bu gizdir. kapalı zarf usulü, işlemeli tepsi içinde gelir. o zarfı hemen açma, açarsan da okuma, okursan da ağzını gözünü oynatma, oynatırsan da ağzını kıpırdatma, kıpırdatırsan da konuşma, konuşursan da anlatma, kimseye.. kimseye bundan söz etme..
eğer edersen, o işlemeli tepside bundan böyle senin dilini koparmak için bir neşter takımı koyarlar.
herkesin bir hakkı var o zarfı saklamak için. eğer bir kez başarılı olursan, işlemeli tepsiler osmanlı sarayındaki cariyelerin harem kapkacaklarına dönenirler. mühim de bir adam olursun, molla derler sana..
ve olmadığı halde ısrarla varlığına inanmaya çalıştığımız. paylaştığımızda kendi kısa süreli yok oluşuna intihar süsü veren, ama belki aslında bizim katlimizi hazırlayan kavram. bütün delilleri yok etmek her zaman mümkün olabilir, ama ortalıkta özgürce dolaşıp duran sırlar, hiç.. zira kendine saklamadığın sürece, sır yoktur.
biz fısıldıyorken, etrafa avazı çıktığı kadar bağırır bu..
ölüler öldükten sonra ne fark eder ziyaret edilip edilmemeleri, mezar taşlarının üstüne yazılanlar ya da mezar taşlarının ebatı. ne fark eder ölüler öldükten sonra mezar başında geç kalınmış bi biçimde gözyaşları içinde anlatılanlar.. ne fark eder mezarın boğaz görmesi, mezarın ziyaretçileri manzarada ağlamışlar, ağlamamışlar.. yaşarken inanmışlar, sallamamışlar.. ne fark eder bi mezar taşında bir şiir, bir dua, bir tarih.. ne fark eder mezar taşı varmış yokmuş.. birileri helva yemiş, birileri boğaza karşı sigara yakmış, birileri susmuş.. ne fark eder mezar mı değil mi belli etmeden sürüklemek bedeni oradan oraya.. mezara bakmak, diri ya da ölü gömmek ne fark eder? ne fark eder mezara bırakılan çiçeğin mezardakinin en sevdiği çiçek olması mezardaysa.. iris, papatya, lale.. ne fark eder bir mezar başında... susulanların konuşulması ne fark eder... insanın yüreği bir mezarsa varmış yokmuş ne fark eder...
gözyaşlarıyla umut veren şarkı. parça çalarken kimin yüzüne baksam buruk bir gülümseme. 'yaşanmış bitmiş gitmiş, boşver bee. bak biz varız burda' diyor sanki.
yazan insanınızın, el yazısıyla, eğik satırlarıyla,gözünüzün önüne gelen, size mektup yazarkenki haliyle gününüze/anınıza giriveren güzel soluğudur. size yönelmiş el,düşünce,nefestir. anlam değeri kadar sözegelmez nesne değeri de vardır. yazılmış,okunmuş,zarfa konmuş,postaneye götürülmüş, size yollanmıştır. artık sadece yazanın değil yazılanın da olmuştur.
sana yazmak istedim aslında nereden başlayacağımı bilmeden.ama başlayınca anlatmaya bendeki seni sana nasıl olsa devamı gelir diye düşündüm... sana anlatacaklarım hiç bitmesin istiyorum...aynı hayatımdaki varlığının bitmemesini istediğim gibi.artık naftalin kokan kalp sandığımın kilidinin anahtarını elinde tuttuğunu farkettiğim andan beri içinde sakladıklarım ve bana acı verenlerin üzerine sevgini örtüp sana yeni yerler açma isteği içimdeki... hayat yapbozumun ve hiç tam olamamış ruhumun eskik parçasısın sen.unuttuğum tüm hislerin üzerindeki sis perdesi kalkıyor yavaş yavaş ve ben biz olmanın keyfini çıkartıyorum şimdilerde... yaşanmışlıkları temize çekerken kötü anılarımı silen her zaman elimi uzatsam dokunabilecek kadar yakın ama olması gereken sınırlarımı aşmayacak kadar uzak...
sona doğru bitmeyecek gibi gelen koşuda zamanı ellerinle durduracak masal kahramanım ol sen... beni ben yapanlardan çok sen yapacakları öğret bana.... kendi kendime inşa etmeye çalıştığım her yenilişte yerle bir olan aşk kalemin temellerini atmama yardım et yeniden... yenile beni tekrar doğmuşcasına ve gözlerimi aydınlığa açmamı sağla... senden istediklerim hiç bitmesin yaşam isteğim gibi...
ve son olarak... hayatımızda sonlar olmaması dileğiyle...
nietzsche nin insanlar icin gosterdigi hedeftir. ustinsan ahlaki degerlerin ustunde, tarihin ve geleneklerin esaretinden kurtulmus, aslinda tamamen zamansiz bir varliktir. tamamiyle ozgurdur. bu evrimin bir sonraki halkasi degil, daha ziyade zorlama bir sicrayistir. nitekim nietzsche de bu mertebeye ulasacak insanlarin cok azinlikta kalacagini ongormus. ona gore toplumlarin gorevi, bu tip nadir yeteneklerin gelismesine yardimci olacak kosullari hazirlamaktir. yani yiginlar ve sistemler mumkun oldugunca fazla potansiyel ustinsanin yetkinlesmesine olanak yaratacak sartlari saglamalidir.
simdilerde ne yazik ki ayaga dusmus, her felsefe okuyup karate yapabilene yakistirilan bir sifattir. mevcut sistemin icinde yukselip, yemek zincirinin tepesine oturmak ustinsan olmak degildir. ustinsan mevcut sistemin uzerinde kurulu oldugu tum deger yargilarindan arinmis, tum gudulenmelerden uzaktir zaten...
olanın farkında olmaktan ibaret bir durumdur ki her insan farklı ve özgündür. dolayısıyla da istisnalar hariç çok doğal ve takdir edilesi bir ruh halini ifade eder; şahsın dünyaya bakışı, olayları değerlendirişinde çok verimli ve güzel kapılar açar...
farklı olduğunu farkeden insan ile farklı doğduğunu iddia eden insanlar elbette aynı başlıkta değerlendirilmemeli. ama insanların içinde bulundukları ortamlarda sürüklenmekten rahatsızlık duymaları, monoton süreçlerde yeni kırılma noktaları aramalarını da anlamak gerekir.
olayı megalomanlıktan da ayırmak gerekir; farklısınız evet ama bu demek değildir ki farklı olduğunuz için daha iyisiniz.
bu gizdir. kapalı zarf usulü, işlemeli tepsi içinde gelir. o zarfı hemen açma, açarsan da okuma, okursan da ağzını gözünü oynatma, oynatırsan da ağzını kıpırdatma, kıpırdatırsan da konuşma, konuşursan da anlatma, kimseye.. kimseye bundan söz etme..
eğer edersen, o işlemeli tepside bundan böyle senin dilini koparmak için bir neşter takımı koyarlar.
herkesin bir hakkı var o zarfı saklamak için. eğer bir kez başarılı olursan, işlemeli tepsiler osmanlı sarayındaki cariyelerin harem kapkacaklarına dönenirler. mühim de bir adam olursun, molla derler sana..
'.....sır görünür bir şeydir de
biraz fludur.'
soyut.
ve olmadığı halde ısrarla varlığına inanmaya çalıştığımız. paylaştığımızda kendi kısa süreli yok oluşuna intihar süsü veren, ama belki aslında bizim katlimizi hazırlayan kavram. bütün delilleri yok etmek her zaman mümkün olabilir, ama ortalıkta özgürce dolaşıp duran sırlar, hiç.. zira kendine saklamadığın sürece, sır yoktur.
biz fısıldıyorken, etrafa avazı çıktığı kadar bağırır bu..
ölüler öldükten sonra ne fark eder ziyaret edilip edilmemeleri, mezar taşlarının üstüne yazılanlar ya da mezar taşlarının ebatı. ne fark eder ölüler öldükten sonra mezar başında geç kalınmış bi biçimde gözyaşları içinde anlatılanlar.. ne fark eder mezarın boğaz görmesi, mezarın ziyaretçileri manzarada ağlamışlar, ağlamamışlar.. yaşarken inanmışlar, sallamamışlar.. ne fark eder bi mezar taşında bir şiir, bir dua, bir tarih.. ne fark eder mezar taşı varmış yokmuş.. birileri helva yemiş, birileri boğaza karşı sigara yakmış, birileri susmuş.. ne fark eder mezar mı değil mi belli etmeden sürüklemek bedeni oradan oraya..
mezara bakmak, diri ya da ölü gömmek ne fark eder?
ne fark eder mezara bırakılan çiçeğin mezardakinin en sevdiği çiçek olması mezardaysa.. iris, papatya, lale.. ne fark eder bir mezar başında... susulanların konuşulması ne fark eder... insanın yüreği bir mezarsa varmış yokmuş ne fark eder...
gözyaşlarıyla umut veren şarkı. parça çalarken kimin yüzüne baksam buruk bir gülümseme. 'yaşanmış bitmiş gitmiş, boşver bee. bak biz varız burda' diyor sanki.
yanma varlığın ötesinde bir varlık erinci ama muhatabı ibrahim olduğunda...
ibrahim olun(a) mayınca, ateşe gül fermanı çıkmasını beklemek boşuna....
yazan insanınızın, el yazısıyla, eğik satırlarıyla,gözünüzün önüne gelen, size mektup yazarkenki haliyle gününüze/anınıza giriveren güzel soluğudur. size yönelmiş el,düşünce,nefestir. anlam değeri kadar sözegelmez nesne değeri de vardır. yazılmış,okunmuş,zarfa konmuş,postaneye götürülmüş, size yollanmıştır. artık sadece yazanın değil yazılanın da olmuştur.
sana yazmak istedim aslında nereden başlayacağımı bilmeden.ama
başlayınca anlatmaya bendeki seni sana nasıl olsa devamı gelir diye düşündüm...
sana anlatacaklarım hiç bitmesin istiyorum...aynı hayatımdaki
varlığının bitmemesini istediğim gibi.artık naftalin kokan kalp
sandığımın kilidinin anahtarını elinde tuttuğunu farkettiğim andan beri içinde
sakladıklarım ve bana acı verenlerin üzerine sevgini örtüp sana yeni
yerler açma isteği içimdeki...
hayat yapbozumun ve hiç tam olamamış ruhumun
eskik parçasısın sen.unuttuğum tüm hislerin üzerindeki sis perdesi kalkıyor
yavaş yavaş ve ben biz olmanın keyfini çıkartıyorum
şimdilerde...
yaşanmışlıkları temize çekerken kötü anılarımı silen her zaman elimi uzatsam dokunabilecek kadar yakın ama olması gereken sınırlarımı aşmayacak kadar uzak...
sona doğru bitmeyecek gibi gelen koşuda zamanı ellerinle durduracak masal kahramanım ol sen...
beni ben yapanlardan çok sen yapacakları öğret
bana....
kendi kendime inşa etmeye çalıştığım her yenilişte yerle bir olan
aşk kalemin temellerini atmama yardım et yeniden...
yenile beni tekrar doğmuşcasına ve gözlerimi aydınlığa açmamı sağla...
senden istediklerim hiç bitmesin yaşam isteğim gibi...
ve son olarak...
hayatımızda sonlar olmaması dileğiyle...
nietzsche nin insanlar icin gosterdigi hedeftir. ustinsan ahlaki degerlerin ustunde, tarihin ve geleneklerin esaretinden kurtulmus, aslinda tamamen zamansiz bir varliktir. tamamiyle ozgurdur. bu evrimin bir sonraki halkasi degil, daha ziyade zorlama bir sicrayistir. nitekim nietzsche de bu mertebeye ulasacak insanlarin cok azinlikta kalacagini ongormus. ona gore toplumlarin gorevi, bu tip nadir yeteneklerin gelismesine yardimci olacak kosullari hazirlamaktir. yani yiginlar ve sistemler mumkun oldugunca fazla potansiyel ustinsanin yetkinlesmesine olanak yaratacak sartlari saglamalidir.
simdilerde ne yazik ki ayaga dusmus, her felsefe okuyup karate yapabilene yakistirilan bir sifattir. mevcut sistemin icinde yukselip, yemek zincirinin tepesine oturmak ustinsan olmak degildir. ustinsan mevcut sistemin uzerinde kurulu oldugu tum deger yargilarindan arinmis, tum gudulenmelerden uzaktir zaten...
olanın farkında olmaktan ibaret bir durumdur ki her insan farklı ve özgündür. dolayısıyla da istisnalar hariç çok doğal ve takdir edilesi bir ruh halini ifade eder; şahsın dünyaya bakışı, olayları değerlendirişinde çok verimli ve güzel kapılar açar...
farklı olduğunu farkeden insan ile farklı doğduğunu iddia eden insanlar elbette aynı başlıkta değerlendirilmemeli. ama insanların içinde bulundukları ortamlarda sürüklenmekten rahatsızlık duymaları, monoton süreçlerde yeni kırılma noktaları aramalarını da anlamak gerekir.
olayı megalomanlıktan da ayırmak gerekir; farklısınız evet ama bu demek değildir ki farklı olduğunuz için daha iyisiniz.
eğer içindeysen eninde sonunda çıkarsın...ama içindeyse işin zor...