kısa boyu, hafif tombalaklığı, yüzünde ki tane tane benleriyle*, perdedeki sıradan baş aktörleri ters yüz eden osman abi, kendini yönetmekten acizken (yada teorik olarak bütün hiyerarşik yapılanmaların karşısında, otonom) biraz kaderin tecellisi, azda mecburiyetten müdür oluvermişti.
insana olan inancı çelik bilek gibi olan osman abi, hayal ettiği, kolektif akılla, eşit, özgür bir daire yaratmak için bütün koşullarını zorlarken, memur (emekçi) arkadaşlarının osman abinin bu girişimlerini köylüce (oportinist-ce) yorumlayıp, davranması osman abinin jakobenliğe meyletmesine yol açmıştı. (hele, kendini koyun gibi hissettiği, yıllardan beri derin nefret duyarak, ilk kaldıracağım şey dediği imza sirküsünü kaldırma girişimi, memur arkadaşlarının geç gelişleri, uyarıdan anlamayışları, erken kaçışlarıyla, fiyaskoyla sonuçlanmış, osman abiyi derinden üzmüştü) her şeye rağmen çalışanlarıyla samimi kontak kurmaktan geri durmayan osman abi çok sevdiği şehrinden uzak kalmasının verdiği asabiyetle zaman zaman arkadaşlarına fevri davranabiliyordu. neyse ki arkadaşlarının büyük kısmı halden anlayan, olgun insanlardı ve osman abiyi gerçekten abi gibi görüp, seviyorlardı. yine bir gün…
osman abiyi bir entrye sığdıramayacağımız için don lastikli çocukluğundan, tan gazeteli ergenliğine, ergenliğinden gençliğindeki aşklarına, aşklarından orta yaştaki bunalımlarına kadar olan süreci parça parça anlatmak hem onu tanımak açısından, hem de saygısızlık etmemek açısından elzemdir.
*radyodan en çok dane dane benleri var yüzünde, parçasını istiyordu ama ela gözlerinden fırlattığı bakışları, gerçekten can alıcıydı.
karşınızdakine bir değer yükler, pratikte de bunu gösterecek girişimler de bulunursunuz. bu değeri iliklerine kadar hisseden karşınızda ki, hukuğu geliştirip, zenginleştirmek yerine anlaşılmaz bir şekilde hoyratlaşarak, özeni, inceliği elinden bırakıp, ilişkiyi köreltmeye başlar! ne oluyor ya, deyip, yaşananların adını koymaya çalışırsınız: sizi elde etmenin dayanılmaz hafifliği, kaçan- kovalayan paradoksu, heyecan bitti vs.vs. sonuçta her ne menemse, ilişkiniz yıpranır ve gözden geçirmek zorunda kalırsınız. üç vakte kadar iki yol gözükür, ya by-pass yada ilişki mezarlığına mevtayı sessizce gömmek…
göğsüm daralıyor yüreğim kanıyor, olmasaydı sonumuz böyle… mırıl mırıl. ama geçtir hem de çok geç, bunu daha önce düşünüp, buna uygun davranacaktın a merkepinoğlu/kızı.
(nedir’ in tanımının yapıldığı sağ üstteki “bu sayfalarda, hangi terim bize ne anlatıyor, hangi sözcük bize neyi çağrıştırıyor bunu yazıp paylaşıyoruz” kısmını göz önünde bulundurarak)
memnun kaygısız; bodoslama amcamı çağrıştırıyor! (soyadımı bilenlere sadri alışık selamı gönderiyorum) amcam, yüzünden gülümsemesini eksik etmeyen(yüzü aynı zaman da ben tarlası) yaşamla bağları kuvvetli, ufak tefek sorunları kulak arkası eden, aşmış bir adamdı. soyadının (kaygısız) tersine, çevresindeki komşuluk ilişkilerinden, ülkenin temel sorunlarına kadar, duyarlılıkla yaklaşan kaygılı bir insandı. kıt kanat geçinmesine rağmen çocukluğumu renkli hediyeler sunarak (hayal dünyamı zenginleştirmiştir) keyifle geçmesini sağlamıştır…
amcamın bu neşesi, diriliği, coşkusu yengemi kaybedene kadar sürdü! yengemi kaybettikten sonra amcam hüznün bütün karalığıyla yaşamdan elini, ayağını çekti! dünyalar güzeli memnun amcam, bir deri, bir kemik kalmıştı. bütün uyarılara, iyi niyetli teselli girişimlere yüz çevirip, yalnızlığın kör kuyusun da intihara hazırlanıyordu. bitti, yaşamı trajediye dönüşüyor dediğimiz bir anda amcamın hayatı yeni bir aşkla yeşerdi! amcam, yaşama kaldığı yerden bütün hızıyla devam etti-ediyor…
temel adabı: diş, dil, damak kombinasyonuyla içilmesidir (meal: ağız!):
salyalarını, sümüğünü, öküzlüğünü, özlemlerini alkol masasına yatırabilirsin. masa kaldırır (edip abiye bin selam) . empati yeteneğini sonuna kadar kullanabilirsin. merak etme, alkol yardımcın olur. saate bakma, yapabileceğin en kötü harekettir (zira kalabileceğin her şeye geç kalmışsındır zaten) kendini dinle. birazdan, uzağın da olduğun her şeyin özlemi, seni yakıp, kavuracaktır;
palmiyeleriyle, iyot kokusuyla, martı çığlıklarıyla, huzur bulduğun küçük koy! kirli masa örtüleri, ağzı kırık bardakları, sıcak servisiyle, salaş meyhane. ossuruk çiçeklerinin, ebe gömeci ve kuzu kulaklarıyla iç içe geçtiği, yumuk bir tepe. arıların ahenkli melodileriyle çiçeklerine konduğu portakal ağaçları. …ve bir çift güzel göz…
iyi de asıl sorun (duygusuz birliktelik değil) programlarını yeniden şekillendirip, soldan, emekten, özgürlükten yana ilkeli birliktelikle çekim merkezi haline gelmeleri değil mi?
beni bağlamaz, hayatım da oy vermedim, vermem de ama ortada iyi niyetli sosyal demokratlar var o açıdan. yoksa bu bahar akşamı, orhan veli' den 'baharın ilk sabahları' şiiri var ki, nefüs!
bir soluklan orta yaş! çetelen de ne var ne yok? ıkınma, ıkınma, rahat ol. yiyip, içip, sıçtın ama sen de farkındasın yokuşu 2. vitesle çıkmak zorundasın artık! (üstüne geliyorum)
hani bir kız vardı, seni çok seven, ne oldu ona? yoksa, yoksa… tamam lan, tamam. devrek bastonu tirer artık seni. iyi de neden? hay egona s.kayım! şimdi yaz dur, doğum günün bana gelmediğin gündür. ne bekliyordun ya, doğum günü eşeği? bak 1000 kilo metre öteden ses radyodan isteğin çalıyor, kapak olsun sana. metil+ hüzün= ancak bu kadar olur.
neydi, doğum günü: güneşin en güzel doğduğu gün, salla…
şimdi portakal çiçeklerinin kokusu arşı alayı sarmıştır mersin'de. dağ meltemlerinin esmesiyle insanın bütün hücrelerin de hissettiği bu muhteşem kokuya gece sefaları eşlik eder ki işte bu iki muhteşem koku, her bahar duyguları kaşıyıp, kışın bütün kasvetini, karalığını yerle bir eder. sizi teslim alan bu kokuya karşı koyamazsınız. inceden alkolle süslemeye başlarsınız. bu güzelim kokunun yeşerttiği yaşama sevincinizle beraber, gariptir, derin bir eksiklik duygusu ruhunuzu kaplar. ama uzun sürmez. portakal çiçeğinin kokusu tekrar tekrar kınınızdan fırlatır sizi…bir koku bu kadar mı özlenir?
kısa boyu, hafif tombalaklığı, yüzünde ki tane tane benleriyle*, perdedeki sıradan baş aktörleri ters yüz eden osman abi, kendini yönetmekten acizken (yada teorik olarak bütün hiyerarşik yapılanmaların karşısında, otonom) biraz kaderin tecellisi, azda mecburiyetten müdür oluvermişti.
insana olan inancı çelik bilek gibi olan osman abi, hayal ettiği, kolektif akılla, eşit, özgür bir daire yaratmak için bütün koşullarını zorlarken, memur (emekçi) arkadaşlarının osman abinin bu girişimlerini köylüce (oportinist-ce) yorumlayıp, davranması osman abinin jakobenliğe meyletmesine yol açmıştı. (hele, kendini koyun gibi hissettiği, yıllardan beri derin nefret duyarak, ilk kaldıracağım şey dediği imza sirküsünü kaldırma girişimi, memur arkadaşlarının geç gelişleri, uyarıdan anlamayışları, erken kaçışlarıyla, fiyaskoyla sonuçlanmış, osman abiyi derinden üzmüştü) her şeye rağmen çalışanlarıyla samimi kontak kurmaktan geri durmayan osman abi çok sevdiği şehrinden uzak kalmasının verdiği asabiyetle zaman zaman arkadaşlarına fevri davranabiliyordu. neyse ki arkadaşlarının büyük kısmı halden anlayan, olgun insanlardı ve osman abiyi gerçekten abi gibi görüp, seviyorlardı. yine bir gün…
osman abiyi bir entrye sığdıramayacağımız için don lastikli çocukluğundan, tan gazeteli ergenliğine, ergenliğinden gençliğindeki aşklarına, aşklarından orta yaştaki bunalımlarına kadar olan süreci parça parça anlatmak hem onu tanımak açısından, hem de saygısızlık etmemek açısından elzemdir.
*radyodan en çok dane dane benleri var yüzünde, parçasını istiyordu ama ela gözlerinden fırlattığı bakışları, gerçekten can alıcıydı.
psikolojik açılımlarla, minibüs yazılarının arasından;
karşınızdakine bir değer yükler, pratikte de bunu gösterecek girişimler de bulunursunuz. bu değeri iliklerine kadar hisseden karşınızda ki, hukuğu geliştirip, zenginleştirmek yerine anlaşılmaz bir şekilde hoyratlaşarak, özeni, inceliği elinden bırakıp, ilişkiyi köreltmeye başlar! ne oluyor ya, deyip, yaşananların adını koymaya çalışırsınız: sizi elde etmenin dayanılmaz hafifliği, kaçan- kovalayan paradoksu, heyecan bitti vs.vs. sonuçta her ne menemse, ilişkiniz yıpranır ve gözden geçirmek zorunda kalırsınız. üç vakte kadar iki yol gözükür, ya by-pass yada ilişki mezarlığına mevtayı sessizce gömmek…
göğsüm daralıyor yüreğim kanıyor, olmasaydı sonumuz böyle… mırıl mırıl. ama geçtir hem de çok geç, bunu daha önce düşünüp, buna uygun davranacaktın a merkepinoğlu/kızı.
(bkz. hayat ne tuhaf vapurlar filan)
içilmesi, dahili ve harici binlerce sebepe gebe olan sıvı;
kulağınıza bir melodi çarpar: “buraları sevemedim gönlüm orada” lan, bu parça sanki benim ruh halimi anlatı…çın-çın
amma çirkinleşmişiz be badiş, hadi çın-çın (bkz. içelim, güzelleşelim mottosu)
başlığı, bir alkoliğin günlüğüne çevirmişiz öyleyse altogether çın-çın
sebepsiz, direk çın-çın
(nedir’ in tanımının yapıldığı sağ üstteki “bu sayfalarda, hangi terim bize ne anlatıyor, hangi sözcük bize neyi çağrıştırıyor bunu yazıp paylaşıyoruz” kısmını göz önünde bulundurarak)
memnun kaygısız; bodoslama amcamı çağrıştırıyor! (soyadımı bilenlere sadri alışık selamı gönderiyorum) amcam, yüzünden gülümsemesini eksik etmeyen(yüzü aynı zaman da ben tarlası) yaşamla bağları kuvvetli, ufak tefek sorunları kulak arkası eden, aşmış bir adamdı. soyadının (kaygısız) tersine, çevresindeki komşuluk ilişkilerinden, ülkenin temel sorunlarına kadar, duyarlılıkla yaklaşan kaygılı bir insandı. kıt kanat geçinmesine rağmen çocukluğumu renkli hediyeler sunarak (hayal dünyamı zenginleştirmiştir) keyifle geçmesini sağlamıştır…
amcamın bu neşesi, diriliği, coşkusu yengemi kaybedene kadar sürdü! yengemi kaybettikten sonra amcam hüznün bütün karalığıyla yaşamdan elini, ayağını çekti! dünyalar güzeli memnun amcam, bir deri, bir kemik kalmıştı. bütün uyarılara, iyi niyetli teselli girişimlere yüz çevirip, yalnızlığın kör kuyusun da intihara hazırlanıyordu. bitti, yaşamı trajediye dönüşüyor dediğimiz bir anda amcamın hayatı yeni bir aşkla yeşerdi! amcam, yaşama kaldığı yerden bütün hızıyla devam etti-ediyor…
memnun kaygısız: amcam, güzel amcam, can amcam...
temel adabı: diş, dil, damak kombinasyonuyla içilmesidir (meal: ağız!):
salyalarını, sümüğünü, öküzlüğünü, özlemlerini alkol masasına yatırabilirsin. masa kaldırır (edip abiye bin selam) . empati yeteneğini sonuna kadar kullanabilirsin. merak etme, alkol yardımcın olur. saate bakma, yapabileceğin en kötü harekettir (zira kalabileceğin her şeye geç kalmışsındır zaten) kendini dinle. birazdan, uzağın da olduğun her şeyin özlemi, seni yakıp, kavuracaktır;
palmiyeleriyle, iyot kokusuyla, martı çığlıklarıyla, huzur bulduğun küçük koy! kirli masa örtüleri, ağzı kırık bardakları, sıcak servisiyle, salaş meyhane. ossuruk çiçeklerinin, ebe gömeci ve kuzu kulaklarıyla iç içe geçtiği, yumuk bir tepe. arıların ahenkli melodileriyle çiçeklerine konduğu portakal ağaçları. …ve bir çift güzel göz…
içmesini bilene...
'ana, ana,
gümüş olmak istiyorum,
oğul, oğul,
çok üşürsün sonra,
ana, ana,
su olmak istiyorum.
oğul, oğul,
çok üşürsün sonra.
ana, ana,
yastığına işle beni.
oğul, oğul,
olur hemen şimdi'
şiir: lorca- beste: ruhi su- çeviri: sait maden
not: anneler gününe ithafen, sırf o günün anlamını delik deşik eden zihniyete kızgınlıktan, bugün yazılmak zorunda kalınan dizelerdir.
mevsime-ruh hallerimize- denk düşmesi babında, baharın ilk sabahları şiiri var ki her sabah okumak farz;
baharın ilk sabahları
tüyden hafif olurum böyle sabahlar;
karşı damda bir güneş parçası,
içimde kuş cıvıltıları, şarkılar;
bağıra çağıra düşerim yollara;
döner döner durur başım havalarda.
sanırım ki günler hep güzel gidecek;
her sabah böyle bahar;
ne is güç gelir aklıma, ne yoksulluğum.
derim ki: 'Sıkıntılar durdursun! '
şairliğimle yetinir,
avunurum.
chp+dsp=csp uyar!
iyi de asıl sorun (duygusuz birliktelik değil) programlarını yeniden şekillendirip, soldan, emekten, özgürlükten yana ilkeli birliktelikle çekim merkezi haline gelmeleri değil mi?
beni bağlamaz, hayatım da oy vermedim, vermem de ama ortada iyi niyetli sosyal demokratlar var o açıdan. yoksa bu bahar akşamı, orhan veli' den 'baharın ilk sabahları' şiiri var ki, nefüs!
kişisel tarihinizin kakmalı günüdür;
kişisel dedik ya, dur açayım;
geriye bakma;
bir soluklan orta yaş! çetelen de ne var ne yok? ıkınma, ıkınma, rahat ol. yiyip, içip, sıçtın ama sen de farkındasın yokuşu 2. vitesle çıkmak zorundasın artık! (üstüne geliyorum)
hani bir kız vardı, seni çok seven, ne oldu ona? yoksa, yoksa… tamam lan, tamam. devrek bastonu tirer artık seni. iyi de neden? hay egona s.kayım! şimdi yaz dur, doğum günün bana gelmediğin gündür. ne bekliyordun ya, doğum günü eşeği? bak 1000 kilo metre öteden ses radyodan isteğin çalıyor, kapak olsun sana. metil+ hüzün= ancak bu kadar olur.
neydi, doğum günü: güneşin en güzel doğduğu gün, salla…
şimdi portakal çiçeklerinin kokusu arşı alayı sarmıştır mersin'de. dağ meltemlerinin esmesiyle insanın bütün hücrelerin de hissettiği bu muhteşem kokuya gece sefaları eşlik eder ki işte bu iki muhteşem koku, her bahar duyguları kaşıyıp, kışın bütün kasvetini, karalığını yerle bir eder. sizi teslim alan bu kokuya karşı koyamazsınız. inceden alkolle süslemeye başlarsınız. bu güzelim kokunun yeşerttiği yaşama sevincinizle beraber, gariptir, derin bir eksiklik duygusu ruhunuzu kaplar. ama uzun sürmez. portakal çiçeğinin kokusu tekrar tekrar kınınızdan fırlatır sizi…bir koku bu kadar mı özlenir?