Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • kerkük21.04.2006 - 11:21

    ATIN ÇİRKİN MASKELERİ
    KULAK ASIN BİR AN BARİ

    Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder M.Kemal ATATÜRK’ün henüz “Gazi” olduğu günlerde TBMM’nin açılışından bir hafta sonra yaptığı konuşmayı hatırlayalım: “Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki de birincisi olan hudut mes’elesi tayin ve tesbit
    edilirken, hudud-u millimiz İskenderun’un cenubundan(güney) geçer.şarka (doğu) doğru uzanarak Musul’u,Süleymaniye’yi Kerkük’ü ihtiva eder.İşte hudud-u millimiz budur dedik.”

    1920-1924-1934 yılları size neyi hatırlatıyor? Ya 1954? Hele hele 1980 ve daha da vahimi içler acısı zalimce, hunharca yapılan Altın köprü katliamı zihninizde bir şey çağrıştırmıyor mu? Biliyor muydunuz bundan 12 yıl evvel yani 1991’de adî bir yağmayla Musul-Kerkük Türkmenlerinin, Barzani-Saddam ittifakının kurbanı olduklarını... Bugün ve bu saat aynı zulüm olanca vehametiyle devam ediyor ne yazık ki! Biz Asyalıyız, Avrupalıyız, Orta Doğuluyuz, kimse bize kılıf giydiremez hele Batılı milletler asla... Çünki benim ecdadım,Ortaçağın sonlarında bu medeni geçinen Avrupa’ya kara cahil, kaba softa ve ham yobaz guruha, temizlik nedir bilmeyen, vebadan kıvranan, gittiği yerlerde gördüğü her canlıyı gözünü kırpmadan öldüren, yerli kabilelerin kanlarıyla susuzluğunu gideren bugün ki medenî Batıya; Cebiri, Kimyayı, Gök bilimi, Ruhbilimi öğreten Matematiğin bir çok dalını icat eden Türk bilgeleridir. İşte Ulug Bey, Özbek Türk’ü Harezmî, Avrupa Evrenkentlerinde(Üniversite) iki asır ders kitabı olarak okutulan eseriyle Tıp bilgini İbn-i Sina, Ali Kuşçu,Buruni, Piri Reis, ve daha niceleri...
    Ankara’da göreve başlayalı henüz 4-5 ay oldu. Geniş imkanlarıyla her türlü basın-yayın organından haberdarız çok şükür... Her tür kaynağa, kitaba hatta bilim adamı vasfını taşıyan, eskilerin deyimiyle: “Nev-î şahsına munhasır” büyüklerimizle görüşme imkanı yakaladım. Gördüm ki; gidişattan hiç de memnun değiller. Elli yıla yakın bilim hayatını Amerika’da geçiren dünya tarihinin son üç yüzyılının en genç profesörü (26) ünvânına sahip Türkçe ve Türkiye sevdalısı Oktay Sinanoğlu bunların en başında geliyor tabii ki... Eserlerini büyük küçük herkese tavsiye ederim. Tam bir Türk olmanın onuruyla içimizden biridir O...
    Yazımızın başında verdiğimiz tarihlerdeki katliamlarda birinci adam rolünü üstlenen Türkmen katili Molla(güya) Mustafa’nın, Barzani’nin babası olduğunu unutmayalım. Türkiye bir yolunu bulup bu süreçte en sağlıklı kararı almalıdır. Aksi taktirde bir yanda ülke çıkarları bir yanda da millî hassasiyetleri zedelenir. Onuru, itibarı ayaklar altına düşer...
    1920’den beriye baktığımızda Irak Türkmen’lerinin hep zulüm altında olduğunu görürüz. Bir Türkmen’den hem de birinci ağızdan dinleyince tüylerim ürperdi, kanım depreşti. Elimde olsa ve gücüm yetse hemen Musul-Kerkük’ü kuşatırdım. Keşki benim tanık olduğum bu sohbete sizler de katılsaydınız. Ermeni, Yahudi, Saddam üçlüsünün işbirliğinin somut örneğini görseydiniz. Bütün suçları Türk olmak, petrol bölgesinde yaşamak... İnsaf ve dahi bir katre merhamet der, iki büklüm olurdunuz.
    İki aydır büyük kent merkezlerini boy boy afişlerle donatıp, basın-yayın imkanlarını kullanıp, “ çocuklar ölmesin” diye ulvî bir duyguyu haykıranlara ne alâ ne güzel diyorum. Lakin şu soruyu da sormadan edemiyorum: Kuzey Irak’taki çocuk da Bosna’daki, Çeçenistan’daki, Karabağ’daki, Doğu Türkistan’daki bütün vehametiyle Filistin’deki çocuk değil mi? Yine soruyorum: ABD havadan sudan bahanelerle Afganistan’a saldırınca niye sustunuz? Doğrusu hayret ediyorum. Acaba ABD İran’a, Arabistan’a saldırsaydı bu ayarlı basın-yayın çığırkanlığını sürdürüp, arşı alayı titretir miydiniz? Ne gezer hiç zannetmiyorum. Sırça saraylarında saklanır, arada bir güneşlenmek için olsa gerek meydanlara(Kızılay-Taksim) çıkar bağırırdınız yine! ..Vahşi komünist Stalin Türk’leri katlederken alkış tutmuştunuz Unutmadık unutmayacağız da! ..Bu arada ABD umrumda değil. Babası olsa(çok şükür yok) onu da sevmezdim zaten! Neyse arife tarif ne hacet? Yalnız biz bilinçli Türkiye hedeflediğimiz için ülkemiz adına kaygılanıyoruz. Çünki biz sımsıcak bürosunda oturup, “Kıbrıs bir çıban gibi başımıza bela, AB girme yolunda en büyük engel bu! Çözelim artık şunu...Gelsin paralar gitsin Kıbrıs sorunu! Zaten Kıbrıslılar, Rumlarla çok iyi anlaşıyor... Örnek verecek olursak eğlence merkezlerinde içli-dışlılar. Sabahlara kadar birlikte eğlenmesini bilecek kadar medeniler. Hatta aynı masada yiyip-içip sabahlıyorlar” Ne acındırıcı mantık değil mi? Küreselleşmenin gayesi yemek, içmek, eğlenmek mi? Sizi anlıyorum. Tatlı su aydını olmak bunu gerektiriyor zaten...Ancak bu caheletinize de acımadan edemiyorum.
    Hiçbir “izm”’in Türk Milletinin geleceğini mahvetmeye hakkı yoktur.Büyük Türk sosyoloğu Üstad Cemil MERİÇ’in deyimiyle:“İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleridir.” Daha millî ve daha akılcı siyaset gütmekten başka çaremiz yoktur. Türkiye sevdâlısı bir kardeşiniz olarak birkaç konuya işaret etmek istiyorum. Bunlar:
    *Türkiyenin Kürt-Irak sorunu yoktur. Kerkük Türkmenleri sorunu vardır.
    *Türkiye’nin Kıbrıs sorunu yoktur. Yunan zulmünde yaşam çilesi veren Batı Trakya (Paşaeli) sorunu vardır.
    *Türkiye -İnsan hakları- dersi vereceğine, Avrupa önce Bosna’da, Doğu Türkistan’da, Kerkük’te, Cezayir’de,Kosova’da Afganistan’da yaptığı katliamların hesabını vermelidir.
    Savaşa girmek kurtuluştur aksi yok oluştur diyenlere şu tavsiyeyi yapmak istiyorum: Merak etmeyin bir şey olmaz! Dostumuz America Amca; aşkından yanıp tutuştuğumuz içi geçmiş pejmürde dilber Avrupa bize küsmez...Çünki biz O’nlara daha çok lazımız. Ey asîl Türk milleti! Haysiyetimiz ve onurumuzla yaşar isek bu gafletten uyanırız aksi taktirde vay halimize...
    “Selam olsun şevketüze elüze
    Menim de bir adım gelsin dilüze...”
    Saygılarımla...
    Aklınız ve gönlünüzle yolunuz açık; alnınız ak olsun! ..

  • türkçe21.04.2006 - 11:11

    Bir millet kültür bakımından ileri seviye ise, yüksek bir düşünce hayatı varsa, er ya da geç bu üstünlük dillerinde de ortaya çıkar. Dilde üstünlüğe erişmemiş bir millet kültür bakımından da gerçek üstünlüğe ulaşamaz.

    Dilde üstünlük sağlayamayan bir milletin düşünceleri de kapalı, dar ve sınırlı kalır. Öyleyse kültürle dil birbirinden ayrılmaz bir ilişkidir. Birlikte gelişir ve birlikte geliştirirler. Birinde üstün olan diğerinde de üstündür.

    Düşünce ve duyguları nesilden nesile aktaran dil, her türlü kültür faaliyetlerinin temelini teşkil eder. İnsan dil aracılığıyla bilgi edinir. Milli ve içtimai yükseliş dil ile olur. Bir milletin dilini bozarsanız o milletin bütün faaliyetlerini aksatmış olursunuz. Geçmişle olan bağını kesmek yanlışlığına düşmüş olursunuz.
    Ülkemizde asırlardan beri süregelen uygun bir tartışma var. Bu sizin de bildiğiniz gibi “Aydın-Halk” çatışmasıdır. Aydın kavramı hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

    Bu meseleyi iki kavramı izahla başlamak gerekir.
    1. Mankurt: Düşman eline düşüp eziyeti ve işkence sonucu hafızasını ve bilincini kaybetmiştir. Bu insanlar kendi milletlerini dahi tanıyamaz duruma gelirler. Uzağı-yakını, faydalı ve zararlıyı tanıyamazlar.
    2. Köz kurnazlık: Akıl, sağlık ve hafızaları yerindedir. Üniversite okumuş, yüksek kültürlü kişilerdir. Kendi dışında pek çok milletin kültürünü ezbere bilirler.

    Hak,hukuk,adalet,barış,dostluk ve insanlık sözleri ağızlarından hiç düşmez. Hitapları güzeldir. Fakat bunları tedavi gerektiren tehlikeli bir hastalıkları vardır. Kendi öz milletinin tarihini öğrenme amaçları yoktur. Milli menfaatlerin yerini şahsi menfaatler alır. Mankurtların iletişim aracı ingilizce yeni ve çağdaş adıda küreselleşme olmuştur.

    Malum son yılların hep tekrar edilen bir sözü var. “Her işin başı eğitim” eğitim ama nasıl her şeyden önce eğitim milli olmak zorunda. Türkün eğitimi türkçe olmalı. Cemil Meriç bakın ne diyor. “Avrupalılaşmak avrupanın dili ile olur. Onun dilide papaz mekteplerinde öğrenilir. Büyük mektepler asırlardır kaç tane bilim adamı türk yetiştirdi. Hepsi papağan adamlar yetiştirdi.”

    Dil son derece önemlidir. Türkçeye ve türk kültürüne yabancı Amerikan hayranı insanlar, ülkemizin kaderini belirler durumda

    Yurtdışındaki türklerin dil sorunu devlet nezdin de ele alınmalı milli eğitim ve bu vatandaşlarına dili öğretmelidir. Aydın.

    8 TÜRKÇEMİZ HAKKINDA

    Türkçemizin iki çıkmazı var. Bunlar: tasfiyeciler ve uydurmacılar. İnönü tasviyeciliği, Ataç uydurmacılığı. Dilde tasfiyeciler hakkı gösterecek hiçbir hukuki taraf bulunamaz. Uydurmacılık da dilimizi hiç de haketmediği bir yere getirdi. Örneğin; eskiler şeref,namus,haysiyet,vakar kelimelerini ayrı durumlar için kullanırlarmış. Günümüzde bütün bu kelimeler sihirli bir kelime olan “onur”un içine koyuldu.oysa bu kelimenin aslı fransızca olan “ honneur” dur.

    Dünya türkleri hayat ve zevk kelimelerini bilir kullanır. Bu kelimeler yerini (zorla) yaşam ve beğeniye terketti.

    19 yüzyılda120 000 kelimelik dil olan türkçe nasıl bu derece kısırlaştırıld? Bence bu türkçe kıyımının asıl sebebi Türk milletini geçmişinen koparmak arzusudur. Bir kelime dilden sökülüp atılmazsa o kelimenin taşıdığı anlam ve kelimede atılamaz. Bugün 30-40 bin kelime ile yetiniyoruz.

    Shakespeare (şekspir) “ne mutlu ingilizlere ki dünyanın dört bir yanından kelime alan bir dile sahiptir.” Demiştir. Hiç bire dil kendi kendine yeterli değildir.

    Günümüzde ne yazıkki en üstten en alta pek çok insan Atatürk’ü tanımıyor. Onun yenilik ve inkılaplarını çarpıtıyor. Şöyle ki Atatürk, hiçbir zaman “dil devrimi” yapmamıştır. Harf devrimi yapılış ama dil devrimi yapılmamıştır. Dil öyle bir vatandır ki, bozulursa ne millet kalır ne de devlet... devrim sözünün arkasına sığınmak hatadır.

    Dilde sözde millilik adına türk dili ve kültürü yok edilmeye çalışılıyor.

    Nesil geçmişinden koparılmış durumda. Gençler Yahya Kemal’i, Mehmet Akif’i, Reşat Nuri’yi, Necip Fazıl’ı sadeleştirmeden anlayamaz duruma geldi.

    Mustafa kemal’in “ Nutuk” önemli kaynağımızdır. Ancak ne yazıkki onuda sadeleştirmeden anlayan genç çok çok azdır bu utanç duyulacak bir olay.

    Milletimizin gözü önünde güpegündüz dil katlediliyor. Dili katledilmiş bir insan konuşamaz, düşünemez ve iletişim kuramaz. Dünyada olup bitenleri anlayamaz.

    Haysiyet sözcüğünü yasaklayan bir millet haysiyetini nasıl korusun.

    Millet,memleket,şahsiyet,haysiyet,istiklal,vatan gibi kavramlarla sorunu olanlar bu ülkeye hizmet etmiyorlar.

    Demek istiyorum ki Türk dilini özleştirme çabasında olanlar bu bahaneyle halkı kendi benliğinden koparmayı amaçlıyorlar. Bu haysiyeti vurgulayan Cemil Meriç’i dikkatle okumalıyız.

    Bir ağacın yapraklarını koparıp attıktan sonra yemişinin bir an önce gelmesini beklemek ne kadar akıl işi? İşte dilde sadeleşmeyi savunanlar bu yanılgıya batmış durumdalar. Ayrıca Türkçenin de islam kökenli kelimeleri atma konusunda çok titiz davranan bu dil şovalyeleri,batılı kökenli kelimeler konusunda aynı milliliği ve titizliği gösteremiyorlar daha doğrusu göstermiyorlar.

    Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” adlı eserinde Mustafa Kemal’in kendisine: “Türkçe’nin hiçbir yabancı kelimeye ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin iddiasını tecrübe ettik dili bir çıkmaza sokmuşuz” demiştir.

    Her dil içinde yabancı kelime bulunur bu bir kültürel etkileşimdir. Doğal olanda budur.

    Gençler asırlardır kullandığımız kültür varlığımız Osmanlıca’yı bilmiyorlar. Geçmişi edebi varlığını tarihi kaynakları arşivleri okumaktan aciziz. Ayıplarımızdan biriside bu. Oysa liselerde Osmanlıca dersi olmalı geçmişini bilmeyen geleceğinden emin olamaz.

    Dil insanların duygu,düşünce ve isteklerini karşısındakine iletme aracıdır.. kültür ise bir milletin dil,din,ortak duygu, düşünce ve kabullerinin ortak ürünüdür.

    Dil, edebiyatın temelidir. Edebiyat ise bir milletin ruhudur. Edebiyatı gelişmemiş milletler milli birlik vücuda getiremezler.

    Musikide ses, resimde boya, mimaride taş neyse edebiyatta da kelime odur.

  • okumak21.04.2006 - 11:02

    OKUMAK...

    Okumanın bilgi ve kültür birikimi kazanmadaki rolü azımsanmayacak derecede önemlidir, büyüktür.
    Okuma eylemi sözcükleri tanıma, ayırma, algılama, anlama ve kavramadan meydana gelir.
    Düzgün konuşma ve yazama okumakla gelişir. Birikim kazanabilmek için okumayı gözlem ve düşünmeyle birleştirmek gerekir. Çünkü açlık yemekle, bilgisizlik okumayla giderilir.
    Dünyanın hızla değişmekte ve insan toplu bu değişikliğe ayak uydurmak için büyük çaba harcamaktadır.
    Dünya da ve çevremizde neler olup bittiğini anlaya bilmek için ve öğrene bilmek için okumak zorundayız. Okumak yoluyla yüz yılların bilgi ve birikimine bir kere sanatta ulaşabiliriz.
    Kültürlü bir insan ve toplum ola bilmenin de yolu budur. Bu nedenle okum zevkli bir hale gelmiştir.
    Okumak hava su, ekmek gibi olgun bir gereksinimdir. Kitaplardan herkes bir şeyler alır. Bunlar bilgi estetik hız, boş vaktin değerlendirilmesini, kültürü artırmak ve benzeri olabilir. Hangi amaçla okursak okuyalım sanata mutlaka karlı çıkarız.
    Hepimiz toplumun içinde yaşıyoruz. Çevremizde ancak insanlar var. Hatta bazen koca bir şehrin ortasında binlerce insanla karşılaşıp gidiyoruz. Ne var ki bu kadar halar bulanık olsa da çevremizin biz genelde kendi iç dünyamızda yapmalıyız. Bu yolların bazen içinden çıkmaz hal alır. İşte bu demlerde en sadık en sıcak dostumuz kitabımız olur. Sıkıntılarımı unutmak, yaşamınca renk tutmak, daracık dünyamızda tat almadığımız zevkleri tatmak için kitabın dünyamızdan daha güzel dünyamı vardır.
    Okumak bizi anlattığın kadarda yüksektir. Kısacık hayatıma sığmayacak nice tecrübeleri okumak yoluyla kazana biliriz. Onlarla zenginleşir, onlarla eksiklerimizi tamamlarız.
    İlk insandan bu yana beyinlerde parlayan bütün kurumlar şu yada bu şekilde yarıya geçildi. Her kitapta başka bir dünya pislenmiş durumda. Okumayı alışkanlık yapan insanlarda zengin bir dünya görüşü doğar. Çünkü her kitapta bambaşka bir dünya ile temas kurar. Yanıldığına son verir. Bence Rabinson KURÜSO'nun en büyük acısı, adada kitabın kalmasıydı '
    Geçekten de insan oğlu, duygu ve düşüncelerini yaptıklarını yapmak istediklerini değişik biçimlerle özellikle yazarak ve okuyarak değerlendirmeseydi bu günkü uygarlık düzeyine ulaşabilir miydi?
    Okumadan çağımızın bilgi ve kültür birikiminden ne kadar haberdar olabiliriz. Bu gün teknolojik gelişmelere sayesinde pek çok bilgi ve belgeye ulaşamamamız mümkün olduğu halde bu teknoloji daha okumanın yerini tutamaz. Çünkü okumak yalnız bilgi ve kültür birikimini kazandırmakla kalmaz kendini tanımanın duygularını, zenginleştirmemizi, düşünce ve dünyamızı genişletmemizi de sağlar.
    Daha da önemlisi okumak, bilgi ve kültürümüzü toplum yararına nasıl kullanılacağını da bize öğretir.
    Sürekli ve bilgili okuma uygulandığı önemlidir. İnsanlar arası iletişimi sağlayan ana dil dir. Bu vasıtayla en iyi kullanılan kişiler yazarlardı.
    İyi bir yazarın kitabı okumak, söz değerinin zenginleştirir. Söz değeri zayıf olan insan okumadığını anlayamaz. Sık sık geri dönüşler yapmak zorunda kalır. İyi bir okuyan güzel ve etkili konuşur. Söz dağarcığı buna müsaittir. Okumaların paylaşmak, tartışmak, olgunluğuna sahip olmuş olur böylece.
    Okuyan kişi zamanla sözcüleri kullanılması, doğru ve etkili düşünebilmeyi, imlayı, noktalamayı hakkıyla öğrenir. Bir müddet sonra okuyan okumaktan sıyrılır. Ve aynı zamanda olur.
    Gelişmiş kavram bir zihne sahip olan insan karşılaştığı sorunları aşmasını bilir. Okumadan dolayı zihni faaliyetleri son derecede gelişmiştir. Spor nasıl hedefleri işlek hale getiriliyorsa okumakta aklı o hale getirir.
    Her insan yaşam içerisinde bir rolü üstlenmiştir. Farklı farklı merak grupları vardır. Dünyada okumak, bilgi ve beceri kazandıracağından bir alanda gerekli bütün bilgileri öğrenmek mümkündür birikimleri değerlendirilmesi ancak bu yolla mümkündür.
    Bazı insanlar kitaplar da duygu düşünce ve hayalleri arar; bazıları da gerçeklere dayanan, dünya ve toplum hakkındaki görüşleri serüvenleri, tarihi olayları, buluşları bilim dalındaki yenilikleri anlatan kitapları sever. Seçkin insanların okuyup anlar gibi olmak isteyenlerde var.
    Hangi amaçla olursa olsun okumak insanı olgunlaştırır. Ona saygınlık kazandırır. Önemli olan ilgi yetenek ve çevresinde geleceğe dönük kitapları okumalıdır. Okumak, azim ve irade gerektiren üstün bir alışanlıktır. Fedakarlık gerektirir. Boş zaman işi değildir. Özel bir zaman gerektirir.
    Okuma alışkanlığının, yeteneğimiz yoksa bunun pek çok sebepleri vardır. Tembellik, hazıra konmuşluk zevklerimize düşkünlük, önceliklerimizi tespit edememek, arkadaş ve çevre faktörleri bunlardan başkalarıdır.
    Hızla küçülen dünyada kitle iletişim vasıtalarının insan hayatına işkal edecek derece itibar görmesi; bilinçsiz, TV, Bilgisayar, Radyo düşkünlüğü ayrıca küçümsenmeyecek etkenlerdir. Birde buna; seçmeksizin okuma eklemince (düzensiz, amaçsız) iş iyice çığırından çıkmış olur.
    Genel anlamda üç çeşit okuma vardır. Bunlar:
    a- Seçmeksizin okuma: Bu tür okuyan kötü okuma da denir. Böyle okuyan insanlar ne istediğini bilmeyenlerdir. Dolayısıyla eseri alırlar. Ama değerlendiremez, yorumlayamaz, eleştiremezler. Süreklilik de mümkün değildir. Bu okumada
    Okumak zevkli, yararlı etkinliklerimizi giderici olgunlaştırıcı belli bir düzeye çıkmamıza yardımcı olmalıdır.
    Bu gün pek çok arkadaşımızın okumamasının temelinde bence bu eksiklik ardır. Çünkü okumayı bilmiyoruz.
    b- Zevkini geliştirmek ya da tatmin olmak için okuma: Kişinin kendini tanıması, geliştirmesi bu yolda mümkündür. Okumanın olduğu duygu, düşünceleri kendi duygu ve düşünceleriyle karşılaştırır. Becerilikler kararlı mutlu olur. Farklılıklarda ise çıkarımlar yapar ve kavramış değişikline gider. Düşünce ufku gelişir. İnsanlar ve dünyayla daha iyi anlaşır kendisiyle ve toplumla barışık olur.
    c- Araştırma amacıyla okuma: Gerekli bilgilere ulaşmanın yolu budur. Ön planda zevk yaratır. Bilgi ve becerilere ulaşmak ilk hedeftir. Gerekli kurumlar alınır, özetler kullanılır, böylece de kalıcılık sağlanmış olur.
    Okumayı öğrenmek en güç sanattır (Geothe) Okumak kötüden iyiye hatalıdan doğruya, çirkinden güzele biçimsizden biçimliye, boştan doluya geçiştir. Mutluluk kaynağıdır.
    Düşünen ve olaylar karşısında akıl yürüten insan: İyiyi, doğruyu güzeli tespit kudretini kendi içinde buluna bilen en seçkin varlık tır.
    Okumak ve bir şeyler öğrenmek, insanın ufkunu genişletip ileri daima ileri hamleler yapmasını sağlar bu açıdan bakıldığında okumak sanattır.
    Okumak zengin içeriği sayesinde insanı basit, günlük endişelerden, dedikodulardan uzaklaştırmış olur.
    Okumak,insan ruhunun kendine çekerek hür ufuklarından dinlendirir.


    Gözbebeğimiz olan gençlik, bunalım ve keşmekeşlik içinde kaybolup gidiyor. fazla dayanmayan kumaş hükmün de olan gençlik günlerimiz harap olup gidiyor
    İnsanın kendisini tanıyıp bilmesini ve bundan hareketli bir çok şeyi öğrenmesini yolu okumaktır. Büyük mutasavvıf Yunus EMRE,bu gerçeği ' ilim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmez ise, bu nice okumaktır ' diye ifade eder
    Kitabın yaşamak kör, sağar, dilsiz yaşamaktır. Sence okumak, geçimiyle gelecek arasında köprü vazifesi görür geçmişe ait hataları en aza indirmek için bu en güzel yoldur. Milletler geleceklerini temin almak durumundadır.
    Bir milletin yükselip ulaşması o millet içindeki genç nesillere alacakları ruh ve şuura, gelecekleri eğitime ve öğretime bağlıdır.
    İyi yetişmiş genç nesle sahip milletler muasır medeniyet seviyesine yükselir. Gençlerini ihmal etmiş milletlerin ilerlemesine imkan yoktur.
    Yurt savunmasında yalım silahla, süngüyle olmaz. Asıl yurt savunması eğitimle okumakla olur. okumayan toplumlar beyinlerine iş vermekten acizdirler. Bütün idari bedenlerine verdikleri için bir gün her şeylerini kaybedip yanlışa geçerler oysa yudum savunmanın en ucuz yolu eğitimdir.
    Bir milletin gelişip ilerlemesi o milletin fertlerinin fikrini ve hissi sahada terbiye görmemelerini bağlıdır. Bu terbiyede okumakla olur. düşüncesi ve iç aydınlığı gelişmemiş milletler yürütemez.
    Okumayan toplumlarda hoşgörü olmaz gelişme ve değişmelere açık toplumlar okuyan toplumlardır. Ve her kitap bir fikre açılan kapıdır.
    Lüzumsuz -şeylerin peşinden koşmaktan pek çok lüzumlu şeyi de kaybediyoruz. Bunların başında sağlık, gençlik,ilim ve üretmelik gelir.
    Genç nesil okumak zahmetine katlanmak istemiyor. Daha çok zevkimizin peşinde koşmayı yeğliyoruz.
    Oysa genç dediğin zevkinin kölesi değil; efendisi olmalıdır. Bir Türk sözünde vurgulandığı gibi “ Can sıkıntısı dünyaya tembellikle birlikte gelmiştir.”
    İnsanın en büyük düşmanı kendisidir. Okumamak da kişinin kendine ve çevresine vereceği en büyük cezadır.
    Okumayan insan saplantılarının esiri olur. Okumamanın da en büyük sebebi saplantılarıdır.
    Zevke, rahata düşkün olmak hastalığımız emek ve zahmet gerektiren okuma alışkanlığımıza engel olmaktadır. Oysa okumak, aramak; aramakta bulmaktır.

  • okumak21.04.2006 - 11:00

    OKUMAK NEDİR?
    Düşünen ve olaylar karşısında akıl yürüten; iyiyi,doğruyu,güzeli tespit kudretinin kaynağını kendi içinde bulabilen seçkin bir varlıktır insan.
    Okumak ve bir şeyler öğrenmek,ufkunu genişletip,ileriye daima ileriye gitmek heyecanı insanın özünde vardır. Öğrenme isteği ise kendine verilmiş en büyük lütuflardan biridir. Bu itibarla okumak bir saadettir. Öyle bir saadet ki doyum olmayan zevkini,lezzetini ancak derin bir idrâk ve huşu içerisinde ona geçek anlamda ulaşabilenler bilirler. Nazım veya nesir güzel bir eser, emek ürünü, his ve fikir yüklü bir kitap; insanı basit, günlük endişelerden, şu veya bu şekilde ki huzursuzluklardan, dedikodulardan kurtarır. Onu zihnimiz ruhunun hür ufuklarında dinlendirir. Büyülü bir iksir gibi hazzın enginliklerinde huzura erdirir.
    Sahi niçin okuyoruz? Bu soruyu kaç insan kendi kendine sormuştur acaba? Niçin okumak zorundayız? Bu soruya kaçımız cevap aradık? Gözbebeğimiz olan gençlik, bunalım ve keşmekeşlik içinde kaybolup gidiyor. Bu hâl neyin nesi hiç düşündük mü? Fazla dayanmayan kumaş hükmünde olan gençlik günlerimiz neden harap olup gidiyor? Bunun bir çözümü olmalı değil mi?
    İnsanın en azından kendisini tanıyıp bilmesinin ve bundan hareketle bir çok şeyi öğrenmesinin yolu okumaktan ve onun tabii sonucu olan ilimden geçer. Buna hizmet etmeyen bütün gayretler ise, boşunadır. Ne tekim bilindiği üzere büyük Mutasavvıf, Anadolu Alpereni Yunus Emre bu gerçeği: 'ilim ilim bilmektir. İlim, kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır. ' şeklinde tespit eder. Asırlarca hemen her millete bunca kitabın yazılması ve insanların da onları okumaktan biran bile geri durmamasının asıl sebebi, hiç şüphesiz kendi varlıklarının şuuruna erebilme ve yeni şeyler öğrenebilme yeteneğidir. Bu öyle bir yükseliştir ki hem onurlu hem de bilinçlidir. O halde yerinde saymak istemeyen, ileriye dönük hamleler yapmak yetkisini taşıyanlar; şahıslara ve olaylara kısır bir açıdan bakmaktan, isabetsiz ve hissî hükümler vermekten kurtulurlar. ' At gözlüğü ' takmaktan vaz geçerler. Olayları ve fikirleri geniş bir açıdan algılarlar. Aktarıldığı gibi kabul etmekten ziyade araştırır, hakikati ortaya çıkarırlar.
    Okumaktan, bilgisini artırıp ufkunu genişletmekten korkan tembeller; Dünyaya, çevrelerinde olmuş ve olacaklara akıl erdirmeye, ayak uyduramayan dar kafalılardır. Zamana binip at gibi koşmak varken kahvehane (Ben bu kavramın yerine tembelhaneyi uygun buluyorum.) köşelerinde zaman öldüren vatandaşlarla (Bu kavrama da yatandaş demek gerek.) hangi çağdaş uygarlık seviyesine gidilir? Ya da böylesi rehavete kapılmış büyüklerimiz bize ne kadar model teşkil eder? Cevabını siz verin.
    Okumak erdemdir. Bu erdeme sahip olmayan insan, düşünmeden, muhakeme etmeden kendi aklınca kararlar alır; bu kararlardan da son derece katı kurallar ortaya kor. Çünkü bunların öncelikle hayata bakış açıları dardır. Ancak belli bir doğruyu takip ederler. Kendileri de idrak edemedikleri, okumadıkları için, bir labirentin içinde döner dururlar.
    Okumak, aramak ve bulmaktır. Bulmaktansa kasıt, mutlu olmaktır.
    ' Aklımız ve gönlümüzle yolumuz açık anlımız olsun! '

  • nevruz21.04.2006 - 10:55

    NEVRUZ

    Milletlerin sosyal dokusunu meydana getiren temel unsurlardan birisi de ‘‘Kültür’dür.’’Maddi ve manevi değerler arasında bayramların özel bir yeri vardır.nevruz da köklü bir tarihin ürünüdür.
    Türk milleti, İslam öncesi töre’yi, İslam da belirlemiş ve İslamın hoş görmediği gelenekleri fark etmiştir.yeni ve medeni bir kültür oluşturmuştur.bu kültürün hamuru Türklük, mayası da İslam olmuştur.
    Nevruz işte böyle sürecin ürünüdür.dünyanın hemen hemen her yerinde şayet türk yaşıyorsa kutlanır.
    Doğu Türkistan’da,İran’da,Yakutistan’da,Türk cumhuriyetlerinde 22 özerk Türk cumhuriyetinde ve Türkiyemizde…Türk cumhuriyetlerinde nevruz bayramı nedeniyle resmi tatil yapılır.
    Nevruz,Türkün esarete düştüğü yıllarda özgürlüğe ve aydınlığa çıktığı ‘’Ergenekon Destanının ‘’adıdır.Yeniden doğuşun,Çin zulmünün son buluşudur.demir dövmek bundan,eğlenmek,yumurta tokuşturmak bundan…yoksa sinsi grupların,dar bölge kültürünün ürünümü zannettiniz?
    Saka Türklerinden,Selçuklu Türklerinden ve Osmanlı Türklerinden beri vardı ve varolacaktır.
    Bu bayram yaz,zayıf ve dar bölge kültürü olsaydı böylesi büyük bir coğrafyayı kaplar mıydı? gelişmiş bir medeniyeti etkileyebilir miydi? ağalık gibi dar bir bölgeye sıkışır kalırdı.
    Türkiyemiz,Mustafa kemaller önderliğinde asil milletimiz sayesinde şeref dolu maziden şan dolu geleceğe emin adımlarla yürüyor.
    Nevruz,tomruklanan ağaca,arzulanan sabaha ve özür yarınlara merhaba demektir.
    Güçsüz beyinler,zayıf gözler gerçeği kolaylıkla göremezler.Türk genci yani sizler! Ak sütün içindeki aklılığı sezebilecek kadar keskin bir göze sahip olmalısınız.çünkü milli benliği bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar.Türk tarihinden utanan insanlar,ya tarihini bilmiyor ya da gerçekleri göremiyordur.
    Nevruz(ergenekon) bayramınızı kutluyor,hepimiz için hayır ve güzellikler getirmesini diliyorum.
    Sözlerime ‘’Nevruz’’ konulu bir şiirimle son veriyorum.
    ‘’Ben Atatürk’ün nesliyim.
    Dedem Oğuz Kağan
    Adım Türk
    Şükürler olsun ki bu vatan benim
    Bu bayrak benim
    Şanlı bir tarihin neferiyim
    Atam,’’çalış’’dedi çalıştım
    Güven dedi güvendim
    Övün dedi övündüm
    Ergenekonla yeniden doğdum
    Nevruzlarla neşelendim
    Bir gün Çinlinin kanlı kılıcı parlamıştı üstümde
    Esir düştüm
    Dedem Bilge Kağan,ninem Ay Hanım
    Ve binlerce alp…
    Karar verdik dağı delmeye, Çinlinin katil kılıcını sinesine vermeye
    Bir bahar sabahı ötükende şenlik vardı.
    İşte bu bahar o bahardı.’’

  • mehmet akif ersoy21.04.2006 - 10:25

    Onu tanıyorum arkadaşlar, onu tanımıyoruz gençler! O yalancı şair mi? hayır!
    O, Boğaziçi’nde yüzme yarışmalarında birinci gelen yüzücü,
    O, Çatalca’da güreş kazanan güreşçi,
    O, Kuran-ı Kerim’i çok iyi bilen bir hafız,
    O, Batılı romanları tahlil eden(Emil Zora) edebiyatçı,
    O, Halkalı’da sığırları ameliyat eden bir baytardır,
    O, Musikiyle haşır neşir olan bir musikişinas,
    O, Milli şair... Üç dil bilen şairdir.
    Gelin bugünden başlayalım ve onu tanıyalım.Okuyalım, okutalım.
    Çünkü:’’ Sahipsiz memleketin batması haktır.
    Sen sahip olursan bu vatana batmayacaktır.’’

  • mehmet akif ersoy21.04.2006 - 10:24

    İdealleri için şiir yazardı.Dindardı, kindar değil; Köşklerde, saraylarda değil, mahalle kahvelerinde konaklardı.Toplumun içinde yaşar fildişi kulelere kaçmazdı.
    Akif, büyük bir Müslüman, Türk olarak yaşadı.Türkçe düşündü.Türkçe yazdı.Türkçe terennüm etti.Kısa bir süre gurbette yaşamak zorunda kaldı.Kırıldı ama kırmadı... Çünkü özü sözü bir şairdi.
    Doğruluktan bir an bile sapmadı.’Uysalım ama kim demiş koyunum’ diye sözüyle yerine göre sert tavırlarını da ifade etmiştir.
    Asım’ın neslini amaçlamıştır.Bu nesil namusunu, vatanını, dilini, dinini korur ve geleceğin de kurucusu olur.
    Bir soru üzerine şu cevabı verir:’’ Türk milletindenim, İslam ümmetindenim ve ilmin medeniyetindenim.’’
    ‘‘Dinsiz hayat iliksiz kemik gibidir’’ der.
    Hayatı boyunca iki şeyle mücadele etmiştir 1.si Kaba softa olan marka müslümanları, 2.si de dinsizlik rüzgarına kapılan zavallılar...

  • mehmet akif ersoy21.04.2006 - 10:22

    1873’te dünyaya geldi.Babası dönemin üniversitelerinde profesör olan İpekli Temiz Tahir hoca; annesi de Tokat doğumlu.Türkistan’dan yani Rus zulmünden kaçıp Türkiye’ye yerleşen Emine Şerife Hanım’dır.
    Milli şairimiz kendi ifadesiyle, iman kuvvetini İpekli babasında Türk kültürüne dayanan milli ilhamlarını da Türkistanlı anasının sütünden almıştır.
    Kazım Karabekir Paşanın ifadesiyle o, davasına candan bağlı bir şairdir.
    Hayatı boyunca nice savaşlar, yok oluşlar gördü Trablusgarp savaşı, Balkan Savaşları, 1.Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı... Ancak bir an ümitsizliğe kapılmadı.İmanı ve inançları onu hep ayakta tuttu.
    O, ne Avrupa’dan medet umdu, ne Amerikan mandasına girmeyi savundu, ne Rusya’ya sığındı.yalnız ve yalnız Türk’ün gücüne Atatürk’ün askeri dehasına güvendi.Bu amaçla;
    Ülkesi için teşkilat-ı mahsusa emrine girdi.Anlayacağımız şekliyle Türk gizli askeri teşkilatı... Berlin’den Necip çöllerine kadar dolaştı.Kurtuluş Savaşında yalnız fikirleriyle, şiirleriyle değil, bedenende bulundu.Cami ve kürsülerde Türk milletini savaşa çağırdı.
    İleri sürdüğü düşüncelere uyarak yaşayan gerçek bir ahlak adamıdır.
    ‘‘Cehennem olan gelen göğsümüzde söndürürüz.
    Bu yol ki hak yoludur dönme bilmeyiz yürürüz.’’diye haykırmıştır küfre.
    Onun görüşü iki esas noktaya dayanır; 1. Millet kürsüsü, 2. İslam ülküsü.Hep bu doğrultuda yaşadı.Nokta kadar menfaati için, virgül kadar eğilmedi.Dimdik ve sapa sağlam ayakta kaldı.Ve bir çınar gibi de ayakta öldü.Yıl 27 Aralık 1936 yani zafer kazanılmıştı o ölünce...

  • cemil meriç21.04.2006 - 10:18

    Cemil Meriç, bazı fikirler söyleyen yanılgıları açıkça ifade edebilen, bundan sonra da bazı fikirlerini yenilenebileceği ihtimali açık bırakan, fakat her söylediğini inanarak aktaran yeni ve aykırı bir çizgidir. O, öyle bir aydındır ki grup ve cemaat oluşturma kaygısı taşımaz. Şöyle ki, “Bir çağın vicdanı olmak isterdim... Bir çağın daha doğrusu bir milletin, idrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek. Türk insanını, Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak... mazlum bir kavimin sesi olmak isterdim. Muhteşem bir maziyi daha muhteşem bir istikbale bağlayan köprü olmak isterdim. Kelimeden, sevgiden bir köprü.”

  • cemil meriç21.04.2006 - 10:12

    Üstat, en düşman kesildiği düşüncelere yakın; en ziyade muhabbet duyduğu kesimlere de o nispetle muhalif düştü. Hiçbir sınıfa, ideolojik ve politik gruba mensup değildi. Yazdıkları okunur, konuştukları dinlenirken, şuur ikna olur ruh tatmine ererdi.