milyarlık cep telefonlarından ‘yeaaa burası çok fantastik, tarih kokuyor’ tıslamalarıyla batıda ki arkadaşlara tasvir edilmeye çalışılan ama iki milyonluk el emeği, göz nuru ürünleri, bir milyona indirmek için cebelleşen eşşşeklerle (yerli turist) dolu kent! ulan, zanaatkarı tasvir ederken on milyonluk telefon görüşmesi yaptın, adama iki milyon versen ne olur? böyle de insana asabiyet yükleyen bir kent. bu arada kızana (ben oluyorum) ne girip/çıkıyorsa ama hakkatten otantik bir kent (tanımdır, uydum formata)
gözlerini kapat. uçsuz, bucaksız, yemyeşil bir ova * ve bu ovanın bittiği yerde heybetlice yükselen bir dağ düşün. işte o dağın eteklerin deyim! ama bu dağ bildiğin gibi değil, öyle bir dağ ki tahayyül ettiğimiz dünyanın nüvelerini taşıyor; kürdü, arabı, türkü, süryaniyi, ermeniyi, yezidiyi eteklerin de toplayıp kardeşlik türkülerini fısıldayarak insanın içini ısıtıyor.
ayrıca burası güneşin yüzünü erken gösterdiği, sofrasını hazırlayıp, çocuklarıyla oturduğu yer! yabancısı değilim, benim de güneşin çocuğu olduğumu bilirsin! (kolumdaki dövme de cabası) ama işte duygusallık lanet bir şey! hüzünlüyüm, çokça hüzünlüyüm, boğazım düğümleniyor, susuyorum. ama bilirsin hüznüm karamsar değil, ilericidir. en iyi sen bilirsin beni, direngenimdir, baş ederim. şimdilik bu kadar, güzel gözlerinden doyumsuzca, binlerce kez öpüyorum.
her yerde aynı terane: korku edebiyatı! hele de çalar saatliğe kalkan anlayışlara bakınca insanın hep uyuyası geliyor! sanki yıllardır insanları uyutan kendi statükocu anlayışları değilmiş gibi!
insan ne kadar uzak durmaya çalışsa da, siyaset denilen mefhum(salla) zorla gelip, buluyor. bu arada 100 yıl geriye gittiğimizi düşünsenize,1907’ deyiz, kapatırdım, sarıyer sırtlarında 1000 dönüm araziyi sonra da satar, torunlarımın da, “ buralar bir zamanlar bizimmiş ama adi dedem kumarda, barda yemiş” li cümleler kurdurturdum.
-hava nasıl oralar da? -parçalı bulutlu, yer yer sağanak yağışlı, deniz de rüzgar karayelden 3 deniz mili, açıklarda 6 şiddetinde esiyor, önümüzdeki üç günde günlük güneşlik, mangalı kap gel.
-hava nasıl oralar da? -şimşekler çakı…yandım anam.
-hava nasıl oralar da? -kum pist çamur, çim pist 3.5 ok
-hava nasıl oralar da -fena saldım, çok kötü! saneney lan, ta amerika’dan buradaki havayı merak ediyorsun.
not: ay ne salağım, yanımdaki arkadaş dürttü, hava nasıl oralarda, edip abinin güzel bir parçasıymış.
notun notu: lavuğa bak, sanki biz bilmiyoruz. sen, hava nasıl oralar da’nın “da” sına baksana, bitişik yazılmış.
böyle afilli bir kurumun kapalı adının sonunun tak diye bitmesi komik geliyor insana! hani tübitez felan olsa, tez bilimsel bir çağrışım yaptırır yada tübifaz gibi enerji neyim. ama sen koca kurumun adını tak'la bitir ve ciddiyetine gölge düşür! anı: küçükken bunların dergilerini sanki bir bok anlıyormuşcasına okuyormuş gibi yapıp, hava basardım(bu kadar artisttim)
sabahsı, turist edasıyla andaval andaval etrafı seyreylersiniz. mideniz kasılır, gözünüz kan çanağına döner, cümlelerin sonu bağlayamazsınız…dayanılacak gibi değildir:
-ağrı kesiciniz var mı? + var da akşam buzlu rakıları içip, deniz ve mehtap sordular seni’ yi öküz gibi böğürerek keyifle söylüyordun. -he.
ağrı kesici de fayda etmez. lan bir daha bu kadar çok içersem’ li sözler verip, elinizi cebinize at. oda ne, cebinizden toka çıkar! ne alaka? ama alkolden bahsediyoruz. iyi de toka ne? ...ikindiyi bulursunuz, vücudunuz fosurdamaya başlar, yatağınız gözünüzde büyür, büyüüürrrr.
milyarlık cep telefonlarından ‘yeaaa burası çok fantastik, tarih kokuyor’ tıslamalarıyla batıda ki arkadaşlara tasvir edilmeye çalışılan ama iki milyonluk el emeği, göz nuru ürünleri, bir milyona indirmek için cebelleşen eşşşeklerle (yerli turist) dolu kent! ulan, zanaatkarı tasvir ederken on milyonluk telefon görüşmesi yaptın, adama iki milyon versen ne olur? böyle de insana asabiyet yükleyen bir kent. bu arada kızana (ben oluyorum) ne girip/çıkıyorsa ama hakkatten otantik bir kent (tanımdır, uydum formata)
gözlerini kapat. uçsuz, bucaksız, yemyeşil bir ova * ve bu ovanın bittiği yerde heybetlice yükselen bir dağ düşün. işte o dağın eteklerin deyim! ama bu dağ bildiğin gibi değil, öyle bir dağ ki tahayyül ettiğimiz dünyanın nüvelerini taşıyor; kürdü, arabı, türkü, süryaniyi, ermeniyi, yezidiyi eteklerin de toplayıp kardeşlik türkülerini fısıldayarak insanın içini ısıtıyor.
ayrıca burası güneşin yüzünü erken gösterdiği, sofrasını hazırlayıp, çocuklarıyla oturduğu yer! yabancısı değilim, benim de güneşin çocuğu olduğumu bilirsin! (kolumdaki dövme de cabası) ama işte duygusallık lanet bir şey! hüzünlüyüm, çokça hüzünlüyüm, boğazım düğümleniyor, susuyorum. ama bilirsin hüznüm karamsar değil, ilericidir. en iyi sen bilirsin beni, direngenimdir, baş ederim. şimdilik bu kadar, güzel gözlerinden doyumsuzca, binlerce kez öpüyorum.
* mezopotamya ovası.
(sen gittikten sonra)
duyumsayacağı boşluğun çapını düşünüp hüzünlenenler,
görmese de varlığını hissedip, haz duyanlar,
iyi ki varsınlı, cümleleri kuranlar,
kardeşin kralısın, diye kadeh tokuşturanlar,
gözlerinden öpenler,
şiirlerdeki dizelerden
('sen gidersen her şey eksik' kalır..
gidersen yıkılır bu kent...
kimdi giden...) sufleler verenler,
ve oğlum diye diye yere göğe sığdırmayan kadın ağlar…
her yerde aynı terane: korku edebiyatı! hele de çalar saatliğe kalkan anlayışlara bakınca insanın hep uyuyası geliyor! sanki yıllardır insanları uyutan kendi statükocu anlayışları değilmiş gibi!
insan ne kadar uzak durmaya çalışsa da, siyaset denilen mefhum(salla) zorla gelip, buluyor. bu arada 100 yıl geriye gittiğimizi düşünsenize,1907’ deyiz, kapatırdım, sarıyer sırtlarında 1000 dönüm araziyi sonra da satar, torunlarımın da, “ buralar bir zamanlar bizimmiş ama adi dedem kumarda, barda yemiş” li cümleler kurdurturdum.
kendine, karşındakine duyduğun saygının gereği, sıkı sıkı tutup, korunması, kollanması gereken yaşantılar, duygular, anlardır.
erdener abi tarzında cevaplanacak soru:
-hava nasıl oralar da?
-parçalı bulutlu, yer yer sağanak yağışlı, deniz de rüzgar karayelden 3 deniz mili, açıklarda 6 şiddetinde esiyor, önümüzdeki üç günde günlük güneşlik, mangalı kap gel.
-hava nasıl oralar da?
-şimşekler çakı…yandım anam.
-hava nasıl oralar da?
-kum pist çamur, çim pist 3.5 ok
-hava nasıl oralar da
-fena saldım, çok kötü! saneney lan, ta amerika’dan buradaki havayı merak ediyorsun.
not: ay ne salağım, yanımdaki arkadaş dürttü, hava nasıl oralarda, edip abinin güzel bir parçasıymış.
notun notu: lavuğa bak, sanki biz bilmiyoruz. sen, hava nasıl oralar da’nın “da” sına baksana, bitişik yazılmış.
bastırılmış, bilinç altına süpürülmüş duyguları, istekleri gün ışığına çıkaran sıvı.(tamam çok kötü bir tanım ama kendime laf sokmak için yazıyorum)
-dün akşamı unutalım, anlıktı, alkoldü, püsürdü.
+ama beden dilin artı gerçek dilin öyle söylemiyordu.
-metildir, metildir.
+unutamam hatta ölümsüzleştirmek için cep telefonuma kaydettim, birazdan internette dolaştıracam.
-hayvansın.
+he.
yemeyi, sıçmadan öğrenmek gibi bir şey! el yordamıyla da bulabilirdin sadakati! (gerçek söylüyorum, et eline ihanet, bul sadakat! anladın?)
böyle afilli bir kurumun kapalı adının sonunun tak diye bitmesi komik geliyor insana! hani tübitez felan olsa, tez bilimsel bir çağrışım yaptırır yada tübifaz gibi enerji neyim. ama sen koca kurumun adını tak'la bitir ve ciddiyetine gölge düşür!
anı: küçükken bunların dergilerini sanki bir bok anlıyormuşcasına okuyormuş gibi yapıp, hava basardım(bu kadar artisttim)
sabahsı, turist edasıyla andaval andaval etrafı seyreylersiniz. mideniz kasılır, gözünüz kan çanağına döner, cümlelerin sonu bağlayamazsınız…dayanılacak gibi değildir:
-ağrı kesiciniz var mı?
+ var da akşam buzlu rakıları içip, deniz ve mehtap sordular seni’ yi öküz gibi böğürerek keyifle söylüyordun.
-he.
ağrı kesici de fayda etmez. lan bir daha bu kadar çok içersem’ li sözler verip, elinizi cebinize at. oda ne, cebinizden toka çıkar! ne alaka? ama alkolden bahsediyoruz. iyi de toka ne? ...ikindiyi bulursunuz, vücudunuz fosurdamaya başlar, yatağınız gözünüzde büyür, büyüüürrrr.