ruhumu eritipte kalıpta dondurmuşlar onu istanbul diye toprağa kondurmuşlar içimde tüten bir şey hava renk eda iklim o benim zaman mekan aşıp geçmiş sevgilim çiçeği altın yaldız suyu telli pulludur ay ve güneş ezelden iki istanbulludur denizle toprak yalnız ond aermiş visale ve kavuşmuş rüyalar ond aond amisale
istanbul benim canım vatanımda vatanım istanbul istanbul
tarihin gözleri var surlarda delik delik servi endamlı servi ahirete perdelik bulutta şaha kalkmış fatihten kalma kır at pırlantadan kubbeler belki bir milyar kırat şahadet parmağıdır göğe doğru minare her nakışta o mana öleceğiz ne çare hayttan canlı ölüm günahtan baskın rahmet beyoğlu tepinirken ağlar kracaahmet
o manayı buld abul ille istanbuld abul istanbul istanbul
boğaz gümüş bir mangal kaynatır serinliği çamlıcada yerdedir göklerin derinliği oynak sular yalının alt katına misafir yeni dünyadan mahzun resimde eski sefir her akşam camlarında yangın çıkan üsküdar perili ahşap konak koca bir şehir kadar bir ses bilemem tanbur gibi mi ud gibi mi cumbalı odalrda inletir katibimi
kadını keskin bıçak taze kan gibi sıcak istanbul istanbul
yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler yedi renk yedi sesten sayısız belirişler eyüp öksüz kadıköy süslü moda kurumlu adada rüzgar uçan eteklerden sorumlu her şafak hisarlarda oklar çıkar yayından hala çığlıklar gelir topkapı sarayından ana giib yar olmaz istanbul gibi diyar güleni şöyle dursun ağlayanı bahtiyar
gecesi sümbül kokan türkçesi bülbül kokan istanbul istanbul
karacaahmet deryada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet al sana derya gibi sonsuz karacaahmet göbeğinde yabancı şehrin sahici belde ona sor gidenlerden kalan şey neymiş elde mezar mezar zıtların kenetlendiği nokta mezar mezar varlığa yol veren geçit yokta onda sırların sırrı bulmak için kaybetmek parmakların saydığı ne vars ahep tüketmek varmak o iklimeki uğramaz ihtiyarlık ebedi gençliğin taht kurduğu yer mezarlık ebedi gençlik ölüm desem kimse inanmaz taş ihtiyarlar servi çürrü ölüm yıpranmaz karacaahmet bana neler söylüyor neler diyor ki vatan viran olmaz tek bucak viraneler zaman deli gömleği onu yırtanda ölüm ölümde yekpare an ne kesiklik ne bölüm hep olmadan hiç olmaz hiçin ötesinde hep bu mu dersin taşlarda donmuş sükuta sebep kavuklu başörtülü fesli başaçık taşlar taşlara yaslanmışda küflü kemikten başlar kum dolu gözleriyle süzüyor insanları süzüzyor sahi diye toprağa basanları onlar ki her nefeste habersiz öldüğünden gülüp oynamaktalar gelir gibi düğünden onlar ki sıfırlarda rakamları bulmuşlar fikirden kurtularak ölümden kurtulmuşlar söyle karacaahmet bu ne acıklı talih taşlarına kapanmış ağlıyor koca tarih
canım istanbul
ruhumu eritipte kalıpta dondurmuşlar
onu istanbul diye toprağa kondurmuşlar
içimde tüten bir şey hava renk eda iklim
o benim zaman mekan aşıp geçmiş sevgilim
çiçeği altın yaldız suyu telli pulludur
ay ve güneş ezelden iki istanbulludur
denizle toprak yalnız ond aermiş visale
ve kavuşmuş rüyalar ond aond amisale
istanbul benim canım
vatanımda vatanım
istanbul
istanbul
tarihin gözleri var surlarda delik delik
servi endamlı servi ahirete perdelik
bulutta şaha kalkmış fatihten kalma kır at
pırlantadan kubbeler belki bir milyar kırat
şahadet parmağıdır göğe doğru minare
her nakışta o mana öleceğiz ne çare
hayttan canlı ölüm günahtan baskın rahmet
beyoğlu tepinirken ağlar kracaahmet
o manayı buld abul
ille istanbuld abul
istanbul
istanbul
boğaz gümüş bir mangal kaynatır serinliği
çamlıcada yerdedir göklerin derinliği
oynak sular yalının alt katına misafir
yeni dünyadan mahzun resimde eski sefir
her akşam camlarında yangın çıkan üsküdar
perili ahşap konak koca bir şehir kadar
bir ses bilemem tanbur gibi mi ud gibi mi
cumbalı odalrda inletir katibimi
kadını keskin bıçak
taze kan gibi sıcak
istanbul
istanbul
yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler
yedi renk yedi sesten sayısız belirişler
eyüp öksüz kadıköy süslü moda kurumlu
adada rüzgar uçan eteklerden sorumlu
her şafak hisarlarda oklar çıkar yayından
hala çığlıklar gelir topkapı sarayından
ana giib yar olmaz istanbul gibi diyar
güleni şöyle dursun ağlayanı bahtiyar
gecesi sümbül kokan
türkçesi bülbül kokan
istanbul
istanbul
apartman
sır vermeye alışkan
pencereler aydınlık
duvar şüphe çakan
gölgelerde şaşkınlık
üst üste insan türü
bu ne hayat götürü
yakınlıktan ötürü
kaçıp gitmiş yakınlık
karacaahmet
deryada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet
al sana derya gibi sonsuz karacaahmet
göbeğinde yabancı şehrin sahici belde
ona sor gidenlerden kalan şey neymiş elde
mezar mezar zıtların kenetlendiği nokta
mezar mezar varlığa yol veren geçit yokta
onda sırların sırrı bulmak için kaybetmek
parmakların saydığı ne vars ahep tüketmek
varmak o iklimeki uğramaz ihtiyarlık
ebedi gençliğin taht kurduğu yer mezarlık
ebedi gençlik ölüm desem kimse inanmaz
taş ihtiyarlar servi çürrü ölüm yıpranmaz
karacaahmet bana neler söylüyor neler
diyor ki vatan viran olmaz tek bucak viraneler
zaman deli gömleği onu yırtanda ölüm
ölümde yekpare an ne kesiklik ne bölüm
hep olmadan hiç olmaz hiçin ötesinde hep
bu mu dersin taşlarda donmuş sükuta sebep
kavuklu başörtülü fesli başaçık taşlar
taşlara yaslanmışda küflü kemikten başlar
kum dolu gözleriyle süzüyor insanları
süzüzyor sahi diye toprağa basanları
onlar ki her nefeste habersiz öldüğünden
gülüp oynamaktalar gelir gibi düğünden
onlar ki sıfırlarda rakamları bulmuşlar
fikirden kurtularak ölümden kurtulmuşlar
söyle karacaahmet bu ne acıklı talih
taşlarına kapanmış ağlıyor koca tarih
nur şehri
şehirlerde tabanım değil yüreğim yanık
nur şehrine gidelim yürü çilekeş çarık
şehrin kalbi
nur yolunu tıkıyor yüzbir katlı gökdelen
bir küçük iğne yok mu şehrin kalbini delen
yıldızlı bir gecede
sema bize seslenir
kalma gel işkencede
ruhumuz ebedidir
bunu duy tek hecede
ömür ki bir kurak çöl
onu tek bir güne böl
şebnem gibi doğ ve öl
yıldızlı bir gecede
madde ve ruh
ne varsa nakış nakış tabiatta maddede
gözlerimdeki nurun aksi beyaz perdede
su 1
bir hamam ki arınma gayesinden şaheser
arınmışların yeri cennette nurlu kevser
su 2
kainatta ne varsa suda yaşadı önce
üztümüzden su geçer doğunc ave ölünce
su 3
insanlar habersizken yolalrın verasından
gökle toprak arası su şaşamaz mecrasından