Daha dokunmadan kurudu irem çöllere bir türlü yağamıyorum yeni bir koşunun başlangıcında biraz deprem sonrası biraz şehir hülyası bir kalp yangınından geriye kalan siyah gözlerine beni de götür artık bu yerlere sığamıyorum.
Pembe uçurtmalar yolladığından beri sarardı tiryaki menekşeleri sonbaharın tozlu kafeslerinde sevgi turnaları yakalıyorum turnalar gidiyor; ben kalıyorum avareyim,asudeyim,yorgunum bilmiyorum neden sana vurgunum Erzurum garında banklar üstünde uyku tutmuyor karanlıkları yitik düşlerimi kovalıyorum gölgeler gidiyor; ben kalıyorum.
Binbir türlü kokuyorsa yaylalar siyah gözlerine beni de götür baharın koynundan koparıp sana ipek bir mendile sardığım yüreğimle şehzade gülleri gönderiyorum umutlar kalıyor; ben gidiyorum.
Bütün yelkenlileri,deniz fenerlerini kaptanları sorgulayan yanından geçen küheylanların korku tufanına yakalandığı siyah gözlerine beni de götür güneş ülkesinden gelen yiğitler benzeri olmayan bir dünya kursun cellat,ayrılığın boynunu vursun.
Usul usul intizarı çürüten bu hercai diken,bu çılgın arzu sürüklüyor imkansız muştuların eşiğine gönül vadilerini bir ağaçtan düşen yapraklar gibi düşüyorum tanyerine ya topla yaralı kırlangıçları ya da bu vefasız şarkıyı bitir özgürlüğe giden tutsaklar gibi siyah gözlerine beni de götür.
iki yıllık üniversite mezunu, ön lisans diploması olan, hastane dışında ambulansda, kaza yerinde hasta veya yaralıya ilk tıbbi müdahaleyi yapan gerekli teknik bilgi ve deneyime sahip profesyonel sağlık personeli…aynı zamanda ambulansda kullanabiliyorlar...
Zakkum, yaz aylarında pembe renkte açan bir ağaç türü….yaz aylarında koyu yeşil yaprakları ve pembe çiçekleri ile ne zarif, ne masum görünür bu ağaç…seyirliktir adeta… Ancak, çok da masum sayılmaz zakkum…zirâ, kökü ve kapsül şeklindeki meyvesi zehirlidir zakkumun…kimileri, ağu ağacı veya zıkkım ağacı olarak isimlendirir…zaten arapça kökenli olup zehir manâsına gelir ‘zıkkım’…hani, ‘zıkkımın kökü’ diye bir söylem vardır…aslı, ‘zakkumun kökü’ dür…kimi zaman kızgınlık ve öfkeli anların bir tezahürü neticesinde çıkar ağızlardan ‘zıkkımın kökünü ye’ şeklinde :) ... bu söylem bir nevî bedduadır bana göre...zirâ, zakkumun kur’an’da da zikredildiğini biliyorum… aslında, kur’an’da zikrediliş şekli ile bulup örneklendirmek daha evlâ olacaktır ama zakkum, cehennemin dibinde bulunan bir ağaçtır ve zehirli olan meyvesi ise cehennem halkının (günahkârların, zalimlerin) yiyeceğidir şeklinde açıklanmıştır bir kaç ayette…
Bir de, zakkum bitkisinin kardiotonik glikozitler içermesi hasebiyle kalp kuvvetlendirici, bağışıklığı düzenleyici, vücutta biriken suyu atma (ödem) amacıyla kullanılır alternatif tedavi olarak…kimi zaman kulaktan dolma tavsiyeler neticesinde kurutulmuş yaprakları kaynatılarak içilir, kimi zamanda adale ağrıları, zehirli böcek ısırmaları, uyuz, gibi vakalarda haricen kullananlar vardır …ancak, bu gibi halk hekimliği yöntemleri tehlikelidir ve risktir…zirâ, zaten zehirli bir bitkidir zakkum; dozu fazla tutulduğunda zehirlenme söz konusu olup, ölüm riskiyle karşı karşıya kalınacaktır… Hülâsa-i kelâm: şifâ olacaktır düşüncesiyle bu gibi riskli yöntemler tavsiye edilmez efendim, sakınınız derim böylesi tehlikeli alternatif yöntemlerden -ki şifâ bulayım derken canınızdan olmayınız…
korkan gözlerin feryad-ı figanı…umutsuzluğun, yenilmişliğin, çaresizliğin, tükenmişliğin, boyun eğmişliğin neticesinde susmayı yeğlemiş gözlerin feyad-ı figanı…hele bu suskun çığlıkları atan gözlerin sahibi çocuklarsa, tüm sebep olanlara vâ’esefa! ! ...
sadece ve sadece bencillikleri neticesinde çevresindeki herkese karşı kapalı yaşayan, iradelerine hiçbir zorluk yüklemeyen, insan olma değerini yitirip kurutan, hayatın sıcaklığının farkında olmayarak sadece varlığını sürdürme amacı ile kendi daracık alemlerinde -canlı cenaze misâli- yaşamayı amaç edinenler desek yanlış olmaz vesselâm…
her zaman, her vakit..
varsın olsun! ! ..
Vakt-ı şâdî de gelir mevsim-i mihnet de geçer...
(Dert mevsimi geçer, neşe vakti de gelir)
Daha dokunmadan kurudu irem
çöllere bir türlü yağamıyorum
yeni bir koşunun başlangıcında
biraz deprem sonrası
biraz şehir hülyası
bir kalp yangınından geriye kalan
siyah gözlerine beni de götür
artık bu yerlere sığamıyorum.
Pembe uçurtmalar yolladığından beri
sarardı tiryaki menekşeleri
sonbaharın tozlu kafeslerinde
sevgi turnaları yakalıyorum
turnalar gidiyor; ben kalıyorum
avareyim,asudeyim,yorgunum
bilmiyorum neden sana vurgunum
Erzurum garında banklar üstünde
uyku tutmuyor karanlıkları
yitik düşlerimi kovalıyorum
gölgeler gidiyor; ben kalıyorum.
Binbir türlü kokuyorsa yaylalar
siyah gözlerine beni de götür
baharın koynundan koparıp sana
ipek bir mendile sardığım yüreğimle
şehzade gülleri gönderiyorum
umutlar kalıyor; ben gidiyorum.
Bütün yelkenlileri,deniz fenerlerini
kaptanları sorgulayan
yanından geçen küheylanların
korku tufanına yakalandığı
siyah gözlerine beni de götür
güneş ülkesinden gelen yiğitler
benzeri olmayan bir dünya kursun
cellat,ayrılığın boynunu vursun.
Usul usul intizarı çürüten
bu hercai diken,bu çılgın arzu
sürüklüyor imkansız muştuların
eşiğine gönül vadilerini
bir ağaçtan düşen yapraklar gibi
düşüyorum tanyerine
ya topla yaralı kırlangıçları
ya da bu vefasız şarkıyı bitir
özgürlüğe giden tutsaklar gibi
siyah gözlerine beni de götür.
Nurullah Genç
garib-âne
garipcesine, zavallı...
adalet-i ilâhiyenin tam mânâsıyla tecelli ettiği tek yer…
en büyük mahkeme …
mahkemelerin en yücesidir..
çıkılır hükmedenenin, tek hakimin, yegâne mutlak adalet sahibi cenâb-ı Hakk’ın huzuruna hiç savunmasız…
açılır amel defterleri, kirâmen kâtibin meleklerince muhasebenin neticesi için…
ölçülür Allah’ın terazisinde hayırlar ve şerler, geçer bir bir muhasebe eleğinden…
ne denir ki efendim, dileyelim ki cenâb-ı Hakk bizi bu dünyada da, öbür dünyada da zelil ve mahcup etmesin inşaAllah….
ta derinlerden, ruhumuzun vicdanlarımıza ilettiği o ilâhi sesi duymalı, es geçmemeli, duymazlıktan gelmemeli velhâsılı…
iki yıllık üniversite mezunu, ön lisans diploması olan, hastane dışında ambulansda, kaza yerinde hasta veya yaralıya ilk tıbbi müdahaleyi yapan gerekli teknik bilgi ve deneyime sahip profesyonel sağlık personeli…aynı zamanda ambulansda kullanabiliyorlar...
Zakkum, yaz aylarında pembe renkte açan bir ağaç türü….yaz aylarında koyu yeşil yaprakları ve pembe çiçekleri ile ne zarif, ne masum görünür bu ağaç…seyirliktir adeta…
Ancak, çok da masum sayılmaz zakkum…zirâ, kökü ve kapsül şeklindeki meyvesi zehirlidir zakkumun…kimileri, ağu ağacı veya zıkkım ağacı olarak isimlendirir…zaten arapça kökenli olup zehir manâsına gelir ‘zıkkım’…hani, ‘zıkkımın kökü’ diye bir söylem vardır…aslı, ‘zakkumun kökü’ dür…kimi zaman kızgınlık ve öfkeli anların bir tezahürü neticesinde çıkar ağızlardan ‘zıkkımın kökünü ye’ şeklinde :) ... bu söylem bir nevî bedduadır bana göre...zirâ, zakkumun kur’an’da da zikredildiğini biliyorum… aslında, kur’an’da zikrediliş şekli ile bulup örneklendirmek daha evlâ olacaktır ama zakkum, cehennemin dibinde bulunan bir ağaçtır ve zehirli olan meyvesi ise cehennem halkının (günahkârların, zalimlerin) yiyeceğidir şeklinde açıklanmıştır bir kaç ayette…
Bir de, zakkum bitkisinin kardiotonik glikozitler içermesi hasebiyle kalp kuvvetlendirici, bağışıklığı düzenleyici, vücutta biriken suyu atma (ödem) amacıyla kullanılır alternatif tedavi olarak…kimi zaman kulaktan dolma tavsiyeler neticesinde kurutulmuş yaprakları kaynatılarak içilir, kimi zamanda adale ağrıları, zehirli böcek ısırmaları, uyuz, gibi vakalarda haricen kullananlar vardır …ancak, bu gibi halk hekimliği yöntemleri tehlikelidir ve risktir…zirâ, zaten zehirli bir bitkidir zakkum; dozu fazla tutulduğunda zehirlenme söz konusu olup, ölüm riskiyle karşı karşıya kalınacaktır… Hülâsa-i kelâm: şifâ olacaktır düşüncesiyle bu gibi riskli yöntemler tavsiye edilmez efendim, sakınınız derim böylesi tehlikeli alternatif yöntemlerden -ki şifâ bulayım derken canınızdan olmayınız…
'Zannetme ki şöyle böyle bir söz
Gel sen dahi söyle böyle bir söz. '
yani; şöyle-böyle bir söz zannetme. söyleyebiliyorsan gel sen de böyle bir söz söyle.
der, Şeyh Galip
fazla söze ne hacet efendim, bu sözün üzerine sükût edip şöyle bir düşünmek düşer bize...
korkan gözlerin feryad-ı figanı…umutsuzluğun, yenilmişliğin, çaresizliğin, tükenmişliğin, boyun eğmişliğin neticesinde susmayı yeğlemiş gözlerin feyad-ı figanı…hele bu suskun çığlıkları atan gözlerin sahibi çocuklarsa, tüm sebep olanlara vâ’esefa! ! ...
sadece ve sadece bencillikleri neticesinde çevresindeki herkese karşı kapalı yaşayan, iradelerine hiçbir zorluk yüklemeyen, insan olma değerini yitirip kurutan, hayatın sıcaklığının farkında olmayarak sadece varlığını sürdürme amacı ile kendi daracık alemlerinde -canlı cenaze misâli- yaşamayı amaç edinenler desek yanlış olmaz vesselâm…