Geçmişten gözleri buğulatan bir içli histir sadakat. Geçmişin derin hulyalarında yolculuğa çıkmış, günümüz dünyasına pek uğramaz, meyletmez bir haldedir Sadakat. Sadakatin yolundan yürümek zor ve çetindir. Kaldı ki bahçesinde bir gül bile koklamaya cesaret edemez çoğu kimse. Yorucudur, sabır ve metanet ister. Kolaya sığınanların, kaçkınların yiyeceği nane değildir sadakat. Kaypakların, ürkeklerin taşıyacağı mangal gibi bir yürek değildir sadakat. Hece hece ezberlemektir, kadirşinaslığı ve yüklenmekdir sırtına onca ağırlığı. Sadakat: Mis kokan çıplak bir bebeğin anne kucağında bulduğu huzurlu bir uyku gibidir. Sadakat: Yorgun bir serçenin kanatlarını azgın rüzgara bırakması gibidir. Sadakat: Şeytanın verdiği vereceği vesveseye kapılmadan, iftira kapılarını kapatıp, sabır şerbetinden içmek gibidir. Sadakat: Zulmün boyunlara taktığı zincire direnmek, gerekirse katlanmak ve ölümüne dişlerini sıkmak gibidir. Sadakat: Yutulması zor, acı bir lokum gibidir. Sadakat: Bin emek, gözyaşı ve içten hislerle beslediğimiz ümitler gibidir. O gerçek kapıyı çalıp açamasak da. Dünya bir handır, insanlar yolcu. Ölenin ardından ah çekeriz, hangisi sonuncu? Sonu olmayan seferlerin, nihai son durağıdır sadakat. Nedense insanlar bir tek ölüme sadakat besler. Solgun bir dudak ile kara toprağı öpmek için. Ey insanlık söyle, sadakat senin nerende? Bilirim ki ölüme çare yok, kaçamadığın ölümün eşiğinde. Nankörsün. Bir o kadar kör. Sende saklı bir altın idi sadakat. Gün geçti nafile şimdi solgun bir ölüsün. Uğramazdın insanı şerefli kılan faziletlerin kapısına. Katlanmazdın sabir denen ruhunun arzuladığı şefkat kapısına. Sadakat'den uzak ihanetlerin kapısında büyüdün. Zaman oldu ellerin ile, dillerin ile ve zaman geldi gözlerin ile ihbar ettin sevginin bütün masum yanlarını. Ey nankör! bir o kadar kör. Görmedinmi? seni sen yapan bir erdemdi sadakat. Her uğradığın ihanetlerin girdaplarına saldın sadakatı. Alçaksın, kaçaksın, kaypaksın. Ve nihayetinde işte bir ömür peşine düştüğün nefs'in oyuncağısın. Hadi cağır vesveselerini, cağır günahlarınla imar ettiğin yumak yumak ihanetlerini. Şeytanın türküsünü çalanda söyleyende sendin. Doğruya yalanı katan, masumları çileden çıkaran, şeytan kapısında oynaşan, yallananda sen idin. Hiç mi SADAKAT besleyeceğin kimsen olmadı? Bilirim zordur birinin birisine sadakat beslemesi. Değişen çağların değisen insanlığıdır sadakatsizlik. Zorda olsa bu erdemi unutmayan nice sine'lerinde bu hasreti yaşatan Anadolu insanı var. Türk'e has değerli bir karakter yapısıdır SADAKAT. İhanet kapıları açık oldukça sadakat bahçeleri daima yeşerecektir. Bir kötünün yanında bir iyi muhakkak var olacaktır. Hani meşhur bir hikaye vardır sadakati ve ona beslenen ihaneti anlatan. İhanetin adı göçmen bir kuşa verilir. Sadakatin adı ise bir serçeye. İki dost bütün bahar ve yaz boyunca uçarlar, küçük bir koyun semalarında. Küçük sinekleri, kurtçukları yerler. Arsız yağmurların şaha kaldırdığı derelerden içerler. Çiçek açan ağaçlara konup, papatya tarlalarında gezerler. İki dost söz vermiş birbirine. AYRILMAYACAĞIZ! Öyle ya mevsim değişiyor. Kış gelmiş. Almış bir telaş göçmen kuşunu. Serçe ise her zaman verdiği söze sadık. Ayrılık acı, ihanet kötüymüş serçe için. Yaşamaksa önemli imiş göçmen kuşu için. Geçen baharın tatlı bir eğlencesi hatırına gel demiş göçmen kuşu serceye yeni baharlara uçalım. Serçe çaresiz burda bekleyelim demiş yeni bir baharı. Ama kış acımasızdır demiş göçmen kuşu ' aç kalırız, uşuruz, ölürüz burda ' Serce hayır demiş gözüyaşlı, ' korunuruz direniriz birlikte bütün zorluğa.' Göçmen kuşu inanmamış zayıf ve zarif dostuna. İsrar etmiş 'gidelim' Serçe için gitmek nasıl bir ihanetse onca yaşadığı yere, kalmakda aynı şekilde ihanetmiş sevgiliye. Ve seçerek sevgiyi karar vermiş. Uçacakmış göçmen dostuyla yeni baharlara. Göçmen ile Serçe cıkmışlar yola. Fakat serçe zayıfmış, kanatları narin. Izdırap iliklerinde gezinmeye başlamış serçenin. Kanatları uzun uçuşlar için değil. Dayanamayacak hale gelmiş bu yola. Göçmen kanatları sanki çelikten ve güçlü. Nice baharlara yelken açmada usta bir uçucu. Acımasız yaklaşan bir fırtına kanatlarını dövüyormuş inceden kuşların. Göçmen önde serçe arkada. Yorgunlukdan serçe iyice yavaşlamış. Göçmene 'duralım' demiş artık. 'Biraz dinlenelim' İtiraz etmiş göçmen. Demiş 'daha aşılacak okyanuslar var. Ölürüz'
Eyvah!
Çok fırtınalar görmüş serçe. 'Kurtuluruz' desede nafile. İhanet almış başını en önde gidiyor. Sadakat narin yapısıyla onun peşinde. Serçe sevgisine uymuş, son bir gayretle salmış zarif kanadını fırtınalara. Gökyüzünden daha büyük gelmiş okyanus serçeye. Yorgun bir sesle son kez seslenmiş göçmen dostuna. 'Yoruldum uçamıyorum' Göçmen serçeye şöyle bir bakmış 'dostum bağışla beni, ben yaşamak istiyorum, ve devam ediyorum. Mavi sularında okyanusun bir minik SADAKAT. Yeni bir baharın koynunda koca bir İHANET.'
BÜYÜK Atsız, Kuran'da da emredildiği gibi, dosdoğru bir adamdı. Ömrünün hiçbir devresinde eğri büğrü olmadı. İki yüzlü yaşamadı. Neye inandıysa onu söyledi. Bu bakımdan, başına gelmedik kalmadı. Belâ yağmurundan kurtulamadı. Zulüm, âdeta gölgesi gibiydi. İstanbul'da Askeri Tıbbiye'nin 3. sınıfında okurken, Bağdat'lı bir teğmenin, Türkle'e hakaret ettiğine şahit oldu. O küstah adama selâm vermek içinden gelmedi. Teğmen'in şikâyeti üzerine Askeri Tıbbiye'den kovuldu. (1925) Ona askerliğini er olarak yaptırdılar. İstanbul Üniversitesi'nin Edebiyat Fakültesi'nden mezun olunca Prof. Fuat Köprülü tarafından, aynı fakülteye asistan alındı. (1930) Aksiliğe bakın, Birinci Tarih Kurultayı'nda, ilmi olmayan bir teze itirazda bulunduğu için, Maarif Vekili Dr. Reşit Galib, onu üniversitedeki kürsüsünden alarak Malatya ortaokulunun Türkçe öğretmenliğine sürdü. İnanmayacaksınız ama gerçek... 1923-1950 yılları arasında, devrin iktidar partisi, CHP'ye muhalif olmayı vatana ihanet şeklinde anlıyordu. Devletin, herhangi biri yanlış görüşüne bin belge ortaya koyarak itiraz etmek, en affedilmez suçlar arasındaydı. Türk Tarih Kurumu tarafından hazırlanarak liselerde okutulan o meşhur dört ciltlik tarih kitaplarındaki yanlışları, Orhun dergisinde yazınca derhal bakanlık emrine alındı ve Orhun kapatıldı. (1983) Bir süre işsiz kaldı. Sonra özel bir lisede Türkçe öğretmenliği yapmasına göz yumdular. (1939-1944)
CHP çılgına döndü
BÜYÜK Atsız, dağları bile yerinden hoplatacak nispetteki büyük suçunu, 1944 yılında işledi. Hem geçmişte kapatılan Türkçü dergi Orkun'u çıkarmaya başladı; hem de bu dergide zamanın Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'na iki açık mektup yayımladı. O mektuplarında, devletin önemli mevkilerine sızan komünistlerden bahsetti. Bunlar arasında, Maarif Vekili Hasan Ali Yücel'in koruyup kolladığı Sabahattin Ali'den, CHP milletvekili seçilen Leninist Ahmet Cevat Emre'ye kadar meşhur Marksistler vardı. CHP iktidarı, böyle bir muhalif karşısında çılgına döndü; Büyük Atsız'ı ve yakın arkadaşlarını en ahmak gerekçelerle İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'ne sevketti. Ben o 1944 yılında görülen mel'un ve malum Irkçılık- Turancılık Davası'nın dosyasını, büyük bir dikkatle okumak fırsatını buldum. O dava, bizim tarihimizin Genç Osman vak'ası gibi, Yassıada Mahkemeleri gibi en utanç yüklü rezaletlerimizden biridir. Askeri Savcı Kazım Alöç'ün iddianamesine göre, Nihal Atsız vatan hainidir. Dünyaca meşhur tarih profesörümüz Zeki Velidi Togan vatan hainidir. Alparslan Türkeş, Orhan Şaik Gökyay, Necdet Sançar, Reha Oğuz Türkkan, Hikmet Tanyu, Zeki Sofuoğlu, Sait Bilgiç, Hüseyin Namık Orkun, Dr. Fethi Tevetoğlu, Dr. Hasan Ferit Cansever vatan hainidir! Niçin diye sormayınız. Çünkü bunlar 1944 yılının genç Türkçüleridir. CHP'ye muhalifilerdir. Üstelik zaman zaman iktidara kafa tutan Nihal Atsız'ın görüştüğü ve konuştuğu, hatta mektuplaştığı kimselerdir. O zaman: 'Atın bu adamları tabutluklara, başlarının üzerinde 1.500 mumluk lambalar yakarak, döverek, söverek, aç susuz bırakarak hakaretlerde bulunun' denildi.
Hapis cezası yağdı
BÜYÜK Atsız'ın 9 Nisan 1945 tarihinde, tutuklu bulunduğu Tophane Askeri Cezaevi'nden mahkeme başkanlığına gönderdiği bir dilekçe var. Diyor ki: - Askeri Cezaevine gelinceye kadar, Emniyet Müdürlüğü'nde geçen yedibuçuk aylık müddet içinde, toprağın beş metre altında, duvarlarından lağım suları sızan rutubetten kibrit bile yanmayan güneşsiz, havasız, dar, pis, gayriinsani hücrelerde yaşayarak sıhhatimi kaybettim. Bu hal, ne adaletle, ne vatandaşlıkla, ne de insanlıkla bağdaşır. Şerefli bir Türk olmam dolayısiyle, bana güvenilerek tahliyeme karar verilmesini dilerim! Peki yüksek mahkeme, Büyük Atsız'ın tahliyesine karar verdi mi? Verir mi hiç? Eline geçen bir büyük vatan hainini (!) bırakır mı hiç. Duruşmalar sonunda Prof. Zeki Velidi Togan 10 yıl ağır hapse mahkum edildi. Nihal Atsız 6.5 yıl, Necdet Sançar 1 yıl 2 ay, üsteğmen Alparslan Türkeş 9 ay 10 gün hüküm giydiler. Gerçi, daha sonra yine askeri temyiz mahkemesi, bütün sanıkları beraatle tahliye etti amma neden sonra! Büyük Atsız'ın büyük çilesi bitmedi. Aziz devletimiz, öyle bir değeri, Süleymaniye Kütüphanesi'ne memur olarak tâyin etti. Büyük Atsız, 1967 yılında, içteki ve dıştaki bazı kişi ve kuruluşların Doğu ve Güneydoğu Anadolu üzerinde büyük oyunlar oynadıklarını, Türkiye'nin iç ayaklanmalara gebe olduğunu ÖTÜKEN dergisinde yazdığı için, Mustafa Kayabek ile birlikte 15 aya mahkum oldu ve hapsedildi. Yaşasaydı, daha ne zulümler görecekti.'
Geçmişten gözleri buğulatan bir içli histir sadakat.
Geçmişin derin hulyalarında yolculuğa çıkmış, günümüz dünyasına pek uğramaz, meyletmez bir haldedir Sadakat.
Sadakatin yolundan yürümek zor ve çetindir.
Kaldı ki bahçesinde bir gül bile koklamaya cesaret edemez çoğu kimse.
Yorucudur, sabır ve metanet ister.
Kolaya sığınanların, kaçkınların yiyeceği nane değildir sadakat.
Kaypakların, ürkeklerin taşıyacağı mangal gibi bir yürek değildir sadakat.
Hece hece ezberlemektir, kadirşinaslığı ve yüklenmekdir sırtına onca ağırlığı.
Sadakat: Mis kokan çıplak bir bebeğin anne kucağında bulduğu huzurlu bir uyku gibidir.
Sadakat: Yorgun bir serçenin kanatlarını azgın rüzgara bırakması gibidir.
Sadakat: Şeytanın verdiği vereceği vesveseye kapılmadan,
iftira kapılarını kapatıp, sabır şerbetinden içmek gibidir.
Sadakat: Zulmün boyunlara taktığı zincire direnmek, gerekirse katlanmak ve ölümüne dişlerini sıkmak gibidir.
Sadakat: Yutulması zor, acı bir lokum gibidir.
Sadakat: Bin emek, gözyaşı ve içten hislerle beslediğimiz ümitler gibidir.
O gerçek kapıyı çalıp açamasak da.
Dünya bir handır, insanlar yolcu.
Ölenin ardından ah çekeriz, hangisi sonuncu?
Sonu olmayan seferlerin, nihai son durağıdır sadakat.
Nedense insanlar bir tek ölüme sadakat besler.
Solgun bir dudak ile kara toprağı öpmek için.
Ey insanlık söyle, sadakat senin nerende?
Bilirim ki ölüme çare yok, kaçamadığın ölümün eşiğinde.
Nankörsün. Bir o kadar kör.
Sende saklı bir altın idi sadakat.
Gün geçti nafile şimdi solgun bir ölüsün.
Uğramazdın insanı şerefli kılan faziletlerin kapısına.
Katlanmazdın sabir denen ruhunun arzuladığı şefkat kapısına.
Sadakat'den uzak ihanetlerin kapısında büyüdün.
Zaman oldu ellerin ile, dillerin ile ve zaman geldi gözlerin ile ihbar ettin sevginin bütün masum yanlarını.
Ey nankör! bir o kadar kör. Görmedinmi? seni sen yapan bir erdemdi sadakat.
Her uğradığın ihanetlerin girdaplarına saldın sadakatı.
Alçaksın, kaçaksın, kaypaksın.
Ve nihayetinde işte bir ömür peşine düştüğün nefs'in oyuncağısın.
Hadi cağır vesveselerini, cağır günahlarınla imar ettiğin yumak yumak ihanetlerini. Şeytanın türküsünü çalanda söyleyende sendin.
Doğruya yalanı katan, masumları çileden çıkaran, şeytan kapısında oynaşan, yallananda sen idin. Hiç mi SADAKAT besleyeceğin kimsen olmadı?
Bilirim zordur birinin birisine sadakat beslemesi.
Değişen çağların değisen insanlığıdır sadakatsizlik.
Zorda olsa bu erdemi unutmayan nice sine'lerinde bu hasreti yaşatan Anadolu insanı var.
Türk'e has değerli bir karakter yapısıdır SADAKAT.
İhanet kapıları açık oldukça sadakat bahçeleri daima yeşerecektir.
Bir kötünün yanında bir iyi muhakkak var olacaktır.
Hani meşhur bir hikaye vardır sadakati ve ona beslenen ihaneti anlatan. İhanetin adı göçmen bir kuşa verilir.
Sadakatin adı ise bir serçeye.
İki dost bütün bahar ve yaz boyunca uçarlar, küçük bir koyun semalarında.
Küçük sinekleri, kurtçukları yerler.
Arsız yağmurların şaha kaldırdığı derelerden içerler.
Çiçek açan ağaçlara konup, papatya tarlalarında gezerler. İki dost söz vermiş birbirine. AYRILMAYACAĞIZ!
Öyle ya mevsim değişiyor. Kış gelmiş.
Almış bir telaş göçmen kuşunu. Serçe ise her zaman verdiği söze sadık.
Ayrılık acı, ihanet kötüymüş serçe için.
Yaşamaksa önemli imiş göçmen kuşu için. Geçen baharın tatlı bir eğlencesi hatırına gel demiş göçmen kuşu serceye yeni baharlara uçalım.
Serçe çaresiz burda bekleyelim demiş yeni bir baharı.
Ama kış acımasızdır demiş göçmen kuşu ' aç kalırız, uşuruz, ölürüz burda ' Serce hayır demiş gözüyaşlı, ' korunuruz direniriz birlikte bütün zorluğa.'
Göçmen kuşu inanmamış zayıf ve zarif dostuna. İsrar etmiş 'gidelim' Serçe için gitmek nasıl bir ihanetse onca yaşadığı yere, kalmakda aynı şekilde ihanetmiş sevgiliye. Ve seçerek sevgiyi karar vermiş. Uçacakmış göçmen dostuyla yeni baharlara.
Göçmen ile Serçe cıkmışlar yola.
Fakat serçe zayıfmış, kanatları narin. Izdırap iliklerinde gezinmeye başlamış serçenin. Kanatları uzun uçuşlar için değil.
Dayanamayacak hale gelmiş bu yola.
Göçmen kanatları sanki çelikten ve güçlü.
Nice baharlara yelken açmada usta bir uçucu. Acımasız yaklaşan bir fırtına kanatlarını dövüyormuş inceden kuşların.
Göçmen önde serçe arkada.
Yorgunlukdan serçe iyice yavaşlamış. Göçmene 'duralım' demiş artık. 'Biraz dinlenelim' İtiraz etmiş göçmen. Demiş 'daha aşılacak okyanuslar var. Ölürüz'
Eyvah!
Çok fırtınalar görmüş serçe. 'Kurtuluruz' desede nafile. İhanet almış başını en önde gidiyor. Sadakat narin yapısıyla onun peşinde.
Serçe sevgisine uymuş, son bir gayretle salmış zarif kanadını fırtınalara. Gökyüzünden daha büyük gelmiş okyanus serçeye. Yorgun bir sesle son kez seslenmiş göçmen dostuna.
'Yoruldum uçamıyorum' Göçmen serçeye şöyle bir bakmış 'dostum bağışla beni, ben yaşamak istiyorum, ve devam ediyorum.
Mavi sularında okyanusun bir minik SADAKAT.
Yeni bir baharın koynunda koca bir İHANET.'
Size, Yavuz Bulent Bakiler'in Tercuman Gazetesindeki Atsiz hakkindaki yazisini aynen aktariyorum.
'Büyük Atsız'a büyük zulüm
01.02.2005
YAVUZ BÜLENT BAKİLER
----------
BÜYÜK Atsız, Kuran'da da emredildiği gibi, dosdoğru bir adamdı. Ömrünün hiçbir devresinde eğri büğrü olmadı. İki yüzlü yaşamadı. Neye inandıysa onu söyledi. Bu bakımdan, başına gelmedik kalmadı. Belâ yağmurundan kurtulamadı. Zulüm, âdeta gölgesi gibiydi.
İstanbul'da Askeri Tıbbiye'nin 3. sınıfında okurken, Bağdat'lı bir teğmenin, Türkle'e hakaret ettiğine şahit oldu. O küstah adama selâm vermek içinden gelmedi. Teğmen'in şikâyeti üzerine Askeri Tıbbiye'den kovuldu. (1925) Ona askerliğini er olarak yaptırdılar.
İstanbul Üniversitesi'nin Edebiyat Fakültesi'nden mezun olunca Prof. Fuat Köprülü tarafından, aynı fakülteye asistan alındı. (1930) Aksiliğe bakın, Birinci Tarih Kurultayı'nda, ilmi olmayan bir teze itirazda bulunduğu için, Maarif Vekili Dr. Reşit Galib, onu üniversitedeki kürsüsünden alarak Malatya ortaokulunun Türkçe öğretmenliğine sürdü.
İnanmayacaksınız ama gerçek... 1923-1950 yılları arasında, devrin iktidar partisi, CHP'ye muhalif olmayı vatana ihanet şeklinde anlıyordu. Devletin, herhangi biri yanlış görüşüne bin belge ortaya koyarak itiraz etmek, en affedilmez suçlar arasındaydı. Türk Tarih Kurumu tarafından hazırlanarak liselerde okutulan o meşhur dört ciltlik tarih kitaplarındaki yanlışları, Orhun dergisinde yazınca derhal bakanlık emrine alındı ve Orhun kapatıldı. (1983) Bir süre işsiz kaldı. Sonra özel bir lisede Türkçe öğretmenliği yapmasına göz yumdular. (1939-1944)
CHP çılgına döndü
BÜYÜK Atsız, dağları bile yerinden hoplatacak nispetteki büyük suçunu, 1944 yılında işledi. Hem geçmişte kapatılan Türkçü dergi Orkun'u çıkarmaya başladı; hem de bu dergide zamanın Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'na iki açık mektup yayımladı. O mektuplarında, devletin önemli mevkilerine sızan komünistlerden bahsetti. Bunlar arasında, Maarif Vekili Hasan Ali Yücel'in koruyup kolladığı Sabahattin Ali'den, CHP milletvekili seçilen Leninist Ahmet Cevat Emre'ye kadar meşhur Marksistler vardı. CHP iktidarı, böyle bir muhalif karşısında çılgına döndü; Büyük Atsız'ı ve yakın arkadaşlarını en ahmak gerekçelerle İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'ne sevketti.
Ben o 1944 yılında görülen mel'un ve malum Irkçılık- Turancılık Davası'nın dosyasını, büyük bir dikkatle okumak fırsatını buldum. O dava, bizim tarihimizin Genç Osman vak'ası gibi, Yassıada Mahkemeleri gibi en utanç yüklü rezaletlerimizden biridir. Askeri Savcı Kazım Alöç'ün iddianamesine göre, Nihal Atsız vatan hainidir. Dünyaca meşhur tarih profesörümüz Zeki Velidi Togan vatan hainidir. Alparslan Türkeş, Orhan Şaik Gökyay, Necdet Sançar, Reha Oğuz Türkkan, Hikmet Tanyu, Zeki Sofuoğlu, Sait Bilgiç, Hüseyin Namık Orkun, Dr. Fethi Tevetoğlu, Dr. Hasan Ferit Cansever vatan hainidir! Niçin diye sormayınız. Çünkü bunlar 1944 yılının genç Türkçüleridir. CHP'ye muhalifilerdir. Üstelik zaman zaman iktidara kafa tutan Nihal Atsız'ın görüştüğü ve konuştuğu, hatta mektuplaştığı kimselerdir. O zaman: 'Atın bu adamları tabutluklara, başlarının üzerinde 1.500 mumluk lambalar yakarak, döverek, söverek, aç susuz bırakarak hakaretlerde bulunun' denildi.
Hapis cezası yağdı
BÜYÜK Atsız'ın 9 Nisan 1945 tarihinde, tutuklu bulunduğu Tophane Askeri Cezaevi'nden mahkeme başkanlığına gönderdiği bir dilekçe var. Diyor ki:
- Askeri Cezaevine gelinceye kadar, Emniyet Müdürlüğü'nde geçen yedibuçuk aylık müddet içinde, toprağın beş metre altında, duvarlarından lağım suları sızan rutubetten kibrit bile yanmayan güneşsiz, havasız, dar, pis, gayriinsani hücrelerde yaşayarak sıhhatimi kaybettim. Bu hal, ne adaletle, ne vatandaşlıkla, ne de insanlıkla bağdaşır. Şerefli bir Türk olmam dolayısiyle, bana güvenilerek tahliyeme karar verilmesini dilerim!
Peki yüksek mahkeme, Büyük Atsız'ın tahliyesine karar verdi mi?
Verir mi hiç?
Eline geçen bir büyük vatan hainini (!) bırakır mı hiç. Duruşmalar sonunda Prof. Zeki Velidi Togan 10 yıl ağır hapse mahkum edildi. Nihal Atsız 6.5 yıl, Necdet Sançar 1 yıl 2 ay, üsteğmen Alparslan Türkeş 9 ay 10 gün hüküm giydiler. Gerçi, daha sonra yine askeri temyiz mahkemesi, bütün sanıkları beraatle tahliye etti amma neden sonra!
Büyük Atsız'ın büyük çilesi bitmedi. Aziz devletimiz, öyle bir değeri, Süleymaniye Kütüphanesi'ne memur olarak tâyin etti. Büyük Atsız, 1967 yılında, içteki ve dıştaki bazı kişi ve kuruluşların Doğu ve Güneydoğu Anadolu üzerinde büyük oyunlar oynadıklarını, Türkiye'nin iç ayaklanmalara gebe olduğunu ÖTÜKEN dergisinde yazdığı için, Mustafa Kayabek ile birlikte 15 aya mahkum oldu ve hapsedildi.
Yaşasaydı, daha ne zulümler görecekti.'