böylece lâl rengi mektuplarla yelken açtık lâl olup lâl baktık hiçbir söz bizi iyileştiremezdi artık ömür çok kısaymış meğer birkaç yıl geçince hemen yaşlandık küsmek, hayattan vazgeçmeye denkmiş tabiî ki anladık
denizin en sığ yerinden başladık yol almaya Şirâze, şimdi kara görünmüyor gerimizde deniz hırçınlaştıkça dalgalar büyüyor bizi bekleyen bir sahilin olmasını diliyoruz biz denizin en sığ yerinden başladık yol almaya Şirâze
revnakı güzelliğinin tüm zamanlarımı doldurduğunda onulmaz derdin tam orta yerinde kıstırıldığımın idrakinde değildim ve verilmiş bir sözüm vardı ve sözümü verdiğim yerde bekliyordun Şirâze
kimsenin beni tanımadığı yerlerde yaşamayı seviyorum kimseye hesap vermeden insanın yalnızken hata yapmadığını fark ettiğimden beri herkesten köşe bucak kaçıyorum
zaman zaman bir beyaz kelebekti umut avuçlarıma konan hava değişkendi, saat durmuştu dünya tehlikeli bir yerdi beni korkutan
kimseyi umursamadan ve önemsemeden kurulan cümleleri heba etmekten keyif alıyorum içimde bana zarar veren kırgınlıklarım beni gün gün zehirleyen içimi kemiren hatalarım var turnalarım var kırsal bölgelerden şehrime kaçan göçmen kuşlarla dost olup giden çılgın taraflarım var tanıdık olmayan yerleşkelerde bana öyküler yaşatan kanatlarım var sana haber gönderdiğim beyaz güvercinlerim var Şirâze ne sana varan, ne dönüp beni bulan
liman olmaktan yoruldum Şirâze artık ben de ulu orta susturulmuş hikayelerime ses vermek istiyorum benim de var ince taraflarım, kırılganım ve benim de var içinden çıkamadıklarım üstelik çok da aşığım
doğru/yanlış tartışmasına girmek istemiyorum artık alın bütün doğruları, verin bana yalnızlığımı hiçbir şeyin kıyısında/ucunda/ortasında değilim değilim kararların bir parçası
her şey yolunda giderken aslında hiçbir şey yolunda gitmiyor muydu
güçlüymüşüm gibi yapmak artık beni yoruyor Şirâze herkese karşı dimdik görünmek bir çınar gibi dirençli, asırların nöbetinde beklemek kim seçti bu rolü benim için ve ben neden sorgusuz onu üstlendim yok en ufak bir fikrim
Aşk belki, ağlamaktır. Nasıl da yumuşatır gözyaşı insanı; nasıl da eritir, inceltir. Gel seninle bir daha ağlayalım; yaşanmışlara, bir de yaşanmamışlara, bir de hiç yaşanamayacaklara Ağlamak güzeldir Şiraze, ağlamak yüreğin temizlik eylemidir Bilir misin, lale’ler de işte böyle şebnemlenir
bak nihan bakışlı şebnemler oynaşıyor yapraklarda yapraklar ki, bahar kadar taze… ben her dokunduğumu inciten, ben her uzandığımı dumura uğratan; bir felaket kadar felaket bir afet kadar afet… o nihan bakışlı şebnemlerin oynundan çok ırak mekanlar seçmişim kendime Şiraze. Bir tebessüm et yeter; yıkılsın mefhumu şiddetin Ben seni gecelerde aradım, yıldız gibi Ben seni denizlerde aradım, inci gibi Ben seni türkülerde aradım. Şiraze! Ben seni içimde, görülmemiş rüya gibi yaşadım.
Bir an’da, hiç olmayacak bir vakitte; nedir bu kalabalık bir kumpanya edasında? Ellerinde pankartlar: ‘Aşk bir ihtilâldir!’ – ‘Aşk bir arayıştır!’ – ‘Aşk bir tutunuştur!’ – ‘Aşk bir başkalaşımdır!’ – ‘Aşk bir yitiştir!’ Sarmışlar bin yanımı; elini uzat Şiraze, uzat elini… ben kendi ihtilâlimden endişedeyim. ‘Buralardan her kim geçerse iz bırakır, aşk’ına dideban olup asrın engebelerinde kaybolur’ edasında kol kola sevdalılar; ‘aşk bir ihtilâldir’ derken gözyaşından nehirlerde boğulur
böylece lâl rengi mektuplarla yelken açtık
lâl olup lâl baktık
hiçbir söz bizi iyileştiremezdi artık
ömür çok kısaymış meğer
birkaç yıl geçince hemen yaşlandık
küsmek, hayattan vazgeçmeye denkmiş
tabiî ki anladık
denizin en sığ yerinden başladık yol almaya Şirâze,
şimdi kara görünmüyor gerimizde
deniz hırçınlaştıkça dalgalar büyüyor
bizi bekleyen bir sahilin olmasını diliyoruz
biz denizin en sığ yerinden başladık yol almaya Şirâze
revnakı güzelliğinin tüm zamanlarımı doldurduğunda
onulmaz derdin tam orta yerinde kıstırıldığımın idrakinde değildim
ve verilmiş bir sözüm vardı
ve sözümü verdiğim yerde bekliyordun Şirâze
kimsenin beni tanımadığı yerlerde yaşamayı seviyorum
kimseye hesap vermeden
insanın yalnızken hata yapmadığını fark ettiğimden beri
herkesten köşe bucak kaçıyorum
zaman zaman bir beyaz kelebekti umut avuçlarıma konan
hava değişkendi, saat durmuştu
dünya tehlikeli bir yerdi beni korkutan
kimseyi umursamadan ve önemsemeden kurulan cümleleri
heba etmekten keyif alıyorum
içimde bana zarar veren kırgınlıklarım
beni gün gün zehirleyen
içimi kemiren hatalarım var
turnalarım var kırsal bölgelerden şehrime kaçan
göçmen kuşlarla dost olup giden çılgın taraflarım var
tanıdık olmayan yerleşkelerde bana öyküler yaşatan kanatlarım var
sana haber gönderdiğim beyaz güvercinlerim var Şirâze
ne sana varan, ne dönüp beni bulan
liman olmaktan yoruldum Şirâze
artık ben de ulu orta susturulmuş hikayelerime ses vermek istiyorum
benim de var ince taraflarım, kırılganım ve benim de var içinden çıkamadıklarım
üstelik çok da aşığım
doğru/yanlış tartışmasına girmek istemiyorum artık
alın bütün doğruları, verin bana yalnızlığımı
hiçbir şeyin kıyısında/ucunda/ortasında değilim
değilim kararların bir parçası
her şey yolunda giderken
aslında hiçbir şey
yolunda gitmiyor muydu
güçlüymüşüm gibi yapmak artık beni yoruyor Şirâze
herkese karşı dimdik görünmek
bir çınar gibi dirençli, asırların nöbetinde beklemek
kim seçti bu rolü benim için
ve ben neden sorgusuz onu üstlendim
yok en ufak bir fikrim
Aşk belki, ağlamaktır.
Nasıl da yumuşatır gözyaşı insanı; nasıl da eritir, inceltir.
Gel seninle bir daha ağlayalım; yaşanmışlara,
bir de yaşanmamışlara, bir de hiç yaşanamayacaklara
Ağlamak güzeldir Şiraze, ağlamak yüreğin temizlik eylemidir
Bilir misin, lale’ler de işte böyle şebnemlenir
bak nihan bakışlı şebnemler oynaşıyor yapraklarda
yapraklar ki, bahar kadar taze…
ben her dokunduğumu inciten, ben her uzandığımı dumura uğratan; bir felaket kadar felaket
bir afet kadar afet…
o nihan bakışlı şebnemlerin oynundan çok ırak mekanlar seçmişim kendime Şiraze.
Bir tebessüm et yeter; yıkılsın mefhumu şiddetin
Ben seni gecelerde aradım, yıldız gibi
Ben seni denizlerde aradım, inci gibi
Ben seni türkülerde aradım.
Şiraze! Ben seni içimde, görülmemiş rüya gibi yaşadım.
Bir an’da, hiç olmayacak bir vakitte; nedir bu kalabalık bir kumpanya edasında? Ellerinde pankartlar: ‘Aşk bir ihtilâldir!’
– ‘Aşk bir arayıştır!’ – ‘Aşk bir tutunuştur!’ – ‘Aşk bir başkalaşımdır!’ – ‘Aşk bir yitiştir!’
Sarmışlar bin yanımı; elini uzat Şiraze, uzat elini… ben kendi ihtilâlimden endişedeyim.
‘Buralardan her kim geçerse iz bırakır, aşk’ına dideban olup asrın engebelerinde kaybolur’
edasında kol kola sevdalılar; ‘aşk bir ihtilâldir’ derken gözyaşından nehirlerde boğulur