Fitnat Hanım, çok güzel, henüz sakalı bile çıkmamış bakkal çırağı bir delikanlıya âşık olmuş. Bu nedenle bir bahane bulup sık sık bakkala, delikanlıyı görmeye gelirmiş. Bunu duyanlar delikanlıya, “Fitnat Hanım gelip sana dikkatle baktığı zaman ‘çok bakma güzel, âteş-i hüsnümle (güzelliğimin ateşiyle) yanarsın’ de.” diye öğretmişler. Gerçekten Fitnat Hanım gelip kendisine bakınca delikanlı bu dizeyi söylemiş. Şair, hazır cevap Fitnat Hanım da hemen cevabı yapıştırmış:
Hattın (sakalın) çıkınca sen de beni mumla ararsın!
Osmanlı imparatorluğunda yetişmiş bir iki kadın şairden biri olan Fitnat Hanım ile çağdaşları olan Koca Ragıp Paşa ve Şair Haşmet arasında geçtiği rivayet edilen bir çok olay anlatılmaktadır. Bu üç kişi ellerine fırsat düştüğünde birbirini kıyasıya iğnelemekten de geri durmazlarmış. Ragıp Paşa’nın da, Haşmet’in de Fitnat Hanıma aşk duyguları besledikleri de bilinmektedir.
Bir kurban bayramı arefesinde, Fitnat Hanım kurbanlık almak için Beyazıt çevresinde dolaşıyormuş. Şair Haşmet de oradaymış. Haşmet gökte ararken yerde bulduğu Fitnat Hanımı görünce hemen önünde bir reverans yapıp bir emri olup olmadığını sormuş. Fitnat Hanım bir emri bulunmadığını, bayram için kurbanlık bir koç alacağını söylemiş. Haşmet takılmadan edememiş:
- Bu bayram kulunuzu kurban etseniz olmaz mı?
- Maalesef olmaz, çünkü bu bayram boynuzsuz bir koç kurban edeceğim.
Divan edebiyatının en şiddetli hicivlerini yazmış ve bu uğurda kelleyi de vermiş olan Nefî’ye, zamanın önde gelen şahsiyetlerinden Tâhir Efendi “kelb” (köpek) demiş. Bunu duyan Nefî şu dörtlüğü yazmış:
Kanuni Sultan Süleyman, Şeyhülislam Ebüssuud Efendi’den, manzum bir beyitle, Topkapı Sarayının bahçesindeki meyve ağaçlarına zarar veren karıncaların yok edilmesinin dinen mümkün olup olmadığını sormuş. Beyit şöyle:
Dırahta ger ziyan etse karınca
Günah var mıdır ânı kırınca?
Şairliği de bulunan Ebüssuud Efendi, manzum soruya manzum bir cevap vermiş:
Kime sordumsa seni dogru cevap vermediler Kimi alçak, kimi hirsiz, kimi deyus dediler. Künyeni almak için partiye ettim telefon, Bizdeki kayda göre, simdi o mebus dediler.
Bir toplantıda millete eşek diyen kamil Paşa için Eşref:
Millete erbâbı mansıptan biri eşek demiş,
Reddedilmez böyle bir söz, amma ki pek can sıkar...
Olsa da millet eşek, eşek diyen bilmez mi ki:
Sadrazamlarla vâliler de milletten çıkar...
(makam sahibi bir kişi, millete eşek demiş, bu söz reddedilmez ama, cansıkar...Millet eşek olsa dahi, eşek diyen kişi bilmez mi ki; sadrazamlarla valiler de milletin içinden çıkar...)
1847 yıllarında doğan Şair Eşref, çeşitli yerlerde vali yardımcılığı ve kaymakamlık görevlerinde bulunmuştur.
Kaymakamlık görevinde bulunduğu sırada, siyasi suç işlediği gerekçesiyle, görevinden alınıp Istanbul'a getirilmiştir.
Evinde zararlı evrak bulundurmak suçundandan tutuklanıp mahküm edilen Şair Eşref, tahliye edildikten sonra, Mısır'a kaçmış, burada değişik dergiler ve kitaplar yayımlamıştır.
Türk Edebiyatı'nın büyük hiciv şairi olarak bilinen Şair Eşref'in en meşhur kıtaları şunlardır:
Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için
Gelmesin, reddeylerim billahi öz kardeşimi,
Gözlerim ebnâ-yı âdemden o kadar yıldı ki,
Istemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı...
(gözüm insanlardan o kadar yıldı ki, kabrimi ziyaret etmek için öz kardeşim dahi gelse kovarım. Ben insanlardan fatiha dahi istemem, yeterki mezar taşımı çalmasınlar)
Yazılarından birinde Osmanlı Sadrazamı Ali Paşa'ya ağır bir hakarette bulunan Ziya Paşa, Osmanlı Hükümetinin müracatıyla, Ingiliz Devleti tarafından tutuklanıp, Ingiliz mahkemelerine sevkedilmiştir.
Sadrazam Ali Paşa'nın vefatından sonra, Ziya Paşa, Padişah Sultan Abdülaziz'den affını istemiş, Padişah'ın onu affetmesi üzerine tekrar yurda gelerek memuriyetine devam etmiştir...
Ziya Paşa'nın, toplumdaki aksaklıkları, bozuklukları dile getirdiği uzunca bir şiiri vardır. Şu beyitler, onun bu şiirinden alınmıştır:
Bed asla necâbet mi verir hiç üniforma
Zerduş palan ursan eşek yine eşektir.
(Aslı bozuk olan kişiye, elbisesinin kıymetli olması üstünlük sağlamaz, zira, eşeğe altından palan yaptırsan, o yine eşektir)
Erbab-ı kemâli çekemez nâkıs olanlar, Rencide olur, dîde-i huffaş ziyâdan.
(Yarasanın gözü ışıktan rahatsız oldugu gibi, marifet sahibi olan bir kimseyi, kendisinde eksiklik olan kişi sevmez)
Figani, ozanlık mesleğini icra etmiş, sözünü esirgemeyen, lafını herkese karşı çekinmeden söyleyebilen yaratılışa sahip bir şairimizdir.
Bir gün, Gerede'de Kör Ağa adıyla bilinen hatırısayılır bir kişiye kızmış; çarşıda bulduğu gözleri kör bir köpeğin boynuna ip bağlayarak, Ağanın önünden geçerken, köpeğe, elindeki ekmek parçalarını atmış ve; 'Kör köpek, Gerede' yi yedin doymadın, Bolu' yu yedin doymadın, bu ekmeği de yesen doymazsın, gözünü toprak doyursun' diyerek ona hakaret etmiştir.
Fitnat Hanım, çok güzel, henüz sakalı bile çıkmamış bakkal çırağı bir delikanlıya âşık olmuş. Bu nedenle bir bahane bulup sık sık bakkala, delikanlıyı görmeye gelirmiş. Bunu duyanlar delikanlıya, “Fitnat Hanım gelip sana dikkatle baktığı zaman ‘çok bakma güzel, âteş-i hüsnümle (güzelliğimin ateşiyle) yanarsın’ de.” diye öğretmişler. Gerçekten Fitnat Hanım gelip kendisine bakınca delikanlı bu dizeyi söylemiş. Şair, hazır cevap Fitnat Hanım da hemen cevabı yapıştırmış:
Hattın (sakalın) çıkınca sen de beni mumla ararsın!
Osmanlı imparatorluğunda yetişmiş bir iki kadın şairden biri olan Fitnat Hanım ile çağdaşları olan Koca Ragıp Paşa ve Şair Haşmet arasında geçtiği rivayet edilen bir çok olay anlatılmaktadır. Bu üç kişi ellerine fırsat düştüğünde birbirini kıyasıya iğnelemekten de geri durmazlarmış. Ragıp Paşa’nın da, Haşmet’in de Fitnat Hanıma aşk duyguları besledikleri de bilinmektedir.
Bir kurban bayramı arefesinde, Fitnat Hanım kurbanlık almak için Beyazıt çevresinde dolaşıyormuş. Şair Haşmet de oradaymış. Haşmet gökte ararken yerde bulduğu Fitnat Hanımı görünce hemen önünde bir reverans yapıp bir emri olup olmadığını sormuş. Fitnat Hanım bir emri bulunmadığını, bayram için kurbanlık bir koç alacağını söylemiş. Haşmet takılmadan edememiş:
- Bu bayram kulunuzu kurban etseniz olmaz mı?
- Maalesef olmaz, çünkü bu bayram boynuzsuz bir koç kurban edeceğim.
Divan edebiyatının en şiddetli hicivlerini yazmış ve bu uğurda kelleyi de vermiş olan Nefî’ye, zamanın önde gelen şahsiyetlerinden Tâhir Efendi “kelb” (köpek) demiş. Bunu duyan Nefî şu dörtlüğü yazmış:
Bana kelb demiş Tâhir Efendi
İltifâtı bu sözde zâhirdir.
Mâlikî mezhebim benim zira
İtikadımca kelb Tâhirdir.
(Tahir: temiz)
Kanuni Sultan Süleyman, Şeyhülislam Ebüssuud Efendi’den, manzum bir beyitle, Topkapı Sarayının bahçesindeki meyve ağaçlarına zarar veren karıncaların yok edilmesinin dinen mümkün olup olmadığını sormuş. Beyit şöyle:
Dırahta ger ziyan etse karınca
Günah var mıdır ânı kırınca?
Şairliği de bulunan Ebüssuud Efendi, manzum soruya manzum bir cevap vermiş:
Yarın Hakkın divanına varınca,
Süleyman’dan hakkın alır karınca.
Eylemem ölsem de kizb'i ihtiyar
Doğruyu söyler gezer bir şairim
Bir güzel mazmun bulunca eşrefâ
Kendimi hicveylemezsem kafirim.
Yine Eşref'ten...
Kime sordumsa seni dogru cevap vermediler
Kimi alçak, kimi hirsiz, kimi deyus dediler.
Künyeni almak için partiye ettim telefon,
Bizdeki kayda göre, simdi o mebus dediler.
Neyzen Tevfik
Bir toplantıda millete eşek diyen kamil Paşa için Eşref:
Millete erbâbı mansıptan biri eşek demiş,
Reddedilmez böyle bir söz, amma ki pek can sıkar...
Olsa da millet eşek, eşek diyen bilmez mi ki:
Sadrazamlarla vâliler de milletten çıkar...
(makam sahibi bir kişi, millete eşek demiş, bu söz reddedilmez ama, cansıkar...Millet eşek olsa dahi, eşek diyen kişi bilmez mi ki; sadrazamlarla valiler de milletin içinden çıkar...)
diyerek tepkisini ortaya koymuştur.
Şair Eşref
1847 yıllarında doğan Şair Eşref, çeşitli yerlerde vali yardımcılığı ve kaymakamlık görevlerinde bulunmuştur.
Kaymakamlık görevinde bulunduğu sırada, siyasi suç işlediği gerekçesiyle, görevinden alınıp Istanbul'a getirilmiştir.
Evinde zararlı evrak bulundurmak suçundandan tutuklanıp mahküm edilen Şair Eşref, tahliye edildikten sonra, Mısır'a kaçmış, burada değişik dergiler ve kitaplar yayımlamıştır.
Türk Edebiyatı'nın büyük hiciv şairi olarak bilinen Şair Eşref'in en meşhur kıtaları şunlardır:
Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için
Gelmesin, reddeylerim billahi öz kardeşimi,
Gözlerim ebnâ-yı âdemden o kadar yıldı ki,
Istemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı...
(gözüm insanlardan o kadar yıldı ki, kabrimi ziyaret etmek için öz kardeşim dahi gelse kovarım. Ben insanlardan fatiha dahi istemem, yeterki mezar taşımı çalmasınlar)
Yazılarından birinde Osmanlı Sadrazamı Ali Paşa'ya ağır bir hakarette bulunan Ziya Paşa, Osmanlı Hükümetinin müracatıyla, Ingiliz Devleti tarafından tutuklanıp, Ingiliz mahkemelerine sevkedilmiştir.
Sadrazam Ali Paşa'nın vefatından sonra, Ziya Paşa, Padişah Sultan Abdülaziz'den affını istemiş, Padişah'ın onu affetmesi üzerine tekrar yurda gelerek memuriyetine devam etmiştir...
Ziya Paşa'nın, toplumdaki aksaklıkları, bozuklukları dile getirdiği uzunca bir şiiri vardır. Şu beyitler, onun bu şiirinden alınmıştır:
Bed asla necâbet mi verir hiç üniforma
Zerduş palan ursan eşek yine eşektir.
(Aslı bozuk olan kişiye, elbisesinin kıymetli olması üstünlük sağlamaz, zira, eşeğe altından palan yaptırsan, o yine eşektir)
Erbab-ı kemâli çekemez nâkıs olanlar, Rencide olur, dîde-i huffaş ziyâdan.
(Yarasanın gözü ışıktan rahatsız oldugu gibi, marifet sahibi olan bir kimseyi, kendisinde eksiklik olan kişi sevmez)
Figani, ozanlık mesleğini icra etmiş, sözünü esirgemeyen, lafını herkese karşı çekinmeden söyleyebilen yaratılışa sahip bir şairimizdir.
Bir gün, Gerede'de Kör Ağa adıyla bilinen hatırısayılır bir kişiye kızmış; çarşıda bulduğu gözleri kör bir köpeğin boynuna ip bağlayarak, Ağanın önünden geçerken, köpeğe, elindeki ekmek parçalarını atmış ve; 'Kör köpek, Gerede' yi yedin doymadın, Bolu' yu yedin doymadın, bu ekmeği de yesen doymazsın, gözünü toprak doyursun' diyerek ona hakaret etmiştir.