıştı. Caminin inşaatı bittiğinde açılış günü cuma hutbesini okumak üzere padişahın damadı büyük âlim ve velî Seyyid Emir Sultana vazife verilmişti. O gün orada Molla Fenari ile beraber büyük bir topluluk vardı. Tam cuma vakti gelince Emir Sultan, “Sultanım, zamanımızın büyüğü burada bulunurken bizim hutbe okumamız edebe uygun değildir. Bu caminin açılış hutbesine lâyık kişi Somuncu Baba'dır.” diyerek onu işaret etti. Şöhretten son derece sakınan bu büyük velî, padişahın emri üzerine minbere doğru yürüdü. Emir Sultan'ın yanına gelince “Ey Emirim! Niçin böyle yapıp benim halimi ele verdiniz? ” dedi. Emir Sultan da “Sizden daha üstün göremediğim için böyle yaptım.” cevabını verdi. Cemaat hayret içinde kalmıştı. Somuncu Baba'nın okuyacağı hutbeyi merakla bekliyorlardı. Somuncu Baba, minbere çıktı ve “Ulemadan bazısının, Fatiha Suresinin tefsirinde sıkıntısı bulunmaktadır. Onun için bugünkü hutbemizde bu surenin tefsirini yapalım.” dedi ve Fatiha Suresinin yedi türlü tefsirini yaptı. Herkes hayret içinde kaldı. Bursa'da onun büyüklüğünü anlamayan kalmamıştı. Başta kadı Molla Fenari “Somuncu Baba, önce bizim bu surenin tefsirindeki müşkülümüzü halletti. Bu onun büyük bir kerametiydi. Çünkü Fatiha'nın birinci ruhunu bütün cemaat anlamıştı, ikinci ruhunu cemaatin bir kısmı anladı. Üçüncü ruhunu anlayan çok azdı. Fatiha'nın diğer anlamlarını anlayan aramızda yok gibiydi.” demekten kendini alamamıştı.
Namazdan sonra hemen evine giden Somuncu Babayı ilk ziyaret eden Molla Fenari oldu. Bu ziyaretinde ona “Bugünlerde Fatiha Suresinin tefsirini yapmak istiyordum. Fakat anlayamadığım bazı yerleri vardı. Bu hutbenizle anlayamadığım yerleri açıklamış oldunuz.” deyince Somuncu Baba ona dua etti. Molla Fenari yazdığı bir cilt büyüklüğündeki Fatiha tefsirinde bu ince bilgilerden yararlanmıştır.
Bu olaydan sonra herkes tarafından tanınan Somuncu Baba, “Sırrımız ifşa oldu, herkes bizi tanıdı.” diyerek Bursa'dan ayrılmak istedi. Birkaç talebesini de yanına alarak yola çıktı. Somuncu Baba'nın Bursa'yı terketmekte olduğunu haber alan Molla Fenari koşarak bir çınarın yanında arkasından yetişti. Gitmeyip Bursa'da kalması için çok yalvardı. Fakat kabul ettiremedi. Sonunda Bursalılara dua etmesini istedi. Bu çınarın yanında Bursa'ya dönerek feyzli ve bereketli bir şehir olması ve yeşil olarak kalması için dua etti. Birbirlerine veda ederek ayrıldılar. “Dua Çınarı” denilen bu ağaç Bursa'nın Ankara yolu çıkışındadır.
Molla Fenari, 1419 yılında Hicaz'a giderek Hac vazifesini yerine getirdi. 1424 yılında Sultan II. Murat Han, onu ilk şeyhülislâm olarak tayin etti. Devlet işlerinde sultanlar ve devlet adamları onun ilminden ve isabetli görüşlerinden faydalanmışlardır. Molla Fenari, bir mahkeme sırasında Yıldırım Beyazıtın şahitliğini, namazlarda padişahın cemaatle görülmemesi sebebiyle reddetmişti. Bunun üzerine Yıldırım Beyazıt hemen oturduğu sarayının yanına bir cami inşa ettirerek yedi vakit namazı cemaati terketmeden kılmaya başladı.
Molla Fenari ipekçilikten çok iyi anladığından kendisine yetecek parayı sağlamak için bu işle uğraşır ve yiyeceği, giyeceği için lâzım olan parayı kendi emeği ile kazanırdı. Molla Fenarinin ömrünün sonlarına doğru gözleri görmez olmuştu. Bir süre sonra bir gece rüyasında Peygamber Efendimiz (S.A.V) 'i gördü. Peygamber Efendimiz (S.A.V) , ona Kur'ân-ı Kerim okumasını söyleyince cevaben bunun mümkün olmadığını, gözlerinin görmediğini söyledi. Peygamber Efendimiz (S.A.V) , mübarek hırkasından çıkardığı bir pamuğu onun gözlerine sürdü. Molla Fenari, uyanınca bu pamuğu gözlerinin üzerinde buldu. Kaldırınca görmeye başladı. Allahû Tealâ'ya hamd ve şükrünün artmasına sebep olan bu olaydan sonra pekçok eserler yazdı. Medreselerde bu yazdığı eserler ders olarak okutulmuştur.
Öğrencilerinden biri şöyle anlatır: “Bir defasında hocam Molla Fenari ile yemek yiyorduk. Yemek bitince bana bir ekmek uzatıp “Al bunu sakla” dedi. Yemek yediğimiz halde bana bu ekmeği vermesinin hikmetini düşünmeye başlamıştım. Bu sırada bana “Faydasız düşüncelerden kalbi muhafaza etmek lâzımdır! ” buyurdu. Sonra yolculuğa çıktık ve bir tanıdığımın evinde misafir olduk. Misafir olduğumuz evin sahibinin sıkıntılı bir halde olduğu görülüyordu. Hocam ona “Niye üzülüyorsun? ” buyurdu. O da “Bir kâse sütüm var fakat süte banıp yemek için ekmeğim yok. Ona üzülüyorum” dedi. Hocam bana dönüp “İşte, ‘acaba ne için ayırıyoruz? ' diye düşündüğün ekmek bu iş içindi, ver sahibine yesin.” buyurdu.
Molla Fenari, 1431 senesinde Bursa'da vefat etti. Kabri, Bursa'da Keşiş Dağı eteğinde Maksem adı verilen semtte yaptırdığı mescidin yanındadır ve ziyaret edilmektedir. Burası Bursa'nın en yüksek semtidir.
Öğrencilerine verdiği nasihatlerden bazıları şöyledir:
“Bir kimse bütün ilimleri kendinde toplasa, Allahû Tealâ'nın rızasına uygun hareket etmedikçe kurtulamaz.”
“Önceden Allahû Tealâ'nın adını dile getirip, O'nu övmeden mübarek bir işe başlayan kimse cılız bir kuş gibidir. Uçmaya güç yediremez. Gayesine ulaşmadan kanatları kırılır, bir daha kalkmayacak gibi yere düşer.”
“Önce kendinizi değiştirin. Çünkü kendiniz değişirseniz aileniz değişir, aileniz değişirse çevreniz değişir, çevreniz değişirse ülkeniz değişir, ülkeniz değişirse dünya değişir.”
Anadolu'da yaşayan evliyanın büyüklerindendir. 1703 senesinde Erzurum'un Hasankale kasabasında doğdu. Babası Osman Erzurumî de evliyadan bir zattı. İbrâhîm Hakkı yedi yaşında annesi Seyyide Hanım'ı kaybetti. Babası Osman Erzurumî, bu sıralarda gördüğü bir rüya üzerine tasavvufta kendisini yetiştirecek olan mürşidi İsmail Fakirullah'a tâbî oldu. Siirt'in Tillo kasabasında yaşayan bu mürşidin derslerine katılabilmek için Erzurum'dan ayrıldı, Tillo'ya gitti. Orada yaşamaya başladı.
Dokuz yaşına kadar babasından ayrı kalan İbrâhîm Hakkı babasının hasretine dayanamadı. Amcası Molla Ali, İbrâhîm Hakkı'yı da alarak Tillo kasabasına babasının yanına götürdü. İbrâhîm Hakkı, babası ve babasının mürşidi İsmail Fakirullah ile karşılaşışını kendisi şöyle anlatır:
“Ben 9 yaşındaydım. Ali amcam, beni babamın yanına götürdü. Bir ikindi vaktinde Tillo'ya girdik. Dergâha vardığımızda babam ile mürşidi namaz kılıyorlardı. İlk bakışta İsmail Fakirullah'ın mübarek yüzü bana babamdan daha yakın geldi. O anda yüzünün cazibesine kapıldım. Aklım onun güzelliğine, duruşundaki heybete ve olgunluğa hayran kaldı. Babam beni kendi odasına götürdü ancak ben hasta kalbime şifa verecek olan kılavuzumu bulmuş olmanın sevinci içindeydim.”
İbrâhîm Hakkı, Tillo'ya geldiği günlerde gördüğü bir rüyayı da şöyle anlatır.
“Rüyamda gökyüzünün beyaz serçelerle dolu olduğunu gördüm. Birara serçeler hep birden halkın üzerine doğru saldırdılar. Bana saldıranları babam uzaklaştırdı. Ancak bir serçe fırsat bulup sağ koltuğumun altına sokuldu. Sabahleyin rüyamı babama anlattım. Babam koltuğumun altına baktıktan sonra orada veba hastalığının belirtilerini gördü. Hastalığa yakalandığım ilk beş gün kendimden habersiz olarak yattım. Altıncı gece gözümü açtığımda babamı başucumda gördüm. Mürşidimiz İsmail Fakirullah da yanındaydı. Bana uzun uzun dua ettikten sonra babama; “İbrâhîm'in işi bitmişken Allahû Tealâ ihsan ederek onu yeniden diriltti.” buyurarak müjde verdi.
İbrâhîm Hakkı iyileştikten sonra yine derslere devam etti. Büyük bir heyecanla anlatılanları dinliyor, öğrendiklerini hayatına tatbik etmek için büyük bir çaba harcıyordu. Kur'ân-ı Kerim'i öğrendikçe hayatın daha güzelleştiğini, severek ve yardım ederek yaşamanın faziletini kavrıyordu.
Yine bir gece rüyasında İsmail Fakirullah'ın dergâhında yedi seçilmiş kişinin ayakta durduğunu gördü. Fakirullah kalkarak onlara sarıldı. Onların içinden biri de İbrâhîm Hakkı'yı öptü. Bu rüyayı hemen babasına anlattı. Ama babası uyanık olmasına rağmen onun rüyasını görmüştü.
“Birazdan hikmetini anlarsın.” dedi.
Gerçekten dergâhın kapısından dışarıya bakınca Siirt tarafından ak sakallı bir ihtiyarın geldiğini gördü. Bu kişi, İbrâhîm Hakkı'nın yanına gelerek onu öptü. Fakirullah'ı ziyaret etmek istediğini söyledi. Ziyaretçi olduğu söylenince içeri girmesine izin verildi.
Fakirullah, “Hoşgeldin Seyyid Hamza” dedi. Seyyid Hamza çok şaşırdı. İlk defa karşılaşıyorlardı, adını nereden bilmişti. Dışarı çıkınca:
“Ben Siirt'in ileri gelenlerinden Seyyid Hamza'yım. Bu ana kadar Tillo'ya hiç gelmedim. Bu büyük âlim ve velîyi hiç görmedim. Ancak bu kasabayı ve yolunu rüyamda görerek öğrendim. Rüyamda şu küçük erkek çocuğunu da görmüştüm. Eğilip öptüm. Sabah olunca atıma bindim. Rüyada gördüğüm yolu güzergâh olarak takip ettim. Kimseye sormadan dergâhı bulup sizleri tanıdım. Gördüğüm rüyayı bu velîye anlatacak, hizmeti ve sohbetiyle şereflenecektim. Ben daha anlatmadan “Ey Seyyid Hamza! Bu gece bize çok misafir geldi, deyip hem ismimi hem de rüyamı anlattı. Şaşırıp kaldım.” dedi.
Seyyid Hamza'nın bu şaşkınlığına İbrâhîm Hakkı'nın babası şöyle cevap verdi: “Senin bu gördüğün rüyanın aynısını bu oğlum da gördü. Ancak herkesin gördüğü rüyaları evliya uyanıkken de görür. Allah'ın ihsanları sonsuzdur.” İbrâhîm Hakkı, 17 yaşındayken de babasını kaybetti. Bunun üzerine Fakirullah'ın emriyle Erzurum'a gitti. Burada dünya ilmini öğrendi. Ancak 7 sene sonra Fakirullah'ın yanına Tillo'ya geri döndü. Fakirullah'ın vefatına kadar hizmetiyle şereflendi. İbrâhîm Hakkı, onun vefatından sonra öğrenci yetiştirmeye başladı. Bu arada fıkıh, tasavvuf ve fen bilgilerini anlatan “Marifetname” adlı eserini yazdı. Bu eserde canlılar hakkında çeşitli teoriler ileri süren Fransız doktoru Lemarck, Hollanda'lı Hugo de Vires gibi yazarlardan çok önce, en basitinden en mükemmel olan insana kadar canlıları anlatmıştır.
O, sadece biyoloji ilmi ile değil, fizikten kimyaya, matematikten astronomiye kadar devrindeki bütün ilimlerle uğraşmıştır. Hayatında hiçbir zaman okumayı ve okutmayı bırakmamış, ideal insanı arif insan olarak tanıtmıştır. İbrâhîm Hakkı gönül sahibi olan, fen ve sanata yer veren büyük bir âlim, Hakk'a rıza gösteren bir velîdir. Eserlerinde tayyi mekânı yaşadığını; “Biz uzayı Tillo'nun sokaklarından daha iyi biliriz.” sözleri ile açıklamıştır. İbrâhîm Hakkı'nın açık fikirli ve neşeli bir kişiliği vardı. Kızına yazdığı manzum öğütte “güleç yüzlü, güzel sözlü ol ey can” demesiyle tasavvufu özetlemiştir.
İbrâhîm Hakkı için şiir, Allah'ı anmak için bir vasıtadır. Ona göre şiir, Allah'ı anlatmalıdır, tüm sanat dalları Allah'ı anlatmalıdır. Kendisi Hakk aşığıdır, o zaman tabii ki Allah'ı anlatacaktır. Şiirleri, öğrettiği konuların özetidir. Şiirlerinde “Hakkî” mahlasını kullanmış ve hep kendisine öğütlerde bulunmuştur. Mürşidine bağlılığından ve insanın aczini bu kelimede görmesinden ötürü “Fakiri” mahlasını da kullanmıştır.
İbrâhîm Hakkı, 1781 yılında Tillo'da vefat etti. Mürşidi Fakirullah'ın yanına defni için vasiyet etmişti. Vasiyeti yerine getirildi ve isteği üzerine; “Hudâ'yı bilmeye ancak cihâne geldi sultanım.” yazıldı. İbrâhîm Hakkı'nın “Tefvîznâme” adlı şiirinden bazı kıtalar şöyledir:
gönlüm çıkmak isterken semavi ülkelere,
ayağım takılıyor yerdeki gölgelere
n.fazıl kısakürek
hergün ışık duvarını aşıp ışık hızı ile berzah alemine gidip hayatını yaşayan vücudumuz.
enerjiden oluşan vücudumuz.3 vücudumuzdan birisi...
şeytanın hizmetçileri,uşakları...
dünyanın,insanlığın başına gelecek günlerde 3. ve son dünya savaşını açaçak gizli örgüt...
ama yenilecek olanlar onlar.
yenecek olanlar Allahın taraftarları...
AZERI ASK SIIRI
>
>Sen meni sev, men seni sevim
>Sen menin için yan
>Men seni severah yanim dutusim
>Glasik esk neyse onu yasiyah
>
>Ya da sevme haberin olmasin
>Men sana sevdalanip dolasim
>Platonik esk neyse onu yasiyah
>
>Sevdada oturah, yiyah içah
>El ele olah, gan kusah
>Tombilik esk neyse onu yasiyah
>
>Istersen sevdandan kendimi kesim
>Sagmi solumu dogriyim biçim
>Psikopatik esk neyse onu ya*iyah
>
>Eyle sevah ki gara sevda olah
>Araplara benziyeh gapgara olah
>Gara esk neyse onu yasiyah
>
>Yalan söylemiyah, hep dogru diyah
>Beraber oturah beraber yiyah
>Realist esk neyse onu yasiyah
>
>Birbirimize türkü söyliyah, mizildiyah
>El ele tarlalarda, bostanlarda gezah
>Romantik esk neyse onu yasiyah
>
>Kediyi, gudigi sen diye sevim
>Sen de horozi, guligi men diye sev
>Sembolik esk neyse onu yasiyah
>
>Gel el ele tutusip kendimizi elehtriga verah
>Zangir zangir titriyah, ölmiyah
>Elektronik esk neyse onu yasiyah
>
>Ahirlarda, komlarda bulusah
>Tezek agalahlarinin dibinde oturah
>Otantik esk neyse onu yasiyah
>
bir kişi yanındaki kişinin aklından geçenleri biliyorsa burada iki durum vardır.
kişi Allahın yolunda ise bu kişiye,karşıdaki kişiye Allah'ın yardımıyla aklından geçenleri söyler.ama bunu kendi kendine başaramadığını,sadeceAllah'ın bir ikramı bir yardımı olduğunu söyler.nefsinin esiri olmaz.çünkü Allah dostudur.bu bir keramettir.
ikinci durumda ise kişi şeytanın yolunda ise,zülmani bir yolda ise bu durumda da kişi karşıdaki kişinin aklından geçenleri,yani karşıdaki kişinin düşüncelerini söyler.ama bunu şeytanın yardımı ile yaptığını,başardığını bildiği halde gerçeği söylemez.kendi kendine başardığını söyler.ama bu hiçbir şekilde mümkün değildir.şeytan mutlaka devreye girmiştir.
mehmet akif ersoy islamın tasavvufun yani kainatın tek dininin 7 safhasını yaşamıştır.bunu vel asr suresini şiir olarak izahından anlıyoruz.
mehmet akif ersoy 'u anlamak birazda,o'nun hayatını anlamak tasavvufu anlamak ve yaşamakla mümkün olabilir.
kıyamet zamanın durması demek.gezegenler arasındaki itiş enerjisinin,kinetik enerjinin durması demek.
Allah teaala'nın kıyamet emri geldiğinde önce bu enerjinin sona ermesi demektir.bu enerji bittiğinde büzülme başlayacaktır.herşey tekrar bir noktada birleşecektir.bu nokta enerjiye dönüşecektir.sonuçta enerjininde yok olması söz konusu olacaktır.
kıyamet koptuğu zaman insan ve cinlere ait cennetin olduğu emr alemi (7 tane gök katı) ve cehennemin olduğu zulmani alem(7 tane yer katı) dışındaki bütün alemler yok olacaktır.
gezegenler tek noktadan oluşmuştu başlangıçta.büyük patlama sırasında(saniyenin milyonda biri) nötrinolar ulaştıkları yerde maddeye dönüşürken farklı farklı yapıda gezegenleri oluşturdu.
bir noktadan bütün gezegenlerin oluşması demek küçük gezegenlerin büyük gezegenlerden ayrılması demektir.mesela dünya güneşten ayrılmıştır.ay ise dünyadan ayrılmıştır.
işte kıyamet günü bütün küçük gezegenler önce bulunduğu yıldız sisteminde büyük gezegenlerle yani patlama sırasında ayrıldğı gezegenle birleşecek.daha sonra galaksiler gene aynı şekilde birleşecek.bu sebeple kuranı kerimde 'ay dünya ile birleştiğinde,dünya güneş ile birleştiğinde' diye bahsedilmektedir.
tek noktada birleşme olmadan evvel zamanın durmasından bahsetmiştik.zamanın durmasından sonra zamanın geriye döndürülmesi söz konusudur.geriye döndürülme hızlı bir şekilde olacaktır.
kıyamet koptuğunda,zaman durduğunda yaşayan insanlar ölmüştür.daha önce yaşayanlar zaten ölüdür o an için.bu her insanın dünya hayatındaki ölümüdür.artık zaman geriye doğru dönecektir.zaman geriye döndüğünde son ölen insandan başlayarak herkes sırayla dirilecektir.her dirilen insan artık yer çekimi olmadığı için mahşer meydanına yükselecektir.ilk ölen insan da dirilip mahşer meydanına yükseldiği zaman gezegenlerin birleşmesi başlayacaktır.
mahşer meydanında tekrar herkes ölecektir Allah'ın emriyle.tekrar dirilişte herkes aynı yaş görüntüsünde olacaktır.
herkes enerji bedene sahip olacaktır.cennete gidecek olanlar ile cehenneme gidecek olanlar arasınsında beden yapısı farkı olacaktır.
mesela cennete gideceklerin bedenleri şu anki bedenlerden farklı olacaktır.hücrelerden oluşan bir beden olmayacaktır.
tarihinizi doğru öğrenin.ecdadınıza saygılı olun.ecdadınızı tanıyın.
ve unutmayın ki küresel imparatorluğun gerçekleşmesini yeni osmanlılar engelleyecek.onların önündeki tek engel osmanlı'nın bugünkü mirasçısı olan türkiye'dir.
Türklerin yeniden dünyaya nizam vermesi ise çok yakındır...
tarihinizi size farklı bir uslupla anlatan bir kaynak:
Osmanlı; hakkında pek çok kitap yazılan, yorumlar yapılan, tartışılan, konuşulan bir devlet, imparatorluk. Üzerinden bunca asır geçmesine rağmen neden bu kadar tartışılıyor, konuşuluyor, yorumlanıyor, bazen karalanmaya varan sözler söyleniyor hakkında? Tarih kitaplarının kuru, duygusuz sayfalarında okuduklarımızdan mı ibaret Osmanlı?
Fatih’i, Yavuz Sultan Selim’i, Kanuni’si, Barbaros Hayrettin Paşa’sı, Piri Reis'i, yeniçerileri,akıncıları, hoşgörüsü, adaleti, esnafı, sanatkarı, halkı ile ilgili yapılan bütün yorumlara rağmen tarihin belleğine Nizam-ül Âlem (aleme nizam veren) olarak kazınan Osmanlı.
Osmanlı’nın fetihlerinin ve tüm yaptıklarının altındaki amacı anlayamamış insanların anlattığı gibi miydi Osmanlı? Osmanlı’nın yaşadığı kendini Allah yoluna vakfetme duygusunu hiç hissetmemiş, belki de Osmanlı'dan utanç duyan insanların söyledikleri gibi miydi? Osmanlı’yı bir de bizden dinleyin.
bakınız:http://65.122.110.233/webs/osm/index.html
MOLLA FENARİ
Molla Fenari, Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk şeyhülislâmı ve büyük evliyasıdır. Asıl adı Muhammed'dir. 1350 senesinde Fener köyünde doğmuştur. Babası Hamza bey, fenercilik sanatı ile meşgul olduğu için Fenari ismiyle ünlenmiştir. Hamza bey zamanının büyük velîlerindendi. Molla Fenari, küçük yaştan itibaren babasından tasavvufu öğrendi.
Daha sonra Mısır'da dîn ilmi dışında fizik, matematik, astronomi de öğrenen Molla Fenari, Anadolu'ya dönerek Bursa'ya yerleşti. Ve o da öğencilerini yetiştirmeye başladı. Karaman Bey'inin kızı Gül Hatunla evlenerek iki oğlu, iki kızı oldu.
Molla Fenari uzun zaman Bursa'da kalan ve Somuncu Baba diye tanınan Hamid-i Aksarayiden de ders aldı. Somuncu Baba, önceleri Bursa'da yaptırdığı fırında pişirdiği ekmekleri satarak geçinirdi. O sırada Molla Fenari de Bursa'da kadılık yapıyordu. Somuncu Baba'nın velîlikteki üstünlüğünü biliyordu. Sultan Yıldırım Beyazıt, Niğbolu Zaferi'nden sonra Bursa'da Ulu Camiyi inşa ettirmeye başlamıştı. İnşaat sırasında camide çalışan işçilerin ekmek ihtiyacını Somuncu Baba karşılamıştı. Caminin inşaatı bittiğinde açılış günü cuma hutbesini okumak üzere padişahın damadı büyük âlim ve velî Seyyid Emir Sultana vazife verilmişti. O gün orada Molla Fenari ile beraber büyük bir topluluk vardı. Tam cuma vakti gelince Emir Sultan, “Sultanım, zamanımızın büyüğü burada bulunurken bizim hutbe okumamız edebe uygun değildir. Bu caminin açılış hutbesine lâyık kişi Somuncu Baba'dır.” diyerek onu işaret etti. Şöhretten son derece sakınan bu büyük velî, padişahın emri üzerine minbere doğru yürüdü. Emir Sultan'ın yanına gelince “Ey Emirim! Niçin böyle yapıp benim halimi ele verdiniz? ” dedi. Emir Sultan da “Sizden daha üstün göremediğim için böyle yaptım.” cevabını verdi. Cemaat hayret içinde kalmıştı. Somuncu Baba'nın okuyacağı hutbeyi merakla bekliyorlardı. Somuncu Baba, minbere çıktı ve “Ulemadan bazısının, Fatiha Suresinin tefsirinde sıkıntısı bulunmaktadır. Onun için bugünkü hutbemizde bu surenin tefsirini yapalım.” dedi ve Fatiha Suresinin yedi türlü tefsirini yaptı. Herkes hayret içinde kaldı. Bursa'da onun büyüklüğünü anlamayan kalmamıştı. Başta kadı Molla Fenari “Somuncu Baba, önce bizim bu surenin tefsirindeki müşkülümüzü halletti. Bu onun büyük bir kerametiydi. Çünkü Fatiha'nın birinci ruhunu bütün cemaat anlamıştı, ikinci ruhunu cemaatin bir kısmı anladı. Üçüncü ruhunu anlayan çok azdı. Fatiha'nın diğer anlamlarını anlayan aramızda yok gibiydi.” demekten kendini alamamıştı.
Namazdan sonra hemen evine giden Somuncu Babayı ilk ziyaret eden Molla Fenari oldu. Bu ziyaretinde ona “Bugünlerde Fatiha Suresinin tefsirini yapmak istiyordum. Fakat anlayamadığım bazı yerleri vardı. Bu hutbenizle anlayamadığım yerleri açıklamış oldunuz.” deyince Somuncu Baba ona dua etti. Molla Fenari yazdığı bir cilt büyüklüğündeki Fatiha tefsirinde bu ince bilgilerden yararlanmıştır.
Bu olaydan sonra herkes tarafından tanınan Somuncu Baba, “Sırrımız ifşa oldu, herkes bizi tanıdı.” diyerek Bursa'dan ayrılmak istedi. Birkaç talebesini de yanına alarak yola çıktı. Somuncu Baba'nın Bursa'yı terketmekte olduğunu haber alan Molla Fenari koşarak bir çınarın yanında arkasından yetişti. Gitmeyip Bursa'da kalması için çok yalvardı. Fakat kabul ettiremedi. Sonunda Bursalılara dua etmesini istedi. Bu çınarın yanında Bursa'ya dönerek feyzli ve bereketli bir şehir olması ve yeşil olarak kalması için dua etti. Birbirlerine veda ederek ayrıldılar. “Dua Çınarı” denilen bu ağaç Bursa'nın Ankara yolu çıkışındadır.
Molla Fenari, 1419 yılında Hicaz'a giderek Hac vazifesini yerine getirdi. 1424 yılında Sultan II. Murat Han, onu ilk şeyhülislâm olarak tayin etti. Devlet işlerinde sultanlar ve devlet adamları onun ilminden ve isabetli görüşlerinden faydalanmışlardır. Molla Fenari, bir mahkeme sırasında Yıldırım Beyazıtın şahitliğini, namazlarda padişahın cemaatle görülmemesi sebebiyle reddetmişti. Bunun üzerine Yıldırım Beyazıt hemen oturduğu sarayının yanına bir cami inşa ettirerek yedi vakit namazı cemaati terketmeden kılmaya başladı.
Molla Fenari ipekçilikten çok iyi anladığından kendisine yetecek parayı sağlamak için bu işle uğraşır ve yiyeceği, giyeceği için lâzım olan parayı kendi emeği ile kazanırdı. Molla Fenarinin ömrünün sonlarına doğru gözleri görmez olmuştu. Bir süre sonra bir gece rüyasında Peygamber Efendimiz (S.A.V) 'i gördü. Peygamber Efendimiz (S.A.V) , ona Kur'ân-ı Kerim okumasını söyleyince cevaben bunun mümkün olmadığını, gözlerinin görmediğini söyledi. Peygamber Efendimiz (S.A.V) , mübarek hırkasından çıkardığı bir pamuğu onun gözlerine sürdü. Molla Fenari, uyanınca bu pamuğu gözlerinin üzerinde buldu. Kaldırınca görmeye başladı. Allahû Tealâ'ya hamd ve şükrünün artmasına sebep olan bu olaydan sonra pekçok eserler yazdı. Medreselerde bu yazdığı eserler ders olarak okutulmuştur.
Öğrencilerinden biri şöyle anlatır: “Bir defasında hocam Molla Fenari ile yemek yiyorduk. Yemek bitince bana bir ekmek uzatıp “Al bunu sakla” dedi. Yemek yediğimiz halde bana bu ekmeği vermesinin hikmetini düşünmeye başlamıştım. Bu sırada bana “Faydasız düşüncelerden kalbi muhafaza etmek lâzımdır! ” buyurdu. Sonra yolculuğa çıktık ve bir tanıdığımın evinde misafir olduk. Misafir olduğumuz evin sahibinin sıkıntılı bir halde olduğu görülüyordu. Hocam ona “Niye üzülüyorsun? ” buyurdu. O da “Bir kâse sütüm var fakat süte banıp yemek için ekmeğim yok. Ona üzülüyorum” dedi. Hocam bana dönüp “İşte, ‘acaba ne için ayırıyoruz? ' diye düşündüğün ekmek bu iş içindi, ver sahibine yesin.” buyurdu.
Molla Fenari, 1431 senesinde Bursa'da vefat etti. Kabri, Bursa'da Keşiş Dağı eteğinde Maksem adı verilen semtte yaptırdığı mescidin yanındadır ve ziyaret edilmektedir. Burası Bursa'nın en yüksek semtidir.
Öğrencilerine verdiği nasihatlerden bazıları şöyledir:
“Bir kimse bütün ilimleri kendinde toplasa, Allahû Tealâ'nın rızasına uygun hareket etmedikçe kurtulamaz.”
“Önceden Allahû Tealâ'nın adını dile getirip, O'nu övmeden mübarek bir işe başlayan kimse cılız bir kuş gibidir. Uçmaya güç yediremez. Gayesine ulaşmadan kanatları kırılır, bir daha kalkmayacak gibi yere düşer.”
“Önce kendinizi değiştirin. Çünkü kendiniz değişirseniz aileniz değişir, aileniz değişirse çevreniz değişir, çevreniz değişirse ülkeniz değişir, ülkeniz değişirse dünya değişir.”
kaynak:http://64.185.226.168/dergi/dergi.asp? y=2003&a=12&s=8&id=1040
İBRAHİM HAKKİ ERZURUMİ
Anadolu'da yaşayan evliyanın büyüklerindendir. 1703 senesinde Erzurum'un Hasankale kasabasında doğdu. Babası Osman Erzurumî de evliyadan bir zattı. İbrâhîm Hakkı yedi yaşında annesi Seyyide Hanım'ı kaybetti. Babası Osman Erzurumî, bu sıralarda gördüğü bir rüya üzerine tasavvufta kendisini yetiştirecek olan mürşidi İsmail Fakirullah'a tâbî oldu. Siirt'in Tillo kasabasında yaşayan bu mürşidin derslerine katılabilmek için Erzurum'dan ayrıldı, Tillo'ya gitti. Orada yaşamaya başladı.
Dokuz yaşına kadar babasından ayrı kalan İbrâhîm Hakkı babasının hasretine dayanamadı. Amcası Molla Ali, İbrâhîm Hakkı'yı da alarak Tillo kasabasına babasının yanına götürdü. İbrâhîm Hakkı, babası ve babasının mürşidi İsmail Fakirullah ile karşılaşışını kendisi şöyle anlatır:
“Ben 9 yaşındaydım. Ali amcam, beni babamın yanına götürdü. Bir ikindi vaktinde Tillo'ya girdik. Dergâha vardığımızda babam ile mürşidi namaz kılıyorlardı. İlk bakışta İsmail Fakirullah'ın mübarek yüzü bana babamdan daha yakın geldi. O anda yüzünün cazibesine kapıldım. Aklım onun güzelliğine, duruşundaki heybete ve olgunluğa hayran kaldı. Babam beni kendi odasına götürdü ancak ben hasta kalbime şifa verecek olan kılavuzumu bulmuş olmanın sevinci içindeydim.”
İbrâhîm Hakkı, Tillo'ya geldiği günlerde gördüğü bir rüyayı da şöyle anlatır.
“Rüyamda gökyüzünün beyaz serçelerle dolu olduğunu gördüm. Birara serçeler hep birden halkın üzerine doğru saldırdılar. Bana saldıranları babam uzaklaştırdı. Ancak bir serçe fırsat bulup sağ koltuğumun altına sokuldu. Sabahleyin rüyamı babama anlattım. Babam koltuğumun altına baktıktan sonra orada veba hastalığının belirtilerini gördü. Hastalığa yakalandığım ilk beş gün kendimden habersiz olarak yattım. Altıncı gece gözümü açtığımda babamı başucumda gördüm. Mürşidimiz İsmail Fakirullah da yanındaydı. Bana uzun uzun dua ettikten sonra babama; “İbrâhîm'in işi bitmişken Allahû Tealâ ihsan ederek onu yeniden diriltti.” buyurarak müjde verdi.
İbrâhîm Hakkı iyileştikten sonra yine derslere devam etti. Büyük bir heyecanla anlatılanları dinliyor, öğrendiklerini hayatına tatbik etmek için büyük bir çaba harcıyordu. Kur'ân-ı Kerim'i öğrendikçe hayatın daha güzelleştiğini, severek ve yardım ederek yaşamanın faziletini kavrıyordu.
Yine bir gece rüyasında İsmail Fakirullah'ın dergâhında yedi seçilmiş kişinin ayakta durduğunu gördü. Fakirullah kalkarak onlara sarıldı. Onların içinden biri de İbrâhîm Hakkı'yı öptü. Bu rüyayı hemen babasına anlattı. Ama babası uyanık olmasına rağmen onun rüyasını görmüştü.
“Birazdan hikmetini anlarsın.” dedi.
Gerçekten dergâhın kapısından dışarıya bakınca Siirt tarafından ak sakallı bir ihtiyarın geldiğini gördü. Bu kişi, İbrâhîm Hakkı'nın yanına gelerek onu öptü. Fakirullah'ı ziyaret etmek istediğini söyledi. Ziyaretçi olduğu söylenince içeri girmesine izin verildi.
Fakirullah, “Hoşgeldin Seyyid Hamza” dedi. Seyyid Hamza çok şaşırdı. İlk defa karşılaşıyorlardı, adını nereden bilmişti. Dışarı çıkınca:
“Ben Siirt'in ileri gelenlerinden Seyyid Hamza'yım. Bu ana kadar Tillo'ya hiç gelmedim. Bu büyük âlim ve velîyi hiç görmedim. Ancak bu kasabayı ve yolunu rüyamda görerek öğrendim. Rüyamda şu küçük erkek çocuğunu da görmüştüm. Eğilip öptüm. Sabah olunca atıma bindim. Rüyada gördüğüm yolu güzergâh olarak takip ettim. Kimseye sormadan dergâhı bulup sizleri tanıdım. Gördüğüm rüyayı bu velîye anlatacak, hizmeti ve sohbetiyle şereflenecektim. Ben daha anlatmadan “Ey Seyyid Hamza! Bu gece bize çok misafir geldi, deyip hem ismimi hem de rüyamı anlattı. Şaşırıp kaldım.” dedi.
Seyyid Hamza'nın bu şaşkınlığına İbrâhîm Hakkı'nın babası şöyle cevap verdi: “Senin bu gördüğün rüyanın aynısını bu oğlum da gördü. Ancak herkesin gördüğü rüyaları evliya uyanıkken de görür. Allah'ın ihsanları sonsuzdur.” İbrâhîm Hakkı, 17 yaşındayken de babasını kaybetti. Bunun üzerine Fakirullah'ın emriyle Erzurum'a gitti. Burada dünya ilmini öğrendi. Ancak 7 sene sonra Fakirullah'ın yanına Tillo'ya geri döndü. Fakirullah'ın vefatına kadar hizmetiyle şereflendi. İbrâhîm Hakkı, onun vefatından sonra öğrenci yetiştirmeye başladı. Bu arada fıkıh, tasavvuf ve fen bilgilerini anlatan “Marifetname” adlı eserini yazdı. Bu eserde canlılar hakkında çeşitli teoriler ileri süren Fransız doktoru Lemarck, Hollanda'lı Hugo de Vires gibi yazarlardan çok önce, en basitinden en mükemmel olan insana kadar canlıları anlatmıştır.
O, sadece biyoloji ilmi ile değil, fizikten kimyaya, matematikten astronomiye kadar devrindeki bütün ilimlerle uğraşmıştır. Hayatında hiçbir zaman okumayı ve okutmayı bırakmamış, ideal insanı arif insan olarak tanıtmıştır. İbrâhîm Hakkı gönül sahibi olan, fen ve sanata yer veren büyük bir âlim, Hakk'a rıza gösteren bir velîdir. Eserlerinde tayyi mekânı yaşadığını; “Biz uzayı Tillo'nun sokaklarından daha iyi biliriz.” sözleri ile açıklamıştır. İbrâhîm Hakkı'nın açık fikirli ve neşeli bir kişiliği vardı. Kızına yazdığı manzum öğütte “güleç yüzlü, güzel sözlü ol ey can” demesiyle tasavvufu özetlemiştir.
İbrâhîm Hakkı için şiir, Allah'ı anmak için bir vasıtadır. Ona göre şiir, Allah'ı anlatmalıdır, tüm sanat dalları Allah'ı anlatmalıdır. Kendisi Hakk aşığıdır, o zaman tabii ki Allah'ı anlatacaktır. Şiirleri, öğrettiği konuların özetidir. Şiirlerinde “Hakkî” mahlasını kullanmış ve hep kendisine öğütlerde bulunmuştur. Mürşidine bağlılığından ve insanın aczini bu kelimede görmesinden ötürü “Fakiri” mahlasını da kullanmıştır.
İbrâhîm Hakkı, 1781 yılında Tillo'da vefat etti. Mürşidi Fakirullah'ın yanına defni için vasiyet etmişti. Vasiyeti yerine getirildi ve isteği üzerine; “Hudâ'yı bilmeye ancak cihâne geldi sultanım.” yazıldı. İbrâhîm Hakkı'nın “Tefvîznâme” adlı şiirinden bazı kıtalar şöyledir:
Hak, şerrleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Arif anı seyr eyler,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler
Sen Hakk'a tevekkül kıl
Tefvîz et ve rahat bul,
Sabr eyle ve razı ol,
Mevlâ'm görelim neyler,
Neylerse, güzel eyler...
Bir iş üstüne düşme,
Olduysa inat etme,
Hak'tandır o, red etme,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler,
Hak'tandır bütün işler,
Boştur gavu teşvişler,
Ol, hikmetini işler,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Hep işleri fâyıktır
Birbirine lâyıktır
Neylerse muvafıktır
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler
Hiç kimseye hor bakma
İncitme, gönül yıkma,
Sen nefsine yan çıkma
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler
Vallahi güzel etmiş
Billahi güzel etmiş
Tallahi güzel etmiş
Allah görelim netmiş
Netmişse güzel etmiş.
kaynak:http://64.185.226.168/dergi/dergi.asp? y=2003&a=11&s=9&id=1025