var olduğunuz anların bittiğini düsündüğünüz geceleridir ölmek. alabildiğine kaybolmak sessizliğinde kaybolmaktır. uzun bir aradan sonra eski aşklarını hatırlayabilmektir. tüm soluklarının, boşlukla mı yoksa kokladığının hava mı olduğunu öğrenmenin tek yoludur. aslında ölüm sadece yok olma tutkusunun verdiği bir haz'ın sonudur...ecelinde ölmek mi derken depresif insanların bile kendine geldiği andır. can ve candan olma bu korkular en akılsız insanda bile vardır. akıllısınada uğramış halidir...
insan olmak aslında elle tutulur gözle görülür olan, basit ve gayet dünyevi figürlerin; başkalarının idrak edemediği, sadece bireyin kendisinin algılayabildiği şahsa münhasır 'öte gerçeklik'lerinin var olduğuna inanma yarışıdır.
demirden gemilerin neden batmadığını, bulutların neden irili ufaklı hayvanlara benzediğini ve en güzel kadınların neden paralı organizmaların köleleri olmak için delirdiklerini anladıkça; o çok sevdiğin anlamların teker teker silikleşip kesip durduğun yersiz ahkamlara dönüşür.
yaşamak işte sen o ahkamlarla avunurken; birilerinin, demirden gemilerin güvertelerinde, irili ufaklı hayvanlara benzeyen bulutların altında ve en güzel kadınların kollarında yaptıkları şeydir...
an itibariyle istanbul ali sami yen'de konser vermektedir...bir ortak geçmişimiz olmasına rağmen ben bütün bu olanları bin kilometre kadar uzağından takip ediyorum...öyle işte...esefle kınıyorum kendimi:')
uykunda izledim seni, masum ve bir başına... bak demin gülümsedin dokununca dudağina.. bir ayrilik mı eksik yüzünün kivriminda? yarin uyandiginda, benden kalacak o da...
bir fotoğraftir belki bende kalacak olan ilkbaharda çekilmiş sonbaharda yakilan kör baliklar gibi ağlara takilan.. sigaramin ucunda derdimi harmanlayan
ben kendim yapamadim bari sen ağlat beni
mevsimler geçecek sesler silinecek gözyaşlarin düşecek yanaklarin nemlenecek ama bir gün gelecek tekrar yüzün gülecek
yanlışlar doğruyu götürür hep...götürmese bile anlamsızlaştırır sönükleştirir...bir yalancı için en hazin sondur işte bu...değerleri değersizleşmiştir kendi doğruları anlamsızdır artık...kendimden biliyorum...
'görmeyi öğreniyorum. bilmiyorum neden, her şey içimde daha derinlere işliyor, her zamankinden daha derinlere. bir iç dünyam varmış da bilmezmişim. her şey şimdi oraya gidiyor. orda neler olup bittiğini bilmiyorum.'
alev alatlı toplumsal afazinin tarih mirasına karşı yapılan saygısızlığın umursanmaması olarak tezahür ettiğine dair örnekler verir. mimar sinan ismi toplum için bir şey ifade etmediği için kabrinin yanından lağım geçmesinin bir mahzuru yoktur. afazi cehalet değildir, kelimelerin anlamının idrak edilmemesidir. kabe'nin ne ifade ettiğini anlamayan zihniyetin kabe'ye tepeden bakan 7 yıldızlı otel yapması afazi için verilebilecek en güncel örnektir.
suskun olma halinin insana neler kazandırdıgını bilseydi ademoglu bu kadar konusur da kendini çekinmeden afişe eder miydi diye düşünmüşümdür cogu zaman. gercek olanın içinde, içindeyken gerçegin bu kadar konusmaya gerek kalır mıydı.. belki de evet. çünkü dünyaki en zor hallerden biridir suskun olmak***
kitabın içinde kaybolup çıkmak istemiyor insan, bitmesin diye direniyorum, daha ne kadar sürer bilmiyorum. bu kadar özlemişken uslubunu yeni bir kitap hediye gibi geldi. yüce gönlüne, sihirli kalemine, varlıgına saglık ihsan efendi...
hayat boyu gelenler, gidenler, arkadaşlar, yakın dostlar, ya da sıfatı ne olursa olsun yanına samimiyetini de alıp gelmiş diğer tüm sevdiklerimiz, en sevdiklerimiz, en kızdıklarımız, taraflarından en çok incitildiklerimiz... hayat boyu 'yol'umuza çıkan, zaman zaman birlikte yürüdüklerimiz, yolculukta birşeyler paylaştıklarımız...
bir de 'o' vardır...
sadece o'nunla yürümek hafifletir insanın yükünü, içinden çıkılmaz zamanlarda iç ferahlatır, yürümeye devam etmek için güç verir. düşersin kaldırır, bazen kaldırmaz, gücüyle ya da şefkatiyle boğmaz. acı da verir, can da yakar, kalp de kırar. zaten öbür türlüsü ancak sulu filmlerde olur. onunla yürümek, koluna girerek, elini tutarak, arkasında kalarak, önüne geçerek, kızarak, küserek, kıskanarak, gülerek, sevinerek yürümek, yürümenin tek biçimidir. işte o yolda bir gün bir şarkı dinlersiniz, hem yol arkadaşınız yanınızda diye şükredip ağlarsınız, hem de ona bir şey olsa ne yaparım diye ağlarsınız...
var olduğunuz anların bittiğini düsündüğünüz geceleridir ölmek. alabildiğine kaybolmak sessizliğinde kaybolmaktır. uzun bir aradan sonra eski aşklarını hatırlayabilmektir. tüm soluklarının, boşlukla mı yoksa kokladığının hava mı olduğunu öğrenmenin tek yoludur. aslında ölüm sadece yok olma tutkusunun verdiği bir haz'ın sonudur...ecelinde ölmek mi derken depresif insanların bile kendine geldiği andır. can ve candan olma bu korkular en akılsız insanda bile vardır. akıllısınada uğramış halidir...
insan olmak aslında elle tutulur gözle görülür olan, basit ve gayet dünyevi figürlerin; başkalarının idrak edemediği, sadece bireyin kendisinin algılayabildiği şahsa münhasır 'öte gerçeklik'lerinin var olduğuna inanma yarışıdır.
demirden gemilerin neden batmadığını, bulutların neden irili ufaklı hayvanlara benzediğini ve en güzel kadınların neden paralı organizmaların köleleri olmak için delirdiklerini anladıkça; o çok sevdiğin anlamların teker teker silikleşip kesip durduğun yersiz ahkamlara dönüşür.
yaşamak işte sen o ahkamlarla avunurken; birilerinin, demirden gemilerin güvertelerinde, irili ufaklı hayvanlara benzeyen bulutların altında ve en güzel kadınların kollarında yaptıkları şeydir...
terk edilmiş bir kent gibiyim,
bir korku gezinir içimde sokak sokak,
bende tadılmamış bir zevk,
anlaşılmamış bir sorudur yaşamak...
an itibariyle istanbul ali sami yen'de konser vermektedir...bir ortak geçmişimiz olmasına rağmen ben bütün bu olanları bin kilometre kadar uzağından takip ediyorum...öyle işte...esefle kınıyorum kendimi:')
uykunda izledim seni, masum ve bir başına...
bak demin gülümsedin dokununca dudağina..
bir ayrilik mı eksik yüzünün kivriminda?
yarin uyandiginda, benden kalacak o da...
bir fotoğraftir belki bende kalacak olan
ilkbaharda çekilmiş sonbaharda yakilan
kör baliklar gibi ağlara takilan..
sigaramin ucunda derdimi harmanlayan
ben kendim yapamadim
bari sen ağlat beni
mevsimler geçecek
sesler silinecek
gözyaşlarin düşecek
yanaklarin nemlenecek
ama bir gün gelecek
tekrar yüzün gülecek
yanlışlar doğruyu götürür hep...götürmese bile anlamsızlaştırır sönükleştirir...bir yalancı için en hazin sondur işte bu...değerleri değersizleşmiştir kendi doğruları anlamsızdır artık...kendimden biliyorum...
'görmeyi öğreniyorum. bilmiyorum neden, her şey içimde daha derinlere işliyor, her zamankinden daha derinlere. bir iç dünyam varmış da bilmezmişim. her şey şimdi oraya gidiyor. orda neler olup bittiğini bilmiyorum.'
alev alatlı toplumsal afazinin tarih mirasına karşı yapılan saygısızlığın umursanmaması olarak tezahür ettiğine dair örnekler verir. mimar sinan ismi toplum için bir şey ifade etmediği için kabrinin yanından lağım geçmesinin bir mahzuru yoktur. afazi cehalet değildir, kelimelerin anlamının idrak edilmemesidir. kabe'nin ne ifade ettiğini anlamayan zihniyetin kabe'ye tepeden bakan 7 yıldızlı otel yapması afazi için verilebilecek en güncel örnektir.
suskun olma halinin insana neler kazandırdıgını bilseydi ademoglu bu kadar konusur da kendini çekinmeden afişe eder miydi diye düşünmüşümdür cogu zaman. gercek olanın içinde, içindeyken gerçegin bu kadar konusmaya gerek kalır mıydı.. belki de evet. çünkü dünyaki en zor hallerden biridir suskun olmak***
kitabın içinde kaybolup çıkmak istemiyor insan, bitmesin diye direniyorum, daha ne kadar sürer bilmiyorum. bu kadar özlemişken uslubunu yeni bir kitap hediye gibi geldi. yüce gönlüne, sihirli kalemine, varlıgına saglık ihsan efendi...
hayat boyu gelenler, gidenler, arkadaşlar, yakın dostlar, ya da sıfatı ne olursa olsun yanına samimiyetini de alıp gelmiş diğer tüm sevdiklerimiz, en sevdiklerimiz, en kızdıklarımız, taraflarından en çok incitildiklerimiz... hayat boyu 'yol'umuza çıkan, zaman zaman birlikte yürüdüklerimiz, yolculukta birşeyler paylaştıklarımız...
bir de 'o' vardır...
sadece o'nunla yürümek hafifletir insanın yükünü, içinden çıkılmaz zamanlarda iç ferahlatır, yürümeye devam etmek için güç verir. düşersin kaldırır, bazen kaldırmaz, gücüyle ya da şefkatiyle boğmaz. acı da verir, can da yakar, kalp de kırar. zaten öbür türlüsü ancak sulu filmlerde olur. onunla yürümek, koluna girerek, elini tutarak, arkasında kalarak, önüne geçerek, kızarak, küserek, kıskanarak, gülerek, sevinerek yürümek, yürümenin tek biçimidir. işte o yolda bir gün bir şarkı dinlersiniz, hem yol arkadaşınız yanınızda diye şükredip ağlarsınız, hem de ona bir şey olsa ne yaparım diye ağlarsınız...