Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • Comte de Buffon23.12.2007 - 22:19

    Fransız evrimcilerden Comte de Buffon, 18. yüzyılın en tanınan bilim adamlarından biriydi. 50 yıldan fazla bir süre Paris'teki kraliyete ait Botanik bahçelerinin müdürlüğünü yürüttü. Darwin, teorisinin temelini büyük ölçüde Buffon'un eserlerine dayandırmıştı. Buffon'un 44 ciltlik kapsamlı çalışması Histoire Naturelle'de Darwin'in kullandığı öğretilerin çoğuna rastlamak mümkündür.
    'Büyük Varoluş Zinciri' (Aristo'nun türleri basitten karmaşığa doğru sıralaması; diğer adıyla Scala Naturae) ise gerek Buffon'un gerekse Lamarck'ın evrimci sistemleri için başlangıç noktası teşkil etmiştir. Amerikalı bilim tarihçisi D. R. Olroyd, bu ilişkiyi şöyle tanımlamaktadır:

    Histoire Naturelle'in ilk cildinde Buffon kendisini 'Büyük Varoluş Zinciri' doktrininin yorumlayıcısı olarak açıklamaktadır… Lamarck ise eski Büyük Varoluş Zinciri doktrininin yeni bir versiyonunu savunuyordu… Fakat bu zincir katı, durağan bir yapı gibi kabul edilmiyordu. Ortamın ihtiyaçlarını karşılamak için mücadeleleriyle ve 'kazanılmış özelliklerin sonraki nesle aktarılması' prensibinin yardımıyla organizmalar zincirin yukarılarına doğru yavaşça hareket edebiliyorlardı. Başka bir deyişle mikroptan insana doğru… Ayrıca zincirin en altında, spontane jenerasyon (ani oluşum) yoluyla inorganik (cansız) maddeden ortaya çıkan yeni yaratıklar sürekli olarak beliriyordu. Zincirin yukarısına doğru sürekli olarak kompleksleşen bir süreç işliyordu.

    Bu bakımdan bugün 'evrim teorisi' dediğimiz kavram, gerçekte eski bir Yunan efsanesi olan Büyük Varoluş Zincirinin günümüze taşınmasıyla doğmuştur. Darwin'den önce de birçok evrimci vardı ve onların evrimci fikirleri ve sözde delillerinin çoğunun orijinali Büyük Varoluş Zinciri'nde zaten yer alıyordu. Buffon ve Lamarck'la birlikte Büyük Varoluş Zinciri yeni bir kılıfla bilim dünyasına sunuldu, oradan da Darwin'e etki etti.

  • kalıtım23.12.2007 - 22:03

    Darwin'in evrim teorisini geliştirdiği dönemde canlıların özelliklerini sonraki nesillere nasıl aktardıkları, yani kalıtımın nasıl gerçekleştiği tam olarak bilinmiyordu. Bu nedenle kalıtımın kan yoluyla sağlandığı gibi ilkel düşünceler yaygın kabul görüyordu. Kalıtım hakkındaki bu belirsizlik, Darwin'in teorisini geliştirirken tümüyle yanlış birtakım varsayımlara dayanmasına neden oldu.

    Darwin, 'evrim mekanizması' olarak temelde doğal seleksiyonu gösteriyordu. Darwin, 'evrim mekanizması' olarak temelde doğal seleksiyonu gösteriyordu. Ama doğal seleksiyon vasıtasıyla seçilecek olan 'yararlı özellikler' nasıl ortaya çıkacak ve nesilden nesile nasıl aktarılacaktı? İşte Darwin bu noktada Lamarck tarafından ortaya atılmış olan 'kazanılmış özelliklerin sonradan aktarılması' tezine sarıldı. Evrim teorisini savunan bir araştırmacı olan Gordon Taylor, The Great Evolution Mystery adlı kitabında Darwin'in Lamarckizm'den yoğun biçimde etkilendiğini şöyle anlatır:

    Lamarckizm, kazanılmış olan özelliklerin kalıtsal olarak aktarılması olarak bilinir... Darwin'in kendisi, açık konuşmak gerekirse, böyle bir kalıtımın gerçekleştiğine inanmış ve hatta parmaklarını kaybettikten sonra çocukları parmaksız olarak doğan bir adamı kaynak olarak gösterip bu olayı anlatmıştır... Darwin, Lamarck'tan tek bir fikir bile almadığını iddia etmiştir. Bu son derece ironiktir, çünkü Darwin sürekli olarak kazanılmış özelliklerin aktarılması fikriyle oynamıştır ve (bu nedenle) eleştirilmesi gereken, Lamarck'tan ziyade Darwin'dir. Kitabının (Türlerin Kökeni) 1859 baskısında 'dış şartların değişiminin' varyasyonlara kaynaklık ettiğini söylemekte, ama hemen ardından bu şartların varyasyonları yönettiğini ve bunu yaparken de doğal seleksiyonla işbirliği yaptığını açıklamaktadır. Her geçen yıl, (organların) kullanılması ya da kullanılmaması konusuna daha fazla önem vermiştir... 1868'de 'Varieties of Animals and Plants under Domestication' isimli kitabını yayınladığında, Lamarkist kalıtıma delil oluşturduğunu düşündüğü bir dizi örnek vermiştir... Bazı erkek çocuklarının organlarının ön derilerinin, nesiller boyu yapılan sünnet nedeniyle kısaldığı gibi.

    Ancak Lamarck'ın tezi, Avusturyalı botanikçi Rahip Gregor Mendel'in keşfettiği kalıtım kanunları tarafından yalanlandı. Bu durumda 'yararlı özellikler' kavramı da havada kalmış oluyordu. Genetik kanunları, kazanılmış özelliklerin aktarılmadığını ve kalıtımın değişmez bazı yasalara göre gerçekleştiğini gösteriyordu. Bu yasalar, türlerin değişmezliği görüşünü destekliyordu.

    Gregor Mendel, uzun deney ve gözlemler sonucunda belirlediği kalıtım kanunlarını 1865 yılında açıklamıştı. Ancak bu kanunların bilim dünyasının dikkatini çekmesi yüzyılın sonlarında mümkün oldu. 20. yüzyılın başlarında bu kanunların doğruluğu tüm bilim dünyası tarafından kabul edildi. Bu durum, 'yararlı özellikler' kavramını Lamarck'a dayanarak açıklamaya çalışmış olan Darwin'in teorisini ciddi bir açmaza sokmuş oluyordu.

  • gregor mendel21.12.2007 - 19:50

    Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabının yayınlanmasının ardından Avusturyalı botanikçi rahip Gregor Mendel, uzun deney ve gözlemler sonucunda belirlediği kalıtım kanunlarını 1865 yılında açıklamıştır. Ancak bu kanunların bilim dünyasının dikkatini çekmesi yüzyılın sonlarında mümkün olmuştur. 20. yüzyılın başlarında ise bu kanunların doğruluğu tüm bilim dünyası tarafından kabul edilmiştir. Bu durum, 'yararlı özellikler' kavramını Lamarck'a dayanarak açıklamaya çalışmış olan Darwin'in teorisini ciddi bir açmaza sokmuştur.

    Burada şunu da önemle belirtmek gerekir ki, Mendel sadece Lamarck'ın evrim modeline değil, aynı zamanda Darwin'in evrim modeline de karşı çıkmıştır. Journal of Heredity dergisinde yayınlanan 'Mendel's Opposition to Evolution and to Darwin' (Mendel'in Evrime ve Darwin'e Muhalefeti) başlıklı bir makalede belirtildiği gibi, 'Mendel, Türlerin Kökeni'ne aşinaydı ve Darwin'in teorisine karşı çıkıyordu. Darwin, doğal seleksiyonla ortak atadan evrimleşme teorisini öne sürerken, Mendel özel yaratılışa inanıyordu.'

  • jean baptiste lamarck21.12.2007 - 19:33

    Evrim teorisi, felsefi kökenleri Eski Yunan'a kadar uzanmasına karşın, bilim dünyasının gündemine 19. yüzyılda girdi. Önce Fransız biyolog Jean B. Lamarck, Zoological Philosophy adlı kitabında canlı türlerinin birbirlerinden evrimleştikleri varsayımını ortaya attı.

    Lamarck'a göre canlılar yaşamları sırasında kazandıkları özellikleri sonraki nesle aktarıyorlar, böylece evrimleşiyorlardı. Örneğin zürafalar, ceylan benzeri hayvanlardan türemişlerdi; yüksek ağaçların yapraklarını yemek için çabalarken nesilden nesile boyunları uzamıştı. Darwin de canlıları evrimleştiren etken olarak, Lamarck'ın 'kazanılmış özelliklerin aktarılması' tezine başvurdu.
    Lamarck'ın 'kazanılmış özelliklerin aktarılması' olarak bilinen bu evrim modeli, kalıtım kanunlarının keşfedilmesi ile birlikte geçerliliğini yitirmiştir. 20. yüzyılın ortalarında DNA'nın keşfiyle birlikte, canlıların, hücrelerinin çekirdeğine kodlanmış çok özel bir genetik bilgiye sahip oldukları ve bu genetik bilginin, 'kazanılmış özellikler' tarafından değiştirilemeyeceği ortaya çıktı. Dolayısıyla bir canlının sürekli ağaçlara uzanması sonucunda boynu bir kaç santim uzamış olsa bile, doğurduğu yavruları yine o türe ait standart boyun ölçüleri ile doğacaklardı. Lamarck'ın öne sürdüğü evrim teorisi, bilimsel bulgular tarafından yalanlandı ve yanlış bir varsayım olarak tarihe geçti.

  • evrim21.12.2007 - 19:28

    Pek çok insan evrim teorisini, Charles Darwin tarafından ortaya atılan, sağlam bilimsel delillere, gözlemlere ve deneylere dayalı bir teori zanneder. Oysa evrim teorisinin ilk fikir babası Darwin olmadığı gibi, teorinin kaynağı da bilimsel deliller değildir.

    Mezopotamya'da putperest dinlerin hakimiyetinin bulunduğu bir dönemde, canlılığın ve evrenin kökeni hakkında birçok batıl inanç ve efsane yaygındı; bunlardan biri de 'evrim' inancıydı. Sümerler'den kalan Enuma-İliş adlı yazıtta anlatıldığına göre, ilk başta bir su karmaşası vardı ve bu su karmaşasının içerisinden birdenbire Lahau ve Lahamu adlı tanrılar ortaya çıkmıştı. Bu batıl inanışa göre, ibadet edilen bu putlar ilk önce kendi kendilerini var etmişler, daha sonra da evrimleşerek diğer maddeleri ve canlıları oluşturmuşlardı. Yani Sümer efsanelerine göre canlılık, cansız su kaosundan birdenbire oluşmuş ve evrimleşerek gelişmişti.

    Evrim efsanesi, daha sonra bir başka putperest medeniyet olan Eski Yunan'da hayat sahası buldu. Eski Yunan'ın materyalist filozofları, maddeyi yegane varlık sayıyorlardı. Sümerler'den miras kalan evrim efsanesine ise, canlıların nasıl oluştuğunu açıklamak niyetiyle başvurdular. Böylece materyalist felsefe ve evrim efsanesi Eski Yunan'da birleşti, oradan da Roma kültürüne taşındı.

    Evrim teorisinin savunduğu bütün canlıların ortak bir ataya sahip oldukları düşüncesini, Fransız biyolog Comte de Buffon, 18. yüzyılın ortasında ileri sürdü. Charles Darwin'in büyükbabası Erasmus Darwin Buffon'un ortaya attığı fikri geliştirdi ve bugün 'evrim teorisi' dediğimiz düşüncenin ilk temel önermelerini ortaya koydu.

    Erasmus Darwin'den sonra Fransız doğa bilimci Jean Baptiste Lamarck, 19. yüzyılın başında ilk kapsamlı evrim teorisini ortaya attı. Lamarck, evrimin mekanizmasını 'kazanılan özelliklerin nesilden nesle aktarılması' olarak açıklıyordu. Buna göre canlıların yaşamları sırasında uğradıkları değişiklikler kalıcıydı ve yeni nesillere kalıtsal olarak aktarılabiliyordu. Lamarck'ın teorisi ortaya atıldığı dönemde büyük sükse yapmıştı, ama sonraları popülaritesini hızla yitirdi. Lamarck'ın teorileri hakkında haklı kuşkulara sahip olanlar araştırmalara başlamışlardı.

    1870 yılında İngiliz biyolog Weismann, yaşam sırasında kazanılmış olan özelliklerin bir sonraki nesle aktarılmasının imkansız olduğunu ve böylece Lamarck'ın teorisinin yanlış olduğunu ispatladı. Bu nedenle, bugün evrim teorisi olarak bizlere ve tüm dünyaya empoze edilen öğreti, kendini Lamarck'a dayandırmaz. Bugün tüm dünyada evrim teorisi olarak bilinen Darwinizm'in doğuşu, Charles Darwin'in 1859'da yayınladığı The Origin of Species by Means of Natural Selection or the Preservation of Favored Races in the Struggle for Life (Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon veya Yaşam Mücadelesinde Kayırılmış Irkların Korunması Yoluyla) isimli kitapla olmuştur. Darwin, Lamarck'ın teorisindeki bazı açık mantık hatalarını elemiş ve canlıların evrimini kalıtsal olarak açıklamak yerine 'doğal seleksiyon' tezini ortaya atmıştır.

    Evrim teorisi canlıların yaratılmış oldukları gerçeğini reddeder, doğal süreçlerin ve rastlantısal etkilerin ürünü olduklarını savunur. Bu teoriye göre bütün canlılar birbirlerinden türemişlerdir. Önceden var olan bir canlı türü, zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Dönüşüm yüz milyonlarca senelik uzun bir zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir. Yaklaşık bir buçuk yüzyıldır kabul gören teori, bugün paleontoloji, biyokimya, anatomi, biyofizik, genetik gibi pek çok ana bilim dalında yapılan çalışmaların sonuçlarıyla çelişmektedir.

  • mehdi02.12.2007 - 16:38

    Peygamberimiz (sav) hadislerinde, her yüzyıl başında Allah'ın yeryüzüne bir müceddid (dini hakikatleri devrin ihtiyaçlarına göre izah etmek üzere gönderilen büyük alim) göndereceğini müjdelemektedir:

    Gerçekten Aziz ve Celil olan Allah her yüz sene başında şu ümmetin dinini bidatten (dine sonradan sokulan hurafelerden) ayıracak, yenileyecek (ilim sahibi) Bir Zatı gönderir. (Sünen-i Ebu Davud, 5/100)

    Bediüzzaman Said Nursi Hicri 13. asrın büyük müceddididir. Allah ona üstün bir ilim ve hikmetle lütufta bulunmuştur. Bediüzzaman, Risale-i Nur gibi önemli bir külliyat meydana getirerek Allah’ın izniyle yüzbinlerce insanın hidayetine, imanda derinleşmelerine, inkar sahiplerinin Allah’a iman etmelerine ve doğruyu görmelerine vesile olmuştur.
    Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin Gelişini Nasıl Müjdelemiştir?
    Bediüzzaman, Risalelerin birçok yerinde, yukarıda yer alan olaylar ve tarihler gibi, gelecekte gerçekleşecek önemli olaylardan bahsetmiştir. Bunlar arasında ahir zaman alametleri ve Mehdi konusu ise çok geniş bir yer tutmaktadır. Bediüzzaman “hakiki beklenen ve bir asır sonra gelecek olan zat” (Kastamonu Lahikası, 57) şeklinde ifade ettiği Hz. Mehdi’nin gelişinin, Allah’ın bir vaadi olduğunu ve mutlaka gerçekleşeceğini şöyle bildirmiştir:

    Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında(fitnelerin olduğu, karışık bir zaman) , elbette en büyük Bir Mücetehid (ihtiyaç hasıl olduğunda ayet ve hadislerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi ve önderi) , hem en büyük Bir Mücetehid (dini açıklayan büyük alim) , hem Hakim, hem Mehdi (hidayete vesile olan) , hem Mürşid (doğru yolu gösteren) , hem Kutb-u Azam (en büyük yol gösterici) olarak Bir Zat-ı Nuraniyi (Nurani bir şahsı) gönderecek ve O Zat da, ehl-i beyt-i Nebeviden (Peygamberimiz (sav) ’in soyundan) olacaktır... Kadir-i Zülcelal Hz. Mehdi ile De, Alem-i İslam’ın Zulümatını (İslam aleminin üzerindeki karanlıkları) Dağıtabilir. Ve vaad etmiştir, vaadini elbette yapacaktır. (Mektubat, sf. 411-412)

    Bediüzzaman, hem kendisinden sonraki asırda gelecek olan müceddid olması, hem de 1400 senedir tüm Müslümanların şevk ve heyecanla beklediği kutlu bir şahıs olması nedeniyle, eserlerinde Hz. Mehdi'den çok açık ve detaylı olarak bahsetmiştir. Risale-i Nur’da ahir zaman alametlerinden, Hz. İsa’nın yeryüzüne ikinci kez gelişinden, Hz. Mehdi’nin cemaatinden, görevlerinden ve Hz. İsa ile birlikte hareket edeceğinden söz edilmektedir. Bunun yanı sıra Hz. Mehdi’nin geliş vakti, geleceği ortamın şartları, göreve başlayacağı yer, onu diğer müceddidlerden ayıran görevleri ve bu görevinde ona yardım edecek şahıslar hakkında da önemli bilgiler verilmektedir.

    Bediüzzaman kendisinin Hz. Mehdi’ye zemin hazırlayan bir öncü olduğunu bildirmiştir

    Bediüzzaman, Hz. Mehdi ve yardımcılarını “baharda gelecek kudsi çiçekler” kendisini ise, “bu mübarek şahsın neferi (askeri) ” olarak nitelendirmiş, yapmakta olduğu hizmetleriyle Hz. Mehdi’ye zemin hazırladığını belirtmiştir:

    O ileride gelecek Acib Şahsın (şaşılan ve hayret uyandıran) bir hizmetkarı ve Ona yer hazır edecek bir dümdarı (önceden gelen takipçisi) ve O Büyük Kumandanın pişdâr bir neferi (öncü bir askeri) olduğumu zannediyorum. (Barla Lahikası, 162)

    Çok zaman evvel bir ehl-i velâyetten işittim ki; O Zat, eski velilerin gaybi işaretlerinden istihrac etmiş (bir anlam çıkartmış) ve kanaati gelmiş ki: “Şark tarafından bir nur zuhur edecek, bid’atlar zulümatını (dine sonradan girmiş olan hurafelerin oluşturduğu karanlığı) dağıtacak.” Ben, böyle bir nurun zuhuruna (ortaya çıkışını) çok intizar ettim (gözledim) ve ediyorum. Fakat çiçekler baharda gelir. Öyle kudsi çiçeklere zemin hazır etmek lâzım gelir. Ve anladık ki, bu hizmetimizle O Nurani Zatlara zemin izhar ediyoruz (hazırlıyoruz) . (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 189, Mektubat, 34)

    Said Nursi, Kastamonu Lahikası’nda Hz. Mehdi ve cemaatini “ahirzamanın sahipleri” olarak nitelendirirken, Hz. Mehdi’nin Allah’ın izniyle kesin olarak geleceğini de açıkça ifade etmiştir. Hz. Mehdi ve öğrencilerinin etki alanlarının gittikçe genişleyeceğini ve onların bu ihlaslı çabalarıyla güzel sonuçlar alacaklarını haber vermiştir:

    Ta ahir zamanda, hayatın geniş dairesinde asıl sahipleri, yani Mehdi ve Şakirtleri (talebeleri) , Cenab-ı Hakk’ın izniyle gelir, o daireyi genişletir ve o tohumlar sünbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip Allah’a şükrederiz. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 138-Kastamonu Lahikası, sf. 72)

    1) Bediüzzaman bu sözünde Hz. Mehdi’nin geleceğinden hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar açık bir şekilde bahsetmektedir.

    2) Yine bu sözünden Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi’den bir şahsı manevi olarak değil, Zatıyla Ve Talebeleriyle birlikte gelecek bir şahıs olarak bahsettiği de açıkça anlaşılmaktadır.

    Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin diğer müceddidlerden farkını nasıl açıklamıştır?

    Bediüzzaman, Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla önceki asırlarda da bazı Müslüman şahısların geldiğini, ancak bunların hiçbirinin, ahirzamanda Hz. Mehdi’nin yapacağı üç önemli görevi yerine getirmediklerini ifade etmiştir (Emirdağ Lahikası, sf. 260) .

    Said Nursi ayrıca Hz. Mehdi’den önce gelmiş olan bu şahısların, Peygamberimiz (sav) ’in hadislerinde belirttiği özelliklere uymadıklarını da belirtmiştir:

    Ayrıca hem iki Deccal’in sıfatları ve halleri ayrı ayrı olduğu halde, mutlak gelen rivayetlerde iltibas oluyor (karıştırılıyor) , biri öteki zannedilir. Hem “Büyük Mehdi”nin halleri Sabık Mehdilere (önceki Mehdilere) işaret eden rivayetlere mutabık (uygun) çıkmıyor, hadis-i müteşabih (birçok anlama gelebilecek hadis) hükmüne geçer. (Şualar, sf. 582)

    Büyük Mehdi Ve Sabık Mehdiler



    Bediüzzaman bu sözünde iki ayrı tür Mehdi olduğunu açıklamıştır. Bunlardan birincisinin Sabık Mehdiler diğerinin ise ahir zamanda gelecek olan Büyük Mehdi olduğunu belirtmiştir.

    Sabık Mehdilerin özellikleri hadislerde rivayet edilen “Büyük Mehdi”nin özelliklerine benzememektedir.

    Said Nursi, Hz. Mehdi dışında hiçbir müceddidin Hz. Mehdi’nin yerine getireceği üç büyük görevi birarada yerine getiremeyeceğini belirtmiştir:


    Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, Mehdi Al-İ Resul’ün Temsil Ettiği Kudsi Cemaatinin Şahs-I Manevisinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer (insanlar) bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler (Peygamberimizin soyundan gelenler) cemaati yapacağını rahmet-i İlahiyyeden (Allah’ın rahmetinden) bekliyoruz. Ve Onun Üç Büyük Vazifesi Olacak. (Emirdağ Lahikası, sf. 259)

    a) ... Mehdi Al-İ Resul’ün temsil ettiği Kudsi Cemaatinin...

    1) Bediüzzaman bu sözünde Hz. Mehdi’den ve onun kudsi cemaatinden bahsetmiştir. Buradan bu ikisinin ayrı kavramlar olduğu anlaşılmaktadır;

    - Kudsi cemaati temsil eden kimdir? Mehdi Al-i Resül’dür.

    - Hz. Mehdi neyi temsil etmektedir? Kudsi cemaatini

    2) Hz. Mehdi’nin Başında Bulunduğu ve Onun Temsil Ettiği bir cemaati olacaktır. Bu kudsi cemaat, Hz. Mehdi’nin şahsı manevisini oluşturacaktır.

    b) ... Mehdi Al-İ Resul’ün... Üç Vazifesi var.

    - Bediüzzaman burada ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi’nin bir veya iki görevi değil tam olarak Üç Görevi olduğundan ve onun temsil ettiği cemaatiyle birlikte bu üç görevi birden yerine getireceğinden bahsetmiştir.

    - Bu üç görevin, onu diğer sabık Mehdilerden ayıran ve onun Büyük Mehdi olmasının en önemli alametlerinden olduğunu bildirmiştir.

    - Bediüzzaman sözlerinde Siyaset Mehdisi, Saltanat Mehdisi ya da Diyanet Mehdisi diye bir ayrım yapmamış, Büyük Mehdi ifadesiyle bahsettiği Hz. Mehdi’nin bu üç özelliğe birden sahip olacağını belirtmiştir.

    c) ... o vazifeleri Onun cemiyeti ve seyyidler (Peygamberimizin soyundan gelenler) cemaatinin yapacağını rahmet-i İlahiyyeden (Allah’ın rahmetinden) bekliyoruz...”

    - Üstad, “O vazifeleri Onun cemiyetinin yapacağını Allah’tan umuyoruz” sözleriyle bu görevleri Hz. Mehdi’nin başında bulunduğu ve onun temsil ettiği kudsi cemaatin gerçekleştireceğini açıklamıştır.

    d) ...Ve Onun üç büyük vazifesi olacak...

    - Bu üç büyük vazifeyi gerçekleştirecek olanın Hz.Mehdi olduğunu Bediüzzaman sözlerinin sonunda bir kez daha belirtmiştir.

    ...Büyük Mehdi’nin Çok Vazifeleri Var. Ve Siyaset Aleminde, Diyanet Aleminde, Saltanat Aleminde, Mücadele Aleminde Çok Dairelerde İcraatları Olduğu Gibi, her bir asır me'yusiyet (ümitsizlik) vaktinde, kuvve-i maneviyesini (manevi kuvvetini) te'yid edecek (sağlamlaştıracak) bir nevi Mehdi'ye veyahud Mehdi'nin onların imdadına o vakitte gelmek ihtimaline muhtaç olduğundan; rahmet-i İlahiyye ile (Allah’ın rahmetiyle) her devirde belki her asırda bir nevi Mehdi al-i beyt-ten (Peygamberimiz (sav) in soyundan) çıkmış, ceddinin şeriatını (Kur’an-ı Kerim'in tarif ettiği ve bildirdiği yolu) muhafaza (koruma) ve sünnetini ihya etmiş (yeniden canlandırmış) ... (Şualar, sf. 590)

    Bediüzzaman bu sözünde de yine ahir zamanda gelecek olan Büyük Mehdi’nin yerine getireceği görevler olduğundan bahsetmiştir. Hz. Mehdi’nin sadece Siyaset Mehdisi, sadece Diyanet Mehdisi ya da sadece Saltanat Mehdisi değil, bu özelliklerin her üçüne birden sahip olacak olan Büyük Mehdi olacağını bu sözüyle bir kez daha belirtmiştir.

    Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin görevini yerine getireceği ortam hakkında da bilgi vermiştir

    ...Böyle bir cemaat-ı azîme (Peygamber Efendimizin soyundan gelen büyük seyyitler cemaati) içindeki mukaddes kuvveti tehyic edecek (coşacak) ve uyandıracak hâdisat-ı azîme (büyük olaylar) vücuda geliyor. Elbette o kuvvet-i azîmedeki (büyük kuvvetteki) Bir Hamiyet-İ Aliye (büyük koruma hırsı) Feveran Edecek ve Hazret-İ Mehdi Başına Geçip, Tarik-I Hak (hak yoluna) ve Hakikate (gerçeğe) Sevk Edecek... (Mektubat, sf. 473)

    ... Bir Hamiyet-İ Aliye (Büyük Koruma Hırsı) Feveran Edecek Ve Hazret-İ Mehdi Başına Geçip, Tarik-İ Hak (Hak Yoluna) Ve Hakitate (Gerçeğe) Sevkedecek...

    Bediüzzaman bu sözünde “hamiyeti İslamiye feveran edecek” ifadesiyle, ileride Müslümanları coşturacak, onların İslam’ı koruma hırslarını artıracak büyük olayların meydana geleceğini bildirmiştir. Bu ortam günümüzde yani ahir zamanda meydana gelmektedir. Dünyanın birçok yerinde İslam’a ve Müslümanlara karşı oluşturulan zorlu ortamlar, Müslümanlar arasında İslamı koruma hırsını oluşturmakta ve bu da Müslümanları çözüm yolları aramaya sevk etmektedir. Bediüzzaman Said Nursi, İslam’ı koruma gayretinin artması sonucu, Hz. Mehdi’nin başa geçmesi ile birlikte, bu kutlu şahısın insanları hak yola ve gerçeğe yönelteceğini bildirmiştir.

    Bediüzzaman, Hz. Mehdi’yi diğer müceddidlerden ayıran üç önemli vazifesini şöyle açıklamıştır:

    Hz. Mehdi’nin birinci görevi: Materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerle fikri mücadele

    Tabiyyun, Maddiyun (darwinist, ateist, materyalist) felsefesinden tevellüd eden (doğan) bir cereyan-ı nemrudane, (inkarcı akım) gittikçe Ahir zamanda felsefe-i maddiye (materyalist felsefe) vasıtasıyla intişar ederek (yayılarak) kuvvet bulup, uluhiyeti (Allah’ın varlığını) inkar edecek bir dereceye gelir. (Emirdağ Lahikası, sf. 259)

    Bediüzzaman, ateist felsefelerin ahirzamanda tehlike oluşturacağını bildirmiş, özellikle Darwinist, materyalist felsefelerin, ateizmle güç bulacaklarını ve Allah'ın varlığını inkar edecek tehlikeli bir çizgiye geleceklerini ifade etmiştir. Bu nedenle Hz. Mehdi’nin birinci vazifesinin, maddecilik fikri yani Allah’ı inkar üzerine kurulmuş materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerle mücadele etmek ve bu felsefelerin insanlar üzerindeki etkisini tam anlamıyla kaldırmak olacağını belirtmiştir:

    Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutiyle(tesiriyle) ve maddiyun ve tabiiyyun taunu (materyalizm, darwinizm ve ateizm salgını) , beşer içine intiçar etmesiyle (insanların içine yayılmasıyla) , her şeyden evvel Felsefeyi Ve Maddiyun Fikrini Tam Susturacak Bir Tarzda İmanı Kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek (iman edenleri sapkınlıktan korumak) ... (Emirdağ Lahikası, sf. 259)

    Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin üç büyük görevinden en önemli ve değerli olanının söz konusu bu görev olduğunu; “Ümmetin beklediği, Ahir Zamanda Gelecek Zatın üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymetdarı (kıymetlisi) olan iman-ı tahkikiyi neşr (delillere dayalı imanı yaymak) ve ehl-i imanı delaletten kurtarmak (iman edenleri sapkınlıktan korumak) .” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 9) ifadeleriyle vurgulamıştır.

    Mehdi’nin ikinci görevi: İslam birliğini sağlamak

    Üstad, Mehdi’nin ikinci vazifesini İslam birliğini sağlamak olarak açıklamıştır. Hz. Mehdi, halihazırda çeşitli gruplar halinde dağınık olarak bulunan Müslümanları birleştirecek, İslam ahlak ve faziletini, Peygamberimiz (sav) 'in gerçek sünnetlerini canlandıracaktır.

    İkinci Vazifesi: Hilafet-i Muhammediye ünvanı ile (peygamberiminiz yerine halife olarak) Seair-İ İslamiyeyi (İslam’ın esaslarını) İhya Etmektir (yeniden canlandırmaktır) . Alem-i İslam’ın Vahdetini (İslam aleminin birliğini) nokta-i istinad edip (dayanak noktası yapıp) beşeriyeti maddi ve manevi tehlikelerden ve gadab-i İlahiden (Allah’ın gazabından) kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı (dayanak noktası) ve hadimleri (hizmetkarları) , Milyonlarla Efrad ı (fertleri) Bulunan Ordular Lazımdır. (Emirdağ Lahikası, sf. 259)

    Hz. Mehdi'nin ikinci vazifesi ise, Hilafet-i Muhammediyye ünvanı ile Seair-İ İslamiyeyi (İslam’ın esaslarını) İhya Etmektir (yeniden canlandırmaktır) . (Emirdağ Lahikası, sf. 259)



    hilafet-i Muhammediye ünvanı ile...
    - Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi’nin İslam dünyasının lideri olacağını söylemiştir. Ayrıca bu makamı da ‘unvan’ olarak tarif ederek, tüm Müslümanların Hz. Mehdi’yi o makama layık kişi olarak tanıyacağına da işaret etmiştir.

    alem-i İslam’ın vahdetini (İslam aleminin birliğini) ...
    - Bediüzzaman, kendi devrinde de bir birliktelik içinde olmayan İslam ülkelerinin birleşerek İslam birliğini oluşturacaklarını söylemiştir. Hz. Mehdi’nin bu birlikteliği bir dayanak noktası yapacağını ve bu şekilde Müslümanları bazı tehlikelerden koruyacağını ifade etmiştir.

    milyonlarla efradı (fertleri) bulunan ordular...
    - Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin bu görevini yaparken, yardımcıları da olacağını bildirmiştir.


    Mehdi’nin üçüncü görevi: Kuran ahlakını ve Peygamberimiz (sav) ’in sünnetini yeniden canlandırmak

    Hz. Mehdi üçüncü görevini iman sahiplerinin, Peygamberimiz (sav) ’in soyundan gelen fedakar seyyidlerin ve diğer tüm Müslümanların yardımı ve desteğiyle gerçekleştirecektir. Peygamberimiz (sav) ’den sonraki dönemlerde özellikle materyalist dünya görüşünün etkisiyle gözardı edilen Kuran ahlakı ve Peygamber Efendimiz (sav) ’in sünnetlerinin yeniden canlandırılmasına ve uygulanmasına vesile olacaktır.

    Üçüncü Vazifesi: İnkilabat-ı zamaniye ile (zamanın değişmesiyle) çok ahkam-ı Kur'aniyenin (Kuran hükümlerinin) zedelenmesiyle... O Zat, bütün ehl-i imanın manevi yardımlarıyla ve ittihad-ı İslam'ın muavenetiyle (İslam birliğinin yardımlaşmasıyla) Müslümanların dayanışmasıyla ve bütün ulema (alimler) ve evliyanin ve bilhassa Al-i Beytin neslinden (Peygamberimizin soyundan) her asırda kuvvetli ve kesretli (çok sayıda) bulunan milyonlar fedakar seyyidlerin (Peygamberimizin soyundan gelenlerin) iltihaklarıyla (katılmasıyla) O Vazife-İ Uzmayı (büyük görevi) Yapmaya Çalışır. (Emirdağ Lahikası, sf. 260)

    Üstad, Hz. Mehdi'nin üçüncü vazifesinin, zamanın değişip, küfrün hakim olmasıyla değiştirilen, birçok Kuran hükmünün, bütün Müslümanların ve Peygamberimiz (sav) ’in soyundan gelen seyitler cemaatinin yardımıyla yeniden canlandırmak ve uygulamak olduğu bildiriliyor.

    Bediüzzaman bir başka sözünde ise Hz. Mehdi’nin üçüncü vazifesinin İslam toplumunu birleştirmek ve Hıristiyan alemiyle ittifak yapmak olduğunu belirtmiştir. Hz. Mehdi’nin çok geniş bir alanda yapacağı bu görevler tüm dünyada herkes tarafından bilinecektir:

    O Zatın üçüncü vazifesi, Hilafet-i Islamiyeyi Ittihad-i Islama bina ederek (İslam halifeliğini İslam birliğinin üzerine kurarak) , Isevi Ruhanileriyle (Hıristiyan alimleriyle) İttifak Edip (birlik olup) Din-İ İslama (İslam dinine) Hizmet Etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakarlarla tatbik edilebilir (yerine getirilebilir) . Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymetdardır, fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şa'şaalı bir tarzda olduğundan umumun ve avamın nazarında (halkın gözünde) daha ehemmiyetli (önemli) görünüyorlar. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 9)

    Bediüzzaman Said Nursi Hz. Mehdi’nin bu vazifeleri yerine getireceği tarihleri de müjdelemiştir

    Bediüzzaman, Hicri 1327'de Şam'daki Emevi Camii'nde on bin kişilik bir cemaate verdiği Şam hutbesinde, 1371'den sonraki İslam aleminin geleceğine yönelik izahlar yapmış, ahir zamandan çeşitli tarihler vererek, beklenen Mehdi'nin mücadele ve galibiyet zamanına dikkat çekmiştir:

    Evet şimdi olmasa da 30-40 Sene Sonra fen ve hakiki marifet (hüner, sanat, ilim ve fenlerle öğrenilen bilgi) ve medeniyetin mehasini (iyi ve faydalı yönlerini) o üç kuvveti tam teçhiz edip (o üç kuvvetle donatıp) , cihazatını verip (gerekli ihtiyacını karşılayıp) o dokuz manileri mağlup edip (o dokuz engelleri yenip) dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını (gerçekleri araştırma eğilimi) ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi (insan sevgisini) o dokuz düşman taifesinin (sınıfının) cephesine göndermiş, inşaAllah Yarım Asır Sonra onları darmadağın edecek. (Hutbe-i Şamiye, sf. 25)

    Bediüzzaman’ın Şam Hutbesi, Hz. Mehdi’nin görev zamanı ile ilgili net tarihler vermiş olması açısından son derece önemlidir:

    1981- 1991 yılları – Hz. Mehdi'nin faaliyetlerine başlaması




    Evet şimdi olmasa da 30-40 Sene Sonra…
    Bediüzzaman’ın vermiş olduğu bu tarih ile, bu hutbenin okunduğu tarihten 30-40 yıl sonrası, yani Hicri 1401-1411 yılları kastedilmiştir. Miladi olarak ise bu tarihler 1981-1991 tarihlerine denk gelmektedir.
    2001 – Hz. Mehdi'nin materyalist felsefe karşısındaki galibiyeti

    İnşaAllah Yarım Asır Sonra onları darmadağın edecek...
    Said Nursi, yukarıdaki sözünün bu son kısmında Hz. Mehdi’nin bu görevini yarım asır yani 50 yıl içinde tamamlayacağını bildirmiştir. Yani materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerin insanlar üzerindeki etkisinin 10 yıl gibi kısa bir süre içinde yok olacağına işaret etmiştir. Bu tarih ise Hicri 1421 yani 2001 yılına denk gelmektedir.


    2004 – Hz. Mehdi önderliğinde insanların Kuran ahlakına yaklaşmaları

    Bediüzzaman’ın Risale-i Nur Külliyatı’nda, Hz. Mehdi'nin mücadele ve hakimiyet devreleri ile ilgili olarak verdiği tarihlerden bir diğeri ise 2004 yılına ilişkindir. Bediüzzaman Kuran’ın “Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.” (Tevbe Suresi, 32) ayetindeki '...Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.' cümlesi hakkında, geleceğe yönelik şöyle bir bilgi vermektedir:

    “Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli 'lamlar' ve 'mimler' ikişer sayılsa bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise, Hazret-i Mehdi'nin şakirtleri (talebeleri) olabilir. ” (Şualar, sf. 605)

    Bediüzzaman bu ayetin ebced değerinin Hicri 1424 yani miladi 2004 yılına denk geldiğini ve bu tarihin, Hz. Mehdi önderliğinde Kuran ahlakının dünya hakimiyeti devrelerinden birine işaret ettiğini bildirmektedir.

    2008 – Hz. Mehdi önderliğinde Kuran ahlakının galibiyeti

    Bediüzzaman, Kuran ahlakının galibiyeti ve hakimiyeti konusunda geleceğe yönelik olarak verdiği haberlerden bir diğerinde ise şöyle bildirmektedir:

    Şu ayetin gizli imasına “Kim Allah'ı, Resûlü’nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.” (Maide Suresi, 56) ayeti teyid ediyor. Çünkü “... hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.” ayetindeki şeddeli nun (Arapça şeddeli nun harfi) bir sayılsa tam evvelki ayete tevafuk ile (denk gelmesiyle) Hizb-ul Kur’an’ın (Kuran taraftarlarının) faaliyetine vasıta olan bir hadiminin (hizmet eden kimsenin) Kur’an okumaya başladığı 1302 tarihine iki fark ile tevafuk etmekle beraber şeddeli nun iki nun sayılsa binüçyüzelli (1350) eder ki; bu tarihte Kuran’dan muktebes (alınan bilgilerle hazırlanan) olan Risale-i Nur etrafında toplanan, bütün kuvvetleriyle Kuran hizmetlerine çalışan Hizb-ul Kur’an’ın faaliyeti ve delalet (sapkınlık) ve zındıkaya (dinsizliğe) manen galebe ettikleri (galip geldikleri) bir zamana tevafuku (denk gelmesi) ise istikbalde (gelecekte) tam galebelerine (tam galibiyetlerine dair) bir ima-i gaybidir (gizli bir işarettir) . (8. Lem’a, Keramet-i Gasviye)

    Bediüzzaman Said Nursi bu sözünde, ayetin “...hiç şüphe yok galip gelecek olanlar Allah’ın taraftarlarıdır” cümlesinin ebced değerinin, Hicri 1350 tarihini verdiğini ve bu tarihte Kuran ahlakının bir galibiyeti olacağına işaret ettiğini bildirmiştir. Ancak ayetin ayrıca, bunun gibi gelecekte de yine Kuran ahlakının üstün geleceği bir başka dönem olacağına dair gizli bir işaret içerdiğini de hatırlatmıştır. Nitekim ayetin bu cümlesinin Arapça yazılımında yer alan baştaki “fe” harfi de hesaba katılarak ebcedine bakıldığında, bu sefer de ebced değeri 80 çıkmaktadır. 1350 üzerine 80 ilave edildiğinde de Hicri 1430 etmektedir ki, bu tarih de miladi olarak 2008 yılını vermektedir. Allah’ın izniyle bu tarih Bediüzzaman’ın sözlerinde belirttiği, ayetin Kuran ahlakının gelecekteki, Darwinist, materyalist ve ateist felsefe gibi dinsiz akımlar karşısındaki tam galibiyetine işaret etmektedir (En doğrusunu Allah bilir) . (Harun Yahya, Hz. İsa’nın Geliş Alametleri)

    Sonuç

    Buraya kadar anlatılanlar Bediüzzaman Said Nursi’nin, Hz. Mehdi’nin ahir zamanda geleceğine yönelik izahlarından yalnızca çok az bir kısmını içermektedir. Ancak sadece burada yer verilen birkaç sözü bile, bu konunun hiçbir şüpheye yer vermeyecek kadar açık, kesin ve net bir şekilde anlatıldığının anlaşılması için yeterlidir. Bediüzzaman, Müslümanlara Mehdi’nin çıkış vakti, faaliyet yeri, çalışmalarının konusu ve cemaati gibi konularda çok detaylı bilgiler vermiştir. Bediüzzaman Said Nursi, eserlerinde ele aldığı her konuda son derece isabetli, ferasetli, basiretli ve hikmetli yorumlarda bulunmuştur. Geleceğe yönelik olarak pek çok konuda verdiği bilgiler ve müjdeler de Allah’ın izni ile birebir olarak gerçekleşmiştir. Kuşkusuz ki Bediüzzaman’ın, Peygamberimiz (sav) ’in pek çok hadisinde de açık ve kesin ifadelerle anlatılan Hz. Mehdi’nin gelişi konusundaki müjdeleri de aynı şekilde büyük önem taşımaktadır. 13. yüzyılın müceddidi olarak kabul edilen böyle mubarek bir şahsın, tüm dünya Müslümanlarını yakından ilgilendiren böyle önemli bir konudaki açıklamalarını gözardı etmek, anlamazlıktan gelmek ya da yanlış yorumlarla geçiştirmek son derece yanlış olur. Bediüzzaman çok kesin delillerle geleceğini belirttiği halde, Hz. Mehdi’nin yalnızca bir şahsı maneviden ibaret olduğunu söyleyerek bu önemli gerçeği örtmeye çalışmak da aynı şekilde büyük bir yanılgı olacaktır. Bediüzzaman’ın geçmişte verdiği diğer tüm bilgiler doğru çıkmıştır; Allah’ın izniyle ahir zamana yönelik olarak verdiği tarihler ve bilgilerde de yanılmadığına dair tüm işaretler giderek ortaya çıkmaktadır.

    Hiç kuşkusuz ki İslam dinini aslına döndürecek, insanların imanına vesile olacak, Müslümanlar arasında büyük bir birlik sağlayacak böylesine kutlu bir zatla aynı dönemde yaşıyor olmak Müslümanlar için çok büyük bir müjdedir. Her Müslüman bu konudaki hassasiyetini göstermelidir. Böylesine ehemmiyetli bir konunun açıklığa kavuşması için gayret sarf etmeli, Bediüzzaman’ın verdiği tüm ayrıntıları bu anlayış içinde düşünmeli ve araştırmalıdır. Birtakım yanlış düşüncelerle, tüm İslam aleminin beklediği böylesine müjdeli bir olaya karşı ilgisiz ve kayıtsız kalmanın, ileride bu kişiler için büyük bir mahcubiyet nedeni olabileceği de unutulmamalıdır.

    “Kim Allah'ı, Resûlü’nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.” (Maide Suresi, 56)