Efendim, pek değerli mefhumlar vardır biz insanoğlunun benimsediği, sahip çıktığı...kişiselleştirilen menfî hâdiseler uğruna kirletmeyelim derim bu mefhumları şu sınır tanımaz gayr-ı ahlâkî söz ve davranışlarla…kişisel çekişmelerde şovlarınızı sergilerken moral bozmak, ümitsizliğe yol açarak caydırmak maksadındaki hâl ve çabanız, sınır tanımaz oluşunuzla alâkâlı olup ve ayrıca bu şovun içinde kolaylıkla medyatize ettiğiniz değerler, şahsi hakaretler, sözler size bir şey kazandırmaz efendim, bilâkis sizin miktarınızı koyar ortaya…
hâl böyleyken, nihâî çözüm için el-reçete:
-Evvelâ: ‘niyet’ -Elzemdir: ilk şart, hatalarından sıyrılmak ve doğruyu bulmak için; ‘ruh inkılâbı’ -Hasb-el lüzûm: kişinin, yaşanan hezeyânların farkına varması ve düştüğü yanılgıların idrâkı için; ‘vicdan muhasebesi’
ez-cümle: İnsanda murâkabe özelliğinden daha önemli, daha yüksek ve daha derin ne olabilir efendim…husûmetin, sahte zebani olmanın ve akâbinde sunî cehennemler yaratmanın lüzûmu nedir? ...huzurlu ve barışık yaşam adına her şey sükût her şey rükûd; doğruluğun ve güzelliğin kaynağı bunlar değildir de nedir? ...
Mevlânâ muhtelif beyitlerinde sükûtun fazîletini şöyle ifâde eder:
“Evet; susmak denizdir, söz söylemekse ırmağa benzer. Seni deniz, yâni mânâ âlemi arıyor. Sen ne diye dereyi aramadasın, yâni dünya işlerine âit dedikodular peşinde koşmadasın? ”
“Bu dünyanın dedikodusu, toz gibidir. Gönül aynasını örter. Sen aklını başına al da, bir zaman için susmayı ahlâk hâline getir.”
“Rûh üzgün ve mahzun olduğu zamanlarda yâr ona ayna olur. Ey can, aynanın yüzünü nefesle buğulandırma! Senin nefesinle buğulanıp, yüzünü senden gizlemesin. Seni sana göstermez hâle gelmesin. Onun için sana, her vakit nefes tutmak, susmak, yersiz ve lüzumsuz söz söylemekten kaçınmak gerekir.”
fazla söze ne hacet diyelim ve Mevlâna’nın şu güzel beytinden anlayalım bu pek önemli mefhumun anlam ve önemini, buyurunuz:
âdem-i zâde eger bî-edeb est, âdem nist fark der cism-i benî âdem ü hayvan edeb est çeşm be küşâ-yı bi-bîn cümle kelâmullâh râ âyet âyet hemegî ma’nî-i kur’ân edeb est
Meâli: “insan oğlu eğer ki edepsizdir, insan değildir; insan ve hayvan cinslerinin cismindeki fark edeptir; gözünü aç bak cümle kelamullaha; ayet ayet bütün manası kur’an’ın edeptir.”
Nâmütenâhi ve tek perdelik âlemde ağlamamak kaabil mi efendim…pek tabi her insan kalbinin rikkatinden ve dahi tahassüsündendir ağlamak, elzemdir; nefis terbiyesinin bir gereği, vazgeçilemez unsurudur gözyaşı…malumunuz gökyüzü dahi kasvetlenir, kararır, bulanır, gürler ve ağlar; hafifler, açılır semâ, siler kasvetini, berrâklaşır…kaldı ki, insanoğlu ağmaz mı efendim kalbi daraldıkça; katılaşmış, nâdânlaşmış bir kalbe sahip değil ise insanoğlu, ilaçtır akıttığı gözyaşı ve ne mutlu, şu yaşadığımız âlemde gafletten, kinden sıyrılmayı başarıp hem de suretten değil sîrette akan gözyaşına mülâki olabilen insanoğlu kalbine! ! …
bir kaç Bestenegâr beste ile örnekleyelim o halde ve görelim efendim sevgiliye olan aşkı, özlemi ve bağlanışı anlatan nağmeler neden Bestenegâr makamı ile ifade edilmiş....
Çok gördü felek şimdi beni bezm-i civanda Çekti araya perde-i gurbet şu zamanda Her şamın olur subh-u safa bahş-i cihanda Gam çekme gönül bir gün erer firkate payan Takdir-i hüda elbet eder gönlümü handan
Bestekâr: Hacı Arif Bey Makam: Bestenegâr
Ben seni sevdim seveli kaynayıp coştum Aklımı yağmâya verip fikrimi şaştım Mecnûn'a şimdi eş - olup dağlara düştüm Sor güle bülbüle ne çeker hârın elinden Bir dahi gül koklamayım yârin elinden Ben seni sevdim seveli döndüm deliye Huyunu benzettim hele hûrî meleğe Gönlümü vermişim sana almam geriye Sor güle bülbüle ne çeker hârın elinden Bir dahi gül koklamayım yârin elinden
Bestekâr: Dede Efendi Makam: Bestenegâr
Yar ağlamadan didelerim kane boyandı Müjgan-ı cefa yaresi ta cana dayandı Gönlün ne çabuk aşık-ı kemterden usandı Müjgan-ı cefa yaresi ta cana dayandı
Klasik türk müziğinin en eski makamlarından olup, 1400’ lü yılların başından itibaren kullanıldığı bilinir…nigâr, saba’nın eski adıdır…nigâr’ ın ‘güzel yüzlü sevgili’ mânâsında oluşundan mütevellid, bestenigâr, ‘sevgiliye yapılan beste’ olarak tanımlanır…zirâ Bestenigâr makamı; matem, hüzün, ızdırap, dindarlık ve vuslat duygularını taşır…
şaşırdım rastlayınca.. zirâ, yoktu evvelce ve zaten yakın tarihte eklenmiş...
elbette tanımlanırız ve fakat neden 'Bestenegâr' şeklindeki telaffuzunu kullandığıma dair izâhta bulunalım...'Bestenegâr' farsça dilinin üç ana lehçesinden iran farsçasına ait telaffuzudur diye açıklayarak tanıma geçelim ;)
muhtemellere dayanan umutların, hayallerin gerçekleşmesini beklemekle kim yetinir, hani tüm koşullar zorlansa ve hatta bu koşullar bağışlansa ihtimalleri olabilir kılmak mümkün…ihtimallerin yükünü azaltmak gerek bir şekilde… yolları yürünebilir kılmak, saçlarını rüzgârda dağıtmak, yağmurda ıslanmak, büyük kalabalıkların içinde huzurlu bir yalnız olmak, okyanuslara açılan denizlerin tam ortasında martılarla dans ederek şarkı söylemek, küpeşteye yaslanıp uçsuz mutluluk olmasa da kendi hayatımı yaşamak diye düşünmek ve ertesi gün, daha ertesi gün kovalamak hayatı; tarihin, kalabalığın ve denizin ortasında olmak….
Efendim, pek değerli mefhumlar vardır biz insanoğlunun benimsediği, sahip çıktığı...kişiselleştirilen menfî hâdiseler uğruna kirletmeyelim derim bu mefhumları şu sınır tanımaz gayr-ı ahlâkî söz ve davranışlarla…kişisel çekişmelerde şovlarınızı sergilerken moral bozmak, ümitsizliğe yol açarak caydırmak maksadındaki hâl ve çabanız, sınır tanımaz oluşunuzla alâkâlı olup ve ayrıca bu şovun içinde kolaylıkla medyatize ettiğiniz değerler, şahsi hakaretler, sözler size bir şey kazandırmaz efendim, bilâkis sizin miktarınızı koyar ortaya…
hâl böyleyken, nihâî çözüm için el-reçete:
-Evvelâ: ‘niyet’
-Elzemdir: ilk şart, hatalarından sıyrılmak ve doğruyu bulmak için; ‘ruh inkılâbı’
-Hasb-el lüzûm: kişinin, yaşanan hezeyânların farkına varması ve düştüğü yanılgıların idrâkı için; ‘vicdan muhasebesi’
ez-cümle: İnsanda murâkabe özelliğinden daha önemli, daha yüksek ve daha derin ne olabilir efendim…husûmetin, sahte zebani olmanın ve akâbinde sunî cehennemler yaratmanın lüzûmu nedir? ...huzurlu ve barışık yaşam adına her şey sükût her şey rükûd; doğruluğun ve güzelliğin kaynağı bunlar değildir de nedir? ...
Mevlânâ muhtelif beyitlerinde sükûtun fazîletini şöyle ifâde eder:
“Evet; susmak denizdir, söz söylemekse ırmağa benzer. Seni deniz, yâni mânâ âlemi arıyor. Sen ne diye dereyi aramadasın, yâni dünya işlerine âit dedikodular peşinde koşmadasın? ”
“Bu dünyanın dedikodusu, toz gibidir. Gönül aynasını örter. Sen aklını başına al da, bir zaman için susmayı ahlâk hâline getir.”
“Rûh üzgün ve mahzun olduğu zamanlarda yâr ona ayna olur. Ey can, aynanın yüzünü nefesle buğulandırma! Senin nefesinle buğulanıp, yüzünü senden gizlemesin. Seni sana göstermez hâle gelmesin. Onun için sana, her vakit nefes tutmak, susmak, yersiz ve lüzumsuz söz söylemekten kaçınmak gerekir.”
pek tabi erdemdir efendim…
fazla söze ne hacet diyelim ve Mevlâna’nın şu güzel beytinden anlayalım bu pek önemli mefhumun anlam ve önemini, buyurunuz:
âdem-i zâde eger bî-edeb est, âdem nist
fark der cism-i benî âdem ü hayvan edeb est
çeşm be küşâ-yı bi-bîn cümle kelâmullâh râ
âyet âyet hemegî ma’nî-i kur’ân edeb est
Meâli: “insan oğlu eğer ki edepsizdir, insan değildir; insan ve hayvan cinslerinin cismindeki fark edeptir; gözünü aç bak cümle kelamullaha; ayet ayet bütün manası kur’an’ın edeptir.”
Nâmütenâhi ve tek perdelik âlemde ağlamamak kaabil mi efendim…pek tabi her insan kalbinin rikkatinden ve dahi tahassüsündendir ağlamak, elzemdir; nefis terbiyesinin bir gereği, vazgeçilemez unsurudur gözyaşı…malumunuz gökyüzü dahi kasvetlenir, kararır, bulanır, gürler ve ağlar; hafifler, açılır semâ, siler kasvetini, berrâklaşır…kaldı ki, insanoğlu ağmaz mı efendim kalbi daraldıkça; katılaşmış, nâdânlaşmış bir kalbe sahip değil ise insanoğlu, ilaçtır akıttığı gözyaşı ve ne mutlu, şu yaşadığımız âlemde gafletten, kinden sıyrılmayı başarıp hem de suretten değil sîrette akan gözyaşına mülâki olabilen insanoğlu kalbine! ! …
bir kaç Bestenegâr beste ile örnekleyelim o halde ve görelim efendim sevgiliye olan aşkı, özlemi ve bağlanışı anlatan nağmeler neden Bestenegâr makamı ile ifade edilmiş....
Çok gördü felek şimdi beni bezm-i civanda
Çekti araya perde-i gurbet şu zamanda
Her şamın olur subh-u safa bahş-i cihanda
Gam çekme gönül bir gün erer firkate payan
Takdir-i hüda elbet eder gönlümü handan
Bestekâr: Hacı Arif Bey
Makam: Bestenegâr
Ben seni sevdim seveli kaynayıp coştum
Aklımı yağmâya verip fikrimi şaştım
Mecnûn'a şimdi eş - olup dağlara düştüm
Sor güle bülbüle ne çeker hârın elinden
Bir dahi gül koklamayım yârin elinden
Ben seni sevdim seveli döndüm deliye
Huyunu benzettim hele hûrî meleğe
Gönlümü vermişim sana almam geriye
Sor güle bülbüle ne çeker hârın elinden
Bir dahi gül koklamayım yârin elinden
Bestekâr: Dede Efendi
Makam: Bestenegâr
Yar ağlamadan didelerim kane boyandı
Müjgan-ı cefa yaresi ta cana dayandı
Gönlün ne çabuk aşık-ı kemterden usandı
Müjgan-ı cefa yaresi ta cana dayandı
Bestekâr: Hacı Faik Bey
Makam. Bestenegâr
Klasik türk müziğinin en eski makamlarından olup, 1400’ lü yılların başından itibaren kullanıldığı bilinir…nigâr, saba’nın eski adıdır…nigâr’ ın ‘güzel yüzlü sevgili’ mânâsında oluşundan mütevellid, bestenigâr, ‘sevgiliye yapılan beste’ olarak tanımlanır…zirâ Bestenigâr makamı; matem, hüzün, ızdırap, dindarlık ve vuslat duygularını taşır…
şaşırdım rastlayınca.. zirâ, yoktu evvelce ve zaten yakın tarihte eklenmiş...
elbette tanımlanırız ve fakat neden 'Bestenegâr' şeklindeki telaffuzunu kullandığıma dair izâhta bulunalım...'Bestenegâr' farsça dilinin üç ana lehçesinden iran farsçasına ait telaffuzudur diye açıklayarak tanıma geçelim ;)
bknz:fî-yakalıgillerden zembillî hikmet-i fiyakalı efendi
saygı ilen efendim, saygı ilen! !
:)
ben böyle demezdim..
muhtemellere dayanan umutların, hayallerin gerçekleşmesini beklemekle kim yetinir, hani tüm koşullar zorlansa ve hatta bu koşullar bağışlansa ihtimalleri olabilir kılmak mümkün…ihtimallerin yükünü azaltmak gerek bir şekilde… yolları yürünebilir kılmak, saçlarını rüzgârda dağıtmak, yağmurda ıslanmak, büyük kalabalıkların içinde huzurlu bir yalnız olmak, okyanuslara açılan denizlerin tam ortasında martılarla dans ederek şarkı söylemek, küpeşteye yaslanıp uçsuz mutluluk olmasa da kendi hayatımı yaşamak diye düşünmek ve ertesi gün, daha ertesi gün kovalamak hayatı; tarihin, kalabalığın ve denizin ortasında olmak….