şiirsiz yaşayamamak ta denebilir buna. gerçek şiir gerçek ruhlardan bir sızıntıdır. taşkındır. artık içi almıyordur şairin. öylesine dolmuştur. en sonunda sızdırmaya başlar çatlaklarından. yazmadan edemez. durduramaz yani sızntıyı. bir tür boşalmadır onun için. içindekini atmak. kimileri içer kimisi ağlar. kimisi de yazar. ve en güzel yazımlar sızma değil patlama anlarında çıkar. önü alınamaz bir çığ gibi akar gider.. (bence)
nedense en çok sonbahara yakışır benim lugatımda aşk.. nedense en çok geceye yaraşır özlem.. karanlığın ve yağmurun gizlediklerini salıverir çünkü aşk umarsızca.. karanlık hüznü örter, yağmur gözyaşını alır götürür sevgilinin yanağından.. çünkü aşk tek hece. tek kişiye yaraşır aşk. özlemle kardeş.. yeni yetmelerin platonik aşk dedikleridir belki aşk. yani sevilmeden sevmek ama delicesine. en sevdiğin yemeğin yanında en acısından süs biberi yemek gibi. doktor yeme dedikçe sen yanmaya meyline yuvarlanırsın.. herkes unut dedikçe sen bırakırsın kendini yardan boşluğa.. yanmak en güzel tarifidir aşkın. yanmadan suyun kıymetini anlayamazsın.nedense en çok alabilidiğine güneşli bir pazar kahvaltısı canlanır gözümde. sevdiceğinle başbaşa. mutluluğun resmi belki de. yardan bihaber yaşlanmak ne acı. ne acı aşkı yaşayamadan ölmek. ne garip şey ölürken bile onu fısıldamak. tepeden tırnağa hüzünle kaplı bir fotoğrafta bazen. bazen de sisli bir sonbahar sabahında üşümek gibi. içini titreten.. onu hatırladıkça sol yanında bir sızı inceden. yıllar sonra bile.
her sabah uyandığında tek kişilik yatağında.. aynı alarm sesi (farid farjad-robabeh jan) çalmaya devam ederken tavana bakmaya ve aynı tavana bakmaya devam ediyorsun. mavimsi ama aslında beyaz.. hafif kirli bir tavan. ne zamandır boyasammı dusunuyorsun. ama üşeniyorsun. hayatta beklediğin umutlandığın, seni o yataktan hevesle kaldıracak hiçbir şey yok. evet ne acıklı değil mi? karnın acıkmamış olmasına rağmen ışık girmeyen karanlık bir mutfakta kahvaltı adı altında bişeyler yiyorsun. sırf sigara içebilmek için yine aynı otobüsü beklerken, aynı durakta. yine beyaz saçlı amca gelecek senden sonra durağa,ağır aksak adımlarıyla. tabii sen oraya gittiğinde zaten gelmiş olan cılız oğlan. tamirci galiba. eli yüzü yıkanmış olmasına rağmen hala siyahlıklar belli. emegin kiri ne güzel. otobüs gelecek yine aynı, sıkış tıkış işe gideceksin. sevmediğin işe. sevmediğin insanlarla birlikte olmalısın akşama kadar. akşam eve dönüş yolun aynı olacak. yine aynı otobüs yine aynı durakta inmek için aynı kavşakta kalkacaksın hergün olduğu gibi en arka dörtlüde oturduğun yerden. otobüs bomboş olsa da en arkaya yürümeyi bırakmalısın. insanlarla gözgöze gelmekten bu kadar korkmamalısın. belki de yeniden aşık olmalısın. ama yoo.. sen biliyorsun tekrar aşık olmak diye bişey olmaz. aşk bir kez başına gelir insanın. aldığın yaralar seni birdaha öyle sevmekten alıkoyar hep. seviştiğin kadınlara bile rol yaparsın seviyormuş gibi. ve evet aynı durakta inip aynı büfeciden aynı sigarayı alıp evin yolunu tutacaksın. ev buz gibi. bomboş. hiç te ilkokul resimlerindeki mavi panjurlu eve benzemiyor değil mi? etrafında beyaz çitler olan mutluluğu dısından okunan eve.. ev buz gibi, koltuk buz gibi, yatak buz gibi.. halbuki sıcacıktı anne karnı. ne yaptk ta bunları hakettik diye sorarsın kendine sabah uyandığında aynı alarm sesi çalarken ve aynı tavana bakarken. boyasammı acaba?
Dünyaya yeniden şekil vermek senin harcın değil ama bir şekilde yolun düştü işte bu dünyaya. Bazıları en baştan senin önünde başladı bu yarışa. Sen onları yakalayamadın hala. Bunu dert etmeye değmez. Çünkü kötülerin bu dünya. Direndin. Boyun eğmedin. Bu da bir başarıdır. Her sabah yeni bir umuttur diye kandırdılar. Bıraksana.. Her sabah seninle aynı dünyaya uyanmadılar. Unutma. Zamanla öğrendin. Herşeyin göründüğü gibi olmadığını. İçi boş birsürü teneke gibi tıngırdadılar insancıklar kafanda. Aşk. En iyi bildiklerinden biri. Tesadüfen tanıştın. Ama elim bir trajik kazasını andırıyordu sonunda. Her trajik kazada olduğu gibi olan yine masuma oldu. Ezildin. Sen tek birşey istiyorsun bu dünyadan. Ne aşk, ne adalet, ne para, ne inanç, ne de mutluluk.. Bana gerçeği söyle... Zaman herşeyin ilacı dediler. Daha olmamış yaralarını sarman için sırt çantana konulan merhemdi. Zaman. İhtiyacın olduğunda sürersin. Ne garip değil mi? Bunca acıya rağmen hala yaşaman. Kalabalıklar.Uzak durman gereken birinci şey. Çünkü her insan sende ihtiyacı olanı arar. Kötülerin evi burası. İyiler ancak bodrumdaki farelere benzeyebilir. Peynir istiyorsan uzanıp kapandan almalısın. Ah dostum işte böyle. Muradına ermeyi bekleme. Gerçek olan tekşey. Bundan yüz yıl sonra unutulup gitmiş olacağındır. Nasılki sen yüz yıl öncesini hatırlamıyorsan...
bazı şeyler ancak filmlerde olur. gerçek hayatta arama o dostlukları aşkları..
zor yıllar
bir tür klinik vaka. yeri geldiğinde ağlamalısın polyanna. sen de ögreneceksin.
filmine söylenecek söz yok. gercekteyse erkeklerin o kokuyla uyuma lüksünün degerini kaybedince anladıkları dünyanın en güzel 2. kokusu.
şiirsiz yaşayamamak ta denebilir buna. gerçek şiir gerçek ruhlardan bir sızıntıdır. taşkındır. artık içi almıyordur şairin. öylesine dolmuştur. en sonunda sızdırmaya başlar çatlaklarından. yazmadan edemez. durduramaz yani sızntıyı. bir tür boşalmadır onun için. içindekini atmak. kimileri içer kimisi ağlar. kimisi de yazar. ve en güzel yazımlar sızma değil patlama anlarında çıkar. önü alınamaz bir çığ gibi akar gider.. (bence)
nedense en çok sonbahara yakışır benim lugatımda aşk.. nedense en çok geceye yaraşır özlem.. karanlığın ve yağmurun gizlediklerini salıverir çünkü aşk umarsızca.. karanlık hüznü örter, yağmur gözyaşını alır götürür sevgilinin yanağından.. çünkü aşk tek hece. tek kişiye yaraşır aşk. özlemle kardeş.. yeni yetmelerin platonik aşk dedikleridir belki aşk. yani sevilmeden sevmek ama delicesine. en sevdiğin yemeğin yanında en acısından süs biberi yemek gibi. doktor yeme dedikçe sen yanmaya meyline yuvarlanırsın.. herkes unut dedikçe sen bırakırsın kendini yardan boşluğa.. yanmak en güzel tarifidir aşkın. yanmadan suyun kıymetini anlayamazsın.nedense en çok alabilidiğine güneşli bir pazar kahvaltısı canlanır gözümde. sevdiceğinle başbaşa. mutluluğun resmi belki de. yardan bihaber yaşlanmak ne acı. ne acı aşkı yaşayamadan ölmek. ne garip şey ölürken bile onu fısıldamak. tepeden tırnağa hüzünle kaplı bir fotoğrafta bazen. bazen de sisli bir sonbahar sabahında üşümek gibi. içini titreten.. onu hatırladıkça sol yanında bir sızı inceden. yıllar sonra bile.
her sabah uyandığında tek kişilik yatağında.. aynı alarm sesi (farid farjad-robabeh jan) çalmaya devam ederken tavana bakmaya ve aynı tavana bakmaya devam ediyorsun. mavimsi ama aslında beyaz.. hafif kirli bir tavan. ne zamandır boyasammı dusunuyorsun. ama üşeniyorsun. hayatta beklediğin umutlandığın, seni o yataktan hevesle kaldıracak hiçbir şey yok. evet ne acıklı değil mi? karnın acıkmamış olmasına rağmen ışık girmeyen karanlık bir mutfakta kahvaltı adı altında bişeyler yiyorsun. sırf sigara içebilmek için yine aynı otobüsü beklerken, aynı durakta. yine beyaz saçlı amca gelecek senden sonra durağa,ağır aksak adımlarıyla. tabii sen oraya gittiğinde zaten gelmiş olan cılız oğlan. tamirci galiba. eli yüzü yıkanmış olmasına rağmen hala siyahlıklar belli. emegin kiri ne güzel. otobüs gelecek yine aynı, sıkış tıkış işe gideceksin. sevmediğin işe. sevmediğin insanlarla birlikte olmalısın akşama kadar. akşam eve dönüş yolun aynı olacak. yine aynı otobüs yine aynı durakta inmek için aynı kavşakta kalkacaksın hergün olduğu gibi en arka dörtlüde oturduğun yerden. otobüs bomboş olsa da en arkaya yürümeyi bırakmalısın. insanlarla gözgöze gelmekten bu kadar korkmamalısın. belki de yeniden aşık olmalısın. ama yoo.. sen biliyorsun tekrar aşık olmak diye bişey olmaz. aşk bir kez başına gelir insanın. aldığın yaralar seni birdaha öyle sevmekten alıkoyar hep. seviştiğin kadınlara bile rol yaparsın seviyormuş gibi. ve evet aynı durakta inip aynı büfeciden aynı sigarayı alıp evin yolunu tutacaksın. ev buz gibi. bomboş. hiç te ilkokul resimlerindeki mavi panjurlu eve benzemiyor değil mi? etrafında beyaz çitler olan mutluluğu dısından okunan eve.. ev buz gibi, koltuk buz gibi, yatak buz gibi.. halbuki sıcacıktı anne karnı. ne yaptk ta bunları hakettik diye sorarsın kendine sabah uyandığında aynı alarm sesi çalarken ve aynı tavana bakarken. boyasammı acaba?
Dünyaya yeniden şekil vermek senin harcın değil ama bir şekilde yolun düştü işte bu dünyaya.
Bazıları en baştan senin önünde başladı bu yarışa. Sen onları yakalayamadın hala. Bunu dert etmeye değmez. Çünkü kötülerin bu dünya.
Direndin. Boyun eğmedin. Bu da bir başarıdır. Her sabah yeni bir umuttur diye kandırdılar. Bıraksana.. Her sabah seninle aynı dünyaya uyanmadılar. Unutma.
Zamanla öğrendin. Herşeyin göründüğü gibi olmadığını. İçi boş birsürü teneke gibi tıngırdadılar insancıklar kafanda.
Aşk. En iyi bildiklerinden biri. Tesadüfen tanıştın. Ama elim bir trajik kazasını andırıyordu sonunda. Her trajik kazada olduğu gibi olan yine masuma oldu. Ezildin.
Sen tek birşey istiyorsun bu dünyadan. Ne aşk, ne adalet, ne para, ne inanç, ne de mutluluk..
Bana gerçeği söyle...
Zaman herşeyin ilacı dediler. Daha olmamış yaralarını sarman için sırt çantana konulan merhemdi. Zaman. İhtiyacın olduğunda sürersin.
Ne garip değil mi? Bunca acıya rağmen hala yaşaman.
Kalabalıklar.Uzak durman gereken birinci şey. Çünkü her insan sende ihtiyacı olanı arar. Kötülerin evi burası. İyiler ancak bodrumdaki farelere benzeyebilir. Peynir istiyorsan uzanıp kapandan almalısın.
Ah dostum işte böyle. Muradına ermeyi bekleme. Gerçek olan tekşey. Bundan yüz yıl sonra unutulup gitmiş olacağındır. Nasılki sen yüz yıl öncesini hatırlamıyorsan...
ahmet selim- firar (sükunet budur)
elif, lam, mim.