Nereden Başlamalı Where To Begin N e Y a p m a l ı Devrimci Maceracılık Bir Yoldaşa Mektup Bir Adım İleri, İki Adım Geri İki Taktik (Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği) Parti Örgütü ve Parti Edebiyatı Sosyalizm ve Din Moskova Ayaklanmasından Alınacak Dersler Gerilla Savaşı Guerrilla Warfare Materyalizm ve Ampiryokritisizm Proletarya Partisinin Din Konusundaki Tutumu Rusya'da Parti-İçi Savaşımın Tarihsel Anlamı Avrupa İşçi Hareketi İçindeki Ayrılıklar Marksizmin Tarihsel Gelişmesinin Bazı Özellikleri Bir Yasalcı ile Bir Tasfiyecilik-Karşıtı Arasında Konuşma Rus Sosyal-Demokrat Hareketi İçindeki Reformculuk İşçi Sınıfı ve Yeni-Maltusçuluk Ulusal Sorun Üzerine Tezler 'Kültürde' Ulusal Özerklik İncelmiş Bir Ulusalcılıkla İşçilerin Yozlaştırılması Ölü Şovenizm, Yaşayan Sosyalizm Karl Marks Karl Marx Friedrich Engels Friedrich Engels Diyalektik Sorun Üzerine On The Question of Dialectics Sosyalizm ve Savaş Sosyal-Şovenistlerin Safsataları Platonik Enternasyonalizmin Çöküşü Avrupa Birleşik Devletleri Sloganı Üzerine Devrimci Proletarya ve Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı RSDİP'nin Ulusal Programı Ulusal Sorun Üzerine Eleştirici Notlar Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Etme Hakkı Büyük-Rus Ulusal Gururu Üzerine Ulusal Politika Üzerine Sosyalist Devrim ve Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı (Tezler) Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı Üzerine Bir Tartışmanın Özeti Ulusal Sorun Üzerine Söylev Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu Üzerine Tezlerin İlk Tasarısı Uluslar ve Sömürgeler Komisyonunun Raporu ['Özerkleştirme' Üzerine Notlar] Alman Şovenizmi ile Alman-Olmayan Şovenizm Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması Proletarya Devriminin Askeri Programı Emperyalizm ve Sosyalizmdeki Bölünme Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm Nisan Tezleri April Theses Marksizm ve Ayaklanma Marxism and Insurrection D e v l e t v e D e v r i m Kâhince Sözler Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky Oportünizm ve İkinci Enternasyonalin Çöküşü II. Enternasyonalin İflası (Batkısı) Kurucu Meclis Üzerine Tezler Vandervelde'in Devlet Üzerine Yeni Bir Kitabı Proleter Devrim ve Dönek Kautsky D e v l e t Üçüncü Enternasyonal ve Tarihteki Yeri Proletarya Diktatörlüğü Döneminde Ekonomi-Politika Ulusal ve Sömürgeler Sorunu Üzerine Tezler 'Sol' Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı Marx-Engels-Marksizm Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi
insan filozof politika düşünce ve eylem adamı..enternasyonal proleteryanın ezilen dünya halklarının ve büyük ekim sosyalist devriminin önderi ve dünyanın en ileri kalesi insanlığın anavatanı SSCBnin ve SBKPnin lideri komünist önder vlademir ulyanov ilyiç lenin
Dünya proletaryasının büyük önderi ve öğretmeni Stalin -Josef Vissarionoviç Cugaşvili- 21 Aralık 1879'da Gürcistan'ın Tiflis kentinin Geri kasabasında ayakkabı tamircisi -daha sonradan fabrika işçisi- bir baba ve toprak kölesi bir annenin kızı olan bir annenin çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtı.
Henüz 15 yaşında bir daha kopmamak üzere devrimci mücadeleye atılan Stalin, 1898'de RSDİP'e üye oldu. 1903 yılındaki parti içi ayrışmada kararlı bir şekilde Bolşevik safta, Lenin'in yanında yerini aldı. Ve bundan sonra ölene kadar Lenin'in sadık bir öğrencisi, en yakın silah arkadaşı ve onun davasının kararlı bir yürütücüsü oldu. 1910'da Bolşevik Partisi'nin MK'sına şeçildi. 1912'de yapılan Prag Konferası'nda Lenin'in önerisi ile MK Rusya Bürosu sorumluluğuna -o sırada sürgünde olmasından dolayı konferansa katılamamasına rağmen- getirildi. Bu görevle O, Lenin'in yol göstericiliğinde Ekim Devrimi'nin en başta gelen örgütleyicilerinden birisi oldu.
Tüm devrimci yaşamı boyunca Marksizm-Leninizm'in arılığını korumada uzlaşmaz bir mücadele yürüten Stalin, işçi sınıfı bilimine önemli katkılarda bulundu; Leninist ilkeler temelinde partinin ulusal sorun teorisini geliştirdi. Leninist demokratik devrim ve kesintisiz devrim teorisini yeni deneyler ışığında zenginleştirdi. Hiziplerin, grupların varlığı ile bağdaşmaz tek çizgili, tek merkezli Leninist parti teorisini her türlü bozma girişimine karşı titizlikle korudu, savundu. Lenin'in koyduğu ilkeler ışığında tek ülkede sosyalizmin kurulabilir olduğu teorisini geliştirdi. Emperyalist kuşatma altında sosyalist kuruluş, sosyalizmin geliştirilmesi, tarımın kollektifleştirilmesi, proletarya diktatörlüğü vb. sorunları ele alıp inceledi ve Marksist-Leninist teoriyi bu noktadan geliştirdi. Komünizme geçişin sorunlarını inceledi ve çözümler üretti. Savaşa, askeri sorunlara ilişkin Marksist-Leninist teoriyi yeni koşullarda başarılı bir şekilde pratiğe geçildi ve zenginleştirdi. Dil sorununun Marksist-Leninist çözümlemesini yaptı.
Stalin aynı zamanda devrimin, sosyalizmin ve dünyanın üçte birinin sosyalizmin kampına kazanılmasının pratik örgütleyicisi, önderidir. Keskin uzak görüşlülüğü ile Stalin, 2. Dünya Savaşı'nın gelişini 10 yıl önceden gördü. Ülkeyi ekonomik, siyasi, moral ve askeri olarak bu büyük tehlikeye karşı hazırladı. Sanayideki dev atılımlarla savaşın teknik temelini hazırladı. Sovyet emekçilerinin yaşam düzeyini yükselterek onların parti etrafında daha sıkı kenetlenmesini sağladı. Parti ve proletarya diktatörlüğü'ne karşı hazırlanan komplo örgütlenmelerinin açığa çıkarılması ile birlikte, onların parti, bürokrasi ve askeriye içerisindeki fesat yuvalarını dağıttı. Böylece ülkenin savaşa parti etrafında sımsıkı kilitlenerek girmesini sağladı. Diplomatik bir zafer olan saldırmazlık paktını faşist Almanya ile imzalayarak, Sovyet ülkesine bir buçuk yıllık çok değerli bir zaman kazandırdı. Faşist Almanya'nın paktı yırtıp atmasıyla Dünya emekçi halkları gözünde kanlı bir saldırgan olarak deşifre olmasını sağladı. Keskin askeri dehası ile Moskova önlerine kadar gelen düşmanı püskürtmeyi başardı.
Stalin savunulmadan komünist olunmaz Stalin, mücadele yaşamı boyunca Marx, Engels ve Lenin'in proletarya devrimi ve sosyalizmin inşasına ilişkin tüm temel görüşlerinin sadık savunucusu ve kararlı izleyicisi olmuştur. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti kaldırarak, üretim araçlarının tüm toplumun çıkarları için planlı bir şekilde kullanılmasının yolunu açmıştır. Burjuva ideolojisine karşı sert bir sınıf mücadelesi sürdüren Stalin, sosyalist inşanın yaratılmasının toplumsal temelini gerçekleştirmiştir. Ancak böylesi bir toplumsal temel üzerinde yeni insan yaratılabilir; sosyalist ideoloji ve kültür burjuva ideolojisinin kalıntılarına karşı zafer kazanabilirdi.
Stalin ve onun sosyalizmin kuruluşuna ilişkin teori ve pratik öğretilerine saldırı kampanyası modern revizyonizmin doğuşu ile birlikte gündeme geldi. Modern revizyonizm tarih sahnesine çıkarken açıktan Marksizm-Leninizm'e saldırmaya cesaret edemiyordu. Kruşçevciler, sosyalizmin başta Sovyet toplumu olmak üzere dünya proletaryası ve halkları üzerindeki prestijini hesap etmek ve girdikleri ihanet yolunu gizlemek zorundaydı. Bu nedenle onlar sahte bir Leninizm savunuculuğunu yaparak Marksizm-Leninzm'e yönelik saldırılarını Stalin'in kişiliğine ve onun sosyalizmin kuruluşuna ilişkin öğretilerine yöneltiler.
Stalin'e karşı saldırı, gerçekte ML ve komünizm davasına karşı bir saldırıdır. Karşı devrimci propaganda ne denli güçlü olursa olsun gerçek komünistlerin, sosyalizme ve Stalin'in devrimci kişiliğine olan bağlılığını sarsmayacaktır
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin imzalanışının 57. yılını geride bırakmanın üzerinden henüz iki gün geçmişti ki; İkitelli Ekin Kültür Sanat Merkezi emekçisi Sevda Aydın, Beyanname’ nin altında imzası olan T.C.’nin sivil polisleri tarafından kaçırılarak tecavüze uğradı! Böylece bir kez daha tüm ezilen dünya halkları, emperyalizmin yeminli uşaklarının İnsan Haklarından ne anladıklarını gördü.
12 Aralık 2005 Pazartesi günü, Aksaray Yusuf paşa’ daki duraktan sivil polisler tarafından güpegündüz kaçırılan Sevda Aydın’ a, bayıltılarak vahşice tecavüz edildi. Tecavüzden sonra da; “ Hadi şimdi yapta görelim devrimci sanatını! “ diyerek kendi acizliklerini sergilelediler...
25 Kasım 1960’ ta Dominik *****huriyeti’ nde Mirabal kardeşleri kaçırıp önce tecavüz edip sonrada hunharca katleden faşist Trujillo yönetiminin yaptığı ile, faşist T.C.’nin kolluk güçlerinin Sevda Aydın’ a yaptığı aynı şeydir... Görüldüğü gibi aradan geçen 45 yıl, sistem sahiplerinin kadına bakış açısında hiçbir değişiklik yaratmamıştır... 45 yıl önce Miraball kardeşlere tecavüz ederek katleden zihniyetle bugün Sevda Aydın’ a tecavüz eden zihniyet aynıdır...
Ama 45 yıl önce nasıl ki Mirabal kardeşleri katletmekle sistem sahipleri kadınları korkutamamış, evlerine geri gönderememişse (tam tersine kadınların protesto eylemleri güçlü bir halk dalgalanması yaratarak bir sene içinde Trujillo yönetiminin yıkılmasına sebep olmuştu.) bugünde Sevda Aydın’ a yapılan saldırı kadınları evlerine geri döndürmeyecektir.. Olsa olsa ezilen halkların sisteme olan kinlerini daha fazla arttıracaktır...
Özelleştirme adı altında ülkeyi parsel parsel satanlar, işçiyi işsiz, köylüyü topraksız bırakan, halk gençliğinin elinden eğitim hakkını alan, halkları hergeçen gün daha fazla yoksulluğa sürükleyenler bilmelidir ki; bu kervan her zaman böyle yürümez.. Tarih boyunca, halkların öfkesi kabardığında faşizm kaçacak yer bulamamıştır... Korkutma, sindirme politikalarıyla ezilen halkları ve ezilenlerin ezileni olan kadınları daha fazla susturmanız mümkün olmayacaktır...
SINIFSAL, ULUSAL BASKI VE CİNSEL SÖMÜRÜYE HAYIR!
YAŞASIN EMEKÇİ KADINLARIN MÜCADELESİ VE HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!
KAHROLSUN EMPERYALİZM, FAŞİZM VE HER TÜRDEN GERİCİLİK!
Bundan tam 63 yıl önce 19 Kasım 1942'de Stalingrad karşı taaruzu başladı. Avrupa'yı kasıp kavuran faşist Alman savaş makinesi Sovyet ülkesine saldırıp Stalingrad'a ulaşmıştı. Stalingrad'ın ardı Sosyalizm'in başkenti Moskova'ydı. Stalingrad geçilmemeli, faşistler buradan öteye bir adım daha atmamalıydı. Bu durumda Bolşevik Parti ve emekçi Sovyet halkları bir adım daha geri atmama iradesini ortaya koydu.
Stalingrad savunması 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı'nın dönüm noktasıdır. Saldırgan Alman ordularının, genç-yaşlı, kadın-erkek, bütün kent halkı tarafından 140 gün direnilerek belinin kırıldığı yerdir. Avrupa'nın işgalinde hızla sonuca gidebilen faşist Alman orduları, ilk kez Stalingrad önlerinde durduruldu ve yenildi. 'Bir adım daha geri gidilmeyecek', Nazi sürüleri Stalingrad önlerine dayandıklarında, Stalin'in önderliğindeki Savunma Halk Komiserliği'nin yayınladığı emir buydu. Bir Alman subayı ise yazdığı mektupta şöyle diyordu: 'Volga'ya ulaşmamıza yalnızca 1 kilometre var, fakat bu 1 kilometreyi bir türlü geçemiyoruz. Bu 1 kilometre için yapılan savaş, bütün Fransa'nın ele geçilirmesi için yapılan savaştan daha uzun sürdü.'
Stalingrad irade demektir. Bu irade, Marksizm-Leninizm'in şekillendirdiği Sosyalist Anavatan'ın savunulması bilincini yaratmıştır ve mimarı Stalin'dir.
Stalingrad direniş demektir. Her kilometre karesi için 100 bin top mermisi, havan yada bomba harcanan bu yıkıntılar kenti inançla direnen yiğit insanlarıyla sonuna kadar yaşadı ve savaştı.
Stalingrad umut demektir. İtici gücünü tarihsel haklılıktan alan 'Büyük Anayurt Savaşı'nın bu tayin edici çarpışması 'yenilmez' sanılan faşist Alman ordularının da yenilebileceğini göstermesi ile tüm dünya halkları için bir umut ve esin kaynağı oldu.
Hitlerci sürüler, Stalingrad savaşçılarının müthiş direnişi karşısında 700 bin asker, bin tank ve bin 400 uçak kaybettiler. 19 Kasım'da başlayan Sovyet karşı taaruzu, Stalingrad'ı kuşatan faşist Alman ordularının çember içine alınması ile sonuçlandı. Stalingrad, Nazi cellatları için sonun başlangıcıydı.
Sadece, Stalingrad'da Bolşevik Partisi ve Sovyet halkları en nitelikli ve yiğit 2 milyon evladını kaybetti. (Tüm 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı'nda bu rakam 20 milyondur.) Bu bedel Sosyalizm'in Halk Demokrasi'leri ile Dünya'nın altıda birinde yeni bir başlangıç yapması için ödendi.
Bir faşist Alman subayının da dediği gibi Avrupa'yı hallaç pamuğu gibi atıp içerdeki işbirlikçilerinin yardımlarıyla bir günde ülkeler alan Alman faşizmi Sovyet proletaryası ve emekçi halkları önünde nasıl diz çökmüşse bugünün 'imparotorluk' antetli Amerikan emperyalizmi ve işbirlikçilerini de asıl tarih sahnesinden silecek olan Komünist Partiler önderliğinde savaşacak enternasyonel proletarya ve emekçi halklar olacaktır.
Kemalist iktidar ilerici reformlarını kurtuluş savaşı sırasında mücadele eden halk yığınlarının baskısı, anti-emperyalist ve anti-feodal eğiliminin zorlaması ile yapmıştır. Yani kurtuluş savaşının ilerici mirası etkisini bir süre daha göstermiştir. Bu reformların bir kısmı doğrudan eski feodal iktidarın organ ve üstyapı kurumlarına savaşımı içeriyordu. Bunlara örnek olarak; saltanatın kaldırılması (1 Kasım 1922) , Cumhuriyet'in ilanı (29 Ekim 1923) , Halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924) , Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine (Kapatılmasına) ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun (30 Kasım 1925) gösterilebilir. Bir kısmı da kapitalizmin gelişmesi ve dünya kapitalist pazarıyla uyum sağlamak için yapılan ileri reformlardı. Bunlara örnek olarak da, Beynelmilel Saat ve Takvim Hakkındaki Kanunların Kabulü (26 Aralık 1925) , Ölçüler Kanunu (1 Nisan 1931) , Lakap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun (26 Kasım 1934) , Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun (3 Aralık 1934) , Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934) gösterilebilir. Bütün bu reformlar ilerici niteliktedir. Feodal üst yapı ile savaşır ve kapitalizmin gelişmesinin önündeki engeller kaldırır. Bunlar bütün burjuva devrimlerin görevlerindendir. Ama Kemalist iktidar bu görevleri tam anlamıyla yerine getirmez. Hilafeti kaldırır ama Atatürk camilerde konuşmalar yapmaktan vazgeçmez. Mesela Atatürk bir konuşmasında dinci gericiliğe nasıl göz ‘kırptığına’ bir bakalım: “Ey Millet, Allah birdir. Sanı büyüktür. Allahın esenliği, sevgisi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Temel kanunu, hepimizce bilinmektedir ki, yüce Kuran’daki manası açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyiz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor.” Yine saltanatı kaldırır ama toprak ağalığı düzeninin devam etmesine ses çıkarılmaz. Köylüler ağalık düzenin köleci sömürüsüne zorlanır. Daha birçok örnek verilebilir. Ölçü, soyadı ve harf kanunları da belirttiğimiz gibi kapitalizmin gelişmesi için zorunlu uygulamalardı. Mesela, batı ile ticarette zorluk çıkartan bir sayı sistemi, alfabe, ölçü sistemi tercih edilemezdi, edilmedi de. İlerici reformların diğer bir kısmı da kurtuluş savaşının ilerici mirasıyla yapılan anti-emperyalist nitelikteki reformlardır. Bu reformlara yabancı sermayenin bir miktar sınırlandırılması örnek verilebilir. Peki, bu reformların anlamı nedir? Yoksa gerçekten M. Kemal sınıflar üstü bir insan mıydı? Kemalist devlet bütün topluma hizmet etmeyi amaçlayan bir devlet miydi? Bütün bu soruların cevabı yukarı bölümlerde açıklanmıştır. Bu reformların büyük kısmı ülke burjuvazisinin ihtiyacı olarak yapılmış ilerici reformlardır. Yani, saltanatın kaldırılması, harf, ölçü vb. kanunlar kapitalizmin gelişimi için, ticaret için zorunlu olan kanunlardı. Bunlar öncelikle anti-feodal içerikli olup, başta burjuvaziye olmak üzere tüm halka hizmet etmiş ve kapitalizmin gelişiminin önünü açmıştır. Kurtuluş savaşının ilerici mirası da bu reformlarda etkili olmuştur. Ama bu reformlar, birincisi; öncelikle burjuvaziye hizmet etmektedir, ikincisi; bir devletin niteliği, bir sosyo-ekonomik düzenin niteliği reformlar ile değişmez. Yani ilerici reformları, kurtuluş savaşından sonraki Türkiye’de sistemin kapitalist sistem olmadığının, burjuva diktatörlüğü olmadığının kanıtı saymak çocukçadır. Çünkü bir sistemin niteliğini belirleyen hangi harfi, ölçüyü kullandığı, yöneticilerini nasıl belirlediği değil; üretim araçlarındaki mülkiyetin niteliğidir. Kısacası, özel mülkiyet var olduğu sürece istenildiği kadar ölçüler, harfler değiştirilsin, saltanat, hilafet kaldırılsın; o sistem hala kapitalist sistem ve burjuva diktatörlüğüdür. Bir örnek verelim: İngiltere’de hala saltanat kaldırılmamıştır. Ama İngiltere’nin kapitalist bir ülke olmadığını kimse iddia edemez. Veya Türkiye uluslar arası ölçü ve harfleri değil de Çin harflerini ve ölçü sistemi kullansaydı kapitalist olmayacak mıydı? Şurası inkâr edilemez ki, bütün bu önlemler ilericidir; ancak kapitalizmin gelişmesinin önünü açar ve sistemin niteliğini değiştirmez. Bu konuda boş hayallere ve reformist ‘umutlara’ kapılmamak gerekir. Kurtuluş savaşına önderlik eden ulusal burjuvazi, halk yığınları ile birlikte feodalizme ve emperyalizme karşı savaştı. Ama ulusal burjuvazinin (toprak ağalarının bir kısmı ile birlikte) önderlik ettiği bir ulusal hareket ve bunun sonucu ortaya çıkan siyasal iktidar; ulusal burjuvazinin sınıfsal niteliğinden dolayı tutarsızdır demiştik. Emperyalizme karşıdır, ama tutarlı bir karşıtlık değil, feodal-bürokratik Osmanlı sistemine karşıdır, ama tutarlı bir karşıtlık değil. Bir yandan emperyalizmin sınırlandırılmasını savunurken diğer yandan emperyalist şirketlerin ülke içindeki varlığını devam ettirmesine izin verir. Bir yandan feodal-bürokratik düzenin saltanat, hilafet gibi üst yapı kurumlarına karşı savaşırken, işbirlikçi feodal toprak sahiplerinin topraklarına el koyarken, diğer yandan toprak ağalarının topraklarının büyük bir kısmına dokunmaz ve feodal kölelik devam ettirilir. İşte böyle bir tutarsızlık söz konusudur. Bu reformlar sadece sosyo-ekonomik sistemin kapitalizm olma özelliğini değiştirmemekle kalmazlar. Siyasal sistemin de giderek faşizme evirilmesi gerçeğini de değiştirmez. Şapka kanunu ile feodal kültürle bir savaşa girilmiştir, doğrudur. Ama aynı zamanda yüzlerce işçi, komünist öldürülmüş, dergi ve gazeteler yasaklanmış, Kürt halkı katledilmiş, siyasal parti ve dernekler yasaklanmış ve daha niceleri. Yani ülkenin faşist diktatörlük olma özelliği değişmemiştir. Ama Kemalistler hala şapka, harf, hilafet kanunu vb. ilerici, anti-feodal kanunları öne sürerek, koskoca bir üretim biçiminin, bir sosyo-ekonomik düzenin kapitalist niteliğini, siyasal düzenin faşist olması gerçeğini gözlerden saklamaya çalışıyorlar. Ama sosyalist de diyemiyorlar. Çünkü Atatürk sosyalizm karşıtlığını, özel mülkiyet severliğini defalarca sözleri ve uygulamalarıyla dile getirmiştir. Bu uygulamaları yukarıda inceledik ama bir alıntı daha ekleyelim: 'Türkiye'de Bolşeviklik olmayacaktır.' (Mustafa Kemal Atatürk) Atatürk konusundaki gerçeği Lenin de dile getirmiştir: 'Mustafa Kemal sosyalist degil'(dir) (Lenin)
Sözü daha fazla uzatmaya gerek yok.
Kemalist Burjuvazi Kurtuluş Savaşındaki İlerici Niteliğini Kaybetmiştir
Ulusal burjuvazinin emperyalizm ve feodalizm karşısındaki ikilemine ve tutarsızlığına değinmiştik. Bu sosyal ve nesnel bir olgudur. Kurtuluş savaşı sırasında önderliği elinde tutan ve ilerici bir rol oynayan ulusal burjuvazi ve onun temsilcileri olan M. Kemal ve grubu, Kurtuluş savaşından sonra işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde tam bir diktatörlük kurmuş, emperyalizm ve feodalizm ile uzlaşmaya girişmiştir. Bu olgu, bir yanılsama veya tarihten sapma değil, Marksizm-Leninizm’in teorik tespitleriyle tamamen uyuşan bir gerçektir. Marksizm-Leninizm gerçek ve tutarlı bir anti-emperyalist, anti-feodal savaş için işçi sınıfının savaşın önder sınıfı olması gerektiğini söyler. Bu savaşa burjuvazi önderlik ettiği koşullarda işçi sınıfı önderliği eline geçirmeye çalışır. Ama bunu savaşı köstekleyerek değil, tüm güçleriyle anti-emperyalist, anti-feodal savaşa destek vererek yapar. İşçi sınıfı eğer bu mücadeleye önderlik edemez ve önderlik burjuvaziye geçerse, o zaman anti-emperyalist ve anti-feodal savaşın başarı şansı azalır. Başarılı olsa dahi geri dönüş kesindir. Çünkü emperyalizm döneminde burjuvazi gericidir. Emperyalizme karşı verilen savaştan sonra burjuvazi varlığını ve egemenliğini devam ettirmesi için, işçi sınıfı ve halk yığınlarını baskı altına alması gerekir. İşçi sınıfının olası bir devriminden korkusu, emperyalist rekabetin zorlu şartları ve baskısı ulusal burjuvaziyi emperyalizm ile uyuşmaya ve işbirliğine zorlar. Stalin’in dediği gibi işçi sınıfının önderlik etmeği ve sosyalist devrimle taçlandırılmayan bütün anti-emperyalist mücadeleler yeniden emperyalizme bağlanmaya mahkûmdurlar. İşte Türkiye’deki süreç de bu teorik tahlile denk düşen bir hat izledi. Kurtuluş savaşına önderlik eden ulusal burjuvazi (ve onun politik önderleri olan M. Kemal ve grubu) , kurtuluş savaşından sonra ilerici niteliğini kaybetti. Halk yığınları üzerinde kendi diktatörlüğünü kurdu, emperyalizm ve feodalizmle uzlaşmaya girdi. İlerici özelliğini kaybetti ve ulusal burjuvazi işbirlikçi, faşist burjuvazi ve onun sözcüleri de faşist, işbirlikçi politikacılar haline geldi. İşte M. Kemal’in iki ayrı dönemdeki (Kurtuluş savaşı sırası ve kurtuluş savaşı sonrası) niteliği ve sınıflar mücadelesindeki konumu böyledir. O, tarihten, sınıf mücadelesinden soyut bir kişilik değildir. O, her insan gibi bir sınıfın hizmetindedir. Yalpalayan, tutarsızlıklar sergileyen ve en sonunda emperyalizmle uyuşan burjuvazinin temsilcisidir. Kurtuluş savaşı sırasında bazı eksiklikleri olsa da anti-emperyalist ve ilerici, kurtuluş savaşından sonra ise, emperyalizm ve feodalizmle uzlaşan, faşist bir gericidir.
1920’lı yılların başında İtalya’da, 1933’te Almanya’da ve yakın tarihlerde bir dizi ülkelerde faşist tekelci burjuvazi iktidara geldi. Faşizm, yani tüm demokratik hak ve özgürlüklerin inkârı, halkın en küçük taleplerinin en büyük terör ve şiddetle bastırılması dünya burjuvazisi için bir seçenek durumuna gelmişti. Faşizm, egemenliği tehdit edilen burjuvazinin iktidarını devam ettirme yöntemlerinden birisi idi ve burjuvazi için birçok ülkede zorunluluk haline gelmişti. Faşizmin, en temel demokratik hak ve özgürlüklerin ayaklar altına alınmasıdır. Faşizmin uygulamalarının başta gelenleri, - Tek bir parti dışında bütün partilerin yasaklanması - İşçi örgütlerinin, demokratik derneklerin yasaklanması, baskı altına alınması veya zorla faşist örgütlerin dayatılması - İşçilerin toplu-sözleşme, grev, iş bırakma gibi haklarının ellerinde alınması - Demokratların, komünistlerin katledilmesi ve tutuklanması - Söz, basın ve düşünce özgürlüğünün inkâr edilmesi; dergi ve gazetelerin yasaklanması - Milliyetçi ve şoven bir propaganda ile halklar arasında düşmanlık yayılması Faşizmin daha birçok uygulaması sayılabilir, ama bunlar en önde gelenleridir. Almanya’daki faşist diktatörlük dönemine bir bakalım: Nazi partisi 14 Temmuz 1930’de ‘Alman İşçileri Nasyonal Sosyalist Partisi, Almanya’nın tek siyasi partisidir’ diye başlayan bir kanunla ülkedeki tek parti olarak ilan ediliyor. Tüm sendikalar yasaklanıp, işçilerin ve patronların bir arada bulunduğu ‘emek’ örgütleri faşistler tarafından kuruluyor. İşçilerin en temel haklarından olan grev ve toplu sözleşme yasaklanıyor. Binlerce komünist ve demokrat Nazi hücum kıtalarınca öldürülüyor, işkenceden geçiriliyor. Binlerce gazete, dergi, kitap yasaklanıyor ve meydanlarda yakılıyor. Alman milliyetçiliği körüklenip, diğer uluslar aşağılanarak halklar arasında düşmanlıklar yaratılıyor. Binlerce Yahudi bunun sonucu katlediliyor. Faşizmin temel uygulamaları bunlardır. Şimdi Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye’deki temel demokratik hak ve özgürlüklerin durumuna bakalım. Kemalist iktidarın ilk önlemlerinden birisi, 1923 Temmuzunda Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası kapatmak; komünistleri ve işçi önderlerini tutuklamak olmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ülkedeki tek siyasi parti idi. Mussolini’nin faşist partisinin kullandığı slogan tekrar edilerek tüm halk CHP’nin üyesi kabul edilmiştir. Faşist İtalya’da da tüm halk Faşist partinin üyesi ilan edilmiş ve diğer partiler kapatılmıştı. 1923 1 Mayısında dağıtılan bildiri bahane edilerek birçok sosyalist tutuklandı. 1925 yılında Teali Amele Cemiyetinin 1 Mayıs’ta büyük bir gösteri yapmak için hazırlandığı sırada, dernek yöneticileri tutuklandı. Mahkeme 12 kişiyi 7-10 yıl hapse mahkum etti. Aynı yıl Aydınlık, Orak-Çekiç ve Yoldaş dergileri kapatıldı. 1927 yılında 89 komünist tutuklandı ve mahkûm edildi. 1930 yılından sonra da komünistlere ve mücadeleci işçilere yönelik irili-ufaklı tutuklamalar devam etti. 1930-1938 arası her yıl komünistler tutuklandı.
Kemalizm’i ve Kemalist iktidarın uygulamalarını savunanlara göre kurtuluş savaşından çıkan Türkiye’de henüz sınıflar yoktu. Bütün çıkarları kaynaşmış bir ulus vardı. M. Kemal ve grubu ise bu sınıfsız ulusun, ‘ulusun tümünün’ temsilcisiydi. Devlette ulusun tamamının çıkarlarının savunucusuydu. Devletin ulusun tamamının çıkarlarını temsil etmesi olgusunun bir burjuva propagandası olduğunu yukarıda belirttik. Tarih, ilkel komünal toplum hariç sınıflar savaşımının tarihidir demiştik. Demek bu Marksist önermeye bir de Türkiye toplumu hariç diye eklemek lazımmış. Yani Türkiye toplumunda köylüler yoktur, Osmanlı’da egemen olan, kurtuluş savaşından sonra da toprakların büyük bir kısmına sahip olan toprak ağaları yoktur. Limanlarda, atölyelerde çalışan işçiler, bunların sahibi burjuvalar da yoktur. Böyle pervasızca, göz göre göre saçmalayan bir tez yıllarca Kemalist burjuvazi ve onun ideologlarının iddiası ve propagandası olmuştur. Kemalist iktidar döneminde “sınıf savaşımı” terimini kullanmak, bunu savunmak yasaklanmıştı. Sınıf savaşımı olduğunu söyleyen yayınlar ise yasaklanmış ve kapatılmıştır. Aslında toplumda sınıfların olmadığı, ulusun tek ve kaynaşmış bir kitle olduğu fikri sadece M. Kemal’e ait değildir. İşçi sınıfı ve halk yığınlarını uyutmak; onların karşısındaki düşmanın burjuvazi olduğunu görmesini engellemek için ‘ulus’ edebiyatı, milliyetçilik propagandası ve ‘çıkarların ortaklığı’ üzerine burjuva gevezeliği yapmak bütün ülkelerin burjuvaları için geçerli ve kullanılan bir yöntemdir. Ama bunun tersini iddia edenleri cezalandırmak, hapse atmak, işkence etmek; bütün bunları açıktan yapmak belli başlı faşist ülkelere nasip olmuştur. Örneğin Hitler Almanya’sında, Nazilere göre ‘sınıflar yoktur; Alman ırkı tamamen kaynaşmış, yüksek bir ulustur’. Aynı Kemalist burjuvazinin yaptığı gibi Naziler de sınıf savaşımından bahsetmeyi yasaklamışlar ve muhalif unsurları baskı altına almışlardır.
Milliyetçilik, faşizm tarafından kullanılan argümanlardan birisidir. Faşizm, bunu kullanırken, diğer halklara karşı yarattığı kinle halkın gerçek düşmanı görmesini engellemeyi amaçlar. Hitler bu amaçla şöyle diyordu: “Bu dünyada üstün ırktan olmayan herkes, adi bir yaratıktır”. Yani Arien ırkı dışındaki bütün uluslar adi yaratıklardır. Bunlar uygarlığın düşmanlarıdırlar. Hitler’e göre Arien ırkı bütün dünyanın en üstün, en yetenekli, bütün kültür ve değerlerin yaratıcısıdır. Hitler faşizmi, şovenizmi kullanırken, en önemli noktayı kendi ulusunu, kendi ırkını (Arien) yüceltmek, onun değerlerini ve özelliklerini saçmalama derecesine kadar abartmak, Alman tarihini dünyanın en onurlu tarihi olarak göstermek olarak görmüştür. Böyle bir propagandanın etkili olması diğer ırk ve ulusları küçük görmeyi, onları düşman ilan etmeyi gerektirir. Çünkü onlar üstün ve yetenekli insanların ırkından değildirler. Onlar yeteneksizdir, beceriksizdir, tembeldirler. Bu propagandanın amacı, Alman işçi sınıfı ve halk yığınlarının gerçek düşmanı olan Alman tekelci sermayesinin iktidarını korumak; halk yığınlarını yaratılan ‘düşman’ uluslara karşı nefretle, kinle doldurmaktır. Böylece halk yığınlarının gözü ‘düşman’ ulusların üzerindeyken, Alman tekelci sermayesi aynı milliyeti paylaştığı halkı kolayca sömürebilecek ve iktidarını koruyabilecekti. Yazımızda genelde Alman faşizminden örnekler vermemizin sebebi, onun faşizmin en yalın biçimi olmasıdır. Diğer ülkelerdeki faşizm uygulamaları da benzer özellikler göstermektedir. Şimdi gelelim M. Kemal’in ve Kemalist burjuvazinin propagandasına. “Dünya yüzünde ondan daha büyük, ondan daha eski, ondan daha temiz bir millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir...”(Atatürk) Atatürk bütün bir insanlık tarihini incelemiş, insan toplumunun ırklara ayrılma, sonrasında da milletlerin oluşması sürecinde ilk ortaya çıkan milletin Türk milleti olduğunu keşfetmiştir! Diğer milletler pislik içerisindedir. Kimi az kimi çok ama hepsi pislik içerisindedir! Ama Türk milletinin tarihi çok temizdir! Atatürk burada ‘temiz’ kavramıyla neyi ifade ediyor, bu tam bir muamma. Çünkü her millet gibi Türk milleti içinde de sömürücü sınıflar olmuştur. Feodal Türk ağaları köylüleri acımasızca sömürmüş, köylülerin yoksulluk ve açlık içinde yaşamasına sebep olmuştur. Yine Türk burjuvazisi, halkı sömürmüş, faşist zorbalık altında inletmiş, kar uğruna binlerce işçi ve devrimciyi katletmiş, hapishanelere tıkmıştır. Ama bunlar sadece Türk egemen sınıflarına özgü uygulamalar değil, bütün milletlerin egemen sınıflarınca yapılan uygulamalardır. Bu sebeple Türk halkının tarihi diğer halkların tarihi kadar temizdir, Türk egemen sınıflarının tarihi de diğer milletlerin egemen sınıflarının tarihi kadar ‘pislik’ içerisindedir. “Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir.”(Atatürk) Türk milleti zekidir, diğer milletler zeki değildir, diğer milletler çalışkan değil aynı zamanda karaktersizdir. Elbette Atatürk bunu bu şekilde söylemiyor. Belki de böyle düşünmüyor ama ulusa yönelik boş bir abartma söz konusu. Bu propagandanın, bir ulusu ‘yücelten’ ve diğer uluslara düşmanlaştıran faşist bir propaganda olduğunu belirtmiştik. Zaten baştan sona yanlış bir tahlildir. Sınıfları dikkate almayan burjuva bir tahlildir. Türk burjuvazisi hiç de çalışkan değildir. Onlar milyonlarca işçi ve köylüyü sömürerek zenginlik içinde yaşarlar, tembeldirler. Eğer karakterden bahsedersek, bütün milliyetten burjuvalar gibi Türk burjuvazisi de sömürücü, asalak, çürümüş ve gericidir; insani kriterler açısından dahi karaktersizdir. Ama Atatürk ulusu överken aslında söylediği niteliklere hiç de sahip olmayan burjuvaziyi övüyor. Halk yığınları içerisinde ‘yaşasın ulusumuz’ naraları ile burjuvaziye karşı sempati yaratmaya çalışıyor. Atatürk’ün bu tür şoven, milliyetçi sözlerini daha da sıralayabiliriz: “Türk Milleti kahramanlıkta olduğu kadar kabiliyet ve hünerde de bütün milletlerden üstündür.” “Türk'ün saygınlığı, onuru ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür.” “Hiçbir millet, milletimizden çok yabancı unsurların inanış ve ibadetlerine saygı göstermemiştir.” “Çünkü Türk; derin ve şanlı geçmişin; büyük, kudretli atalarının kutsal miraslarını bu yurtta da muhafaza edebileceğinden mirasları, şimdiye kadar olduğundan çok fazla zenginleştirebileceğinden emindir.” “Türk! Öğün. Çalış. Güven.” “Türkler irfan ve marifet aşığıdır.” “Ne mutlu Türküm diyene! ”
Bütün bunlar bir ulusu aşırı övme, diğer uluslardan daha üstün olduğu yanılsamasını yaratma, böylece diğer ulusları isteyerek veya istemeyerek aşağılama, Hitler’in yaptığı gibi aşırı bir milliyetçilikle halkın gerçek düşmanını yani ulusun içindeki sömürücü sınıfları görmesini engelleme amacını taşıyordu. Türk ulusu o kadar ‘yücedir’ ki; Türk ulusu içinde sömürücü sınıflar olamaz; Türk ulusu o kadar ‘yücedir’ ki; Türk sömürücü sınıfları düşman olamaz. İşte Hitler’in, Mussolini’nin ve birçok faşist iktidarın yaptığı milliyetçi ve faşist propaganda budur. Kemalist burjuvazi ve onun temsilcisi olan Atatürk de bütün demokratik hak ve özgürlükleri yok ederken, işçilerin üzerine silahlı kuvvetler gönderirken, propagandayı kullanmıştır.
Vladimir İlyiç Ulyanov Lenin, çağı değiştiren büyük bir toplumsal hareketin önderi, bir strateji-taktik dehası ve büyük bir teorisyen olarak 20. yüzyılın en önemli şahsiyetlerinden biri, belki de birincisidir. Çağdaşlarının Gözüyle Lenin, farklı eğilimlerdeki çok sayıda insanın Lenin’le ilgili anılarını, gözlemlerini, değerlendirmelerini içeriyor. Gorkiy, Clara Zetkin, Vasil Kolarov, Wilhelm Pieck, Fritz Platten, Walter Ulbricht, Marcel Cachin… bunlardan bazıları. Makalelerin yazarları, Lenin’le farklı nedenlerle, farklı zamanlarda ve farklı yerlerdeki karşılaşmalarını yazıya dökerek, Lenin’in az bilinen yönlerine ışık tutuyor. Her biri farklı bir kesit oluşturan bu kareler bir araya geldiğinde, ortaya capcanlı bir Lenin fotoğrafı çıkıyor. Ve böylece Büyük Ekim Devrimi’nin neden onun adıyla birlikte anıldığı, kitlelerin onu neden bir önder olarak benimsediği daha iyi anlaşılıyor.
felsefenin ve toplumbilimin tarihi apaçık gösteriyorki marksizmde her şey insanlığın ve evrensel uygarlığın gelişmesine yöneliktir..onda softalığa dogmatizme donmuş kapalı bir öğretiye benzer hiç bir yan yoktur..tam tersine marxın bütün dehası insan düşüncesinin ortaya koymuş olduğu sorunları çözmesidir..marksın öğretisi felsefe ekonomi ve sosyalizmin temsilcilerinin öğretilerinin devamı olarak doğmuştur,nitekim marxcılık 19. yyda alman felsefesi ingiliz ekonomi politiği ve fransız sosyalizmindeki insanlığın yarattığı bütün ii şeylerin mirascısı olmuştur,bunu bedrettinlere ibni haldunlara eflatunlara daha onlarca inanlık uygarlığına katkı yapanlarla genişletmek mümkün
demokrasiye düşman bir parti evet,aynı abd ve tc gibi,50 yıldır veya 100 yıldır birbiri aynısı partilerin ve sistemin karşıtını yok ederek yoğun baskı ve hegomonya araçlarıyla ve bazen gizli açık teröre basvurarak sürdürdükleri yönetim veya rejimin partisi,diğer ismide buda aldığımız istihbaratlara ve fısıltı gazetesine göre cumhuriyetçi kalkınma partisiymiş :)
Nereden Başlamalı
Where To Begin
N e Y a p m a l ı
Devrimci Maceracılık
Bir Yoldaşa Mektup
Bir Adım İleri, İki Adım Geri
İki Taktik (Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği)
Parti Örgütü ve Parti Edebiyatı
Sosyalizm ve Din
Moskova Ayaklanmasından Alınacak Dersler
Gerilla Savaşı
Guerrilla Warfare
Materyalizm ve Ampiryokritisizm
Proletarya Partisinin Din Konusundaki Tutumu
Rusya'da Parti-İçi Savaşımın Tarihsel Anlamı
Avrupa İşçi Hareketi İçindeki Ayrılıklar
Marksizmin Tarihsel Gelişmesinin Bazı Özellikleri
Bir Yasalcı ile Bir Tasfiyecilik-Karşıtı Arasında Konuşma
Rus Sosyal-Demokrat Hareketi İçindeki Reformculuk
İşçi Sınıfı ve Yeni-Maltusçuluk
Ulusal Sorun Üzerine Tezler
'Kültürde' Ulusal Özerklik
İncelmiş Bir Ulusalcılıkla İşçilerin Yozlaştırılması
Ölü Şovenizm, Yaşayan Sosyalizm
Karl Marks
Karl Marx
Friedrich Engels
Friedrich Engels
Diyalektik Sorun Üzerine
On The Question of Dialectics
Sosyalizm ve Savaş
Sosyal-Şovenistlerin Safsataları
Platonik Enternasyonalizmin Çöküşü
Avrupa Birleşik Devletleri Sloganı Üzerine
Devrimci Proletarya ve Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı
Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı
RSDİP'nin Ulusal Programı
Ulusal Sorun Üzerine Eleştirici Notlar
Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Etme Hakkı
Büyük-Rus Ulusal Gururu Üzerine
Ulusal Politika Üzerine
Sosyalist Devrim ve Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı (Tezler)
Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı Üzerine Bir Tartışmanın Özeti
Ulusal Sorun Üzerine Söylev
Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu Üzerine Tezlerin İlk Tasarısı
Uluslar ve Sömürgeler Komisyonunun Raporu
['Özerkleştirme' Üzerine Notlar]
Alman Şovenizmi ile Alman-Olmayan Şovenizm
Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması
Proletarya Devriminin Askeri Programı
Emperyalizm ve Sosyalizmdeki Bölünme
Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm
Nisan Tezleri
April Theses
Marksizm ve Ayaklanma
Marxism and Insurrection
D e v l e t v e D e v r i m
Kâhince Sözler
Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky
Oportünizm ve İkinci Enternasyonalin Çöküşü
II. Enternasyonalin İflası (Batkısı)
Kurucu Meclis Üzerine Tezler
Vandervelde'in Devlet Üzerine Yeni Bir Kitabı
Proleter Devrim ve Dönek Kautsky
D e v l e t
Üçüncü Enternasyonal ve Tarihteki Yeri
Proletarya Diktatörlüğü Döneminde Ekonomi-Politika
Ulusal ve Sömürgeler Sorunu Üzerine Tezler
'Sol' Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı
Marx-Engels-Marksizm
Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları
Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi
insan filozof politika düşünce ve eylem adamı..enternasyonal proleteryanın ezilen dünya halklarının ve büyük ekim sosyalist devriminin önderi ve dünyanın en ileri kalesi insanlığın anavatanı SSCBnin ve SBKPnin lideri komünist önder vlademir ulyanov ilyiç lenin
Dünya proletaryasının büyük önderi ve öğretmeni Stalin -Josef Vissarionoviç Cugaşvili- 21 Aralık 1879'da Gürcistan'ın Tiflis kentinin Geri kasabasında ayakkabı tamircisi -daha sonradan fabrika işçisi- bir baba ve toprak kölesi bir annenin kızı olan bir annenin çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtı.
Henüz 15 yaşında bir daha kopmamak üzere devrimci mücadeleye atılan Stalin, 1898'de RSDİP'e üye oldu. 1903 yılındaki parti içi ayrışmada kararlı bir şekilde Bolşevik safta, Lenin'in yanında yerini aldı. Ve bundan sonra ölene kadar Lenin'in sadık bir öğrencisi, en yakın silah arkadaşı ve onun davasının kararlı bir yürütücüsü oldu. 1910'da Bolşevik Partisi'nin MK'sına şeçildi. 1912'de yapılan Prag Konferası'nda Lenin'in önerisi ile MK Rusya Bürosu sorumluluğuna -o sırada sürgünde olmasından dolayı konferansa katılamamasına rağmen- getirildi. Bu görevle O, Lenin'in yol göstericiliğinde Ekim Devrimi'nin en başta gelen örgütleyicilerinden birisi oldu.
Tüm devrimci yaşamı boyunca Marksizm-Leninizm'in arılığını korumada uzlaşmaz bir mücadele yürüten Stalin, işçi sınıfı bilimine önemli katkılarda bulundu; Leninist ilkeler temelinde partinin ulusal sorun teorisini geliştirdi. Leninist demokratik devrim ve kesintisiz devrim teorisini yeni deneyler ışığında zenginleştirdi. Hiziplerin, grupların varlığı ile bağdaşmaz tek çizgili, tek merkezli Leninist parti teorisini her türlü bozma girişimine karşı titizlikle korudu, savundu. Lenin'in koyduğu ilkeler ışığında tek ülkede sosyalizmin kurulabilir olduğu teorisini geliştirdi. Emperyalist kuşatma altında sosyalist kuruluş, sosyalizmin geliştirilmesi, tarımın kollektifleştirilmesi, proletarya diktatörlüğü vb. sorunları ele alıp inceledi ve Marksist-Leninist teoriyi bu noktadan geliştirdi. Komünizme geçişin sorunlarını inceledi ve çözümler üretti. Savaşa, askeri sorunlara ilişkin Marksist-Leninist teoriyi yeni koşullarda başarılı bir şekilde pratiğe geçildi ve zenginleştirdi. Dil sorununun Marksist-Leninist çözümlemesini yaptı.
Stalin aynı zamanda devrimin, sosyalizmin ve dünyanın üçte birinin sosyalizmin kampına kazanılmasının pratik örgütleyicisi, önderidir. Keskin uzak görüşlülüğü ile Stalin, 2. Dünya Savaşı'nın gelişini 10 yıl önceden gördü. Ülkeyi ekonomik, siyasi, moral ve askeri olarak bu büyük tehlikeye karşı hazırladı. Sanayideki dev atılımlarla savaşın teknik temelini hazırladı. Sovyet emekçilerinin yaşam düzeyini yükselterek onların parti etrafında daha sıkı kenetlenmesini sağladı. Parti ve proletarya diktatörlüğü'ne karşı hazırlanan komplo örgütlenmelerinin açığa çıkarılması ile birlikte, onların parti, bürokrasi ve askeriye içerisindeki fesat yuvalarını dağıttı. Böylece ülkenin savaşa parti etrafında sımsıkı kilitlenerek girmesini sağladı. Diplomatik bir zafer olan saldırmazlık paktını faşist Almanya ile imzalayarak, Sovyet ülkesine bir buçuk yıllık çok değerli bir zaman kazandırdı. Faşist Almanya'nın paktı yırtıp atmasıyla Dünya emekçi halkları gözünde kanlı bir saldırgan olarak deşifre olmasını sağladı. Keskin askeri dehası ile Moskova önlerine kadar gelen düşmanı püskürtmeyi başardı.
Stalin savunulmadan komünist olunmaz
Stalin, mücadele yaşamı boyunca Marx, Engels ve Lenin'in proletarya devrimi ve sosyalizmin inşasına ilişkin tüm temel görüşlerinin sadık savunucusu ve kararlı izleyicisi olmuştur. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti kaldırarak, üretim araçlarının tüm toplumun çıkarları için planlı bir şekilde kullanılmasının yolunu açmıştır. Burjuva ideolojisine karşı sert bir sınıf mücadelesi sürdüren Stalin, sosyalist inşanın yaratılmasının toplumsal temelini gerçekleştirmiştir. Ancak böylesi bir toplumsal temel üzerinde yeni insan yaratılabilir; sosyalist ideoloji ve kültür burjuva ideolojisinin kalıntılarına karşı zafer kazanabilirdi.
Stalin ve onun sosyalizmin kuruluşuna ilişkin teori ve pratik öğretilerine saldırı kampanyası modern revizyonizmin doğuşu ile birlikte gündeme geldi. Modern revizyonizm tarih sahnesine çıkarken açıktan Marksizm-Leninizm'e saldırmaya cesaret edemiyordu. Kruşçevciler, sosyalizmin başta Sovyet toplumu olmak üzere dünya proletaryası ve halkları üzerindeki prestijini hesap etmek ve girdikleri ihanet yolunu gizlemek zorundaydı. Bu nedenle onlar sahte bir Leninizm savunuculuğunu yaparak Marksizm-Leninzm'e yönelik saldırılarını Stalin'in kişiliğine ve onun sosyalizmin kuruluşuna ilişkin öğretilerine yöneltiler.
Stalin'e karşı saldırı, gerçekte ML ve komünizm davasına karşı bir saldırıdır. Karşı devrimci propaganda ne denli güçlü olursa olsun gerçek komünistlerin, sosyalizme ve Stalin'in devrimci kişiliğine olan bağlılığını sarsmayacaktır
GEMİLERİ YAKTIK GERİYE DÖNÜŞ YOK ”!
ARTIK TECAVÜZ TEHDİDİYLE KADINLARI EVLERİNE GÖNDEREMEZSİNİZ!
HEPİMİZ SEVDA AYDIN’IN YANINDAYIZ!
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin imzalanışının 57. yılını geride bırakmanın üzerinden henüz iki gün geçmişti ki; İkitelli Ekin Kültür Sanat Merkezi emekçisi Sevda Aydın, Beyanname’ nin altında imzası olan T.C.’nin sivil polisleri tarafından kaçırılarak tecavüze uğradı! Böylece bir kez daha tüm ezilen dünya halkları, emperyalizmin yeminli uşaklarının İnsan Haklarından ne anladıklarını gördü.
12 Aralık 2005 Pazartesi günü, Aksaray Yusuf paşa’ daki duraktan sivil polisler tarafından güpegündüz kaçırılan Sevda Aydın’ a, bayıltılarak vahşice tecavüz edildi. Tecavüzden sonra da; “ Hadi şimdi yapta görelim devrimci sanatını! “ diyerek kendi acizliklerini sergilelediler...
25 Kasım 1960’ ta Dominik *****huriyeti’ nde Mirabal kardeşleri kaçırıp önce tecavüz edip sonrada hunharca katleden faşist Trujillo yönetiminin yaptığı ile, faşist T.C.’nin kolluk güçlerinin Sevda Aydın’ a yaptığı aynı şeydir... Görüldüğü gibi aradan geçen 45 yıl, sistem sahiplerinin kadına bakış açısında hiçbir değişiklik yaratmamıştır... 45 yıl önce Miraball kardeşlere tecavüz ederek katleden zihniyetle bugün Sevda Aydın’ a tecavüz eden zihniyet aynıdır...
Ama 45 yıl önce nasıl ki Mirabal kardeşleri katletmekle sistem sahipleri kadınları korkutamamış, evlerine geri gönderememişse (tam tersine kadınların protesto eylemleri güçlü bir halk dalgalanması yaratarak bir sene içinde Trujillo yönetiminin yıkılmasına sebep olmuştu.) bugünde Sevda Aydın’ a yapılan saldırı kadınları evlerine geri döndürmeyecektir.. Olsa olsa ezilen halkların sisteme olan kinlerini daha fazla arttıracaktır...
Özelleştirme adı altında ülkeyi parsel parsel satanlar, işçiyi işsiz, köylüyü topraksız bırakan, halk gençliğinin elinden eğitim hakkını alan, halkları hergeçen gün daha fazla yoksulluğa sürükleyenler bilmelidir ki; bu kervan her zaman böyle yürümez.. Tarih boyunca, halkların öfkesi kabardığında faşizm kaçacak yer bulamamıştır... Korkutma, sindirme politikalarıyla ezilen halkları ve ezilenlerin ezileni olan kadınları daha fazla susturmanız mümkün olmayacaktır...
SINIFSAL, ULUSAL BASKI VE CİNSEL SÖMÜRÜYE HAYIR!
YAŞASIN EMEKÇİ KADINLARIN MÜCADELESİ VE HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!
KAHROLSUN EMPERYALİZM, FAŞİZM VE HER TÜRDEN GERİCİLİK!
Bundan tam 63 yıl önce 19 Kasım 1942'de Stalingrad karşı taaruzu başladı. Avrupa'yı kasıp kavuran faşist Alman savaş makinesi Sovyet ülkesine saldırıp Stalingrad'a ulaşmıştı. Stalingrad'ın ardı Sosyalizm'in başkenti Moskova'ydı. Stalingrad geçilmemeli, faşistler buradan öteye bir adım daha atmamalıydı. Bu durumda Bolşevik Parti ve emekçi Sovyet halkları bir adım daha geri atmama iradesini ortaya koydu.
Stalingrad savunması 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı'nın dönüm noktasıdır. Saldırgan Alman ordularının, genç-yaşlı, kadın-erkek, bütün kent halkı tarafından 140 gün direnilerek belinin kırıldığı yerdir. Avrupa'nın işgalinde hızla sonuca gidebilen faşist Alman orduları, ilk kez Stalingrad önlerinde durduruldu ve yenildi. 'Bir adım daha geri gidilmeyecek', Nazi sürüleri Stalingrad önlerine dayandıklarında, Stalin'in önderliğindeki Savunma Halk Komiserliği'nin yayınladığı emir buydu. Bir Alman subayı ise yazdığı mektupta şöyle diyordu: 'Volga'ya ulaşmamıza yalnızca 1 kilometre var, fakat bu 1 kilometreyi bir türlü geçemiyoruz. Bu 1 kilometre için yapılan savaş, bütün Fransa'nın ele geçilirmesi için yapılan savaştan daha uzun sürdü.'
Stalingrad irade demektir. Bu irade, Marksizm-Leninizm'in şekillendirdiği Sosyalist Anavatan'ın savunulması bilincini yaratmıştır ve mimarı Stalin'dir.
Stalingrad direniş demektir. Her kilometre karesi için 100 bin top mermisi, havan yada bomba harcanan bu yıkıntılar kenti inançla direnen yiğit insanlarıyla sonuna kadar yaşadı ve savaştı.
Stalingrad umut demektir. İtici gücünü tarihsel haklılıktan alan 'Büyük Anayurt Savaşı'nın bu tayin edici çarpışması 'yenilmez' sanılan faşist Alman ordularının da yenilebileceğini göstermesi ile tüm dünya halkları için bir umut ve esin kaynağı oldu.
Hitlerci sürüler, Stalingrad savaşçılarının müthiş direnişi karşısında 700 bin asker, bin tank ve bin 400 uçak kaybettiler. 19 Kasım'da başlayan Sovyet karşı taaruzu, Stalingrad'ı kuşatan faşist Alman ordularının çember içine alınması ile sonuçlandı. Stalingrad, Nazi cellatları için sonun başlangıcıydı.
Sadece, Stalingrad'da Bolşevik Partisi ve Sovyet halkları en nitelikli ve yiğit 2 milyon evladını kaybetti. (Tüm 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı'nda bu rakam 20 milyondur.) Bu bedel Sosyalizm'in Halk Demokrasi'leri ile Dünya'nın altıda birinde yeni bir başlangıç yapması için ödendi.
Bir faşist Alman subayının da dediği gibi Avrupa'yı hallaç pamuğu gibi atıp içerdeki işbirlikçilerinin yardımlarıyla bir günde ülkeler alan Alman faşizmi Sovyet proletaryası ve emekçi halkları önünde nasıl diz çökmüşse bugünün 'imparotorluk' antetli Amerikan emperyalizmi ve işbirlikçilerini de asıl tarih sahnesinden silecek olan Komünist Partiler önderliğinde savaşacak enternasyonel proletarya ve emekçi halklar olacaktır.
Kemalist iktidar ilerici reformlarını kurtuluş savaşı sırasında mücadele eden halk yığınlarının baskısı, anti-emperyalist ve anti-feodal eğiliminin zorlaması ile yapmıştır. Yani kurtuluş savaşının ilerici mirası etkisini bir süre daha göstermiştir.
Bu reformların bir kısmı doğrudan eski feodal iktidarın organ ve üstyapı kurumlarına savaşımı içeriyordu. Bunlara örnek olarak; saltanatın kaldırılması (1 Kasım 1922) , Cumhuriyet'in ilanı (29 Ekim 1923) , Halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924) , Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine (Kapatılmasına) ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun (30 Kasım 1925) gösterilebilir. Bir kısmı da kapitalizmin gelişmesi ve dünya kapitalist pazarıyla uyum sağlamak için yapılan ileri reformlardı. Bunlara örnek olarak da, Beynelmilel Saat ve Takvim Hakkındaki Kanunların Kabulü (26 Aralık 1925) , Ölçüler Kanunu (1 Nisan 1931) , Lakap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun (26 Kasım 1934) , Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun (3 Aralık 1934) , Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934) gösterilebilir.
Bütün bu reformlar ilerici niteliktedir. Feodal üst yapı ile savaşır ve kapitalizmin gelişmesinin önündeki engeller kaldırır. Bunlar bütün burjuva devrimlerin görevlerindendir. Ama Kemalist iktidar bu görevleri tam anlamıyla yerine getirmez. Hilafeti kaldırır ama Atatürk camilerde konuşmalar yapmaktan vazgeçmez. Mesela Atatürk bir konuşmasında dinci gericiliğe nasıl göz ‘kırptığına’ bir bakalım:
“Ey Millet, Allah birdir. Sanı büyüktür. Allahın esenliği, sevgisi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Temel kanunu, hepimizce bilinmektedir ki, yüce Kuran’daki manası açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyiz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor.”
Yine saltanatı kaldırır ama toprak ağalığı düzeninin devam etmesine ses çıkarılmaz. Köylüler ağalık düzenin köleci sömürüsüne zorlanır.
Daha birçok örnek verilebilir.
Ölçü, soyadı ve harf kanunları da belirttiğimiz gibi kapitalizmin gelişmesi için zorunlu uygulamalardı. Mesela, batı ile ticarette zorluk çıkartan bir sayı sistemi, alfabe, ölçü sistemi tercih edilemezdi, edilmedi de.
İlerici reformların diğer bir kısmı da kurtuluş savaşının ilerici mirasıyla yapılan anti-emperyalist nitelikteki reformlardır. Bu reformlara yabancı sermayenin bir miktar sınırlandırılması örnek verilebilir.
Peki, bu reformların anlamı nedir? Yoksa gerçekten M. Kemal sınıflar üstü bir insan mıydı? Kemalist devlet bütün topluma hizmet etmeyi amaçlayan bir devlet miydi?
Bütün bu soruların cevabı yukarı bölümlerde açıklanmıştır. Bu reformların büyük kısmı ülke burjuvazisinin ihtiyacı olarak yapılmış ilerici reformlardır. Yani, saltanatın kaldırılması, harf, ölçü vb. kanunlar kapitalizmin gelişimi için, ticaret için zorunlu olan kanunlardı. Bunlar öncelikle anti-feodal içerikli olup, başta burjuvaziye olmak üzere tüm halka hizmet etmiş ve kapitalizmin gelişiminin önünü açmıştır.
Kurtuluş savaşının ilerici mirası da bu reformlarda etkili olmuştur. Ama bu reformlar, birincisi; öncelikle burjuvaziye hizmet etmektedir, ikincisi; bir devletin niteliği, bir sosyo-ekonomik düzenin niteliği reformlar ile değişmez. Yani ilerici reformları, kurtuluş savaşından sonraki Türkiye’de sistemin kapitalist sistem olmadığının, burjuva diktatörlüğü olmadığının kanıtı saymak çocukçadır. Çünkü bir sistemin niteliğini belirleyen hangi harfi, ölçüyü kullandığı, yöneticilerini nasıl belirlediği değil; üretim araçlarındaki mülkiyetin niteliğidir. Kısacası, özel mülkiyet var olduğu sürece istenildiği kadar ölçüler, harfler değiştirilsin, saltanat, hilafet kaldırılsın; o sistem hala kapitalist sistem ve burjuva diktatörlüğüdür. Bir örnek verelim: İngiltere’de hala saltanat kaldırılmamıştır. Ama İngiltere’nin kapitalist bir ülke olmadığını kimse iddia edemez. Veya Türkiye uluslar arası ölçü ve harfleri değil de Çin harflerini ve ölçü sistemi kullansaydı kapitalist olmayacak mıydı? Şurası inkâr edilemez ki, bütün bu önlemler ilericidir; ancak kapitalizmin gelişmesinin önünü açar ve sistemin niteliğini değiştirmez. Bu konuda boş hayallere ve reformist ‘umutlara’ kapılmamak gerekir.
Kurtuluş savaşına önderlik eden ulusal burjuvazi, halk yığınları ile birlikte feodalizme ve emperyalizme karşı savaştı. Ama ulusal burjuvazinin (toprak ağalarının bir kısmı ile birlikte) önderlik ettiği bir ulusal hareket ve bunun sonucu ortaya çıkan siyasal iktidar; ulusal burjuvazinin sınıfsal niteliğinden dolayı tutarsızdır demiştik. Emperyalizme karşıdır, ama tutarlı bir karşıtlık değil, feodal-bürokratik Osmanlı sistemine karşıdır, ama tutarlı bir karşıtlık değil. Bir yandan emperyalizmin sınırlandırılmasını savunurken diğer yandan emperyalist şirketlerin ülke içindeki varlığını devam ettirmesine izin verir. Bir yandan feodal-bürokratik düzenin saltanat, hilafet gibi üst yapı kurumlarına karşı savaşırken, işbirlikçi feodal toprak sahiplerinin topraklarına el koyarken, diğer yandan toprak ağalarının topraklarının büyük bir kısmına dokunmaz ve feodal kölelik devam ettirilir. İşte böyle bir tutarsızlık söz konusudur.
Bu reformlar sadece sosyo-ekonomik sistemin kapitalizm olma özelliğini değiştirmemekle kalmazlar. Siyasal sistemin de giderek faşizme evirilmesi gerçeğini de değiştirmez. Şapka kanunu ile feodal kültürle bir savaşa girilmiştir, doğrudur. Ama aynı zamanda yüzlerce işçi, komünist öldürülmüş, dergi ve gazeteler yasaklanmış, Kürt halkı katledilmiş, siyasal parti ve dernekler yasaklanmış ve daha niceleri. Yani ülkenin faşist diktatörlük olma özelliği değişmemiştir.
Ama Kemalistler hala şapka, harf, hilafet kanunu vb. ilerici, anti-feodal kanunları öne sürerek, koskoca bir üretim biçiminin, bir sosyo-ekonomik düzenin kapitalist niteliğini, siyasal düzenin faşist olması gerçeğini gözlerden saklamaya çalışıyorlar. Ama sosyalist de diyemiyorlar. Çünkü Atatürk sosyalizm karşıtlığını, özel mülkiyet severliğini defalarca sözleri ve uygulamalarıyla dile getirmiştir. Bu uygulamaları yukarıda inceledik ama bir alıntı daha ekleyelim:
'Türkiye'de Bolşeviklik olmayacaktır.' (Mustafa Kemal Atatürk)
Atatürk konusundaki gerçeği Lenin de dile getirmiştir:
'Mustafa Kemal sosyalist degil'(dir) (Lenin)
Sözü daha fazla uzatmaya gerek yok.
Kemalist Burjuvazi Kurtuluş Savaşındaki İlerici Niteliğini Kaybetmiştir
Ulusal burjuvazinin emperyalizm ve feodalizm karşısındaki ikilemine ve tutarsızlığına değinmiştik. Bu sosyal ve nesnel bir olgudur. Kurtuluş savaşı sırasında önderliği elinde tutan ve ilerici bir rol oynayan ulusal burjuvazi ve onun temsilcileri olan M. Kemal ve grubu, Kurtuluş savaşından sonra işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde tam bir diktatörlük kurmuş, emperyalizm ve feodalizm ile uzlaşmaya girişmiştir. Bu olgu, bir yanılsama veya tarihten sapma değil, Marksizm-Leninizm’in teorik tespitleriyle tamamen uyuşan bir gerçektir. Marksizm-Leninizm gerçek ve tutarlı bir anti-emperyalist, anti-feodal savaş için işçi sınıfının savaşın önder sınıfı olması gerektiğini söyler. Bu savaşa burjuvazi önderlik ettiği koşullarda işçi sınıfı önderliği eline geçirmeye çalışır. Ama bunu savaşı köstekleyerek değil, tüm güçleriyle anti-emperyalist, anti-feodal savaşa destek vererek yapar. İşçi sınıfı eğer bu mücadeleye önderlik edemez ve önderlik burjuvaziye geçerse, o zaman anti-emperyalist ve anti-feodal savaşın başarı şansı azalır. Başarılı olsa dahi geri dönüş kesindir. Çünkü emperyalizm döneminde burjuvazi gericidir. Emperyalizme karşı verilen savaştan sonra burjuvazi varlığını ve egemenliğini devam ettirmesi için, işçi sınıfı ve halk yığınlarını baskı altına alması gerekir. İşçi sınıfının olası bir devriminden korkusu, emperyalist rekabetin zorlu şartları ve baskısı ulusal burjuvaziyi emperyalizm ile uyuşmaya ve işbirliğine zorlar. Stalin’in dediği gibi işçi sınıfının önderlik etmeği ve sosyalist devrimle taçlandırılmayan bütün anti-emperyalist mücadeleler yeniden emperyalizme bağlanmaya mahkûmdurlar.
İşte Türkiye’deki süreç de bu teorik tahlile denk düşen bir hat izledi. Kurtuluş savaşına önderlik eden ulusal burjuvazi (ve onun politik önderleri olan M. Kemal ve grubu) , kurtuluş savaşından sonra ilerici niteliğini kaybetti. Halk yığınları üzerinde kendi diktatörlüğünü kurdu, emperyalizm ve feodalizmle uzlaşmaya girdi. İlerici özelliğini kaybetti ve ulusal burjuvazi işbirlikçi, faşist burjuvazi ve onun sözcüleri de faşist, işbirlikçi politikacılar haline geldi.
İşte M. Kemal’in iki ayrı dönemdeki (Kurtuluş savaşı sırası ve kurtuluş savaşı sonrası) niteliği ve sınıflar mücadelesindeki konumu böyledir. O, tarihten, sınıf mücadelesinden soyut bir kişilik değildir. O, her insan gibi bir sınıfın hizmetindedir. Yalpalayan, tutarsızlıklar sergileyen ve en sonunda emperyalizmle uyuşan burjuvazinin temsilcisidir. Kurtuluş savaşı sırasında bazı eksiklikleri olsa da anti-emperyalist ve ilerici, kurtuluş savaşından sonra ise, emperyalizm ve feodalizmle uzlaşan, faşist bir gericidir.
1920’lı yılların başında İtalya’da, 1933’te Almanya’da ve yakın tarihlerde bir dizi ülkelerde faşist tekelci burjuvazi iktidara geldi. Faşizm, yani tüm demokratik hak ve özgürlüklerin inkârı, halkın en küçük taleplerinin en büyük terör ve şiddetle bastırılması dünya burjuvazisi için bir seçenek durumuna gelmişti. Faşizm, egemenliği tehdit edilen burjuvazinin iktidarını devam ettirme yöntemlerinden birisi idi ve burjuvazi için birçok ülkede zorunluluk haline gelmişti.
Faşizmin, en temel demokratik hak ve özgürlüklerin ayaklar altına alınmasıdır. Faşizmin uygulamalarının başta gelenleri,
- Tek bir parti dışında bütün partilerin yasaklanması
- İşçi örgütlerinin, demokratik derneklerin yasaklanması, baskı altına alınması veya zorla faşist örgütlerin dayatılması
- İşçilerin toplu-sözleşme, grev, iş bırakma gibi haklarının ellerinde alınması
- Demokratların, komünistlerin katledilmesi ve tutuklanması
- Söz, basın ve düşünce özgürlüğünün inkâr edilmesi; dergi ve gazetelerin yasaklanması
- Milliyetçi ve şoven bir propaganda ile halklar arasında düşmanlık yayılması
Faşizmin daha birçok uygulaması sayılabilir, ama bunlar en önde gelenleridir. Almanya’daki faşist diktatörlük dönemine bir bakalım: Nazi partisi 14 Temmuz 1930’de ‘Alman İşçileri Nasyonal Sosyalist Partisi, Almanya’nın tek siyasi partisidir’ diye başlayan bir kanunla ülkedeki tek parti olarak ilan ediliyor. Tüm sendikalar yasaklanıp, işçilerin ve patronların bir arada bulunduğu ‘emek’ örgütleri faşistler tarafından kuruluyor. İşçilerin en temel haklarından olan grev ve toplu sözleşme yasaklanıyor. Binlerce komünist ve demokrat Nazi hücum kıtalarınca öldürülüyor, işkenceden geçiriliyor. Binlerce gazete, dergi, kitap yasaklanıyor ve meydanlarda yakılıyor. Alman milliyetçiliği körüklenip, diğer uluslar aşağılanarak halklar arasında düşmanlıklar yaratılıyor. Binlerce Yahudi bunun sonucu katlediliyor.
Faşizmin temel uygulamaları bunlardır. Şimdi Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye’deki temel demokratik hak ve özgürlüklerin durumuna bakalım.
Kemalist iktidarın ilk önlemlerinden birisi, 1923 Temmuzunda Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası kapatmak; komünistleri ve işçi önderlerini tutuklamak olmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ülkedeki tek siyasi parti idi. Mussolini’nin faşist partisinin kullandığı slogan tekrar edilerek tüm halk CHP’nin üyesi kabul edilmiştir. Faşist İtalya’da da tüm halk Faşist partinin üyesi ilan edilmiş ve diğer partiler kapatılmıştı. 1923 1 Mayısında dağıtılan bildiri bahane edilerek birçok sosyalist tutuklandı. 1925 yılında Teali Amele Cemiyetinin 1 Mayıs’ta büyük bir gösteri yapmak için hazırlandığı sırada, dernek yöneticileri tutuklandı. Mahkeme 12 kişiyi 7-10 yıl hapse mahkum etti. Aynı yıl Aydınlık, Orak-Çekiç ve Yoldaş dergileri kapatıldı. 1927 yılında 89 komünist tutuklandı ve mahkûm edildi. 1930 yılından sonra da komünistlere ve mücadeleci işçilere yönelik irili-ufaklı tutuklamalar devam etti. 1930-1938 arası her yıl komünistler tutuklandı.
Kemalizm’i ve Kemalist iktidarın uygulamalarını savunanlara göre kurtuluş savaşından çıkan Türkiye’de henüz sınıflar yoktu. Bütün çıkarları kaynaşmış bir ulus vardı. M. Kemal ve grubu ise bu sınıfsız ulusun, ‘ulusun tümünün’ temsilcisiydi. Devlette ulusun tamamının çıkarlarının savunucusuydu.
Devletin ulusun tamamının çıkarlarını temsil etmesi olgusunun bir burjuva propagandası olduğunu yukarıda belirttik.
Tarih, ilkel komünal toplum hariç sınıflar savaşımının tarihidir demiştik. Demek bu Marksist önermeye bir de Türkiye toplumu hariç diye eklemek lazımmış. Yani Türkiye toplumunda köylüler yoktur, Osmanlı’da egemen olan, kurtuluş savaşından sonra da toprakların büyük bir kısmına sahip olan toprak ağaları yoktur. Limanlarda, atölyelerde çalışan işçiler, bunların sahibi burjuvalar da yoktur. Böyle pervasızca, göz göre göre saçmalayan bir tez yıllarca Kemalist burjuvazi ve onun ideologlarının iddiası ve propagandası olmuştur.
Kemalist iktidar döneminde “sınıf savaşımı” terimini kullanmak, bunu savunmak yasaklanmıştı. Sınıf savaşımı olduğunu söyleyen yayınlar ise yasaklanmış ve kapatılmıştır. Aslında toplumda sınıfların olmadığı, ulusun tek ve kaynaşmış bir kitle olduğu fikri sadece M. Kemal’e ait değildir. İşçi sınıfı ve halk yığınlarını uyutmak; onların karşısındaki düşmanın burjuvazi olduğunu görmesini engellemek için ‘ulus’ edebiyatı, milliyetçilik propagandası ve ‘çıkarların ortaklığı’ üzerine burjuva gevezeliği yapmak bütün ülkelerin burjuvaları için geçerli ve kullanılan bir yöntemdir. Ama bunun tersini iddia edenleri cezalandırmak, hapse atmak, işkence etmek; bütün bunları açıktan yapmak belli başlı faşist ülkelere nasip olmuştur. Örneğin Hitler Almanya’sında, Nazilere göre ‘sınıflar yoktur; Alman ırkı tamamen kaynaşmış, yüksek bir ulustur’. Aynı Kemalist burjuvazinin yaptığı gibi Naziler de sınıf savaşımından bahsetmeyi yasaklamışlar ve muhalif unsurları baskı altına almışlardır.
Milliyetçilik, faşizm tarafından kullanılan argümanlardan birisidir. Faşizm, bunu kullanırken, diğer halklara karşı yarattığı kinle halkın gerçek düşmanı görmesini engellemeyi amaçlar. Hitler bu amaçla şöyle diyordu: “Bu dünyada üstün ırktan olmayan herkes, adi bir yaratıktır”. Yani Arien ırkı dışındaki bütün uluslar adi yaratıklardır. Bunlar uygarlığın düşmanlarıdırlar. Hitler’e göre Arien ırkı bütün dünyanın en üstün, en yetenekli, bütün kültür ve değerlerin yaratıcısıdır.
Hitler faşizmi, şovenizmi kullanırken, en önemli noktayı kendi ulusunu, kendi ırkını (Arien) yüceltmek, onun değerlerini ve özelliklerini saçmalama derecesine kadar abartmak, Alman tarihini dünyanın en onurlu tarihi olarak göstermek olarak görmüştür. Böyle bir propagandanın etkili olması diğer ırk ve ulusları küçük görmeyi, onları düşman ilan etmeyi gerektirir. Çünkü onlar üstün ve yetenekli insanların ırkından değildirler. Onlar yeteneksizdir, beceriksizdir, tembeldirler. Bu propagandanın amacı, Alman işçi sınıfı ve halk yığınlarının gerçek düşmanı olan Alman tekelci sermayesinin iktidarını korumak; halk yığınlarını yaratılan ‘düşman’ uluslara karşı nefretle, kinle doldurmaktır. Böylece halk yığınlarının gözü ‘düşman’ ulusların üzerindeyken, Alman tekelci sermayesi aynı milliyeti paylaştığı halkı kolayca sömürebilecek ve iktidarını koruyabilecekti.
Yazımızda genelde Alman faşizminden örnekler vermemizin sebebi, onun faşizmin en yalın biçimi olmasıdır. Diğer ülkelerdeki faşizm uygulamaları da benzer özellikler göstermektedir.
Şimdi gelelim M. Kemal’in ve Kemalist burjuvazinin propagandasına.
“Dünya yüzünde ondan daha büyük, ondan daha eski, ondan daha temiz bir millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir...”(Atatürk)
Atatürk bütün bir insanlık tarihini incelemiş, insan toplumunun ırklara ayrılma, sonrasında da milletlerin oluşması sürecinde ilk ortaya çıkan milletin Türk milleti olduğunu keşfetmiştir! Diğer milletler pislik içerisindedir. Kimi az kimi çok ama hepsi pislik içerisindedir! Ama Türk milletinin tarihi çok temizdir! Atatürk burada ‘temiz’ kavramıyla neyi ifade ediyor, bu tam bir muamma. Çünkü her millet gibi Türk milleti içinde de sömürücü sınıflar olmuştur. Feodal Türk ağaları köylüleri acımasızca sömürmüş, köylülerin yoksulluk ve açlık içinde yaşamasına sebep olmuştur. Yine Türk burjuvazisi, halkı sömürmüş, faşist zorbalık altında inletmiş, kar uğruna binlerce işçi ve devrimciyi katletmiş, hapishanelere tıkmıştır. Ama bunlar sadece Türk egemen sınıflarına özgü uygulamalar değil, bütün milletlerin egemen sınıflarınca yapılan uygulamalardır. Bu sebeple Türk halkının tarihi diğer halkların tarihi kadar temizdir, Türk egemen sınıflarının tarihi de diğer milletlerin egemen sınıflarının tarihi kadar ‘pislik’ içerisindedir.
“Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir.”(Atatürk)
Türk milleti zekidir, diğer milletler zeki değildir, diğer milletler çalışkan değil aynı zamanda karaktersizdir. Elbette Atatürk bunu bu şekilde söylemiyor. Belki de böyle düşünmüyor ama ulusa yönelik boş bir abartma söz konusu. Bu propagandanın, bir ulusu ‘yücelten’ ve diğer uluslara düşmanlaştıran faşist bir propaganda olduğunu belirtmiştik. Zaten baştan sona yanlış bir tahlildir. Sınıfları dikkate almayan burjuva bir tahlildir. Türk burjuvazisi hiç de çalışkan değildir. Onlar milyonlarca işçi ve köylüyü sömürerek zenginlik içinde yaşarlar, tembeldirler. Eğer karakterden bahsedersek, bütün milliyetten burjuvalar gibi Türk burjuvazisi de sömürücü, asalak, çürümüş ve gericidir; insani kriterler açısından dahi karaktersizdir. Ama Atatürk ulusu överken aslında söylediği niteliklere hiç de sahip olmayan burjuvaziyi övüyor. Halk yığınları içerisinde ‘yaşasın ulusumuz’ naraları ile burjuvaziye karşı sempati yaratmaya çalışıyor. Atatürk’ün bu tür şoven, milliyetçi sözlerini daha da sıralayabiliriz:
“Türk Milleti kahramanlıkta olduğu kadar kabiliyet ve hünerde de bütün milletlerden üstündür.”
“Türk'ün saygınlığı, onuru ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür.”
“Hiçbir millet, milletimizden çok yabancı unsurların inanış ve ibadetlerine saygı göstermemiştir.”
“Çünkü Türk; derin ve şanlı geçmişin; büyük, kudretli atalarının kutsal miraslarını bu yurtta da muhafaza edebileceğinden mirasları, şimdiye kadar olduğundan çok fazla zenginleştirebileceğinden emindir.”
“Türk! Öğün. Çalış. Güven.”
“Türkler irfan ve marifet aşığıdır.”
“Ne mutlu Türküm diyene! ”
Bütün bunlar bir ulusu aşırı övme, diğer uluslardan daha üstün olduğu yanılsamasını yaratma, böylece diğer ulusları isteyerek veya istemeyerek aşağılama, Hitler’in yaptığı gibi aşırı bir milliyetçilikle halkın gerçek düşmanını yani ulusun içindeki sömürücü sınıfları görmesini engelleme amacını taşıyordu. Türk ulusu o kadar ‘yücedir’ ki; Türk ulusu içinde sömürücü sınıflar olamaz; Türk ulusu o kadar ‘yücedir’ ki; Türk sömürücü sınıfları düşman olamaz. İşte Hitler’in, Mussolini’nin ve birçok faşist iktidarın yaptığı milliyetçi ve faşist propaganda budur. Kemalist burjuvazi ve onun temsilcisi olan Atatürk de bütün demokratik hak ve özgürlükleri yok ederken, işçilerin üzerine silahlı kuvvetler gönderirken, propagandayı kullanmıştır.
Çağdaşlarının Gözüyle Lenin
Vladimir İlyiç Ulyanov Lenin, çağı değiştiren büyük bir toplumsal hareketin önderi, bir strateji-taktik dehası ve büyük bir teorisyen olarak 20. yüzyılın en önemli şahsiyetlerinden biri, belki de birincisidir. Çağdaşlarının Gözüyle Lenin, farklı eğilimlerdeki çok sayıda insanın Lenin’le ilgili anılarını, gözlemlerini, değerlendirmelerini içeriyor. Gorkiy, Clara Zetkin, Vasil Kolarov, Wilhelm Pieck, Fritz Platten, Walter Ulbricht, Marcel Cachin… bunlardan bazıları. Makalelerin yazarları, Lenin’le farklı nedenlerle, farklı zamanlarda ve farklı yerlerdeki karşılaşmalarını yazıya dökerek, Lenin’in az bilinen yönlerine ışık tutuyor. Her biri farklı bir kesit oluşturan bu kareler bir araya geldiğinde, ortaya capcanlı bir Lenin fotoğrafı çıkıyor. Ve böylece Büyük Ekim Devrimi’nin neden onun adıyla birlikte anıldığı, kitlelerin onu neden bir önder olarak benimsediği daha iyi anlaşılıyor.
felsefenin ve toplumbilimin tarihi apaçık gösteriyorki marksizmde her şey insanlığın ve evrensel uygarlığın gelişmesine yöneliktir..onda softalığa dogmatizme donmuş kapalı bir öğretiye benzer hiç bir yan yoktur..tam tersine marxın bütün dehası insan düşüncesinin ortaya koymuş olduğu sorunları çözmesidir..marksın öğretisi felsefe ekonomi ve sosyalizmin temsilcilerinin öğretilerinin devamı olarak doğmuştur,nitekim marxcılık 19. yyda alman felsefesi ingiliz ekonomi politiği ve fransız sosyalizmindeki insanlığın yarattığı bütün ii şeylerin mirascısı olmuştur,bunu bedrettinlere ibni haldunlara eflatunlara daha onlarca inanlık uygarlığına katkı yapanlarla genişletmek mümkün
demokrasiye düşman bir parti evet,aynı abd ve tc gibi,50 yıldır veya 100 yıldır birbiri aynısı partilerin ve sistemin karşıtını yok ederek yoğun baskı ve hegomonya araçlarıyla ve bazen gizli açık teröre basvurarak sürdürdükleri yönetim veya rejimin partisi,diğer ismide buda aldığımız istihbaratlara ve fısıltı gazetesine göre cumhuriyetçi kalkınma partisiymiş :)
aynı zamanda aktif svaş karşıtı anti kapitalist bilim adamı,,neden sosyalizm isimli makalesine bakılabilir