BİR KADIN SANATÇI&MÜZİSYEN nasıl olur herkeze gösteriyor...Manken bozması(Demet Akalın hariç) bazı şarkıcıların bu kadını dinleyip biraz ar duyması lazım...
Yastayım adlı şarkısını ilk dinlediğimde beni ağlatan nadir şarkıcılardan...Bu kadar mı bana yakın olabilir dedim bu sözler...Selam duygu adamı...Yolun açık olsun...
Bir yangını külünü yeniden bıraktın gittin...Gizli aşk bu söyleyemem ben derdimi hiç kimseye...en sevdiğim iki şarkısı...O bir üstat...Onun yerini kimse alamaz...Allah rahmet eylesin....
Kaçırılmış fırsatlar, elde edilemeyen güzellikler, ulaşılamamış başarılar, çoğu insanın yakındığı kelimelerdir sanırım. Bazı insanlar hayata özellikle gençlik yıllarından yeniden başlamayı düşünür. Çünkü bu dönemdeki hataların sayısı, pişmanlıklar daha fazladır. Kişilik bu dönemde oturur, meslek seçimi bu çağlarda olur, hatta eş seçimi bile çoğu zaman bu döneme rastlar. Keşke bunu yapmasaydım, keşke o insanla tanışmasaydım, keşke bu mesleği seçmeseydim gibi “keşke” ‘lerle dolu birçok cümle yer alır hayatımızda. Ama bazen şunu unuturuz: bunlar yaşanmasaydı biz kendimizi tanımayacak, beklentilerimizin farkında olmayacaktık. Çoğu kişi de kendisine sormuştur: yeniden dünyaya gelseydim farklı cinsiyette doğmayı ister miydim? Bu soruyu ben de kendime çok sordum ve her seferinde “evet” dedim. Düşünsenize; kadın olarak yaşamak her toplumda daha zor. Aslında işin aslı erkek olarak yaşamayı istememin nedeni, zorluklarla mücadele etmekten kaçış değil. Erkek olarak daha farklı şeyler yapabilmektir. Örneğin, “kadınların haklarına bir erkek olarak sahip çıkmak gibi”. Ülkemizde yaşanan birtakım olumsuz ve acı verici olayları görünce kadın veya erkek olarak ne olursak olalım bunlardan ders çıkarmalıyız aslında. Pazartesi okullar açılıyor sorunlu veya sorunsuz yoğun bir dönem bizi bekliyor. Geleceğin ilk adımlarının atıldığı bu dönemde ders sıralarının, okulun, öğretmenlerinin kıymetini bilmeyen gençler bizim yaşlarımıza geldiklerinde işte o “keşke” lerle dolu cümleleri söyleyecekler. her şeyin başının eğitim olduğu hayatımızda, okullarda gösterilen ders bilgilerinin yanında, hayata dair, insana dair önemli bilgilerin anlatılması hatta örnekleriyle gösterilmesi gerekmiyor mu? Sahip oldukları olanakların kıymetini bilmeleri çocuklara ve gençlere hatırlatılması gerekmiyor mu? İnsan ne olursa olsun, bulunduğu şartlara sahip çıkabilmeli. Çünkü bir daha yaşama şansımız yok. Olsaydı da güzel mi olurdu bilemem ama şahsım adına şükrediyorum halime. Yıllar önce bir kitapta okuduğum cümle beni çok etkilemiş belki de yaşam felsefemi oluşturmuştu: “ Ben yağmurlu bir günde ayakkabısız olduğuma üzülürken, ayaksız bir insan gördüm. ”
HER ŞEYİMİZ TAKLİT Her an hayatımızdaki ürünlerin taklitleriyle karşılaşmamız mümkün.Yolda yürürken tezgahtar bağırır:”orijinal parfüm bunlar 20 YTL! ! ! ! ” şimdi buna inanmak mümkün mü acaba(!) Bunların orijinali 150 YTL den başlarken üstelik.Evleri gezen pazarlamacıların sattıkları tencereler,saatler,gömlekler,çantalar..Orijinallerinin çeyrek fiyatından bile daha az bu ürünler vatandaşa kandırılarak satılıyor orijinal diye. İstanbul’da bu iş daha da yaygın hale gelmiş durumda.Hatta bazı siyahi tiplerin (Senegalli,Kenyalı,Nijeryalı gibi Afrikalıların) sokak aralarında tezgah kurduklarını görmek mümkün.Ama gözü açık İstanbullu eskisi gibi bu ürünlere pek de tamah etmiyor. Marka taklitçiliği uluslar arası planda da çok zor durumlara sokuyormuş Türkiye yi Tescilli Markalar Derneği,Türkiye’deki taklit malı piyasasının dört milyar dolarlık bir hacme ulaştığını; TÜSİAD ise,fikri mülkiyet haklarının korunmadığı bir ortamda,yüksek katma değer yaratan ürünlerin kolaylıkla taklit edilebilmesiyle yaratıcılığın darbe gördüğünü ve Türkiye’nin AB rekabet politikalarından hızla uzaklaşacağını vurguluyor. Sahte marka imalatında üçüncü sırada yer alan Türkiye’de bununla ilgili yeni bir mücadele başlatılmış.O da “ marka dedektifleri”. Bunlar özellikle markalara istihbarat sağlayan araştırma şirketlerinin ve bu markaların hukuk bürolarında çalışan istihbarat elemanları.Bu marka dedektiflerinin,tüm taklit malların yüzde 70’inin İstanbul’da olmasının sebebiyle çalışmalarını İstanbul’da yapmaları da gayet normal aslında.Bu dedektiflerde kendi aralarında ayrılıyormuş.Örneğin sahte tekstil ürünlerine bakan marka dedektifi parfümeriye bakan ayrı kişilermiş. Marka taklitçiliğini Türkiye’de yapanlara; birinci kez yaptığında hapis cezası yokken.,tazminat ve para cezası uygulanıyor.İkinci kez tekrarlarsa,taklitçiliğin boyutuna göre hapis cezası veriliyor. Her markalı ürün kaliteli ürün müdür? Bu tartışmaya çok açık bir soru aslında.Fahiş fiyatlara satılan markalı ürünler karşısında vatandaşın yapacağı kaliteli ürünü almak olacaktır aslında.Ve kesinlikle Napolyon’un dediği gibi; ” Ben ucuz mal alacak kadar zengin değilim..” Kaliteli ve orijinal günler dileğiyle….
Bugün Türk milleti dediğimiz gerçeği şu şekilde tarif etmek mümkün, müşterek bir tarihten gelen ve müşterek bir tarih şuuruna sahip bulunan,aynı dine mensup, aynı kültürle yoğrulmuş, aynı devleti kurmuş, yaşatmış ve bugünde aynı devletin sahibi ve aynı devletin bayrağı altında ve sınırları içinde yaşayan insan topluluğu, Türk milletini teşkil etmektedir.Yani kalbinde yabancı, başka bir milletin özlemini,özentisini taşımayan, kendisini Türk hisseden,Türklüğü benimseyen ve Türk milletine, devletine hizmet aşkı taşıyan herkes Türk tür. Türk –İslam ikilemi, milletimizin kültür tarihi ve toplumsal bilinci açısından üretilmiş en yanlış düşünce oluşumudur. Öyle bir çizgi çizilmeye çalışılmıştır ki sanki “İslam” millet olgusuna karşıtmış veya “Türk olmak”,”Türklük” İslam a ters düşen bir özellik taşıyormuş gibidir.Bazı siyasi partiler laikliğe sarılarak toplunda karşıt İslamcı yerini alırken “Alevi-Sünni” çatışmasını da alevlendirmişlerdir.Zira, Müslüman-Türk hiçbir kökeni karşılamaz, sadece “İslam” vurgulama şansını sağlar. Dediğimiz gibi kendini Türk hisseden herkes Türk tür.Türklük bir ırkçılık değildir.Türk-Kürt ayrımı yapmak da son derece yanlıştır.Çünkü Türklere ait bir çok değerin Kürtlerinmiş gibi gösterilmesi ve Kürtlerin sanki başka bir ırk gibi tanıtılmaya çalışılması çok yersiz bir tartışma konusudur.1970 den beri dışarıdan empoze edilen ve Kürtlerin milli bayramı olarak ileri sürülen Nevruz aslında Farsça bir kelime olup,Türkçe “Yeni gün” anlamına gelmektedir.Kaşgarlı Mahmut Dinan-ı Lügati’t –Türk’de islamiyetten önceki Türklerde yeni gün ün ilkbahara giriş olduğunu vurgulamaktadır.Nevruz bayramıyla ilgili kutlamalar da göstermektedir ki, iki toplum da ortak bir kültürü paylaşmaktadır. Sonuç olarak görüyoruz ki Kürt aydınların iddia ettiği gibi Kürt kültürünün Türk kültür özelliklerinden farklı bir kimliği yansıttığı gerçeği tartışmaya açıktır. Çarlık Rusya sı Erzurum başkonsolosu Alezandar Jaba, 1856 yılında Erzurum ve çevresinde araştırmalar yaparak “Kürtler hakkında tarihi ve içtimai tetkikat”adlı eserini yazmıştır.Bu eserde Kürtçe 8307 sözcüğün, 3080 inin Türkmence 2640’nın eski Farsça ve 2000 ‘inin yeni lisanda Arapça olduğunu belirtmektedir.Yazarın asıl Kürtçe dediği rakam ise sadece 300 kadardır. Böylece görmekteyiz ki üç dilin karışımından ibaret Kürtçe nin bağımsız bir dil olamayacağı bir gerçektir.Kürtçe bir dil olamaz ancak lehçe olabilir.Çünkü 300 kelime ile bağımsız bir dilden söz edilemez. Siyasi Kürtçülük, bugün devlet olmadığı halde her fırsatta Türk bayrağını indirip yerine sözde Kürt bayrağını (!) çekebilmekte ve kendisine devlet kimliğini yakıştırabilmektedir.Kürtçülük hareketinin ideolojisi dış kaynaklıdır.Atatürk ün nutuk ta “Mr Norwill” olarak bahsettiği Binbaşı E.W.C Noel,”Kürtlerin hakkında bir not”adı altıda yirmi sayfalık bir rapor hazırlamış ve bu raporda “Kürtlerin ayrı ırka mensup oldukları,Avrupalılara yani Hıristiyanlara, Türklerden daha yakındırlar.Türkler, Kürtleri Osmanlılaştırmaya çalışmışlardır”tarzında görüş ileri sürmüştür.Noel ‘in ana hedefi “Mezopotamya nın ekonomik ve stratejik çıkarlarını garanti altına alacak şekilde Kürt davasına arka çıkmaktır.”Bir toplumun birliği ve devamı için yabancı kökenli ideolojiler yüzünden harcanmaması gerekir. Kendimizi Türk hissettiğimiz sürece Türk üzdür.Buna hiçbir kuvvet engel olamaz.bu vatanı, bu kültürü, bu bayrağı ne içimizden ne de dışımızdan gelebilecek tehlikeler yıkmamalıdır yıkmayacaktırda. Sözlerimi Peygamberimizin bir hadisiyle bitirmek istiyorum”Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz”.
BAHARAT ların içinde en güzeli tarçın.....Hele birde sütlü tatlıların üzerine döktüğünüzde...
BİR KADIN SANATÇI&MÜZİSYEN nasıl olur herkeze gösteriyor...Manken bozması(Demet Akalın hariç) bazı şarkıcıların bu kadını dinleyip biraz ar duyması lazım...
Yastayım adlı şarkısını ilk dinlediğimde beni ağlatan nadir şarkıcılardan...Bu kadar mı bana yakın olabilir dedim bu sözler...Selam duygu adamı...Yolun açık olsun...
Bir yangını külünü yeniden bıraktın gittin...Gizli aşk bu söyleyemem ben derdimi hiç kimseye...en sevdiğim iki şarkısı...O bir üstat...Onun yerini kimse alamaz...Allah rahmet eylesin....
MUHAMMED şarkısını her dinlediğimde yüreğimde bir titreme oluyor...Helal sana dostum,kardeşim...ta buralara bile sesini duyurdun...
Kitaplara sığmaz yaşadıklarım,ellerim havada sana dualarım
Üstüme yıkılmış yorgun yıllarım,karanlık dünyada yapayalnızım...
Aşkın gururu olmaz olamaz..Benim derdime çare bulunmaz..Ben çilekeş,sen günahkar,
Allah biliyor seven yıkılmaz.
Bu parçasını şmdi dinliyorum ve defalarcada dinlesem bıkmayacağım şarkılardannn.....
YENİDEN BAŞLAMAYI İSTER MİYDİNİZ HAYATA?
Kaçırılmış fırsatlar, elde edilemeyen güzellikler, ulaşılamamış başarılar, çoğu insanın yakındığı kelimelerdir sanırım.
Bazı insanlar hayata özellikle gençlik yıllarından yeniden başlamayı düşünür. Çünkü bu dönemdeki hataların sayısı, pişmanlıklar daha fazladır. Kişilik bu dönemde oturur, meslek seçimi bu çağlarda olur, hatta eş seçimi bile çoğu zaman bu döneme rastlar.
Keşke bunu yapmasaydım, keşke o insanla tanışmasaydım, keşke bu mesleği seçmeseydim gibi “keşke” ‘lerle dolu birçok cümle yer alır hayatımızda. Ama bazen şunu unuturuz: bunlar yaşanmasaydı biz kendimizi tanımayacak, beklentilerimizin farkında olmayacaktık.
Çoğu kişi de kendisine sormuştur: yeniden dünyaya gelseydim farklı cinsiyette doğmayı ister miydim? Bu soruyu ben de kendime çok sordum ve her seferinde “evet” dedim. Düşünsenize; kadın olarak yaşamak her toplumda daha zor. Aslında işin aslı erkek olarak yaşamayı istememin nedeni, zorluklarla mücadele etmekten kaçış değil. Erkek olarak daha farklı şeyler yapabilmektir. Örneğin, “kadınların haklarına bir erkek olarak sahip çıkmak gibi”.
Ülkemizde yaşanan birtakım olumsuz ve acı verici olayları görünce kadın veya erkek olarak ne olursak olalım bunlardan ders çıkarmalıyız aslında.
Pazartesi okullar açılıyor sorunlu veya sorunsuz yoğun bir dönem bizi bekliyor. Geleceğin ilk adımlarının atıldığı bu dönemde ders sıralarının, okulun, öğretmenlerinin kıymetini bilmeyen gençler bizim yaşlarımıza geldiklerinde işte o “keşke” lerle dolu cümleleri söyleyecekler. her şeyin başının eğitim olduğu hayatımızda, okullarda gösterilen ders bilgilerinin yanında, hayata dair, insana dair önemli bilgilerin anlatılması hatta örnekleriyle gösterilmesi gerekmiyor mu? Sahip oldukları olanakların kıymetini bilmeleri çocuklara ve gençlere hatırlatılması gerekmiyor mu?
İnsan ne olursa olsun, bulunduğu şartlara sahip çıkabilmeli. Çünkü bir daha yaşama şansımız yok. Olsaydı da güzel mi olurdu bilemem ama şahsım adına şükrediyorum halime. Yıllar önce bir kitapta okuduğum cümle beni çok etkilemiş belki de yaşam felsefemi oluşturmuştu: “ Ben yağmurlu bir günde ayakkabısız olduğuma üzülürken, ayaksız bir insan gördüm. ”
yarın yani artık buggün oldu sınavım var ama uykum gelmiyorrrrr
HER ŞEYİMİZ TAKLİT
Her an hayatımızdaki ürünlerin taklitleriyle karşılaşmamız mümkün.Yolda yürürken tezgahtar bağırır:”orijinal parfüm bunlar 20 YTL! ! ! ! ” şimdi buna inanmak mümkün mü acaba(!) Bunların orijinali 150 YTL den başlarken üstelik.Evleri gezen pazarlamacıların sattıkları tencereler,saatler,gömlekler,çantalar..Orijinallerinin çeyrek fiyatından bile daha az bu ürünler vatandaşa kandırılarak satılıyor orijinal diye. İstanbul’da bu iş daha da yaygın hale gelmiş durumda.Hatta bazı siyahi tiplerin (Senegalli,Kenyalı,Nijeryalı gibi Afrikalıların) sokak aralarında tezgah kurduklarını görmek mümkün.Ama gözü açık İstanbullu eskisi gibi bu ürünlere pek de tamah etmiyor.
Marka taklitçiliği uluslar arası planda da çok zor durumlara sokuyormuş Türkiye yi Tescilli Markalar Derneği,Türkiye’deki taklit malı piyasasının dört milyar dolarlık bir hacme ulaştığını; TÜSİAD ise,fikri mülkiyet haklarının korunmadığı bir ortamda,yüksek katma değer yaratan ürünlerin kolaylıkla taklit edilebilmesiyle yaratıcılığın darbe gördüğünü ve Türkiye’nin AB rekabet politikalarından hızla uzaklaşacağını vurguluyor.
Sahte marka imalatında üçüncü sırada yer alan Türkiye’de bununla ilgili yeni bir mücadele başlatılmış.O da “ marka dedektifleri”. Bunlar özellikle markalara istihbarat sağlayan araştırma şirketlerinin ve bu markaların hukuk bürolarında çalışan istihbarat elemanları.Bu marka dedektiflerinin,tüm taklit malların yüzde 70’inin İstanbul’da olmasının sebebiyle çalışmalarını İstanbul’da yapmaları da gayet normal aslında.Bu dedektiflerde kendi aralarında ayrılıyormuş.Örneğin sahte tekstil ürünlerine bakan marka dedektifi parfümeriye bakan ayrı kişilermiş.
Marka taklitçiliğini Türkiye’de yapanlara; birinci kez yaptığında hapis cezası yokken.,tazminat ve para cezası uygulanıyor.İkinci kez tekrarlarsa,taklitçiliğin boyutuna göre hapis cezası veriliyor.
Her markalı ürün kaliteli ürün müdür? Bu tartışmaya çok açık bir soru aslında.Fahiş fiyatlara satılan markalı ürünler karşısında vatandaşın yapacağı kaliteli ürünü almak olacaktır aslında.Ve kesinlikle Napolyon’un dediği gibi; ” Ben ucuz mal alacak kadar zengin değilim..”
Kaliteli ve orijinal günler dileğiyle….
TÜRK OLMAK GERÇEĞİ
Bugün Türk milleti dediğimiz gerçeği şu şekilde tarif etmek mümkün, müşterek bir tarihten gelen ve müşterek bir tarih şuuruna sahip bulunan,aynı dine mensup, aynı kültürle yoğrulmuş, aynı devleti kurmuş, yaşatmış ve bugünde aynı devletin sahibi ve aynı devletin bayrağı altında ve sınırları içinde yaşayan insan topluluğu, Türk milletini teşkil etmektedir.Yani kalbinde yabancı, başka bir milletin özlemini,özentisini taşımayan, kendisini Türk hisseden,Türklüğü benimseyen ve Türk milletine, devletine hizmet aşkı taşıyan herkes Türk tür.
Türk –İslam ikilemi, milletimizin kültür tarihi ve toplumsal bilinci açısından üretilmiş en yanlış düşünce oluşumudur. Öyle bir çizgi çizilmeye çalışılmıştır ki sanki “İslam” millet olgusuna karşıtmış veya “Türk olmak”,”Türklük” İslam a ters düşen bir özellik taşıyormuş gibidir.Bazı siyasi partiler laikliğe sarılarak toplunda karşıt İslamcı yerini alırken “Alevi-Sünni” çatışmasını da alevlendirmişlerdir.Zira, Müslüman-Türk hiçbir kökeni karşılamaz, sadece “İslam” vurgulama şansını sağlar.
Dediğimiz gibi kendini Türk hisseden herkes Türk tür.Türklük bir ırkçılık değildir.Türk-Kürt ayrımı yapmak da son derece yanlıştır.Çünkü Türklere ait bir çok değerin Kürtlerinmiş gibi gösterilmesi ve Kürtlerin sanki başka bir ırk gibi tanıtılmaya çalışılması çok yersiz bir tartışma konusudur.1970 den beri dışarıdan empoze edilen ve Kürtlerin milli bayramı olarak ileri sürülen Nevruz aslında Farsça bir kelime olup,Türkçe “Yeni gün” anlamına gelmektedir.Kaşgarlı Mahmut Dinan-ı Lügati’t –Türk’de islamiyetten önceki Türklerde yeni gün ün ilkbahara giriş olduğunu vurgulamaktadır.Nevruz bayramıyla ilgili kutlamalar da göstermektedir ki, iki toplum da ortak bir kültürü paylaşmaktadır. Sonuç olarak görüyoruz ki Kürt aydınların iddia ettiği gibi Kürt kültürünün Türk kültür özelliklerinden farklı bir kimliği yansıttığı gerçeği tartışmaya açıktır.
Çarlık Rusya sı Erzurum başkonsolosu Alezandar Jaba, 1856 yılında Erzurum ve çevresinde araştırmalar yaparak “Kürtler hakkında tarihi ve içtimai tetkikat”adlı eserini yazmıştır.Bu eserde Kürtçe 8307 sözcüğün, 3080 inin Türkmence 2640’nın eski Farsça ve 2000 ‘inin yeni lisanda Arapça olduğunu belirtmektedir.Yazarın asıl Kürtçe dediği rakam ise sadece 300 kadardır. Böylece görmekteyiz ki üç dilin karışımından ibaret Kürtçe nin bağımsız bir dil olamayacağı bir gerçektir.Kürtçe bir dil olamaz ancak lehçe olabilir.Çünkü 300 kelime ile bağımsız bir dilden söz edilemez.
Siyasi Kürtçülük, bugün devlet olmadığı halde her fırsatta Türk bayrağını indirip yerine sözde Kürt bayrağını (!) çekebilmekte ve kendisine devlet kimliğini yakıştırabilmektedir.Kürtçülük hareketinin ideolojisi dış kaynaklıdır.Atatürk ün nutuk ta “Mr Norwill” olarak bahsettiği Binbaşı E.W.C Noel,”Kürtlerin hakkında bir not”adı altıda yirmi sayfalık bir rapor hazırlamış ve bu raporda “Kürtlerin ayrı ırka mensup oldukları,Avrupalılara yani Hıristiyanlara, Türklerden daha yakındırlar.Türkler, Kürtleri Osmanlılaştırmaya çalışmışlardır”tarzında görüş ileri sürmüştür.Noel ‘in ana hedefi “Mezopotamya nın ekonomik ve stratejik çıkarlarını garanti altına alacak şekilde Kürt davasına arka çıkmaktır.”Bir toplumun birliği ve devamı için yabancı kökenli ideolojiler yüzünden harcanmaması gerekir.
Kendimizi Türk hissettiğimiz sürece Türk üzdür.Buna hiçbir kuvvet engel olamaz.bu vatanı, bu kültürü, bu bayrağı ne içimizden ne de dışımızdan gelebilecek tehlikeler yıkmamalıdır yıkmayacaktırda.
Sözlerimi Peygamberimizin bir hadisiyle bitirmek istiyorum”Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz”.