Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Beste Negâr
Beste Negâr

ANLADIM, TARİH DE YAZILMAZ BİR AŞKIN SAYFALARINA DÜŞMÜYORSA GÜN...

  • Umut Akyürek02.06.2009 - 02:02

    ....

    Unutturamaz seni hiçbir şey, unutulsam da ben
    Her yerde sen, her şeyde sen, bilmem ki nasıl söylesem?
    Bir sisli hazân kesilir rûhum eğer görmesem
    Neş'em de sen, hüznüm de sen, bilmem ki nasıl söylesem?

    ....

  • Öküzün trene bakması02.06.2009 - 01:52

    malzeme edildiği muhtelif deyimler içinde ilk akla gelen, ‘’öküzün trene baktığı gibi’’ deyimidir… efendim hiçbir esbab-ı mucibesi yoktur bu deyimin… sanmayın ki, trene melül melül bakıyor diye bu heyvanın hüzünlü bir ruh yapısı var... yalan, kat’iyyen yalan… efendim bu öküzlerin sin(d) ir(im) sistemleri yaklaşık olarak 20 saniye kadar geç çalıştığından, acep bu geçen şey ne idir, yenilir mi içilir mi, binilir mi inilir mi, hiçbiri değil ise acep hadım edilmeden evvel görkemli, haşin bir boğa olduğum zamanlardaki büyük aşkım, sırtı yamalı damalı ineğim midir diye idrâk etmeye çalıştığı esnâda çoktan tren gelip de geçmiş olduğundan, tepkisiz kalarak trenin gelip geçtiği süreyi melül melül bakarak geçirmekle kalmayıp cümle alemin diline de ‘’öküzün trene baktığı gibi’’ aşağılama içeren bir deyime malzeme olmuştur, zavallım.…

    bir sonraki deyim incelemesi çalışmam: ‘’öküz öldü, ortaklık bozuldu’’ deyimi olacaktır…. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir diyerek; bir sonraki portre çalışmasında görüşünceye dek, öküzümüzün sağ kalıp şimdilik ortaklığımızın bozulmaması temennesi ile...

  • Halit Refiğ31.05.2009 - 20:17

    1956 yılı itibâri ile dergi ve gazetelerde sinema eleştirileri yazmaya başlar...

    Memduh Ün’ün asistanlığıyla sinemaya adım atar...

    1960’da 'Yasak Aşk' la yönetmenliğe merhaba der...

    15 yıl sonra ise bir başka yasak aşk hikâyesi ile trt ekranlarında 'Aşk-ı Memnu' ile gelir ve sinemanın televizyondaki görkemli galası olarak unutulmayacaktır....

    Refiğ, yazarlık yılları sırasında kuramsal altyapısını ortaya koyduğu Ulusal Sinema düşüncesi içinde filmler üretir... 'Gurbet Kuşları' bu filmler içinde en dikkat çeken çalışmadır....

    'Karılar Koğuşu' ile de çok sevdiği Kemal Tahir' in otobiyografisinden yararlanarak cezaevi koşullarını anlatır....

  • farkında olmamak31.05.2009 - 19:51

    gözlerime;

    akdeniz yazından, ağlatan rüzgârlar örüldüğünün…

  • farkında olmamak31.05.2009 - 19:46

    'Yalanın başlangıcı' nın harflerin kıvrımında olduğunun…

  • Napoleon Bonaparte31.05.2009 - 14:37

    Korsikalı soylu bir İtalyan ailesinin bilmem kaçıncı çocuğudur… sıradan bir çocukluk yaşadı… diğer liderler gibi çocukluğunda büyük bir askeri dehâ, konsül, savaş komutanı olacağına dair rivayet ya da işaret yoktu… meselâ, tarlalardan karga kovalamadı… öğretmeni ona jack Bonaparte demedi… ailesi diğer soylu çocuklar gibi pir-ü pâk bir çocuk olsun istiyordu… sürekli centilmen bir genç olmasını arzuluyordu arzulamasına da gel gör ki, büyüdüğünde hiç de centilmen olmayan yöntemlerle başkalarının toprağını işgâl ediyor, nice insanın hayatını per perişan ediyordu… delikanlıyken, 16 yaşında Fransız Askeri akademisine yazıldı ve topçu sınıfından mezun oldu… bu esnâda fransız devrimi, tüm dünyanın özgür yaşamak isteyenleri tutuşturmuştu... Fransa’da devrim sonrasında Fransız ordusundaki sorumlulukları ve rütbesi yükseliyor ve doğduğu topraklar olan Korsika Fransa’ya isyan ediyor, bağımsızlığını ilân ediyordu…

    genç subay Bonaparte ve ailesi tümüyle Fransa’ya yerleşiyor ve cumhuriyete bağlı yaşama sözünü veriyor… fransız devrimine yönelik içten ve dıştan büyük saldırılar oluyor ve bu, genç Bonparte (İtalyancası bounoparte) için büyük bir fırsat oluyor... İlk büyük savaşını Toulon kentini işgâl eden İngilizlere karşı giriştiği savaşta aldı… Komutanı yaralanan Fransız ordusu bonaparte komutasında toparlanıyor ve İngilizlere büyük bir darbe indiriyor... yirmibeşinde tuğgeneral oluveriyor… onlarca savaş girip çıkıyor ve nihayetinde 1799’daki tarihi ayaklanmayı darbeye dönüştürecek ve kendisine kral yetkisinde konsül ünvanı verilecekti… birkaç yıl sonra anayasayı değiştirerek ülkenin tek patronu oluveriyor… çok acıdır ki, Napolyon’un sonunu da Moskova seferi getirtiyor… Hitler’inki gibi… 1812’ de başlayan Rusya seferi kar kış ve rus direnciyle birleşince Napolyon için sonun başlangıcı oldu… Wasterlo savaşı ise tam bir hezimetti… onlarca başarısından söz eden rakipleri Wasterlo savaşındaki acı yenilgiyle birlikte andı napolyon’u… 1815 sonrası ise artık hezimetler başlıyordu…

    Önemli yanları;

    1. savaş meydanında ilk hedefi toprak ya da mevzi kazanmak değil, düşmanı yok etmek oldu…

    2. sevgilisi Josephin’e yazdığı mektup yüzyıllar sonra 4 milyon sterline satıldı…

    3. St. Helena adasında sürgündeyken, İngiliz basınının kendisi hakkındaki yazdıklarını öğrenmek için İngilizce öğrendi…

    4. sürgün edildiği adanın mülkiyeti kendisine verilmişti…

    5. josephin bilinen ateşli sevgilisi olmasına karşın maria lus ile de evlilik yaptı ve çocuğu dünyaya geldi…

  • rus kadını31.05.2009 - 01:14

    Bugün ülkemizde sıkça gördüğümüz, sokakta karşılaştığımızda tay gibi kadın diye mırıldanan erkeklerimizin dili iki karış dışarda ayak üstü fanteziler kurduğu rus kadınları, yüzyıl önce babalar ve oğullar’daki Fenichka, Ezilenler’deki Natalia, Metres’ teki olga ivanovna olarak rus romancıların sanat dünyalarını süslüyorlardı…

    günümüzde ise; uzun boyları, altın sarısı saçları, düzgün vücutları, etkili dilleri ve cüzdan düşkünlükleriyle bir çok ülkeye üretim dışı ekonomi gezileri düzenlemektedirler….

    buna bir tür liberalleşme diyebiliriz; neresinden tutsanız elinizde kalır, yaşasın klasizim :)

  • narsist29.05.2009 - 00:41

    Göldeki görüntüsüne sevdalı olma durumu….

    şimdi bu cümlede sevdalı olma ile bağ kurduğumuzda terim midemize taş gibi iniyor… arapça, siyah-karanlık anlamından sıyrılıp genişlemiş olan “sevda” sözcüğünün hastalık anlamına gelmesiyle Narkisos da önce nergise evrilmiş, sonra bir kişilik bozukluğu olarak narsiste evrilmiştir….

    kimin oğlu bilinmez ama Narkisos diye zamane oğlanlarından biri varmış… buna bir defa bakan kadın ilk görüşte sevdaya tutulurmuş…. yalnız müneccimler, Narkisos’un anne ve babasına “bu çocuk kendi görüntüsünü görmediği sürece yaşar” diye akıl vermişler… öyle ya, ne hikmetse olay gerçekleştiğinde müneccimlerin bilgisi deşifre edilir…

    neyse ki, narkisos o kadar güzel bir oğlanmış ki çevresinden oldukça ilgi görür, sevilip sayılırmış… bu ilgiden bir zaman sonra günümüzdeki yakışıklı oğlanlar ve ünlü aktörler gibi sıkılan Narkisos, kendisine karşı duyulan bu derin sevgi ve ilginin nedenlerini aramaya başlamış… bu arada onlarca tanrıça da bu güzel oğlanı ziyaret etmiş ama istedikleri yakınlaşmayı kuramamışlar… -bunu da yan not olarak geçelim-… günün birinde Mimas dağlarının eteğindeki bir gölün kenarına gidip gölde taş kaydırmaca oynamaktadır... bu gölün İris gölü olması muhtemeldir… ne olduysa o anda oldu… birden gölün dibinde güzel mi güzel bir oğlan yüzü belirir… narkisos, bu oğlanın yüzüne dokunmak ister, eğilip suyun dibindeki yüze dokunacağı an göle düşer ve orda boğulur… oysa dokunmak istediği kendi simasıymış… kendi yüzüne aşık olmuş… ve göl bu olaydan sonra kurur… kuruduğu yerden de bir çiçek biter… O gün bugündür biz bu çiçeğe ‘nergis’ diyoruz…

    Ha, bu arada narkisos’tan evrilen bir ad, nergis… terim nergis de olsaydı ben size aynı olayı anlatacaktım… şimdi bu olayda birkaç boyut var zannımca;

    1. Nergis eşcinsel eğilimli bir çiçektir… -baygın kokması bundan olabilir-

    2. Mimas dağı, Tanrı Zeus’un başkalarının özel anlarını İris aracılığıyla gözetlettirdiği ve rapor aldığı bir kule işlevindeymiş…

    3. Kara sevda deyiminin Narkisos ile ya da narsistle ilgisi var mı bilmiyorum…

  • kate29.05.2009 - 00:38

    'Kate Millet'

    efendim, Kate Millet eklenmemiş buraya yazalım o hâlde diye belirterek geçelim....


    Minessota ve Oxford üniversitelerini en yüksek derecelerde bitirmiş, cinselliğin tüm politikasının gen kodunu çıkarmış, erkeğin üstünlüğünün bin yıllardır uydurulmuş ataerkil düzenin dinle, siyasetle, edebiyatla sanatla binbir türlü hileyle ve cebirle uydurduğu bir efsane olarak yorumlayan feminizm ötesi ad… Henry Miller’in Norman Mailer’in ve benzeri erkek penisi tapıcısı yazarların foyasını paragraf paragraf ortaya döken gözlüklü esmer sayılabilecek insanın “ iyi de cinsellik ve seks hakkında bu kadar şeyi bilen bir kadının yatak deneyimi nasıl olur” sorusunu sordurup beyin fırtınası yaratan kadın-ötesi yazar… yine bu kadına göre bu penis düşkünü yazar çizer tayfası yarattıkları kadın ve erkek karakterler aracılığıyla dünyayı koca bir vajen ve penis olarak sunma eğilimindedirler… ABD’nin 1960’larda yarattığı kabadayı Sam amca’nın ne kadar kof olduğunu gözler önüne sermiştir… Her neyse, Kate’nin bir de Japon sevgilisi varmış... düzene karşı olduğu için bu Japon mimarla sadece aynı evde yaşamış ve eşit şartlarda birliktelikleri olmuşsa da son çare olarak ABD medeni yasasısın baskısıyla da olsa evlenmiş ve düzene yenik düşmüştür… çok ironik olsa gerek bu evlilik… Zamane İngiliz ve ABD’ li erkek yazarların nerdeyse kâbusu hâline gelmiş, bana, “ acaba bu kadın seks yapmayı biliyor mu? ” sorusunu sordurtan kadın...


    * efendim, yazıda kullanmak zorunda olduğum bazı terimler ve de eleştiri tarzım için affola; yazar, bu meseleleri eleştiri konusu yapmış, benim suçum yok…

    ;)

  • sex on the beach29.05.2009 - 00:17

    hay allah ya hû...

    artık, şu libidonuza bir kıvam veriniz der beste...

    bir ara ilgili terime gider, evirip çevirip bir türlü ölçüsünü tutturamadığınız libidonuzun, neden ölçülü olması gerektiğini açıklarız efendim; ilim ilen, bilim ilen, uzmanlık ilen....