Manevi mesuliyeti çok büyük ve cevap verenin de İslamiyeti iyi bilmediği bir kurum. Her seferinde farklı cevap almanız muhtemeldir. İslam Alimlerinin yazdığı milyonlarca kitap raflarda dururken bu hattın verdiği fetvaya göre hareket etmek ne derece uygundur
Bu devirde ASLINDAN saptırılan, Hacı Bektaşi Veli hazretlerinin tasavvuf yoludur. Şimdi Bektaşi geçinenler hakkında kendisi kıyamette davacı olacaktır. Müslüman uyanık olur, şimdikilere aldanmayınız.
Hac sûresinin otuzdokuzuncu âyetinde meâlen, (Mü’minlere saldıran zâlimlerle cihâd etmeğe izn verildi) buyruldu. Mekkede kâfirler, müslimânlara, zulm edip, öldürünce, bunlarla döğüşmek için, tekrâr tekrâr izn istediler. İzn verilmedi. Medîneye hicret edince, bu âyet gelerek, yeni kurulan islâm devletinin, Mekkedeki zâlimler ile cihâd etmesine izn verildi. Bu âyet, müslimânların kâfir, zâlim hükûmete isyân etmesi için değil, islâm devletinin, insanların islâm dînini işitmelerine, müslimân olmalarına mâni’ olan, zâlim diktatörlerin orduları ile cihâd etmesine izn vermekdedir. Seyyid Kutbun bu câhilce, ahmakca yazıları, Mısrda fitne çıkarmasına, onbinlerce müslimânın zindânlarda çürümelerine, çoklarının ölmesine sebeb oldu. Bu fâci’a ve fitnelerin cezâsını kıyâmetde çekecekdir. Câhilce davranışları ve gâfilce yazıları ile devlete karşı ihtilâle sebeb olduğu için, kendisi de 1386 [m. 1966] da i’dâm edildi. İlmi, aklı ve ihlâsı olmıyan din adamları târîh boyunca, hep böyle felâketlere sebeb olmuşlardır. İslâm bilgilerini sessizce yayan ilmli ve akllı din âlimleri, hep başarı sağlamışlardır. Kâdî zâde Ahmed efendi, (Birgivî vasıyyetnâmesi) şerhinde 200. cü sahîfesinde buyuruyor ki, (El ile, güc kullanarak emr-i ma’rûf ve nehyi münker yapmak, ya’nî günâh işliyene mâni’ olmak; devlet adamlarının vazîfesidir. Söz ile, yazı ile cihâd etmek, âlimlerin vazîfesidir. Kalb ile, düâ etmekle mâni’ olmak ise, her mü’minin vazîfesidir. Te’sîrli, başarılı olacağı zan olunursa, bu vazîfeleri yapmak vâcib olur. Fitneye sebeb olacağı zan olunursa, terk etmek vâcib olur. Fitne bulunan mahalle zarûretsiz varmak câiz değildir. Eğer dînini korumak için hicret ederse, güzel olur. Cennete girmeğe lâyık olur. Şefâ’ate mazhar olur. Emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yaparken niyyetin hâlis olması ve işi anlayıp, Allahü teâlânın buradaki emrini iyi bilmesi ve sabrlı olup münâkaşa ve kavga etmemesi, yumuşak ve tatlı dil ve yazı ile yapması lâzımdır.) Görülüyor ki, zor kullanarak cihâdı devlet yapar. Cihâd, Seyyid Kutbun anladığı gibi değildir. Eğer cihâd ile emr-i ma’rûfu iyi anlamış olsaydı, kendi başını yimez ve kırkbinden fazla müslimânı felâkete sürüklemezdi.
(Eshabım arasında fitne çıkacaktır. O fitnelere karışanları, Allahü teâlâ benimle olan sohbetlerinin hürmetine af ve mağfiret edecektir. Sonra gelenler ise, bu fitnelere karışan Eshabıma dil uzatarak Cehenneme girecektir.)
M. Abduh, İslam âlimlerinin büyüklüğünü, üstünlüklerini bile anlayamayan bir zattır. Kahire mason locası reisi olan Cemaleddin-i Efgani’nin din adamı perdesi altında İslam’ı içerden yıkmak propagandalarına aldanmıştır. Müctehidlik bir yana avam müslüman olarak bile kalamamıştır. 1849 yılında Mısır’da doğup, 1905 de vefat etti.
Abduh hakkında kitaplardaki bilgiler özetle şöyledir:
Beyrut mason locası başkanı diyor ki: (Mısır’da Efgani’den sonra mason locası başkanı olan imam Abduh, masonluk ruhunu yayarak çok hizmet etti.) [Daire-tül-mearif-ül-masoniyye s. 197]
Efgani’den sonra, Abduh da, masonluğa çok yardım etti. (Les franco-maçons s. 127)
“Salih amel işleyen kâfir de olsa, Cennete girer” diyor. Hayranı Seyyit Kutup bile, “Üstad Abduh, düşünüşünü nakzeden âyetleri hatırlamıyor” diyerek tenkit ediyor. [Nisa 124. âyetinin tefsirinde]
Fil suresindeki kuşlara, sivrisinek; attıkları taşlara da mikrop diyor. Elmalılı Hamdi, tefsirinde buna gerekli cevabı vermiştir. (s. 84, 87)
İslamiyet ve nasraniyyet kitabında, “Bütün dinler birdir. Dış görünüşleri değişiktir” diyor. Londra’daki papaza yazdığı mektupta, (İslamiyet ve Hıristiyanlık gibi iki büyük dinin el ele vererek kucaklaşmasını beklerim. O zaman, Tevrat ve İncil ve Kur'an birbirlerini destekleyen kitaplar olarak her yerde okunur) diyor. [Yoksa diyalogcular Abduh'un tavsiyesini mi uyguluyorlar? ]
Yine İslamiyet ve nasraniyet kitabında, “Bir kimseden, yüz bakımdan kâfirliği, bir bakımdan imanı bildiren bir söz işitilse, o kimse imanlı kabul edilir. Herhangi bir filozofun, fikir adamının yüz bakımdan kâfirliği gösterdiği halde, bir bakımdan imanı göstermeyen söz söylemiyeceğini düşünmek, ahmaklıktır. O halde, herkes imanlı bilinmelidir. İslamiyet'te zındık kelimesi yoktur. Sonradan meydana çıkmıştır” demektedir. Küfrü açıkça görülmeyen bir Müslümanın sözündeki bir iman, onu küfürden kurtarır, kaidesini yanlış anlatarak, bütün kâfirlere, filozoflara mümin demektedir. Kendi de zındık olduğu için, bu kelimenin söylenmesini istememektedir.
C. Zeydan, “Abduh, eski âlimlerin koyduğu kuralları beğenmezdi” diyor. (Medeniyet-i İslamiyye)
Mehmet Sofuoğlu, “Abduh faize helal der, Kur’anı mahluk kabul eder” diyor. (Tefsir kitabı s.41)
İstanbul yüksek İslam enstitüsü eski müdürü ve öğretim üyesi Ahmed Davudoğlu Hoca, Din Tahripçileri kitabında diyor ki: 1) Şeyh-ül-islam Mustafa Sabri efendinin Mevkıful akl kitabında dediği gibi, Abduh, Efgani vasıtasıyla Ezhere masonluğu sokup kadınların açılmasını destekledi. (s. 81)
2) Ezher Mecellesinde, “Mısır’da ilk mason locasını kuran Abduh’tur” diyor. (s. 81)
3) Şeytan, Cin gibi şeyleri kabul etmez. Mucizeler, ona göre İslam için birer kara lekedir. Mesela Hz. Musa’nın denizi yarma mucizesine med-cezir olayı der. (s. 82, 83)
4) Kur'anda bulunan her şeye doğru demek gerekmediğini söyler. (s. 82)
5) Teselsülün bâtıllığına inanmaz. (s. 82)
Büyük İslam âlimi, 14. asrın müceddidi olan seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki: (Abduh, İslam âlimlerinin büyüklüğünü anlayamamış, İslam düşmanlarına satılmış, sonunda mason olarak İslamiyet’i içerden yıkan azılı mülhidlerden olmuştur.)
İngilizler, yüzyıllardır İslam ülkelerini binlerce müslümanı ve din adamlarını aldatarak, mason yapmış, insanlığa yardım, kardeşlik gibi laflarla, dinden çıkmalarına, dinsiz olmalarına sebep olmuştur. İslamiyet’i büsbütün yok etmek için, bir çok paşa, maşa olarak kullanılmıştır. Mesela, Mustafa Reşit Paşa, Ali Paşa, Fuat Paşa ve Mithat Paşa, Talat Paşa gibi masonlar, İslam devletlerini yıkmakta kullanıldıkları gibi, Efgani ve Abduh gibi masonlar ve yetiştirdikleri [Reşit Rıza gibi] çömezler de, İslam bilgilerini bozmaya, yok etmeye alet olmuşlardır. (Faideli Bilgiler)
Abduh da, üstadı Efgani gibi mason olmuş, mucizeleri inkâr etmiş, sahih hadislere uydurma damgası vurmuş, Kadir gecesi gibi mübarek gecelerin hiçbir kıymeti olmadığını söylemiştir. Abduh yabancılar tarafından destek görmüştür.
Mısır sömürge valisi Lord Cromer diyor ki: (Elbette İslami reformist hareketin geleceği Şeyh Muhammed Abduh'un çizdiği yolda ümit vaad ediyor. Ve o yolun yolcuları Avrupa'nın her türlü yardım ve teşviklerine layıktır.) [M. Muhammed Hüseyin, Modernizmin İslam Dünyasına Girişi, Tercüme Sezai Özel]
Mevlevîlik, cahillerin eline düştüğünden, bunlar ney’i çalgı sanarak, ney, dümbelek gibi şeyler çalmaya, dönmeye başlamışlar. İbadete, İslam dininin yasak ettiği çirkin şeyler karıştırmışlardır. Hz. Mevlana, bırakın ney çalmayı, oynayıp dönmeyi, yüksek sesle zikir bile yapmadı. Nitekim Mesnevî’sinde diyor ki:
Pes zî cân kün, vasl-ı Canan-râ taleb Bî leb-ü gâm mîgû nâm-ı rab.
Manası şudur: O halde, Canana kavuşmayı, cân-u gönülden iste Dudağını oynatmadan, Rabbinin ismini kalbinden söyle.
Bugün, bu tasavvuf üstadının türbesine sonradan konan çalgı âletlerini görenler, işin gerçeğini bilmeyenler, bu mübarek zatın çalgı çaldığını, bu aletlerin onun olduğunu zannetmektedirler. O hakikat güneşini yakından tanıyanlar, bunlara elbette itibar etmez. Zaten bu büyükler, şüpheli şeylerden kaçtıkları gibi, mubahları bile sınırlı ve ölçülü kullanmışlardır.
Talebelerine de buyurdu ki: “Ey bizi sevenler! Sevgili Peygamberimizin gittiği Ehl-i sünnet yolundan yürüyüp, bu yolu ihyâ etmeli. Allahü teâlânın sevdiği ameller, ibadetler ile, helâl yollardan çoluk-çocuğunun ihtiyaçlarını kazanarak, râzı olunan kullar zümresine dâhil olmalı. Hep helâli istemelidir. Söylediklerimiz, dinlediklerimiz, düşündüklerimiz hep helâl olmalı. Her hareketimizi Peygamber efendimizin hâl ve hareketlerine uydurmalıyız. Herkes, bir sanata sahip olmalı ve din ilimlerini iyi öğrenmelidir. Bunu özellikle istiyorum. Bizim yolumuzda olanlara, kıyamet günü yardımcı olur, yüzlerinin ak olmasına çalışırız. Ancak, edebe riâyet etmeyenler ve Ehl-i sünnet yoluna muhalefet edenler, kıyamet günü bizi göremez.”
Dünyanın kıymetini bilmesi gereken yüksek şahsiyet
Manevi mesuliyeti çok büyük ve cevap verenin de İslamiyeti iyi bilmediği bir kurum. Her seferinde farklı cevap almanız muhtemeldir. İslam Alimlerinin yazdığı milyonlarca kitap raflarda dururken bu hattın verdiği fetvaya göre hareket etmek ne derece uygundur
Bu devirde ASLINDAN saptırılan, Hacı Bektaşi Veli hazretlerinin tasavvuf yoludur. Şimdi Bektaşi geçinenler hakkında kendisi kıyamette davacı olacaktır. Müslüman uyanık olur, şimdikilere aldanmayınız.
Tekrar ediyoruz;
Hac sûresinin otuzdokuzuncu âyetinde meâlen, (Mü’minlere saldıran zâlimlerle cihâd etmeğe izn verildi) buyruldu. Mekkede kâfirler, müslimânlara, zulm edip, öldürünce, bunlarla döğüşmek için, tekrâr tekrâr izn istediler. İzn verilmedi. Medîneye hicret edince, bu âyet gelerek, yeni kurulan islâm devletinin, Mekkedeki zâlimler ile cihâd etmesine izn verildi. Bu âyet, müslimânların kâfir, zâlim hükûmete isyân etmesi için değil, islâm devletinin, insanların islâm dînini işitmelerine, müslimân olmalarına mâni’ olan, zâlim diktatörlerin orduları ile cihâd etmesine izn vermekdedir. Seyyid Kutbun bu câhilce, ahmakca yazıları, Mısrda fitne çıkarmasına, onbinlerce müslimânın zindânlarda çürümelerine, çoklarının ölmesine sebeb oldu. Bu fâci’a ve fitnelerin cezâsını kıyâmetde çekecekdir. Câhilce davranışları ve gâfilce yazıları ile devlete karşı ihtilâle sebeb olduğu için, kendisi de 1386 [m. 1966] da i’dâm edildi. İlmi, aklı ve ihlâsı olmıyan din adamları târîh boyunca, hep böyle felâketlere sebeb olmuşlardır. İslâm bilgilerini sessizce yayan ilmli ve akllı din âlimleri, hep başarı sağlamışlardır. Kâdî zâde Ahmed efendi, (Birgivî vasıyyetnâmesi) şerhinde 200. cü sahîfesinde buyuruyor ki, (El ile, güc kullanarak emr-i ma’rûf ve nehyi münker yapmak, ya’nî günâh işliyene mâni’ olmak; devlet adamlarının vazîfesidir. Söz ile, yazı ile cihâd etmek, âlimlerin vazîfesidir. Kalb ile, düâ etmekle mâni’ olmak ise, her mü’minin vazîfesidir. Te’sîrli, başarılı olacağı zan olunursa, bu vazîfeleri yapmak vâcib olur. Fitneye sebeb olacağı zan olunursa, terk etmek vâcib olur. Fitne bulunan mahalle zarûretsiz varmak câiz değildir. Eğer dînini korumak için hicret ederse, güzel olur. Cennete girmeğe lâyık olur. Şefâ’ate mazhar olur. Emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yaparken niyyetin hâlis olması ve işi anlayıp, Allahü teâlânın buradaki emrini iyi bilmesi ve sabrlı olup münâkaşa ve kavga etmemesi, yumuşak ve tatlı dil ve yazı ile yapması lâzımdır.) Görülüyor ki, zor kullanarak cihâdı devlet yapar. Cihâd, Seyyid Kutbun anladığı gibi değildir. Eğer cihâd ile emr-i ma’rûfu iyi anlamış olsaydı, kendi başını yimez ve kırkbinden fazla müslimânı felâkete sürüklemezdi.
www.dinimizislam.com
Hadisi Şerif:
(Eshabım arasında fitne çıkacaktır. O fitnelere karışanları, Allahü teâlâ benimle olan sohbetlerinin hürmetine af ve mağfiret edecektir. Sonra gelenler ise, bu fitnelere karışan Eshabıma dil uzatarak Cehenneme girecektir.)
ULUHAKAN Abdülhamit Hana karşı söylediği TALİHSİZ şiir:
Ey masasındaki şarabı ayran olan,
20.yüzyıldanda mı utanmazsın bre hayvan! !
M. Abduh, İslam âlimlerinin büyüklüğünü, üstünlüklerini bile anlayamayan bir zattır. Kahire mason locası reisi olan Cemaleddin-i Efgani’nin din adamı perdesi altında İslam’ı içerden yıkmak propagandalarına aldanmıştır. Müctehidlik bir yana avam müslüman olarak bile kalamamıştır. 1849 yılında Mısır’da doğup, 1905 de vefat etti.
Abduh hakkında kitaplardaki bilgiler özetle şöyledir:
Beyrut mason locası başkanı diyor ki:
(Mısır’da Efgani’den sonra mason locası başkanı olan imam Abduh, masonluk ruhunu yayarak çok hizmet etti.) [Daire-tül-mearif-ül-masoniyye s. 197]
Efgani’den sonra, Abduh da, masonluğa çok yardım etti. (Les franco-maçons s. 127)
“Salih amel işleyen kâfir de olsa, Cennete girer” diyor. Hayranı Seyyit Kutup bile, “Üstad Abduh, düşünüşünü nakzeden âyetleri hatırlamıyor” diyerek tenkit ediyor. [Nisa 124. âyetinin tefsirinde]
Fil suresindeki kuşlara, sivrisinek; attıkları taşlara da mikrop diyor. Elmalılı Hamdi, tefsirinde buna gerekli cevabı vermiştir. (s. 84, 87)
İslamiyet ve nasraniyyet kitabında, “Bütün dinler birdir. Dış görünüşleri değişiktir” diyor. Londra’daki papaza yazdığı mektupta, (İslamiyet ve Hıristiyanlık gibi iki büyük dinin el ele vererek kucaklaşmasını beklerim. O zaman, Tevrat ve İncil ve Kur'an birbirlerini destekleyen kitaplar olarak her yerde okunur) diyor. [Yoksa diyalogcular Abduh'un tavsiyesini mi uyguluyorlar? ]
Yine İslamiyet ve nasraniyet kitabında, “Bir kimseden, yüz bakımdan kâfirliği, bir bakımdan imanı bildiren bir söz işitilse, o kimse imanlı kabul edilir. Herhangi bir filozofun, fikir adamının yüz bakımdan kâfirliği gösterdiği halde, bir bakımdan imanı göstermeyen söz söylemiyeceğini düşünmek, ahmaklıktır. O halde, herkes imanlı bilinmelidir. İslamiyet'te zındık kelimesi yoktur. Sonradan meydana çıkmıştır” demektedir. Küfrü açıkça görülmeyen bir Müslümanın sözündeki bir iman, onu küfürden kurtarır, kaidesini yanlış anlatarak, bütün kâfirlere, filozoflara mümin demektedir. Kendi de zındık olduğu için, bu kelimenin söylenmesini istememektedir.
C. Zeydan, “Abduh, eski âlimlerin koyduğu kuralları beğenmezdi” diyor. (Medeniyet-i İslamiyye)
Mehmet Sofuoğlu, “Abduh faize helal der, Kur’anı mahluk kabul eder” diyor. (Tefsir kitabı s.41)
İstanbul yüksek İslam enstitüsü eski müdürü ve öğretim üyesi Ahmed Davudoğlu Hoca, Din Tahripçileri kitabında diyor ki:
1) Şeyh-ül-islam Mustafa Sabri efendinin Mevkıful akl kitabında dediği gibi, Abduh, Efgani vasıtasıyla Ezhere masonluğu sokup kadınların açılmasını destekledi. (s. 81)
2) Ezher Mecellesinde, “Mısır’da ilk mason locasını kuran Abduh’tur” diyor. (s. 81)
3) Şeytan, Cin gibi şeyleri kabul etmez. Mucizeler, ona göre İslam için birer kara lekedir. Mesela Hz. Musa’nın denizi yarma mucizesine med-cezir olayı der. (s. 82, 83)
4) Kur'anda bulunan her şeye doğru demek gerekmediğini söyler. (s. 82)
5) Teselsülün bâtıllığına inanmaz. (s. 82)
Büyük İslam âlimi, 14. asrın müceddidi olan seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki:
(Abduh, İslam âlimlerinin büyüklüğünü anlayamamış, İslam düşmanlarına satılmış, sonunda mason olarak İslamiyet’i içerden yıkan azılı mülhidlerden olmuştur.)
İngilizler, yüzyıllardır İslam ülkelerini binlerce müslümanı ve din adamlarını aldatarak, mason yapmış, insanlığa yardım, kardeşlik gibi laflarla, dinden çıkmalarına, dinsiz olmalarına sebep olmuştur. İslamiyet’i büsbütün yok etmek için, bir çok paşa, maşa olarak kullanılmıştır. Mesela, Mustafa Reşit Paşa, Ali Paşa, Fuat Paşa ve Mithat Paşa, Talat Paşa gibi masonlar, İslam devletlerini yıkmakta kullanıldıkları gibi, Efgani ve Abduh gibi masonlar ve yetiştirdikleri [Reşit Rıza gibi] çömezler de, İslam bilgilerini bozmaya, yok etmeye alet olmuşlardır. (Faideli Bilgiler)
Abduh da, üstadı Efgani gibi mason olmuş, mucizeleri inkâr etmiş, sahih hadislere uydurma damgası vurmuş, Kadir gecesi gibi mübarek gecelerin hiçbir kıymeti olmadığını söylemiştir. Abduh yabancılar tarafından destek görmüştür.
Mısır sömürge valisi Lord Cromer diyor ki:
(Elbette İslami reformist hareketin geleceği Şeyh Muhammed Abduh'un çizdiği yolda ümit vaad ediyor. Ve o yolun yolcuları Avrupa'nın her türlü yardım ve teşviklerine layıktır.) [M. Muhammed Hüseyin, Modernizmin İslam Dünyasına Girişi, Tercüme Sezai Özel]
%99 u müslüman lafını söyleyene sor kardeşim. Hay hay, hatta sana destek de veriyim, ülkenin %60 değil %40'ı müslüman, oldu mu?
Mevlevîlik, cahillerin eline düştüğünden, bunlar ney’i çalgı sanarak, ney, dümbelek gibi şeyler çalmaya, dönmeye başlamışlar. İbadete, İslam dininin yasak ettiği çirkin şeyler karıştırmışlardır. Hz. Mevlana, bırakın ney çalmayı, oynayıp dönmeyi, yüksek sesle zikir bile yapmadı. Nitekim Mesnevî’sinde diyor ki:
Pes zî cân kün, vasl-ı Canan-râ taleb
Bî leb-ü gâm mîgû nâm-ı rab.
Manası şudur:
O halde, Canana kavuşmayı, cân-u gönülden iste
Dudağını oynatmadan, Rabbinin ismini kalbinden söyle.
Bugün, bu tasavvuf üstadının türbesine sonradan konan çalgı âletlerini görenler, işin gerçeğini bilmeyenler, bu mübarek zatın çalgı çaldığını, bu aletlerin onun olduğunu zannetmektedirler. O hakikat güneşini yakından tanıyanlar, bunlara elbette itibar etmez. Zaten bu büyükler, şüpheli şeylerden kaçtıkları gibi, mubahları bile sınırlı ve ölçülü kullanmışlardır.
Talebelerine de buyurdu ki:
“Ey bizi sevenler! Sevgili Peygamberimizin gittiği Ehl-i sünnet yolundan yürüyüp, bu yolu ihyâ etmeli. Allahü teâlânın sevdiği ameller, ibadetler ile, helâl yollardan çoluk-çocuğunun ihtiyaçlarını kazanarak, râzı olunan kullar zümresine dâhil olmalı. Hep helâli istemelidir. Söylediklerimiz, dinlediklerimiz, düşündüklerimiz hep helâl olmalı. Her hareketimizi Peygamber efendimizin hâl ve hareketlerine uydurmalıyız. Herkes, bir sanata sahip olmalı ve din ilimlerini iyi öğrenmelidir. Bunu özellikle istiyorum. Bizim yolumuzda olanlara, kıyamet günü yardımcı olur, yüzlerinin ak olmasına çalışırız. Ancak, edebe riâyet etmeyenler ve Ehl-i sünnet yoluna muhalefet edenler, kıyamet günü bizi göremez.”