“Bir elimde cımbız bir elimde ayna, umurumda mı” dünya demiş, Nebahat… Bu sözleri üçüncü sınıf şiir kitaplarından apardığını dahi unutmuş meğerse... Bunalımı(!) cımbız, kurduğu cümleler aynası... Haydaaa hak getire demiş bilge; zirâ, bilge bilmektedir ki, “bunalım sancıya döllenir ve doğurtur insanı”... bu kadar sayıklama ise bunalımdan değil, yapı bozucu psikanalizcilerin tabiriyle çocukluk yaşta başlayıp ergenlik döneminde tetiklenen ve en nihayet ilerleyen yaşına rağmen ergenlik psikolojisinden kurtulamayan bireyin yaşadığı travmaların, teşhir çağında rüya adı altında sergilenmesidir…
Nebahati bu kadar derin bir analizin içine sokmak ne derece doğru demiş talebe ve eklemiş: “Zirâ, o mahallesinde evde kalmış kızlarla kapı önünde sohbet etmekten gayri bir şey yapmamış.”
O senin dediğin eski bir hikâye diye cevap vermiş bilge gülerek... O kadar eski ki, bizim zaman dediğimiz şeyi hükümsüzleştirecek kadar... Çünkü bugün dünün aynası değil artık; bugün dünden kopalı hayli zaman oldu… Hattâ, bir tuşun ucunda ânın bir öncekinden farklılaşacağı zamana girdik… Onun için nebahat’in nevrotik kişiliği mahalle kapısının önündeki söylediği üç-beş kelimeyle analiz edilemez… Kaldı ki, Nebahat metamorfoza uğramış bir kişiliktir…
Efendim, bu saçma sapan cümleleri ardı ardına niye ekledi bu Bestenegâr diyerek şaşkın şaşkın bakmayın öyle... Kozmostan ziyade kaosu önceleyen, ergenlik psikolojisinden kurtulamamış bazı beşerin, şehvetle kelimeleri tatmin aracı yaptığını görünce bizim yazımızın bağlam bakımından atıfı da kaos olmalıydı…
Rüyalar, hayaller ve sayıklamalar... Erkek görünümlü nebahat’lerin ruh hâli bu durum… Bu yüzden karen horney’in analiz etmeye çalıştığı modern insanın nevrotik kişiliğinin hak getire olduğu görüyor ve içimde “eyvahlar” birikiyor… Nietzsche’nin “üstün insan” metaforuna giderken uğradığı nihilist durakların, Cezmi Ersözvari taklitçileri de görünce içimdeki eyvah acıya dönüşüyor... Sonra kendimi tutamayıp kahkaha atıyorum; zirâ, bunun taklit olduğunu kendi kendime söylüyorum… Sanatçıların ve hayvanların taklitlerini yapan şaklabanlara da böyle gülerdim ben... Saçmalığı barındıran yaptığı şey olmayan ve fakat kendini o zanneden bu dalkavuğun hâli yaptığından ziyade daha komik geliyordu bana… Hasılı, metamorfoza uğramış erkek olan nebahatın hali de böyle bir şey… Sayıklamalar sayıklamalar, sayıklamalar…
Hamiş: ergenlik dönemine hapsolmuş nebahat’lerin buradaki sayıklamaları ancak ve ancak kahkahayla okunmalı… bizim tavsiyemiz bu yöndedir efendim; zirâ, okuyup ciddiye alınırsa nebahat’ler yaygınlaşır mahallemizde ve yüzlerce yıllık çabayla oluşturulmuş ahengimiz kaos soytarılarının eliyle bozulur…
Efendim, siyah beyaz dönemin bıçkın delikanlıları bir nevi mahallenin ahlâkından ve namusundan sorumlu hareketleriyle önemli bir geleneğin parçalarıydı… bıçkındılar fakat aynı zamanda naiftiler… mahallenin namusu dediysek, 'kendisi her türlü haltı yer fakat kızkardeşine dokunanı olmadık şeyleri yapar' cinsinden değil, bilâkis kendi ahlâkından ve namusundan da emin olunan kişiydi onlar… bu yönleriyle yeni yetişen nesillerin idolleriydiler… sözlerinden emin olunan kişilerdi... sırrın idrakinde ölümüne sözünün eriydiler… Sır, ölüme kadar onlarda gizli kalırdı…
mahalle delikanlıları bu yönleriyle bu toprakların kültürünün özel taşıyıcılarıydı bir nevi… şimdi delikanlıyım diye omuzunu sarkıtarak dolaşan berduşmeşrepler, hepimizin en azından hikâyesini duyduğumuz bu delikanlıların yakınından bile geçemeyecekleri kesin…
şimdi salına salına dolanan berduşmeşrebin, ilk gördüğü zorlukta bırakın başkasının sırrını tutmayı, kendi sırrını dahi iki kuruşa pazara çıkardığına hepimiz şahit olmaktayız… bu yönüyle bugünün mahalle delikanlıları (!) , geçmişin delikanlılarından ziyade, bir evin kapısının önünde toplanıp onun bunun dedikodusunu yapan mahalle karılarına daha çok benzedikleri söylenirse abartılmış olmaz… bu mahalle delikanlılarının, mahalle karılarına dönüştüğü anlamına gelir…
Hamiş: maalesef mahalle karıları mahalle delikanlılarına karşı galip gelmiş ve onların yetiştirdiği çocuklar bir omuzu aşağıda bir omuzu yukarıda nara atarak mahallenin kızlarına sarkıntılık etmekle meşgul… mahallenin kızı namusundan emin dimdik dururken bugünün delikanlısı bir masa etrafında en aşağılığından sözlerle kıza iftira etmekle mahir...
Hamişin Hamişi: mahallede çakallar iktidar olmuş, yiğit havasında kıvırtanlar çoğalmış…
Soysuzlar Çetesi, 'Quentin Tarantino'nun tarihe kaba bir ÖPÜCÜĞÜ' diye nitelendirebileceğimiz filmidir... film hakkında sağlam bir eleştiri yazısı ve benim filme dair izlenimlerim: buyurunuz: http://cengizchefikir.blogspot.com/2009/10/soysuzlar-cetesinden-soylu.html
kamuoyu modern demokrasilerde sihirli bir kelime olarak bilinir… demokrasilerde her şey kamuoyu önünde olur… tartışmalar da bu noktada da kamuoyunun gelişimi açısından önemli bir işlevi vardır… kapalı toplumlarda ise kamuoyu önünde tartışma olmaz. bilakis monist bir yaklaşımla kamuoyu koyun sürüsü gibi algılanır…
her ne kadar kullanıcıların kimlikleri muğlak kalsa da internet de kamuoyu araçlarından biri sayılabilir… forum sayfalarında demokrasinin bu sihirli kavramı için önemli işlevler görür… tabi burada çok ince bir çizgi vardır; başta da belirttiğimiz gibi internet üzerinde yazışma yapanların kimlikleri muğlak bir iklimde gezinmektedir... bu noktadan hareketle de kamuoyunun kimliği sorgulanabilir…
dün buraya yazdığımız bir eleştiri yazısı tam da bu noktaya tekabül etmekte… muhatabımız da kamuoyu önüne yazdığımız ezberciliğin ifşa edildiği yoruma karşı bizim muğlak iklimde gezinenlerden olduğumuzu vehmederek, daha özel alanda bizi yargılamanın yolunu aradığını ortaya koyan yorumlar yazdı… zirâ, ezberciliğin yapacağı tek şey küfür de dahil hakaret yollarını bulmaktır…
efendim, bu açıklayıcı girişten sonra bize okunan meydanların acziyetini gördükçe 'sirkatini söyleyen' bir ezberci idrakin histerisi, hatta ve hatta klavyenin tuşlarının dokunabilmeyi aydınlık zanneden yaşlılık idrakin sefilliğini acıyarak gördüm…
oradan buradan apardığı cümleleri buraya boca eden ve üzerine gelindiği zaman da yazdıklarından ziyade başka cümlelere sığınan bu sefil idrakin cevabı olur mu diye düşündüm… zirâ, düşkünlüğün muhalefeti düşkünlüktür… lâkin, kamuoyunun bilgilendirilmesi ve doğru zeminde iradesinin tecellisi adına düşkünün ifşa edilmesinin erdemin bize dayattığı bir gerçekliktir…
Hamişin Hamişi: Sünbülzade Vehbi'nin 'sirkat-i şi'r edene kat-ı zeban lazımdır' mısrasından mülhem, haraminin ifşası düşünce namusu adına bir vazifedir… ta ki, histerik cümleler kuramasınlar….
Fikret Başkaya'nın Paradigmanın İflası'nın okuduğum gün kafamda yer alan bir çok tarihi değerin yerle bir olduğunu hatırlıyorum… o günden itibaren de Başkaya'nın adının geçtiği bütün yazıları okumaya çalışırım, içinde bulunduğu organizasyonları takip etmeye gayret ederim… bu organizasyonlardan biri de özgür üniversite platformudur... işte bu yazıyı da Erdem Ülkün 1'in sayfasında alıntı başlıklı notunda yer alan 'özgür üniversite' ibaresini görünce incelemeye başladığım sayfanın ezberci bir dimağın 'kavramları nasıl iğdiş ettiğini' görünce karar verdim…
Fikret Başkaya'nın hayatına ilişkin notlara bakıldığı zaman düşünce-eylem bütünlüğünde bir portreyle karşı karşıya kalırsınız… genel anlamda Marksist metodoloji çerçevesinde hayatı değerlendiren ustanın, özellikle resmi ideoloji konusunda yaptığı eleştirilerin de bu bağlamda paradigmayı sarsan eleştiriler olduğu görülecektir…
Fikret Başkaya ve çevresinin oluşturduğu Özgür Üniversite platformu da bu noktada aynı ölçüde paradigma sorgulaması yaptıran yayınlar yapmakta... tabi bu uyanık dimağlar için geçerli bir durum….
Erdem Ülkün'ün yazılarına da bu çerçevede bakmaya çalıştım… kimi zaman yaptığı alıntılar üzerinde düşündüm… kimi zaman da kahkahayla güldüm… bir kaç sayfa içinde uyanık bir dimağdan ziyade ezberci ve malumatçı bir kafayla karşı karşıya kaldığımı anladım... Özgür Üniversite adına da 'eyvah' diyesim geldi…
tabi bu noktadan itibaren de ülkemizde en sık rastlanan bir kafa için fazla kafa yormaya gerek yok dedim… lâkin, kitaplarını okumaktan büyük haz aldığım Özgür Üniversite çevresinin birilerinin tatmin aracına dönüşmesine de gönül razı gelemezdi…. ve hatta ezberci kafaların dayanılmaz hafifliğini ifşa etmenin de düşünce namusu adına yapılması gerekir… Erdem ülkün, ezberci bir kafa yapısıyla paradigmayı sarsacak nitelikteki kaynak eserlerden haramilik yapan zavallıların durumundadır…
Hamiş: efendim, bu konuda bir diğer husus da en çok eleştirdiği resmi ideolojinin müntesipleri gibi 'mutlak bilgiye ulaştım, artık bu geri kalmış halkı aydınlatmalıyım' hıncıyla hareket ettiğini söyleyelim... böyle bir tutumun 'ezberin kendisini hangi zavallılıkla ifşa ettiğinin' güzel bir örneği olduğunu da belirtmeliyim…
'Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hür..'
'Ruhum bir heykel gibi düşüp parçalanırdı,
bu sesleri duyanlar gülüyorum sanırdı...'
Sabahattin Ali
Ölümünün 62. yılında hâlâ mezarı da failleri de kayıp olan yazar…
O’nun meskeni dağlardır, dağlar…
Rahmet O’na…
Mahalle karılarının rüyaları
“Bir elimde cımbız bir elimde ayna, umurumda mı” dünya demiş, Nebahat… Bu sözleri üçüncü sınıf şiir kitaplarından apardığını dahi unutmuş meğerse... Bunalımı(!) cımbız, kurduğu cümleler aynası... Haydaaa hak getire demiş bilge; zirâ, bilge bilmektedir ki, “bunalım sancıya döllenir ve doğurtur insanı”... bu kadar sayıklama ise bunalımdan değil, yapı bozucu psikanalizcilerin tabiriyle çocukluk yaşta başlayıp ergenlik döneminde tetiklenen ve en nihayet ilerleyen yaşına rağmen ergenlik psikolojisinden kurtulamayan bireyin yaşadığı travmaların, teşhir çağında rüya adı altında sergilenmesidir…
Nebahati bu kadar derin bir analizin içine sokmak ne derece doğru demiş talebe ve eklemiş: “Zirâ, o mahallesinde evde kalmış kızlarla kapı önünde sohbet etmekten gayri bir şey yapmamış.”
O senin dediğin eski bir hikâye diye cevap vermiş bilge gülerek... O kadar eski ki, bizim zaman dediğimiz şeyi hükümsüzleştirecek kadar... Çünkü bugün dünün aynası değil artık; bugün dünden kopalı hayli zaman oldu… Hattâ, bir tuşun ucunda ânın bir öncekinden farklılaşacağı zamana girdik… Onun için nebahat’in nevrotik kişiliği mahalle kapısının önündeki söylediği üç-beş kelimeyle analiz edilemez… Kaldı ki, Nebahat metamorfoza uğramış bir kişiliktir…
Efendim, bu saçma sapan cümleleri ardı ardına niye ekledi bu Bestenegâr diyerek şaşkın şaşkın bakmayın öyle... Kozmostan ziyade kaosu önceleyen, ergenlik psikolojisinden kurtulamamış bazı beşerin, şehvetle kelimeleri tatmin aracı yaptığını görünce bizim yazımızın bağlam bakımından atıfı da kaos olmalıydı…
Rüyalar, hayaller ve sayıklamalar... Erkek görünümlü nebahat’lerin ruh hâli bu durum… Bu yüzden karen horney’in analiz etmeye çalıştığı modern insanın nevrotik kişiliğinin hak getire olduğu görüyor ve içimde “eyvahlar” birikiyor… Nietzsche’nin “üstün insan” metaforuna giderken uğradığı nihilist durakların, Cezmi Ersözvari taklitçileri de görünce içimdeki eyvah acıya dönüşüyor... Sonra kendimi tutamayıp kahkaha atıyorum; zirâ, bunun taklit olduğunu kendi kendime söylüyorum… Sanatçıların ve hayvanların taklitlerini yapan şaklabanlara da böyle gülerdim ben... Saçmalığı barındıran yaptığı şey olmayan ve fakat kendini o zanneden bu dalkavuğun hâli yaptığından ziyade daha komik geliyordu bana… Hasılı, metamorfoza uğramış erkek olan nebahatın hali de böyle bir şey… Sayıklamalar sayıklamalar, sayıklamalar…
Hamiş: ergenlik dönemine hapsolmuş nebahat’lerin buradaki sayıklamaları ancak ve ancak kahkahayla okunmalı… bizim tavsiyemiz bu yöndedir efendim; zirâ, okuyup ciddiye alınırsa nebahat’ler yaygınlaşır mahallemizde ve yüzlerce yıllık çabayla oluşturulmuş ahengimiz kaos soytarılarının eliyle bozulur…
Mahalle Delikanlılarının Metamorfozu
Efendim, siyah beyaz dönemin bıçkın delikanlıları bir nevi mahallenin ahlâkından ve namusundan sorumlu hareketleriyle önemli bir geleneğin parçalarıydı… bıçkındılar fakat aynı zamanda naiftiler… mahallenin namusu dediysek, 'kendisi her türlü haltı yer fakat kızkardeşine dokunanı olmadık şeyleri yapar' cinsinden değil, bilâkis kendi ahlâkından ve namusundan da emin olunan kişiydi onlar… bu yönleriyle yeni yetişen nesillerin idolleriydiler… sözlerinden emin olunan kişilerdi... sırrın idrakinde ölümüne sözünün eriydiler…
Sır, ölüme kadar onlarda gizli kalırdı…
mahalle delikanlıları bu yönleriyle bu toprakların kültürünün özel taşıyıcılarıydı bir nevi… şimdi delikanlıyım diye omuzunu sarkıtarak dolaşan berduşmeşrepler, hepimizin en azından hikâyesini duyduğumuz bu delikanlıların yakınından bile geçemeyecekleri kesin…
şimdi salına salına dolanan berduşmeşrebin, ilk gördüğü zorlukta bırakın başkasının sırrını tutmayı, kendi sırrını dahi iki kuruşa pazara çıkardığına hepimiz şahit olmaktayız… bu yönüyle bugünün mahalle delikanlıları (!) , geçmişin delikanlılarından ziyade, bir evin kapısının önünde toplanıp onun bunun dedikodusunu yapan mahalle karılarına daha çok benzedikleri söylenirse abartılmış olmaz… bu mahalle delikanlılarının, mahalle karılarına dönüştüğü anlamına gelir…
Hamiş: maalesef mahalle karıları mahalle delikanlılarına karşı galip gelmiş ve onların yetiştirdiği çocuklar bir omuzu aşağıda bir omuzu yukarıda nara atarak mahallenin kızlarına sarkıntılık etmekle meşgul… mahallenin kızı namusundan emin dimdik dururken bugünün delikanlısı bir masa etrafında en aşağılığından sözlerle kıza iftira etmekle mahir...
Hamişin Hamişi: mahallede çakallar iktidar olmuş, yiğit havasında kıvırtanlar çoğalmış…
Soysuzlar Çetesi, 'Quentin Tarantino'nun tarihe kaba bir ÖPÜCÜĞÜ' diye nitelendirebileceğimiz filmidir... film hakkında sağlam bir eleştiri yazısı ve benim filme dair izlenimlerim: buyurunuz: http://cengizchefikir.blogspot.com/2009/10/soysuzlar-cetesinden-soylu.html
Kamuoyu ve Söz Hakkı
kamuoyu modern demokrasilerde sihirli bir kelime olarak bilinir… demokrasilerde her şey kamuoyu önünde olur… tartışmalar da bu noktada da kamuoyunun gelişimi açısından önemli bir işlevi vardır… kapalı toplumlarda ise kamuoyu önünde tartışma olmaz. bilakis monist bir yaklaşımla kamuoyu koyun sürüsü gibi algılanır…
her ne kadar kullanıcıların kimlikleri muğlak kalsa da internet de kamuoyu araçlarından biri sayılabilir… forum sayfalarında demokrasinin bu sihirli kavramı için önemli işlevler görür… tabi burada çok ince bir çizgi vardır; başta da belirttiğimiz gibi internet üzerinde yazışma yapanların kimlikleri muğlak bir iklimde gezinmektedir... bu noktadan hareketle de kamuoyunun kimliği sorgulanabilir…
dün buraya yazdığımız bir eleştiri yazısı tam da bu noktaya tekabül etmekte… muhatabımız da kamuoyu önüne yazdığımız ezberciliğin ifşa edildiği yoruma karşı bizim muğlak iklimde gezinenlerden olduğumuzu vehmederek, daha özel alanda bizi yargılamanın yolunu aradığını ortaya koyan yorumlar yazdı… zirâ, ezberciliğin yapacağı tek şey küfür de dahil hakaret yollarını bulmaktır…
efendim, bu açıklayıcı girişten sonra bize okunan meydanların acziyetini gördükçe 'sirkatini söyleyen' bir ezberci idrakin histerisi, hatta ve hatta klavyenin tuşlarının dokunabilmeyi aydınlık zanneden yaşlılık idrakin sefilliğini acıyarak gördüm…
oradan buradan apardığı cümleleri buraya boca eden ve üzerine gelindiği zaman da yazdıklarından ziyade başka cümlelere sığınan bu sefil idrakin cevabı olur mu diye düşündüm… zirâ, düşkünlüğün muhalefeti düşkünlüktür… lâkin, kamuoyunun bilgilendirilmesi ve doğru zeminde iradesinin tecellisi adına düşkünün ifşa edilmesinin erdemin bize dayattığı bir gerçekliktir…
Hamiş: sirkat-i şi'r edene kat-ı zeban lazımdır./ Böyledir şir'i belagatte fetava-yı sühan…
Hamişin Hamişi: Sünbülzade Vehbi'nin 'sirkat-i şi'r edene kat-ı zeban lazımdır' mısrasından mülhem, haraminin ifşası düşünce namusu adına bir vazifedir… ta ki, histerik cümleler kuramasınlar….
‘’Ezberin Ciddiyeti’’ üzerine!
Fikret Başkaya'nın Paradigmanın İflası'nın okuduğum gün kafamda yer alan bir çok tarihi değerin yerle bir olduğunu hatırlıyorum… o günden itibaren de Başkaya'nın adının geçtiği bütün yazıları okumaya çalışırım, içinde bulunduğu organizasyonları takip etmeye gayret ederim… bu organizasyonlardan biri de özgür üniversite platformudur... işte bu yazıyı da Erdem Ülkün 1'in sayfasında alıntı başlıklı notunda yer alan 'özgür üniversite' ibaresini görünce incelemeye başladığım sayfanın ezberci bir dimağın 'kavramları nasıl iğdiş ettiğini' görünce karar verdim…
Fikret Başkaya'nın hayatına ilişkin notlara bakıldığı zaman düşünce-eylem bütünlüğünde bir portreyle karşı karşıya kalırsınız… genel anlamda Marksist metodoloji çerçevesinde hayatı değerlendiren ustanın, özellikle resmi ideoloji konusunda yaptığı eleştirilerin de bu bağlamda paradigmayı sarsan eleştiriler olduğu görülecektir…
Fikret Başkaya ve çevresinin oluşturduğu Özgür Üniversite platformu da bu noktada aynı ölçüde paradigma sorgulaması yaptıran yayınlar yapmakta... tabi bu uyanık dimağlar için geçerli bir durum….
Erdem Ülkün'ün yazılarına da bu çerçevede bakmaya çalıştım… kimi zaman yaptığı alıntılar üzerinde düşündüm… kimi zaman da kahkahayla güldüm… bir kaç sayfa içinde uyanık bir dimağdan ziyade ezberci ve malumatçı bir kafayla karşı karşıya kaldığımı anladım... Özgür Üniversite adına da 'eyvah' diyesim geldi…
tabi bu noktadan itibaren de ülkemizde en sık rastlanan bir kafa için fazla kafa yormaya gerek yok dedim… lâkin, kitaplarını okumaktan büyük haz aldığım Özgür Üniversite çevresinin birilerinin tatmin aracına dönüşmesine de gönül razı gelemezdi…. ve hatta ezberci kafaların dayanılmaz hafifliğini ifşa etmenin de düşünce namusu adına yapılması gerekir… Erdem ülkün, ezberci bir kafa yapısıyla paradigmayı sarsacak nitelikteki kaynak eserlerden haramilik yapan zavallıların durumundadır…
Hamiş: efendim, bu konuda bir diğer husus da en çok eleştirdiği resmi ideolojinin müntesipleri gibi 'mutlak bilgiye ulaştım, artık bu geri kalmış halkı aydınlatmalıyım' hıncıyla hareket ettiğini söyleyelim... böyle bir tutumun 'ezberin kendisini hangi zavallılıkla ifşa ettiğinin' güzel bir örneği olduğunu da belirtmeliyim…
Erdem Ülkün'e savaş ilan ediyorum... kapatacağım onun ezberci tarihten sayfalarını ve safsatalarını :)
hayde bre, hodri meydan...
takvimlere bahar geldi...
yüreğime de gelsin; ve hiç gitmesin, iklim değiştirmesin...
Allah'ım, sen benim aklımı koru.)))