Ebrehe bana fil süresinde bahsi geçen bir kafiri hatırlatıyor
EBREHE VE FİL VAKASI....
Yemen, Habeşistan Krallığına bağlı bir valilikti. Kısa boylu, şekilsiz, hilekar ve ihtiraslı biri olan vali Ebrehe, eyaletinde yaşayan arapların her sene akın akın Kabe'yi ziyaret için Mekke'ye gitmelerine sinirleniyordu. Bu sebeple, bu koyu hırıstiyan, San'a şehrinde devrin en namlı mimar ve ustalarına gayet süslü gösterişli büyük bir kilise yaptırdı ve ismini 'Kuleys' koydu.
Bunun ardından da Habeş Kralı'na mektup yazarak arapların şimdiden sonra hac için ancak 'Kuleys'i ziyaret edebileceklerini; Mekke'ye gitme maksadıyla hiç kimseye izin vermeyeceğni zira bu yüzden ülkesinin büyük maddi zararlara uğrıdığını bildirdi... Böylece kralın da izin ve desteğini almıştı...
Ebrehe'nin kararı, az zamanda her tarafa yayıldı... Böyle bir engelleme niyeti Yemen'li arapları fena halde öfkelendirmişti. Nukayl isminde bir yerli, Kuleys kilisesine girerek orada ibadet ediyormuş gibi üç gün-üç gece kaldıktan sonra kimsenin olmadığı bir zamanda vurdu, kırdı, içeriyi harabeye çevirdi ve ihtiyacına yaparak kirletti ve kayıplara karıştı. Ebrehe ağır bir hakarete uğramıştı.
Bir grup arabın kaza sonucu çıkardığı yangınla kilisenin tahta bölmeleri de yanınca vali, iyice küplere bindi.. Ebrehe'nin intikam kararı işitilmemiş cinstendi..
Kabe'yi yıkıp yerle bir etmek, enkazı fillerle Yemen'e taşımak ve Mekkelileri esir almak için dörtbin Fil ve üçyüzbin Habeşliden kurulu ordusu ile harekete geçti.
Düşmanın, Mukaddes Kabe'yi yıkmak üzere gelmekte olduğunu öğrenen Kureyşlilerin keyfi kaçmıştı. Bunun üzerine Mekke Emiri Abdülmuttalib, içlere su serpici şu kısa konuşmayı yaptı:
-Ey Kureyş kabilesi; endişeye kapılıp, huzurunuzu bozmayın! ... Yemen ordusu gelip Kabe'yi yıkamaz; Kabe'nin sahibi vardır. Onu koruyacağından şüpheniz olmasın. Ama ferman-ı ilahi böyle ise kim mani olabilir?
Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib, o günlerde gördüğü bazı rüyaları kendine göre tabir ederek böyle diyordu; ama aslında O'nun da kalbi rahat değildi...
Bir müddet sonra Mekke çevresine gelen düşman öncüleri, arapların koyun ve develerini alıp götürdüler. Götürülenler arasında Abdülmuttalib'in dörtyüz seçme devesi de bulunuyordu.
Abdülmuttalib, düşmana elikolu bağlı teslim olmak için Kureyşli yiğitlerle beraber silahlanıp, pusatlanarak cins arap atlarına binip vakit kaybetmeden Sebir dağana çıktılar.
Dağda insanı hayret ve hayranlığa düşüren bir olay meydana gelid.
Adem aleyhisselam'dan beri aziz Peygamberimiz'in atalarının birinden diğerine geçe geçe en sonunda dedelerine ulaşan 'Muhammed nur', Abdülmuttalib'in alnında ayın ondördü gibi parlayıp ışık saçmaya başladı. Öye ki bu parlak ışık aşağılarda gecenin karanlığana bürünen Mekke'nin üzerine kadar yayılıyordu. Nurun alnında yine bütün güzellği ile belirmesi üzerine, Abdülmuttalib, silah arkadaşlarına:
-Dönün! dedi. Şehrimize gidiyoruz. Zafer bizimdir! Bu nur ne zaman alnımda işımışsa o dem düşmana
galip gelmişizdir.
Mekke önlerine gelmelerinden az zaman sonra Ebrehe, beldeyi teslim alıp, Kureyşlileri yerlerinden, yurtlarından sürüp atması için yardımcılarından biri komutasında asker gönderdi. Kureyş emiri Abdülmuttalib'le yaptığı görüşmede O'nun heybetinden komutanın aklı başından gitti, dili dolaştı ve olduğu yere yığıldı. Boğazlanan bir dana gibi böğürüyordu.
Biraz sonra korkusu yatışan düşman komutanı, kendini toparlayınca yeri öptü ve Abdülmuttalibe:
-Kureyş'in en üstünü olduğun besbelli. Buna bütün kalbimle inanıyor ve şahid oluyorum, dedi...
'Mekke fatihi' olmak hayali ile gelen Ebrehe'nin adamı, muhatabının nurlu yüzü ve ciddi halinden ürkmüştü. İşte şimdi yerlere kapanmış vaziyette böyle konuşuyordu.. Hiç bir şey yapamadan askerleri ile beraber yüzgeri edip oradan savuştular...
Abdülmuttalib, develeri istemek üzere Ebrehe'nin konakladığı Taif'e gitti. Mağrur kumandana Kureyş reisinin geldiğini haber verdiler. Ebrehe, Abdümuttalib'i görünce elinde olmayarak ayağa kalkıp baş köşeye oturttu ve ne istediğini sordu. Abdülmuttalib:
-Adamların develerimi götürmüş; emir ver de iade etsinler! ..dedi. Ebrehe:
-Ben buraya Kabe'yi yıkmak için geldim! ! ! Bu mes'ele üzerinde hiç durmuyorsun da develerini istiyorsun! şeklinde konuşunca Abdülmuttalib, Valinin ne demek istediğini anlamıştı:
-Develer benim olduğu için istiyorum; Kabe ise 'Allah'ın evi'dir. Yüce Allah, O'nu düşmanın şerrinden muhafaza eder, dedi.
Bu konuşmalar olurken Ebrehe'nin 'Mahmude' ismindeki ak renkli, en gözde fili oraya getirilmişti. Diğer filler öğretildiği biçimde Ebrehe'ye bir takım bağlılık hareketleri yaptıkları halde bu hayvan böyle davranışlara hiç yanaşmadı.
Ak fil, Abdülmuttabib'i görünce deve gibi çöküp sevgi gösterisi yapmaya başladı. Filin hareketi şaşkınlık uyandırmıştı. Bir müddet herkes konuşmayı unutmuş gibi sustu. Allahü teala, dile gelmesine izin verince fil, açık bir ifade ile, Kureyş liderinde gördüğü 'Son Peygambere ait nur'a selam verdiğini söyledi...
Ebrehe, develeri sahibine iade etti; fakat Abdülmuttalib'in 'Mekke mallarının üçte birini verelim bizlerle uğraşmaktan vaz geçerek geri dönün' teklifini kabul etmedi.
Teklifi reddedilen Mekke emiri, şehrine dönerek, Kabe'ye geldi ve kapının kulpundan tutarak yaklaşan tehlike için yana yana Allah'a yalvarmaya başladı. Düşman, Ebrehe'nin komutasında en önde meşhur ak fil olduğu halde sırtlarına süslü ve pahalı kumaşlar atılı filler, hücuma hazır askerlerle iyice Mekke'ye yaklaştı... Şehirde rahatsızlık son noktadaydı.
Tam bu sırada hiç beklenmedik bir şey oldu. 'Mahmude' Mekke üzerine yürümüyordu. Halbuki Ebrehe, her harpte olduğu gibi bu defa da büyük işler başaracağını ümid etmişti. Hayvanı döğmelerine, üstünde değnekler kırmalarına, her yolu denemelerine rağmen adım attırmadılar.
Yemen ordusu bu mücadelede iken gökyüzü 'Ebabil' denilen ve bu bölgede daha önce görülmemiş siyah renkli, yeşil boyunlu, ufak gagalı, uzun ayaklı dağ kırlangıçları ile doldu. Kuşların gagaları ile ayaklarında nohuttan küçük mercimekten büyük taşlar vardı ve her taştan bir düşmanın ismi yazılışdı.
Kafileler halinde gelerek önce Kabe-i Şerif'in etrafında uçup tavaf yaptılar, sonra düşmanı taş yağmuruna tutmaya başladılar.
Kuşlar, taşı yukarıdan bıraktıça isabet alan askerin tepesinden girip ayağından çıkarak onu hemen öldürüyordu. Hatta süvari olanların atları ile beraber canı çıkıyordu.
İstilacı orduda müthiş bir bocgun başladı. Etleri lime lime dökülerek ölüyor; Ebrehe de içlerinde olduğu halde perişan bir vaziyette Yemen'e doğru kaçıyorlardı.
Fakat, düşmanı havadan takip ederek kovalayan bu minik kuşlar, firarilerin de çoğunu öldürdü. Kaçanlardan bir kısmı yollarda telef olmuş; kurtulanlar anca yemen'de nefe alabilmişti. Mağrur Ebrehe başşehir San'a'ya varabildi ama cüzzam hastalığına yakalanmıştı. Parmak uçlarından kan ve irin akıyordu. Parmakları çürüyüp düştü ve bir müddet sonra yüreği çatlayarak feci şekilde öldü.
Ebrehe'nin yardımcısı ise kaça kaça ta Habeşistan'a gelmiş, olanları bir bir krala hikaye ediyodu. Kral:
-Bunlar ne biçim kuşlarmış ki hep seçme askerleri öldürmüş? diye hayretini açıklarken bir kuş vali muavininin başı üstünde dönmeye başladı.
-İşte, dedi adam, bu kuşlardan, bu kuşlardan! .. Cümleyi yeni bitirmişti ki, o da bir Ebabilin attığı taşla oracıkta öldü...
Binlerce asker ve Mahmude'den başka bütün filler ölmüştü. Birkaç gün sonra insan ölüsü ve hayvan leşleri dayanılmaz bis bir koku yaymaya başladı. Mekke yaşanmaz olmuştu. Bunun üzerine Abdülmuttalib, Kabe'ye giderek Cenab-ı Hakka bu kokudan kurtulmak için dua etti.
Duanın peşinden öyle müthiş bir yağmur yağdı ki ırmaklar gibi kabaran seller, ceset ve leşleri alıp götürdü.
Kureyş kabilesi, doğumuna iki ay kadar bir zaman kala iki cihanın baş tacı Sevgili Peygamberimiz'in Allah katındaki eşsiz hatırından dolayı büyük bir düşman tehlikesini atlattığı gibi, kaçan ordunun geride bıraktığı mallara da ganimet olarak sahip olmuştu.
Ebrehe'den sonra iki oğlu yerine valilik yapmışsa da bu saltanat, kısa sürmüş ve tacı tahtı batıp gitmiştir.
Araplar, bu vak'anın geçtiği tarihe 'Fil yılı' ismini vermiş ve Kureyş'in Allah indinde makbul olduğuna kanaat getirerek bu kabileye ilişmemeye başlamıştı.
Bir Zamanlar Üç Arkadaş Varmış. AŞK,DOSTLUK ve GÜVEN… Üçü bir arada oldumu harikaymış her şey. Gün gelmiş Aşkın işi çıkmış. Ama Arkadaşlarından ayrılmadan önce söz verdirmiş onlara: “ Beni özlediğinizde gelin demiş.Nerede gözleri arzuyla dolu birbirlerine bakan bir çift görürseniz ben oradayım”demiş ve ayrılmış onlardan. Bir zaman sonra Peki demiş Dostluk,Güvene; ”Madem öyle bende yoluma düşeyim.Görev çağırır.Ama merak etme,nerede birbirlerine hasretle sarılıp birlikte ağlayan iki insanı görürsen işte beni orada bulursun”
Güven ağzını açmış veda etmek için ama dostluk ayrılmış arkadaşının yanından onun son sözünü dinlemeden.Ve gitmiş uzaklara.
Bermuda Şeytan Üçgeni bulunduğu bölgede başlı başına bir muamma olgusu olmuştur. O bölgede şimdiye kadar sayısını kimsenin bilmediği kadar fazla kayıp vakası yaşanmıştır ve bunlardan geriye tek bir iz bile kalmamıştır. Kimsenin açıklama getiremediği bu esrarengiz fenomen, içinde bilim adamlarının da bulunduğu pek çok insan tarafından 'doğaüstü bir takım güçlerin yaptırımı' olarak algılandı ve öyle lanse edildi. Bu açıklamalar arasında kayıp kıta Atlantis'in orada bulunup (bu düşünceyle paralel olarak Atlas Okyanusu ismini almıştır.) Kayıp Kıta'nın hiçbir zaman anlaşılamayan teknolojik ve manyetik kayıp aygıtlarından birinin etkisinden veya o bölgenin defalarca Dünya dışı varlıkların ziyaretlerinde orada yarattıkları manyetik alanın bir etkisi olduğu, hatta Kristof Kolomb'un bile tuttuğu günlüklerde, o bölgede gökyüzünde uçan tanımlamaz cisimlerden bahsedildiği iddia edilmiştir. Bu esrarengiz üçgen ile ilgili olarak yapılan son iddia ise uzun yıllardır devam eden araştırmaların birkaç yıl önce bir sonuç verdiğinin iddia edilmesi ile ortaya çıktı. Bu son iddia ya göre tüm bu gizemli olaylar aslında basit bir doğal gaz cilvesi idi.
Yer altından fışkıran doğal gazlar, sadece yüksek kara parçalarından değil, deniz ve okyanus tabanlarından da çıkarlar. Çünkü deniz tabanları da üstü suyla kaplanmış alçak kara parcalarıdır. Ancak, okyanusların derinliklerindeki bölgelerden çıkmak isteyen doğal gazlar, oradaki çok düşük ısının da etkisiyle katı hâle dönüşürler ve 'hidrat' denilen beyaz ve tebeşirimsi bir madde hâline gelirler. Çok derinlere dalabilen robot kameralarının bu bölgedeki karbeyaz okyanus tabanını ve bazı gemi enkazlarinı resimlemesinden sonra konuya şu bilimsel açıklama getirilmiştir: Bu bölge, Gulf Stream denilen sıcak su akıntısının da geçtiği yerdir. Tabanın bazen ısınması yüzünden, bu 'tebeşir gazlar' erir ve sudan hafif oldukları için yüzeye doğru yükselirler. O anda, tabandan yüzeye kadar suyun yoğunluğu azalır. O sırada oradan geçen ne varsa, derin bir kuyuya düşer gibi hızla okyanusun dibini boylar. Çünkü, yoğunluğu düşen su, gemileri taşıyacak kaldırma kuvvetini oluşturamaz. Gazın yükselmesi sona erince yoğunluk tekrar eski haline döner ve geride hiçbir iz kalmadan kocaman gemiler kilometrelerce derine gömülmüş olurlar.
Uçakların düşerek kaybolması ise yine aynı sebeptendir. Yüzeye çıkan doğal gazlar, havadan da hafif oldukları için yükselmeye devam ederler. Bu kez yoğunluk azalması, bölgenin üzerindeki atmosferde oluşur. Oradan tesadüfen geçen bir uçak hemen irtifa kaybeder ve motorları durur. Çünkü, motorlardaki benzinin yanması için oksijene ihtiyaç vardır ve düşük yoğunluklu havanın içindeki oksijen miktarı motorların çalışması için yeterli değildir. Böylece uçak da, hızla okyanus tabanına doğru inişe geçer.
çok az tv izleyen biri olarak hiç kaçırmadığım bir diziydi
herkesce çok beğenilen bir diziydi herhalde galiba sanırsam
Ebrehe bana fil süresinde bahsi geçen bir kafiri hatırlatıyor
EBREHE VE FİL VAKASI....
Yemen, Habeşistan Krallığına bağlı bir valilikti. Kısa boylu, şekilsiz, hilekar ve ihtiraslı biri olan vali Ebrehe, eyaletinde yaşayan arapların her sene akın akın Kabe'yi ziyaret için Mekke'ye gitmelerine sinirleniyordu. Bu sebeple, bu koyu hırıstiyan, San'a şehrinde devrin en namlı mimar ve ustalarına gayet süslü gösterişli büyük bir kilise yaptırdı ve ismini 'Kuleys' koydu.
Bunun ardından da Habeş Kralı'na mektup yazarak arapların şimdiden sonra hac için ancak 'Kuleys'i ziyaret edebileceklerini; Mekke'ye gitme maksadıyla hiç kimseye izin vermeyeceğni zira bu yüzden ülkesinin büyük maddi zararlara uğrıdığını bildirdi... Böylece kralın da izin ve desteğini almıştı...
Ebrehe'nin kararı, az zamanda her tarafa yayıldı... Böyle bir engelleme niyeti Yemen'li arapları fena halde öfkelendirmişti. Nukayl isminde bir yerli, Kuleys kilisesine girerek orada ibadet ediyormuş gibi üç gün-üç gece kaldıktan sonra kimsenin olmadığı bir zamanda vurdu, kırdı, içeriyi harabeye çevirdi ve ihtiyacına yaparak kirletti ve kayıplara karıştı. Ebrehe ağır bir hakarete uğramıştı.
Bir grup arabın kaza sonucu çıkardığı yangınla kilisenin tahta bölmeleri de yanınca vali, iyice küplere bindi.. Ebrehe'nin intikam kararı işitilmemiş cinstendi..
Kabe'yi yıkıp yerle bir etmek, enkazı fillerle Yemen'e taşımak ve Mekkelileri esir almak için dörtbin Fil ve üçyüzbin Habeşliden kurulu ordusu ile harekete geçti.
Düşmanın, Mukaddes Kabe'yi yıkmak üzere gelmekte olduğunu öğrenen Kureyşlilerin keyfi kaçmıştı. Bunun üzerine Mekke Emiri Abdülmuttalib, içlere su serpici şu kısa konuşmayı yaptı:
-Ey Kureyş kabilesi; endişeye kapılıp, huzurunuzu bozmayın! ... Yemen ordusu gelip Kabe'yi yıkamaz; Kabe'nin sahibi vardır. Onu koruyacağından şüpheniz olmasın. Ama ferman-ı ilahi böyle ise kim mani olabilir?
Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib, o günlerde gördüğü bazı rüyaları kendine göre tabir ederek böyle diyordu; ama aslında O'nun da kalbi rahat değildi...
Bir müddet sonra Mekke çevresine gelen düşman öncüleri, arapların koyun ve develerini alıp götürdüler. Götürülenler arasında Abdülmuttalib'in dörtyüz seçme devesi de bulunuyordu.
Abdülmuttalib, düşmana elikolu bağlı teslim olmak için Kureyşli yiğitlerle beraber silahlanıp, pusatlanarak cins arap atlarına binip vakit kaybetmeden Sebir dağana çıktılar.
Dağda insanı hayret ve hayranlığa düşüren bir olay meydana gelid.
Adem aleyhisselam'dan beri aziz Peygamberimiz'in atalarının birinden diğerine geçe geçe en sonunda dedelerine ulaşan 'Muhammed nur', Abdülmuttalib'in alnında ayın ondördü gibi parlayıp ışık saçmaya başladı. Öye ki bu parlak ışık aşağılarda gecenin karanlığana bürünen Mekke'nin üzerine kadar yayılıyordu. Nurun alnında yine bütün güzellği ile belirmesi üzerine, Abdülmuttalib, silah arkadaşlarına:
-Dönün! dedi. Şehrimize gidiyoruz. Zafer bizimdir! Bu nur ne zaman alnımda işımışsa o dem düşmana
galip gelmişizdir.
Mekke önlerine gelmelerinden az zaman sonra Ebrehe, beldeyi teslim alıp, Kureyşlileri yerlerinden, yurtlarından sürüp atması için yardımcılarından biri komutasında asker gönderdi. Kureyş emiri Abdülmuttalib'le yaptığı görüşmede O'nun heybetinden komutanın aklı başından gitti, dili dolaştı ve olduğu yere yığıldı. Boğazlanan bir dana gibi böğürüyordu.
Biraz sonra korkusu yatışan düşman komutanı, kendini toparlayınca yeri öptü ve Abdülmuttalibe:
-Kureyş'in en üstünü olduğun besbelli. Buna bütün kalbimle inanıyor ve şahid oluyorum, dedi...
'Mekke fatihi' olmak hayali ile gelen Ebrehe'nin adamı, muhatabının nurlu yüzü ve ciddi halinden ürkmüştü. İşte şimdi yerlere kapanmış vaziyette böyle konuşuyordu.. Hiç bir şey yapamadan askerleri ile beraber yüzgeri edip oradan savuştular...
Abdülmuttalib, develeri istemek üzere Ebrehe'nin konakladığı Taif'e gitti. Mağrur kumandana Kureyş reisinin geldiğini haber verdiler. Ebrehe, Abdümuttalib'i görünce elinde olmayarak ayağa kalkıp baş köşeye oturttu ve ne istediğini sordu. Abdülmuttalib:
-Adamların develerimi götürmüş; emir ver de iade etsinler! ..dedi. Ebrehe:
-Ben buraya Kabe'yi yıkmak için geldim! ! ! Bu mes'ele üzerinde hiç durmuyorsun da develerini istiyorsun! şeklinde konuşunca Abdülmuttalib, Valinin ne demek istediğini anlamıştı:
-Develer benim olduğu için istiyorum; Kabe ise 'Allah'ın evi'dir. Yüce Allah, O'nu düşmanın şerrinden muhafaza eder, dedi.
Bu konuşmalar olurken Ebrehe'nin 'Mahmude' ismindeki ak renkli, en gözde fili oraya getirilmişti. Diğer filler öğretildiği biçimde Ebrehe'ye bir takım bağlılık hareketleri yaptıkları halde bu hayvan böyle davranışlara hiç yanaşmadı.
Ak fil, Abdülmuttabib'i görünce deve gibi çöküp sevgi gösterisi yapmaya başladı. Filin hareketi şaşkınlık uyandırmıştı. Bir müddet herkes konuşmayı unutmuş gibi sustu. Allahü teala, dile gelmesine izin verince fil, açık bir ifade ile, Kureyş liderinde gördüğü 'Son Peygambere ait nur'a selam verdiğini söyledi...
Ebrehe, develeri sahibine iade etti; fakat Abdülmuttalib'in 'Mekke mallarının üçte birini verelim bizlerle uğraşmaktan vaz geçerek geri dönün' teklifini kabul etmedi.
Teklifi reddedilen Mekke emiri, şehrine dönerek, Kabe'ye geldi ve kapının kulpundan tutarak yaklaşan tehlike için yana yana Allah'a yalvarmaya başladı. Düşman, Ebrehe'nin komutasında en önde meşhur ak fil olduğu halde sırtlarına süslü ve pahalı kumaşlar atılı filler, hücuma hazır askerlerle iyice Mekke'ye yaklaştı... Şehirde rahatsızlık son noktadaydı.
Tam bu sırada hiç beklenmedik bir şey oldu. 'Mahmude' Mekke üzerine yürümüyordu. Halbuki Ebrehe, her harpte olduğu gibi bu defa da büyük işler başaracağını ümid etmişti. Hayvanı döğmelerine, üstünde değnekler kırmalarına, her yolu denemelerine rağmen adım attırmadılar.
Yemen ordusu bu mücadelede iken gökyüzü 'Ebabil' denilen ve bu bölgede daha önce görülmemiş siyah renkli, yeşil boyunlu, ufak gagalı, uzun ayaklı dağ kırlangıçları ile doldu. Kuşların gagaları ile ayaklarında nohuttan küçük mercimekten büyük taşlar vardı ve her taştan bir düşmanın ismi yazılışdı.
Kafileler halinde gelerek önce Kabe-i Şerif'in etrafında uçup tavaf yaptılar, sonra düşmanı taş yağmuruna tutmaya başladılar.
Kuşlar, taşı yukarıdan bıraktıça isabet alan askerin tepesinden girip ayağından çıkarak onu hemen öldürüyordu. Hatta süvari olanların atları ile beraber canı çıkıyordu.
İstilacı orduda müthiş bir bocgun başladı. Etleri lime lime dökülerek ölüyor; Ebrehe de içlerinde olduğu halde perişan bir vaziyette Yemen'e doğru kaçıyorlardı.
Fakat, düşmanı havadan takip ederek kovalayan bu minik kuşlar, firarilerin de çoğunu öldürdü. Kaçanlardan bir kısmı yollarda telef olmuş; kurtulanlar anca yemen'de nefe alabilmişti. Mağrur Ebrehe başşehir San'a'ya varabildi ama cüzzam hastalığına yakalanmıştı. Parmak uçlarından kan ve irin akıyordu. Parmakları çürüyüp düştü ve bir müddet sonra yüreği çatlayarak feci şekilde öldü.
Ebrehe'nin yardımcısı ise kaça kaça ta Habeşistan'a gelmiş, olanları bir bir krala hikaye ediyodu. Kral:
-Bunlar ne biçim kuşlarmış ki hep seçme askerleri öldürmüş? diye hayretini açıklarken bir kuş vali muavininin başı üstünde dönmeye başladı.
-İşte, dedi adam, bu kuşlardan, bu kuşlardan! .. Cümleyi yeni bitirmişti ki, o da bir Ebabilin attığı taşla oracıkta öldü...
Binlerce asker ve Mahmude'den başka bütün filler ölmüştü. Birkaç gün sonra insan ölüsü ve hayvan leşleri dayanılmaz bis bir koku yaymaya başladı. Mekke yaşanmaz olmuştu. Bunun üzerine Abdülmuttalib, Kabe'ye giderek Cenab-ı Hakka bu kokudan kurtulmak için dua etti.
Duanın peşinden öyle müthiş bir yağmur yağdı ki ırmaklar gibi kabaran seller, ceset ve leşleri alıp götürdü.
Kureyş kabilesi, doğumuna iki ay kadar bir zaman kala iki cihanın baş tacı Sevgili Peygamberimiz'in Allah katındaki eşsiz hatırından dolayı büyük bir düşman tehlikesini atlattığı gibi, kaçan ordunun geride bıraktığı mallara da ganimet olarak sahip olmuştu.
Ebrehe'den sonra iki oğlu yerine valilik yapmışsa da bu saltanat, kısa sürmüş ve tacı tahtı batıp gitmiştir.
Araplar, bu vak'anın geçtiği tarihe 'Fil yılı' ismini vermiş ve Kureyş'in Allah indinde makbul olduğuna kanaat getirerek bu kabileye ilişmemeye başlamıştı.
hayat devam ediyor...
dil tarih coğrafya fakultelerinde okuyanların gördüğü bir ders olup insan bilimini inceler
idare edilecek 3 şey: dilimiz, huyumuz, hareketlerimiz,
sevilecek 3 şey: cesaret, nezaket, yardım,
nefret edilecek 3 şey:kin, kibir, nakörlük,
istenen 3 şey: sağlık, dostluk, huzur,
düşünülecek 3 şey: hayat, ölüm, sonsuzluk,
şovu bitti ve sonunda ve hak ettiiği yeri buldu
Bir Zamanlar Üç Arkadaş Varmış.
AŞK,DOSTLUK ve GÜVEN…
Üçü bir arada oldumu harikaymış her şey.
Gün gelmiş Aşkın işi çıkmış. Ama Arkadaşlarından ayrılmadan önce söz verdirmiş onlara:
“ Beni özlediğinizde gelin demiş.Nerede gözleri arzuyla dolu birbirlerine bakan bir çift görürseniz ben oradayım”demiş ve ayrılmış onlardan.
Bir zaman sonra
Peki demiş Dostluk,Güvene; ”Madem öyle bende yoluma düşeyim.Görev çağırır.Ama merak etme,nerede birbirlerine hasretle sarılıp birlikte ağlayan iki insanı görürsen işte beni orada bulursun”
Güven ağzını açmış veda etmek için ama dostluk ayrılmış arkadaşının yanından onun son sözünü dinlemeden.Ve gitmiş uzaklara.
Güven sessizce içinden geçirmiş elinde olmadan:
”Beni kaybederseniz,bir daha ASLA bulamazsınız….”
Bermuda Şeytan Üçgeni bulunduğu bölgede başlı başına bir muamma olgusu olmuştur. O bölgede şimdiye kadar sayısını kimsenin bilmediği kadar fazla kayıp vakası yaşanmıştır ve bunlardan geriye tek bir iz bile kalmamıştır. Kimsenin açıklama getiremediği bu esrarengiz fenomen, içinde bilim adamlarının da bulunduğu pek çok insan tarafından 'doğaüstü bir takım güçlerin yaptırımı' olarak algılandı ve öyle lanse edildi. Bu açıklamalar arasında kayıp kıta Atlantis'in orada bulunup (bu düşünceyle paralel olarak Atlas Okyanusu ismini almıştır.) Kayıp Kıta'nın hiçbir zaman anlaşılamayan teknolojik ve manyetik kayıp aygıtlarından birinin etkisinden veya o bölgenin defalarca Dünya dışı varlıkların ziyaretlerinde orada yarattıkları manyetik alanın bir etkisi olduğu, hatta Kristof Kolomb'un bile tuttuğu günlüklerde, o bölgede gökyüzünde uçan tanımlamaz cisimlerden bahsedildiği iddia edilmiştir. Bu esrarengiz üçgen ile ilgili olarak yapılan son iddia ise uzun yıllardır devam eden araştırmaların birkaç yıl önce bir sonuç verdiğinin iddia edilmesi ile ortaya çıktı. Bu son iddia ya göre tüm bu gizemli olaylar aslında basit bir doğal gaz cilvesi idi.
Yer altından fışkıran doğal gazlar, sadece yüksek kara parçalarından değil, deniz ve okyanus tabanlarından da çıkarlar. Çünkü deniz tabanları da üstü suyla kaplanmış alçak kara parcalarıdır. Ancak, okyanusların derinliklerindeki bölgelerden çıkmak isteyen doğal gazlar, oradaki çok düşük ısının da etkisiyle katı hâle dönüşürler ve 'hidrat' denilen beyaz ve tebeşirimsi bir madde hâline gelirler. Çok derinlere dalabilen robot kameralarının bu bölgedeki karbeyaz okyanus tabanını ve bazı gemi enkazlarinı resimlemesinden sonra konuya şu bilimsel açıklama getirilmiştir: Bu bölge, Gulf Stream denilen sıcak su akıntısının da geçtiği yerdir. Tabanın bazen ısınması yüzünden, bu 'tebeşir gazlar' erir ve sudan hafif oldukları için yüzeye doğru yükselirler. O anda, tabandan yüzeye kadar suyun yoğunluğu azalır. O sırada oradan geçen ne varsa, derin bir kuyuya düşer gibi hızla okyanusun dibini boylar. Çünkü, yoğunluğu düşen su, gemileri taşıyacak kaldırma kuvvetini oluşturamaz. Gazın yükselmesi sona erince yoğunluk tekrar eski haline döner ve geride hiçbir iz kalmadan kocaman gemiler kilometrelerce derine gömülmüş olurlar.
Uçakların düşerek kaybolması ise yine aynı sebeptendir. Yüzeye çıkan doğal gazlar, havadan da hafif oldukları için yükselmeye devam ederler. Bu kez yoğunluk azalması, bölgenin üzerindeki atmosferde oluşur. Oradan tesadüfen geçen bir uçak hemen irtifa kaybeder ve motorları durur. Çünkü, motorlardaki benzinin yanması için oksijene ihtiyaç vardır ve düşük yoğunluklu havanın içindeki oksijen miktarı motorların çalışması için yeterli değildir. Böylece uçak da, hızla okyanus tabanına doğru inişe geçer.
VİKİPEDİA' DAN ALINTIDIR.
başarısızlıkları yenmeyi başaran adam...