Kültür Sanat Edebiyat Şiir

NEDİR?

139.262 başlıktan toplam 498.905 yorum

  • ismet özel25.02.2003 - 14:36

    NİÇİN 'TERÖRİZME KARŞI' DA 'İSLAM'A KARŞI' DEĞİL

    Müslümanların hesabının görülmesi sırasında Müslümanlık bahse konu ol-muyor. Yahudiler ve Hıristiyanlar yeryüzünden bir kültür varlığı olarak Müslümanlığı silmek istediklerini söylemiyorlar; ama bilhassa bu söylemedikleri işi yapıyorlar. Başat kültür hayatından İslâmiyet’i silmek için ellerinden ne geliyorsa artlarına koymuyorlar. Niçin yapıyorlar bunu? Bu zahmete niçin katlanıyorlar? 1924 yılında hilâfetin kaldırılmış olmasıyla dünya Müslümanlığı zaten omurgasız bırakılmış değil midir? Evet, öyledir. Gel gelelim, ne derecede reforma uğramış olurlarsa olsun Yahudiler ve Hıristiyanlar ilâhiyat hakkındaki telâkkilerinin sıradan Müslümanlar nazarında bile bir değerlendirmeye tâbi tutulmasına tahammül edemiyor. Modernlik aracılığıyla Müslümanların “endoctriné” edilmesinden alamadıkları sonucu Müslümanların terörist yaftası altında temizlenmesinden alacaklarını umuyorlar.

    İSMET ÖZEL (Gerçek Hayat Dergisi, Sayı: 122)

  • ismet özel03.02.2003 - 13:12

    İŞKENCE ALTINDA ALINMAYAN AŞK İFADEMDİR

    Sevgili Sevgili

    Aşk içinde aşk için seslenişin en uygun biçimini bulduğum kanısındayım. Merhamet belki çok yüce bir şey ve muhtemel ki merhamet aşktan üstündür. Tapınmak.. onun yüceliğine diyecek yok. Belki tapınmadaki kesinlik ve keskinliğe aşk hiçbir zaman ulaşamayacaktır. Bütün diğer işlerle uğraşan bütün diğer insanlar gibi tapınanlar ve merhamet duyanlar da seslendikleri zaman mutlaka hissettikleri bir farkı dile getirmiş olurlar. Aşktaki sesleniş ise farksızlığı ve bir tür özdeşliği vurgulamalı her şeyden çok. Aşkın seslenişi sevgisi olandan sevgisi olanadır ancak. Çoğu kimsenin sandığı gibi seven taraftan sevilen tarafa doğru bir akış değildir. Sen benim sevgilimsen bunu mümkün kılan sadece benim senin sevgilin oluşumdan başkaca birşey olmasa gerek. Bu yüzden sana seslenirken hep bir yankıya kulak verir gibi sayarım kendimi.

    Neyi nasıl demişsem senin de bunu bana böyle söylemediğini düşündüğüm an sana ne bunu söyleyebilirim ve ne de boşluğa böyle söyleyebilirim. Benim sana doğru gelişim senin bana doğru gelmenin öbür kanadı. Uçmak için gerekli bir çift kanadın birleştiği yere göğüs diyorlar, döş diyorlar, sine diyorlar. Çoklarının sine çák olduğu söyleniyor. Şimdiye dek sineden yoksun bir aşkı tanıyan hiç olmamış.

    Aşk mı? Nereden bileyim aşk olduğunu? Aşk başlı başına bir vakıa ise onu diğer vakıalardan ayıran bir özelliği olmalı. Besbelli ki bu özellik tümleşmeden ibaret. ‘‘Aşk gelince cümle eksikler biter’’ denildiğine göre gel de seninle seven ve sevilen ayrımına bir anlam vermeyelim. Borçluları ve alacaklıları onların alacak ve verecekleriyle pazarda bırakalım. Yurttaşlar yurtlarıyla ne halleri varsa görsün. Komutanlar komutlarını versin. Köleler boyun eğsin. İsterse bilginler bilgi kumkuması olarak, güzeller güzellikleriyle kasım kasım kasılarak dünyada kimseye yer bırakmasın.

    Onların yerinde gözü olan kim! Biz değiliz. Biz ikimiz sadece aşkın unsurlarıyız. İki can ve bir canlıyız. Sana gel dediğim zaman, kendim gelmiş olmuyor muyum? Gel káinatta aşkı ilk ikimiz bulmuş olalım. Neden olmasın! Belki insanların yaygın olarak öteden beri bildikleri şey sahiden aşk değildi. Bir tür ilginç sayrılıktı onlarınki. Neler yok ki? Çıldıranlar... Canlarına kıyanlar... Uzuvlarını kesip fırlatanlar... Aşk sebebiyle feda oluş, feda ediş... Bütün bunlara bir anlam veremiyorum ben. Sen de vermiyorsan ve aşk ise vuku bulan, hiçbir şey ters gitmeyecek demektir. Aşkta her şey düzdür. Aşkla her şey düzelir. Düz değilse aşk değildir. Düzgünleştirmiyorsa aşk değildir. Haydi biraz daha samimi olalım: Aşkın gözünün sahiden kör olduğunu itiraf edelim. Gözü kör olan aşk eğer hareket edecekse önü düz müdür, yoksa bayır mı nereden bilsin? Aşkın dışında duranların ters kabul ettikleri şeyleri aşk ters bilmez.
    Adı aşk olan her ne ise maddiyat alanına girmeyen, nesneler dünyasında karşılığı bulunamayan bir şey midir? Yoksa çocuklara ayıp olduğu öğretilen şeyden başka bir şey değil midir aşk? Elbette ikincisi. Aşkı hiçbir zaman o iç bayıltan yumrulardan, yumuşaklıklardan, ıslaklıklardan, tüylerden, tomurcuklanmalardan koparmaya, ayrı tutmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Evet. Evet. Evet. Aşk bilhassa üremeye ilişkindir. Yani çoğalmaya, büyümeye, daha fazlasına gidilemeyecek derecede eksiksizleşmeye...

    Aşk insanlar arasında ve insanlar içindir. Çünkü aşkın halleri ve insanın halleri birbiriyle örtüşür. Her ikisi de tende ve tenden başlamak zorundadır. Hem aşk, hem de insan tende çakılıp kalmadığı takdirde kendisi olabilir. İnsandan gayrı canlıların tozlaşmasını, çiftleşmesini aşktan arındırabilirsiniz. Çünkü insandan gayrı canlıların üremesi türlerinin devamından başka bir anlam taşımaz. İnsanlar ise aşk ile birbirlerini üretir. Kendilerini çoğaltır ve büyütürler.

    İşte bu sebepten ötürüdür ki ‘‘Ey sevgili! ’’ demem ben; ‘‘sevgili sevgili’’ derim. Sevdikçe söylerim, söyledikçe severim. Sevildikçe söylerim, söyledikçe sevilirim. Sevdiğimi söylerim, söylediğimi severim. İşkence altında benim ifademi almak mümkün olamaz. İfademi çünkü çoktan sevgili sevgili almıştır.

    İSMET ÖZEL

  • ismet özel03.02.2003 - 13:09

    Türkiye’de siyasetin kimler tarafından, ne şekilde yapıldığını sergilemek gayesiyle yazdıklarım siyasetten yüz çevirmeye haklılık kazandırmak için değildir. Haysiyetin hiçe sayıldığı siyasi tavır yerini haysiyet koruma siyasetine bırakabilir. Demek ki Türkiye bir ülke olarak mevcudiyetinden vazgeçmediği sürece direnişin atılımla ikmal edileceği bir siyasi eğilimle harekete geçme ve bu eğilimin vücut kazandığı bir siyasi kuruluşa kavuşma ümidini kaybetmeyecektir. Ömrünün akış düzeni içinde cedelin de cehdin de önemli roller oynaması gerektiğini düşünen milyonlarca insan yaşıyor Türkiye’de. Bu insanları düşüncedeki rengi ve şahsiyetteki kesafeti ne olursa olsun günümüzün siyasetçileriyle koşut konuma sokmaya veya tam tersine renk ve kesafet gözeterek bu insanları günümüzün siyasetçileriyle rekabete sevk etmek en hafif deyimle alçaklıktır. İstatistikler, araştırma raporları ne derse desin Türkiye siyasi tavır bakımından bu kadar alçalmaya müsait bir ülke değildir. Türkiye’nin Müslüman nüfusunu köleleşmenin, soysuzlaşmanın, dilencileşmenin, iptizale uğramanın bir katalizörü durumuna düşürmeye yerli veya yabancı hiç kimsenin gücünün yetmeyeceğini göreceksiniz. Bu kadar kesin konuşuyorsam bunun sebebi Müslümanların kendi aralarından müminleri çıkaracaklarına olan güvenimdir. Müminlerin ihsandan mahrum kalmayacaklarına inancım tamdır. Güvendiğim, inandığım hususlarda tek başıma kalmadığımı bildirenler de var.
    (devamı aşağda...)

  • ismet özel03.02.2003 - 13:07

    Bırakalım plastik adamlar parti kursunlar, parti versinler, parti malı alıp satsınlar. Onlara kendi partimizi kurarak cevap vermeyeceğiz. Biliyoruz ve bilmeliyiz ki Türkiye’de siyasetin dili dünya sisteminin lortları hangi dilden anlıyorsa ve/veya hangi dili dayatmışsa odur. Halbuki biz kendi atılım dilimizi kurdukça birbirimize destek olabiliyoruz. Onlara kaç kişi olduğumuzu bildirmeme ve onları ne ölçüde muhasara altına aldığımızı söylememe cezasına çarptıracağız. Bizim Türklüğümüz bu işin kemale erdirilmesiyle mukayyettir. Tıpkı bu toprakların dar-ül İslâm olduğu günlerdeki gibi direneceğiz ve atılacağız. Bizim kim olduğumuzu bizden biri olmayan asla anlayamayacak. Bizim ne yaptığımızı bizim işimizi görmeyen, bizimle ortaklaşa çalışma yürütmeyen asla bilemeyecek. Kimseyi ikna etmeyeceğiz. Çünkü insanların âlet durumuna düşürülmesine isyan ediyoruz. Kimse bizi ikna edemeyecek. Çünkü kendimizi hiçbir şekilde kullanıma açmış değiliz. Parti kurmuyoruz, Müslüman olarak üstünlüğümüze toz kondurmuyoruz.

    İSMET ÖZEL

  • ismet özel03.02.2003 - 13:05

    Türkiye’nin siyasetinde cedel de yok, cehd de yok. Hiçbir zaman olmadı. Şimdiye kadar Türkiyeli siyasetçiler taltif edilmelerine yol açan süreç boyunca ne cedeli göze aldı, ne cehte azmetti. Zahmetlerle, sıkıntılarla, kanla, gözyaşıyla dolu Türk tarihinin neden hem cedele, hem de cehde yabancı kalışı meraka değer. Biz bunu merak ede duralım, vakıa gözler önüne serilmiş vaziyettedir: Eğer Türkiye’deki siyaset alanı bir mücadele alanı olsaydı, siyaset adamları arkalarına yürüttükleri veya yürütmeye hazırlandıkları cedel hatırına bir “ordu” toplamaya gayret ederlerdi. Hayır, böyle yapmıyorlar. İstedikleri iğreti oydan, geçici bir onaydan ibarettir. Eğer Türkiye siyasi alanda mücâhede etmeye elverişli bir zemine sahip olsaydı halkın tanıma fırsatı bulduğu her yüksek şahsiyeti siyaset yapmaya zorladığı bir tablo karşısında olacaktık. Hayır, karşısında olduğumuz tablo bu değil. Siyaset adamları halkın devlet imkânlarından yararlandırılması hususunda taviz verdikleri oranda taraftar toplayabiliyorlar ve halk işbirliği yapmak üzere gözünü üstün nitelikli insanlara değil, sorumluluğunu kendine hatırlatmayacak nitelikteki insanlara dikmiş durumdadır. Halk onlarla elbirliği etmenin bedelini ödeme mecburiyeti altında kalmamak için üstün nitelikli insanlardan gözünü kaçırmaktadır.

    İSMET ÖZEL

  • ismet özel03.02.2003 - 13:04

    Devlet lehine davrandığı söylenenlerin kendi kişisel menfaatlerini kollamaktan ötede bir etkinlikte bulunduklarını kanıtlamak hemen hemen imkânsızdır. Çünkü verdiği karar neticesinde devlet kazançlı çıktığı halde kendinin kayba uğradığına şahit olduğumuz yetkililer eliyle yürütülmüş bir siyasetin açtığı yolda hiçbir mesafe kat etmedi Türkiye. Bilakis yüzyıllar boyunca nice “resmi karar” yetkililer, daha doğrusu devlet yetkilerini gasp edenler şahsi güvencelerden mahrum kalmasın diye verildi.

    İSMET ÖZEL

  • ismet özel03.02.2003 - 12:55

    ' Bir Müslüman’ın Müslümanlığının derecesini hayatında mücâhedeye verdiği yerden anlarız. Yani yüksek bir karakteri temsil niyetiyle helâllere ne kadar riayet ettiğinden, haramlardan ne kadar kaçındığından. '

    İSMET ÖZEL

  • ismet özel03.02.2003 - 12:52

    'Türklük meselesi insanlık tarihini dolaysız olarak ve münhasıran modernlik tarihini bire bir ilgilendiriyor. Türkler günde beş vakit namaz kılarak dehrin çekip çevrilmesinde kendi yerlerine rıza gösterdiklerini belli ediyorlar. Türkler Ramazan ayı boyunca oruç tutarak kainata Yaratıcısı tarafından verilmiş nizama müdahale etmeye yeltenenlerin yersizliklerine şehadet ediyorlar.
    Türkler herşeyin kelime-i tevhit ile başladığını, kelime-i tevhidin herşeyi tamamladığını biliyorlar. Türkler Hac farizasının merkezden muhite yayılmaktaki faydayla mukayyet olduğu anlayışına bağlılar. Türkler zekatla arındırılmamış kazancın servet kabul edilemeyeceği görüşündeler. Sözü uzatmanın ne yararı var? Kimse Türklüğün şartlarını yerine getirmeden Türklük davası gütmüyor zaten.'

  • ismet özel31.01.2003 - 14:08

    SEMAVİ DEVLET İLE TÜRABİ MİLLET ARASINDAKİ FERT

    Dünya sisteminin lortları bilhassa ve en çok Türkiye’yle, Türkiye’nin tutturacağı istikametin ne olduğuyla uğraşıyor. Bu ilginin bir sebebi olsa gerek. Türkiye’ye duyulan ilgi bu ülkede yaşayan insanların yaptıkları şeyler itibariyle değildir. Yaptıkları şeyler Türkiye düşmanlarının tavsiyelerini yerine getirmekten ibaret. Çırpındıkça batıyor olmaları bu yüzden. Sistemi yürütenler kimin ne yaptığıyla ilgilenmiyor. Denetçiler ne yapılmadığına dikkat etmektedirler. Türkiye’ye ilgi duyuluyorsa Türkiye’de yaşayan insanların dayatmalar dışında bir şeyler yapma ihtimali sebebiyle ilgi duyuluyor. Var mıdır Türkiye’de yaşayan insanların kendilerine dayatılan şeyler dışında bir şeyler yapma ihtimali? Elbette vardır ve üstelik Türkiye sistem dışında bir hayat yolunu kat edebilecek dünyadaki yegâne ülkedir. Madem öyledir de Türkiye sözünü ettiğimiz ihtimale niçin cesamet kazandıramıyor?

    İSMET ÖZEL (Gerçek Hayat Dergisi, Sayı: 119)

  • ismet özel24.01.2003 - 13:11

    ÇOK ŞEY BİLİYOR HİÇBİRİNİ ANLAMAMIŞ;
    HER ŞEYDEN ANLIYOR HİÇBİR ŞEY BİLDİĞİ YOK

    Bilginin ve anlayışın, ilmin ve irfanın, sevgililer ve âşıklar olmanın birlikte bulunması harikulâde bir olay. Harikulâdeliklere dünyada sıkça rastlanılmaz. Dünya hayatında alelâdeliğin baskın çıktığı vâkidir. Bakarsınız ki bilgi ve anlayış birbirlerinden çabucak kopuvermiştir. Giderek bilginin anlayıştan, anlayışın bilgiden sıkça kaçtığı olur. Bu durum insanları birbirleri karşısında tuhaf ve tehlikeli yaratıklar haline dönüştürür. Bilip de anlamayanlar kolayca merhametsizce kararlar verirler, anlayıp da bilmeyenler insanların hayal âleminde bocalamalarına sebep olurlar. İnsanlık binlerce yıldan beri çok değişik gerekçeler uyarınca yürürlüğe giren merhametsizliğin ve bocalamaların acısını çekmiştir, halen çekmektedir

    İSMET ÖZEL (Gerçek Hayat Dergisi, Sayı: 118)