kendini ağaçtan koparmaya yetecek gücün vardır belki, ama rüzgarın, yumuşak nemli toprağa düşmene izin vereceğinden emin olamazsınki... yamacın aşağısında, denizin sahili döven, soğuk, köpüklü suları arasında kaybolup gitme riski de vardır her zaman...
gururunu çiğneyip dönmeyeceğini bile bile bu sorunun aklında bir yer işgal etmesi daha acı vericidir hatta...arkanda yaşanmamış bir şeyler bırakıp gitmiş olmanın pişmanlığı, zamanın hala merhem olamadığı duygular, boşlukta olmanın verdiği hezeyanla birleşip, geceni gün ışıyana kadar meşgul ederken fonda şu sözler dönüp duracaktır saatlerce:
'böylesi hepsinden güzel git özlet kendini yine gel döneceksin diye söz ver...'
çabaladıkça batmaktır....ana diliniz yetmez derdinizi anlatmaya.başınıza bir ağrı saplanır ve damarlarınızda bir acının gezdiğini hissedersiniz.geçtiği her noktayı sızlatan ince bir acıdır bu. derdinizi anlatmaya yetmese de dağarcığınız, tükendim kelimesi dökülüverir dilinizden,gözlerinizden....
defin işlemi sonrasıdır. bomboş tirübünler gibi...
' sigara dumanından sararmış parmakları ile tuttuğu kirli küreği bir kenara bıraktı müsteşar. ıslak toprak, taşsız mezar, imamsız defin, sükut, ikrar ve itaat... muhteşem bir tablo. beş para etmezliği, renkli boyalar ile kamufle edilmiş.,,
yaşlı adama doğru bakıp; - dirilir bu ihtiyar. gömdün ama... diyerek ince bir espirinin yapı taşlarını muntazaman ören gavur... ismi daha önce zikredilmemiş, ekip dışı, aldırmazlık zirvelerinin tapulu sahibi. pis işlerin adamı. gavurluğu ne ırkından ne milliyetinden. tamamen bilinmeyen bir sebepten gelen isimsizliğini doldurmaya görevli bir sözcük.., gel gör ki; sırtlan sırıtışlı gavur, en kalifiye espirisinde tek çizgi gülümsememişti. -ben bilmem. diyen ihtiyar, paltosunun içinden çekip çıkardığı ucu yırtık gri bir atkıyı mezarın üzerine bırakıp gitmek için döndü. büyük filmlerin, büyük replikleri olurmuş. büyük adamlar gibi giderken, hem de arkası dönük bir hal üzere; -sükut. dedi. müsteşar gitmişti. gavur hala mezarın başında dikiliyordu. hüzün? yok öyle şeylerle pek muhattap edilmeyecek bir karekter gavur. cebinden çıkardığı sigaradan bir tane yakıp ilk dumanı taa içine kadar çekti. müsteşara ithafen, boşluğa hitaben; -mezar taşı yok bunun ihtiyar. ne o, yoksa isim yazmak zor mu geldi? '
sinirlarini zorlamis ve o sinirlarda erimekte olan sevgili bir bedeni gormenin, duymanin yarattigi tarifsiz parcalanmisliga ragmen o bedeni biraz daha biraz daha varedebilmek icin cirpinmak, onu beslemek, umut vermek, krediler dahi tukendigi halde. iskencesini uzatmak boylece. sadece sevgiden ayrilamamak basucundan, kendini bir arada tutatacak gucu kaybettigin bir odadan cikamamak, ne yapsan cikamamak kapinin kolunu bulamamak, anahtari kim yutturdu sana,kim ustune bardaklarca su icirdi bilememek...
dedesi maraşta bir kadının baş örtüsüne el uzatıldığı için istiklal savaşını başlatan kişinin genç kızların baş örtüsü takmasına karşı olması durumudur...
aynı anda iki farklı olgunun olabilir gelme durumunda, bünyenin kendini seçim yapma zorunluluğu içinde hissetmesine ve o his içinde nedense bir süre mesai geçirmesine verilen addır. çelişmek fiili bir süreci kapsar ne de olsa değil mi? kişi hemencecik bir seçim yapıyor ise, iki farklılık arasında kendine yakın olanı, istediğini ya da olması gerekeni seçiverdiğinde hemencecik, ona bir çelişki denmez değil mi?
denmez elbette. ama önemli olan bu değildir. önemli olan, çelişen bünyenin her iki seçenek için yeterince güçlü argümanları üretip üretemediğidir. sonuçta her iki seçeneğin varoluş nedeni vardır ve bünyenin seçiminde en etkili olacak unsurlardan biri kişinin gönlünün nereye kaydığıdır bu varoluş nedeniyle doğru orantılı.
ne var ki, çelişkinin doğası mantık taşları ile örülmüştür. ben hayatımda bir kişi görmedim ki çelişirken mantık yürütmeye, karışıklığı aklı ile çözmeye çalışmasın. akıl, fikir yürüten özneyi, fikir yürüten özne de sonuçlara varan özneyi doğurur. işte bu yüzden çelişkiler fikir yürütmenin siyahı ve beyazını sembolize ederler. siyah ile beyaz çelişkilerin en metaforik arkadaşıdır herhalde tarih sayfalarından da kopup gelen.
velhasıl kelam, kanaatimce çelişki varoluşsal bir kavramdır. dualite ile de kökten ilintilidir.
gerçi çelişilen iki unsurdan mutlaka birisi daha ağır basar ve bu ağır basış seçimin iskeletinde önemli bir rol oynar ya neyse, o başka bir konu:')
olanlara lanet edilen olmayanlarınsa hep arzulandığı zaman. sadece mum alevinin konuştuğu herkesin sustuğu, ama yine de kimsenin dinlemediği an...çok uzakta görünen hayatın gözyaşlarına karıştığı ve hiçkimsenin 'dur! ' diyemediği rüya... varolmak için belirsiz geleceğe atılan bir adım, yaşanan en uzun saniyeler.. karanlık..
tüm soruların yanıtı olduğunda; bir şeyler bir yerinden kırılmış; yön değiştirmiş demek olandır... 'bilmiyorum' derken içiniz katılır acıdan bazen; ama sorusunun cevabını bekleyen sizin bu acınızı anlamaz ne yazık ki...
'bir yerlerimden sızıyorsun deli gibi; tanımlayamadığım bir acı gibi; yoğun, aralıksız, kendi halinden az daha farkında... sorun sen de değilsin aslında; kaçtığım bir şeyler var; kendim mi, hayat mı ben de bilemiyorum...
gitmişlik hissiyle uyanıyorum bazı sabahlar; bazı sabahlar ağzımda yokluk tadı; her şey yerli yerinde dururken üstelik... bu dünyayla mı derdim; bilemiyorum... herkes gitsin istiyorum bazen; kimse kalmasın tam düşerken kolumdan tutup kaldıracak; 'aman dikkat' diyecek kimse olmasın...
biliyorum ki üzecek bu beni; biliyorum ki kimsesizlik zordur; ancak yaşayan bilir bunun tatsız tadını... ama bir ücra yerde sıkıştı işte yüreğim; esen rüzgarla savrulsam mı; yoksa köşede bir yere sinip hayatımın eskisi gibi olmasını; rüzgarın dinmesini mi beklesem bilemiyorum..
'zaman' diyor tüm benliğim; 'kendine gelmen için zamana ihtiyacın var! '.... tam bu anda bir silik ses; kaçarcasına ama zehirli bir ses benliğimi dağıtıyor; kendimden de uzaklaştırıyor beni;
'bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak; kimi kandırıyorsun? ! '
bence, insanın konuşmak istemediği konuları geçiştirmek için karşısındakine yaptığı içgüdüsel uyarıdır..
ama bunu kendine bile itiraf etmiyordur, düşünmüyordur, kendisiyle ilgili bir konuyu bilmemesi bu konuda fikri olmaması mümkün değildir..
o zaman budur..
evet..
bilmiyorum kaçmaktır, saklanmaktır kendinden.. nasıl insan kötü şeyler yaşayınca uyumak ister, nasıl ki uyumak bir kaçıştır, bilmiyorum da uyanık halde yaptığımız, kendi düşüncelerimizden kaçıştır..
dönmek, zor bir karardır...
kendini ağaçtan koparmaya yetecek gücün vardır belki, ama rüzgarın, yumuşak nemli toprağa düşmene izin vereceğinden emin olamazsınki... yamacın aşağısında, denizin sahili döven, soğuk, köpüklü suları arasında kaybolup gitme riski de vardır her zaman...
gururunu çiğneyip dönmeyeceğini bile bile bu sorunun aklında bir yer işgal etmesi daha acı vericidir hatta...arkanda yaşanmamış bir şeyler bırakıp gitmiş olmanın pişmanlığı, zamanın hala merhem olamadığı duygular, boşlukta olmanın verdiği hezeyanla birleşip, geceni gün ışıyana kadar meşgul ederken fonda şu sözler dönüp duracaktır saatlerce:
'böylesi hepsinden güzel
git özlet kendini yine gel
döneceksin diye söz ver...'
çabaladıkça batmaktır....ana diliniz yetmez derdinizi anlatmaya.başınıza bir ağrı saplanır ve damarlarınızda bir acının gezdiğini hissedersiniz.geçtiği her noktayı sızlatan ince bir acıdır bu. derdinizi anlatmaya yetmese de dağarcığınız, tükendim kelimesi dökülüverir dilinizden,gözlerinizden....
defin işlemi sonrasıdır. bomboş tirübünler gibi...
' sigara dumanından sararmış parmakları ile tuttuğu kirli küreği bir kenara bıraktı müsteşar. ıslak toprak, taşsız mezar, imamsız defin, sükut, ikrar ve itaat... muhteşem bir tablo. beş para etmezliği, renkli boyalar ile kamufle edilmiş.,,
yaşlı adama doğru bakıp;
- dirilir bu ihtiyar. gömdün ama...
diyerek ince bir espirinin yapı taşlarını muntazaman ören gavur... ismi daha önce zikredilmemiş, ekip dışı, aldırmazlık zirvelerinin tapulu sahibi. pis işlerin adamı. gavurluğu ne ırkından ne milliyetinden. tamamen bilinmeyen bir sebepten gelen isimsizliğini doldurmaya görevli bir sözcük.., gel gör ki; sırtlan sırıtışlı gavur, en kalifiye espirisinde tek çizgi gülümsememişti.
-ben bilmem. diyen ihtiyar, paltosunun içinden çekip çıkardığı ucu yırtık gri bir atkıyı mezarın üzerine bırakıp gitmek için döndü. büyük filmlerin, büyük replikleri olurmuş. büyük adamlar gibi giderken, hem de arkası dönük bir hal üzere;
-sükut. dedi.
müsteşar gitmişti. gavur hala mezarın başında dikiliyordu. hüzün? yok öyle şeylerle pek muhattap edilmeyecek bir karekter gavur. cebinden çıkardığı sigaradan bir tane yakıp ilk dumanı taa içine kadar çekti. müsteşara ithafen, boşluğa hitaben;
-mezar taşı yok bunun ihtiyar. ne o, yoksa isim yazmak zor mu geldi? '
günün sakladıklarını ortaya cıkaran perde...
sinirlarini zorlamis ve o sinirlarda erimekte olan sevgili bir bedeni gormenin, duymanin yarattigi tarifsiz parcalanmisliga ragmen o bedeni biraz daha biraz daha varedebilmek icin cirpinmak, onu beslemek, umut vermek, krediler dahi tukendigi halde. iskencesini uzatmak boylece.
sadece sevgiden ayrilamamak basucundan, kendini bir arada tutatacak gucu kaybettigin bir odadan cikamamak, ne yapsan cikamamak kapinin kolunu bulamamak, anahtari kim yutturdu sana,kim ustune bardaklarca su icirdi bilememek...
dedesi maraşta bir kadının baş örtüsüne el uzatıldığı için istiklal savaşını başlatan kişinin genç kızların baş örtüsü takmasına karşı olması durumudur...
aynı anda iki farklı olgunun olabilir gelme durumunda, bünyenin kendini seçim yapma zorunluluğu içinde hissetmesine ve o his içinde nedense bir süre mesai geçirmesine verilen addır. çelişmek fiili bir süreci kapsar ne de olsa değil mi? kişi hemencecik bir seçim yapıyor ise, iki farklılık arasında kendine yakın olanı, istediğini ya da olması gerekeni seçiverdiğinde hemencecik, ona bir çelişki denmez değil mi?
denmez elbette. ama önemli olan bu değildir. önemli olan, çelişen bünyenin her iki seçenek için yeterince güçlü argümanları üretip üretemediğidir. sonuçta her iki seçeneğin varoluş nedeni vardır ve bünyenin seçiminde en etkili olacak unsurlardan biri kişinin gönlünün nereye kaydığıdır bu varoluş nedeniyle doğru orantılı.
ne var ki, çelişkinin doğası mantık taşları ile örülmüştür. ben hayatımda bir kişi görmedim ki çelişirken mantık yürütmeye, karışıklığı aklı ile çözmeye çalışmasın. akıl, fikir yürüten özneyi, fikir yürüten özne de sonuçlara varan özneyi doğurur. işte bu yüzden çelişkiler fikir yürütmenin siyahı ve beyazını sembolize ederler. siyah ile beyaz çelişkilerin en metaforik arkadaşıdır herhalde tarih sayfalarından da kopup gelen.
velhasıl kelam, kanaatimce çelişki varoluşsal bir kavramdır. dualite ile de kökten ilintilidir.
gerçi çelişilen iki unsurdan mutlaka birisi daha ağır basar ve bu ağır basış seçimin iskeletinde önemli bir rol oynar ya neyse, o başka bir konu:')
olanlara lanet edilen olmayanlarınsa hep arzulandığı zaman. sadece mum alevinin konuştuğu herkesin sustuğu, ama yine de kimsenin dinlemediği an...çok uzakta görünen hayatın gözyaşlarına karıştığı ve hiçkimsenin 'dur! ' diyemediği rüya...
varolmak için belirsiz geleceğe atılan bir adım, yaşanan en uzun saniyeler.. karanlık..
artık havanın anlamı yok..
tüm soruların yanıtı olduğunda; bir şeyler bir yerinden kırılmış; yön değiştirmiş demek olandır... 'bilmiyorum' derken içiniz katılır acıdan bazen; ama sorusunun cevabını bekleyen sizin bu acınızı anlamaz ne yazık ki...
'bir yerlerimden sızıyorsun deli gibi; tanımlayamadığım bir acı gibi; yoğun, aralıksız, kendi halinden az daha farkında... sorun sen de değilsin aslında; kaçtığım bir şeyler var; kendim mi, hayat mı ben de bilemiyorum...
gitmişlik hissiyle uyanıyorum bazı sabahlar; bazı sabahlar ağzımda yokluk tadı; her şey yerli yerinde dururken üstelik... bu dünyayla mı derdim; bilemiyorum... herkes gitsin istiyorum bazen; kimse kalmasın tam düşerken kolumdan tutup kaldıracak; 'aman dikkat' diyecek kimse olmasın...
biliyorum ki üzecek bu beni; biliyorum ki kimsesizlik zordur; ancak yaşayan bilir bunun tatsız tadını... ama bir ücra yerde sıkıştı işte yüreğim; esen rüzgarla savrulsam mı; yoksa köşede bir yere sinip hayatımın eskisi gibi olmasını; rüzgarın dinmesini mi beklesem bilemiyorum..
'zaman' diyor tüm benliğim; 'kendine gelmen için zamana ihtiyacın var! '.... tam bu anda bir silik ses; kaçarcasına ama zehirli bir ses benliğimi dağıtıyor; kendimden de uzaklaştırıyor beni;
'bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak; kimi kandırıyorsun? ! '
bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak........
bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak...
bilmiyorum..
bence,
insanın konuşmak istemediği konuları geçiştirmek için karşısındakine yaptığı içgüdüsel uyarıdır..
ama bunu kendine bile itiraf etmiyordur,
düşünmüyordur,
kendisiyle ilgili bir konuyu bilmemesi
bu konuda fikri olmaması mümkün değildir..
o zaman budur..
evet..
bilmiyorum kaçmaktır,
saklanmaktır kendinden..
nasıl insan kötü şeyler yaşayınca
uyumak ister,
nasıl ki uyumak bir kaçıştır,
bilmiyorum da uyanık halde yaptığımız, kendi düşüncelerimizden kaçıştır..