sen daha birkaç günlük gölgeyken gözbebeklerimde, göz pınarlarımdaki kan damlası aktı içime doğru...ne hiç doğuramadığım güneşlerdi tenimdeki pırıltı, ne asılı kaldığım boşlukta durduğum nokta... turuncu bir bohçaya sarıp hatırladığım en eski tarihe yolladığım gizli parmak izimdin daha gölge iken... bindokuzyüzbilmemkaçın ağır aksak temposunda hiç tutulmamış bir çocuk eliydin... sabaha az kala güneşe dair tek izdin 'yok'luğun 'var'lığına inat... büyücünün rüyamdan çaldığı o küçük heybede, merdiven altı hikayelerimin arasına çocuk aklımla gizlediğim yakamoz ışığıydın, bulunmamasına adaklar adadığım... hiç duyulmamış bir haykırıştın boğazımda sen daha bir kaç günlük bir gölgeyken gözbebeklerimde.....
siz tahtadaki yaziyi okumaya calisirken ondeki arkadasinizin kafasinin tahta ile sizin araniza girmesi uzerine bir şey gorememeniz ve hemen akabinde 'ceksene kafani' demeniz uzerine de kendisinin kafasini tahta_siz duzleminden cekmesi
gölgelerin hafif hafif uzamaya başladığı, sabahı hatırlatan bir serinliğin çöktüğü zaman dilimi...balkonda izlenecek bir gökyüzü, maviden ve kızıldan yana zengin...elde bir bardak sıcak çay ile izlenen sahne, perdeler inerken...
'... gözleri kadar güzel sevdalımın uzayan gölgelere uzanıyorum üstümde hırçın bir mavi yeni bir zamana başlar gibiyim batan günün ölgün kırmızısında usulca koyuluyor akşam türküleri ...'
yıllar olmuştu gideli bir avuç kum getirdi gelirken avuçlarından dökülerek kumu alıp yıkadım yüzümü ve değişti her şey yine gitmek zamanı geldi, bırakıp avuçlarıma kumu 'hiçbir şey yok' diyerek gittin ve arkandan baktım, üzgün değildim ama öylesine hüznüne hasret kalarak güle güle 'hiçbir şey yok'tu artık...
“sen gelmesen de bu yangın çıkacaktı bir kırlangıç bizi ikiye bölecekti yeni adlar koyacaktık bitkilere son yaz güneşi de çekip gidecekti asmalardan senin korkun da gidecekti unutacaktık”
güneşin tüm ışınlarını yansıtan, nesnelerin rengidir yani insanın gözünün gördüğü tüm renklerin toplamı diyebiriz. doğada sütün rengidir. saflığın arılığın sembolüdür. tebliğde -seni çagıranları (diğer renkler) çekiciliğiyle bağıranları değil, içine sinen görünmeyeni (beyaz) ara! der bu bakımdan ölüme benzetilmiştir. afrika mitlerinde şifa, kudret semboluyken, sufi sembolizmine göre iç ışıgın, vicdanın rengi, yunan mitlerine göre kutsal dağın rengidir yani beyaz hiç bir kültür, mit, din ya da sembolizm de kötü anlamda gösterilmemistir.
kıyısında elele durduğunuz düş kentin, hani hafifçe de yamuk çizilmiş o beyaz boyalı sınırından - evet evet ilerisinde beyazı gölgelenmemiş bi salıncak duran o yolun başı işte- bi gayret geçtiğinizde birden maviye kesen bulutun, sarıya doyuran güneşin ve içinize, üstünüze sinen mucize kokunun hayat bulduğu yerdir.
kimi sözcükler büyüsü kendinden menkul bir umutla birlikte yürürler…ve giriş tabelasında tek cümle yazar;
anlatmadan anlaşılmak isteyendir kimi zaman.
Bu melâl denizinde sukûn ettiğim
ellerimi böğrüme vurduğum acım,
gözlerimin oluklarına dolup dolup boşalan
iki büklüm üşüdüğüm,sığındığım
böyle aceleyle koyup gidiveren
yüzün, yüzümdür diye incitmediğim
sen daha birkaç günlük gölgeyken gözbebeklerimde, göz pınarlarımdaki kan damlası aktı içime doğru...ne hiç doğuramadığım güneşlerdi tenimdeki pırıltı, ne asılı kaldığım boşlukta durduğum nokta...
turuncu bir bohçaya sarıp hatırladığım en eski tarihe yolladığım gizli parmak izimdin daha gölge iken... bindokuzyüzbilmemkaçın ağır aksak temposunda hiç tutulmamış bir çocuk eliydin... sabaha az kala güneşe dair tek izdin 'yok'luğun 'var'lığına inat...
büyücünün rüyamdan çaldığı o küçük heybede, merdiven altı hikayelerimin arasına çocuk aklımla gizlediğim yakamoz ışığıydın, bulunmamasına adaklar adadığım...
hiç duyulmamış bir haykırıştın boğazımda sen daha bir kaç günlük bir gölgeyken gözbebeklerimde.....
siz tahtadaki yaziyi okumaya calisirken ondeki arkadasinizin kafasinin tahta ile sizin araniza girmesi uzerine bir şey gorememeniz ve hemen akabinde 'ceksene kafani' demeniz uzerine de kendisinin kafasini tahta_siz duzleminden cekmesi
gölgelerin hafif hafif uzamaya başladığı, sabahı hatırlatan bir serinliğin çöktüğü zaman dilimi...balkonda izlenecek bir gökyüzü, maviden ve kızıldan yana zengin...elde bir bardak sıcak çay ile izlenen sahne, perdeler inerken...
'...
gözleri kadar güzel sevdalımın
uzayan gölgelere uzanıyorum
üstümde hırçın bir mavi
yeni bir zamana başlar gibiyim
batan günün ölgün kırmızısında
usulca koyuluyor akşam türküleri
...'
arkami dondugumde yuzume gec
kacarken tut beni
yorma kendini beni tanimak icin
beni sorma sevgisiz sokagin sakinlerine
bilmezler icine atilarak buyutulen kayip asklarin adreslerini
yıllar olmuştu gideli
bir avuç kum getirdi gelirken
avuçlarından dökülerek
kumu alıp yıkadım yüzümü ve değişti her şey
yine gitmek zamanı geldi, bırakıp avuçlarıma kumu
'hiçbir şey yok' diyerek gittin
ve arkandan baktım, üzgün değildim ama
öylesine hüznüne hasret kalarak
güle güle
'hiçbir şey yok'tu artık...
“sen gelmesen de bu yangın çıkacaktı
bir kırlangıç bizi ikiye bölecekti
yeni adlar koyacaktık bitkilere
son yaz güneşi de çekip gidecekti asmalardan
senin korkun da gidecekti
unutacaktık”
güneşin tüm ışınlarını yansıtan, nesnelerin rengidir yani insanın gözünün gördüğü tüm renklerin toplamı diyebiriz. doğada sütün rengidir. saflığın arılığın sembolüdür. tebliğde -seni çagıranları (diğer renkler) çekiciliğiyle bağıranları değil, içine sinen görünmeyeni (beyaz) ara! der bu bakımdan ölüme benzetilmiştir. afrika mitlerinde şifa, kudret semboluyken, sufi sembolizmine göre iç ışıgın, vicdanın rengi, yunan mitlerine göre kutsal dağın rengidir yani beyaz hiç bir kültür, mit, din ya da sembolizm de kötü anlamda gösterilmemistir.
kıyısında elele durduğunuz düş kentin, hani hafifçe de yamuk çizilmiş o beyaz boyalı sınırından - evet evet ilerisinde beyazı gölgelenmemiş bi salıncak duran o yolun başı işte- bi gayret geçtiğinizde birden maviye kesen bulutun, sarıya doyuran güneşin ve içinize, üstünüze sinen mucize kokunun hayat bulduğu yerdir.
kimi sözcükler büyüsü kendinden menkul bir umutla birlikte yürürler…ve giriş tabelasında tek cümle yazar;
...aşk masmavidir masalda....