Tesettür konusunda en kati AB ülkelerinin basinda Fransa geliyor. Oda, Devlet ilk ö?retim ve Liselerde bunu kabul etmezken, Özel ilkögretim ile Liselerde ve bütün Üniversitelerde serbest birakiyor.
Bediüzzaman Hazretleri, Vanda bir Üniversite kurulmasini 1900 lu yillarin basinda dönemin Halifesi Abdulhamit Han'a teklif eder ve önerir: Bu Üniversitede Türkçe Farz (mecburi) , arabça vacib (mecburi seçmeli) ve kürtçe sünnet (seçmeli) olmalidir.
Bundan 100 sene önce günümüz Türkiyesine müthis bir Çözüm.
Gerek Muhammed Rasit Hazretleri gereksede Seyda Seyh Abdulbaki Hazretleri, Velayet makaminin verdigi Ylahi güç sayesinde, bir çok insanimizin imaninin artmasina ve kötü aliskanliklarindan kurtulmalarina vesile olmuslardir. Allah dualarindan eksik etmesin.
GRUP adina http://www.antoloji.com/grup/fethullah-gulen
'Nasılki adi bir resimin bile bir Ressamı var, bir köhnemiş binanın bile mir Mimarı var, basit bir ilacın bile bir Eczacısı var, aynen öylede şu muhteşem Kainat Eczanesinin bir Eczacısı, Şu mükemmel Kainat Resminin bir Ressamı, şu harikulade Kainat binasının bir Mimarı olan Allah tabiki vardır ve onu görmemek için gözünü kapayanlar ancak kendileri görmez birer Kördür.'
İlhan Selçuk, Hikmet Çetinkaya, Emin Çölaşan, Ahmet Taner Kışlalı, Doğu Perinçek, Emin Değer ve diğerleri ile Cumhuriyet Gazetesinin yayınlamak zorunda kaldığı
Fikir ve şiir tarihimizde çok önemli bir yeri olan M. Akif, günümüzde tam olarak anlaşılmış değildir. Onun gerek Millî Mücadele yıllarında halkı uyandırmak için yaptığı faaliyetler, gerekse ülkemizin aydınlık bir iklime taşınması yolunda büyük önem arz eden fikirleri, günümüz insanı tarafından yeterince anlaşılamamıştır. M. Akif’i; liseyi bitirmiş birçok genç, maalesef sadece İstiklâl Marşı’yla tanıyor. Halbuki Akif, milletimize İstiklâl Marşı gibi, dünyanın en güzel marşlarından birini hediye etmenin yanında, Çanakkale gibi bir mücadeleyi destanlaştırmış, ülkesinin maddî–mânevî problemleri üzerinde kafa yormuş ve bunlara çağının çok ilerisinde çözümler üretmiştir. Akif, içinde bulunduğu coğrafyanın ve bir meyvesi olduğu Türk-İslâm tarihinin uyanık bir beyni olarak, dünyayı ve içinde bulunduğu çağı çok iyi tahlil etmiş, onun eksik ve arızalarını, çürümüş yanlarını teşhis ederek inanç-vicdan-bilim eksenli önemli reçeteler sunmuştur. Akif’in fikirlerinin tutarlı olmasının temelinde; kendisinin hem pozitif bilimlerde hem de dinî ilimlerde çok iyi bir eğitim almış olması (veteriner okulunu birincilikle bitirmiştir) , milletimizin bu topraklarda geçirdiği bin yılı ve onun maddî-mânevî dinamiklerini iyi bilmesi ve çağını iyi tanıması yatmaktadır. Bu özellikler onun şiirlerini çok iyi beslediği gibi, fikirlerinin de tutarlı olmasını sağlamıştır.
Akif, her şeyden önce ‘inançlı bir insandır.’ O, hâdiselere inancının penceresinden bakmış ve buradan hareketle fikirler üretmiştir. Döneminin bazı aydınları gibi, hastalıklara ‘fildişi kule’lerden reçeteler yazmamış, bazı Avrupa ve İslâm ülkelerinin durumlarını gezerek bizzat müşahede etmiştir. Sanatını inancının emrine veren Akif, fikirlerini, dertlerini, ümitlerini, heyecanlarını yedi ayrı kitaptan oluşan Safahat’ta toplamıştır. Onun hülyalarının, ideallerinin ve ülkesine dair hedeflerinin kaynağı İslâm’dır. O, şiirini cemiyetini daha ilerilere götürmek için vasıta yapmıştır. Fakat bunu yaparken sanatından taviz vermediği gibi, çiğ bir propaganda batağına da saplanmamıştır. Şiir, Akif’in ikliminde çok önemli ifade imkânlarına kavuştu. İnsanımız adına onun elinde, fikirler ve feryatlar şiirleşti. O şiire, hayatı her yönüyle soktu. Bütün hayata kafa yordu. Akif, hayat ve dünya karşısında; ‘Hayal ile yoktur benim alış-verişim/ İnan ki her ne demişsem, görüp de söylemişim.’ diyecek kadar gerçekçidir.
Akif’in en çok görüş bildirdiği konulardan biri, ilimdir. Akif’e göre sağlam bir ilim, İslâm’ın daha iyi anlaşılmasına ve yaşanmasına vesile olacaktır. Fakat Akif, çağının Müslüman’ının ilim ve irfandan çok uzak düştüğünü gördü. Bunun sebeplerini araştırdı. Akif’e göre milletimizi geri bırakan, bazılarının söylediği gibi, din değildir. Geriliğin sebebi, Müslümanların İslâm’dan uzaklaşarak, din yerine hurafelere inanmalarıdır. Akif, İslâm’ın tevekkül anlayışını yanlış yorumlayanlar tarafından söylenen ‘Din terakkiye mânidir.’ tarzındaki iddialara; ‘Mütefekkirleriniz dini de hiç anlamamış.’ diyerek karşı çıkar. Akif’e göre ‘Din terakkiye mânidir.’ sözü, günümüzün tembel Müslüman’ına bakılarak verilmiş bir hükümdür. Akif, şiirlerinde tembel insanları şöyle tenkit eder:
‘Çalış dedikçe Şeriat, çalışmadın durdun Onun hesabına birçok hurafe uydurdun Sonunda bir de ‘tevekkül’ sokuşturup araya Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya! ’
O, şiirlerinde; ‘Müslümanlık’ denilen rûh-i ilâhî, arasak/ ‘Müslümân’ız’ diyen insan yığınından ne uzak! ’ diyerek günümüz Müslümanlarından şikayetini dile getirir. Ardından Asr-ı Saadet’ten misâller getirerek, insanlığın İslâm’la nasıl terakkî ettiğini şu mısralarla anlatır: ‘O, ne dehşetli terakkî, o, ne müdhiş sür’at! Öyle bir hârika gösterdi mi insâniyyet? ’ Akif, İslâm’ın Asr-ı Saadet’te yaşanmış şekline hasret duyar. Azmin sebatın yaşandığı dönemleri hayal eder: ‘Ah o din nerde, o azmin, o sebatın dîni; O yerin gökten inen dîni, hayatın dîni? ’ Akif’e göre geri kalmanın en önemli sebeplerinden birisi, tembelliktir. Şiirlerinde;
‘Bir bakıma gökler uyanık, yer uyanıktır, Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır! ... Yer çalışsın, gök çalışsın; sen sıkılmazsan otur! ’ diye haykırarak milleti, tembellikten, cehaletten uyarmaya çalışır. Bazen de tembellik ve miskinlik neticesinde, İslâm’ın bir zamanlar ilim merkezi olan şehirlerinin, bugünkü virâne hali karşısında isyanını dile getirir:
‘O Buhârâ, o mübârek, o muazzam toprak; Zilletin koynuna girmiş uyuyor müstağrak! İbn-i Sînâları yüzlerce doğurmuş iklîm Tek çocuk vermiyor âgûşuna ilmin, ne akîm! ’
Akif, bir zamanlar ilmin merkezi olan şehirlerin bugünkü hale nasıl düştüğü, Orta Çağ’da Avrupa’daki karanlık merkezlerin bugün neden bilimin merkezi olduğu hususunda fikirler üretir. Akif’e göre bunun sebebi, bizde ilme ve ilim adamına gereken değerin verilmemesidir. Kendi içinde istikrar sağlayamamış, geleceğe emniyetle bakamayan, ekonomik bakımdan sıkıntıları olan, makam ve mevkilerin rüşvetle veya değişik ahbap-çavuş oyunlarıyla elde edildiği ülkelerde, ilim gerektiği gibi gelişemez. Çünkü böyle ülkelerde ilmin yerini, sahtekârlıklar; ilim adamının yerini de şarlatanlar, şovmenler ve soyguncular almıştır. Akif’e göre Tanzimat’tan sonra aydın ile halkın arası açılmıştır. Halk, aydının değer verdiği konulara inanmamaktadır. Halka göre aydının kendi değerlerinden uzaklaşmasının sebebi; bütün fesatlıkların başı olan, ‘fen okumasıdır.’ Dolayısıyla halk fenne karşı cephe alır. Artık baş ile gövde birlikte hareket etmemektedir. Akif, halk ile aydın arasındaki ayrılığı şu mısralarıyla dile getirir:
‘Niye ilmin adı yok, koskoca millette bugün? Çünkü efkâr-ı umûmiyye aleyhinde bütün; Çünkü yerleşmek için gezdiği yerde fünûn Önce gâyetle büyük hürmet arar, sonra sükûn! ’
“Akif’e göre ilerleme tekamülle olur: bu muazzam ağacın gövdesi baştan aşağı sayısız kökleri, tekmil dalı, tekmil budağı milletin sine-i mazisine merbut, oradan uzanıp gelmektedir. Bir cemaat bu ağacın bazı yerlerini, mesela çiçeğini beğenmez onu elindeki baltayla kesmeye kalkarsa, biliniz ki, sadece terakki imkânlarını değil; kendi kendini de yok eder. Çünkü ortada canlı bir varlık değil, sadece odun kalır.”1 Evet, ilim yerleşmek için gezdiği yerlerde, hürmet ve huzur aramaktadır. İnsan yukarıdaki mısraları okuyunca, onca yıldır hiçbir şeyin değişmediğini, hiçbir şeyden ibret alınmadığını, her şeyin tekerrür edip durduğunu anlıyor.
Akif’e göre, şimdilik bilimin merkezi Batı’dır. Fakat ‘İlim, mü’minin yitik malıdır.’ onu nerede bulursa alacaktır. Bu açıdan Akif, Batı’nın ilmini ve sanatını almamız gerektiğini ısrarla vurgular. Fakat bunları alırken, Batı’nın bizim inanç ve kültür değerlerimize uymayan taraflarına;
‘Garb’ın eşyası eğer kıymeti hâizse yürür Moda şeklinde gelen seyyie gümrükte çürür! ’
sözleriyle ambargo koyar. O, insanın faydasına olan medeniyetin peşindedir. Çünkü bilim ve teknoloji insanlığın ortak malıdır. Kültür ise, milletlere hastır; başka kültürlerle değiştirilemez. Akif Batı bilimini şekillendirmede ‘Kendi mâhiyyet-i rûhiyeniz olsun kılavuz.’ diyerek kendi millî kültürümüze ve îmânımıza işaret eder. Akif bu hususta, o dönemin Japonya’sını över. Japonya, 1854’te Avrupa’yla temaslara başlamış, 1900’lü yılların başında bilim ve teknikte Batı standartlarına ulaşmasına rağmen, kendi öz kültürüne ait kurumları muhafaza etmiş, eski ile yeniyi güzel bir sentezde buluşturmuştur. Akif buradan hareketle, Batı’nın alınacak yönlerini şöyle anlatır:
‘Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atini; Veriniz hem de mesâînize son sür’atini. Çünkü kaabil değil artık yaşamak bunlarsız; Çünkü milliyeti yok san’atın ve ilmin; yalnız.’
1997 yılının Mart ayında çıkan Arnavutluk'taki isyan sonucu 250 kadar Türk vatandaşı Türkiye'ye tahliye edildi. Tahliye edilen Türkler için Arnavutluk'taki Mehmet Akif Özel Türk Koleji bir sığınak oldu. Vatandaşlarımızı M. Akif Koleji öğretmenleri nöbet tutarak korudular. Türk öğretmenler iç savaşa rağmen okullarını terk etmediler.
Muhteşem geçmiş dile getirildiğinde hepimizin zihni, bir yönüyle, gayr-i ihtiyarî olarak oraya kayar. Onun için felaket günlerimizin felâketzede şairi Merhum Akif ki kadimden bu yana gelmiş geçmiş şairlerimiz arasında, acısıyla-tatlısıyla yaşadığı dönemi o ölçüde içten terennüm eden bir-iki şair varsa bunlardan biri, belki de birincisidir o diyor ki:
Viranelerin yascısı baykuşlara döndüm. Gördüm de hazânında bu cennet gibi yurdu. Gül devrini bilseydim onun, bülbül olurdum. Ya Rabb beni evvel getireydin ne olurdu!
Evet, hangimiz Kanuni dönemini paylaşmayı düşünmeyiz? Hangimiz Yavuz Selim’in yanında, onunla beraber yeniçeri türküsünü mırıldanmayı istemeyiz? Hangimiz, Mercidabık’ta, Ridaniye’de veya Çaldıran’da o hünkâr-ı âzâmın sağında veya solunda, demirden bir kalkan gibi, göğsümüzü siper edip ona kalkan olmayı düşünmeyiz? Evet bu muhteşem tarih, her zaman bizim içimizde gayr-i iradî bir alâka odağıdır.
Tesettür konusunda en kati AB ülkelerinin basinda Fransa geliyor. Oda, Devlet ilk ö?retim ve Liselerde bunu kabul etmezken, Özel ilkögretim ile Liselerde ve bütün Üniversitelerde serbest birakiyor.
Alinti:
http://www.antoloji.com/grup/fethullah-gulen
Bediüzzaman Hazretleri, Vanda bir Üniversite kurulmasini 1900 lu yillarin basinda dönemin Halifesi Abdulhamit Han'a teklif eder ve önerir: Bu Üniversitede Türkçe Farz (mecburi) , arabça vacib (mecburi seçmeli) ve kürtçe sünnet (seçmeli) olmalidir.
Bundan 100 sene önce günümüz Türkiyesine müthis bir Çözüm.
Alinti:
http://www.antoloji.com/grup/fethullah-gulen
(
Gerek Muhammed Rasit Hazretleri gereksede Seyda Seyh Abdulbaki Hazretleri, Velayet makaminin verdigi Ylahi güç sayesinde, bir çok insanimizin imaninin artmasina ve kötü aliskanliklarindan kurtulmalarina vesile olmuslardir. Allah dualarindan eksik etmesin.
GRUP adina
http://www.antoloji.com/grup/fethullah-gulen
'Nasılki adi bir resimin bile bir Ressamı var, bir köhnemiş binanın bile mir Mimarı var, basit bir ilacın bile bir Eczacısı var, aynen öylede şu muhteşem Kainat Eczanesinin bir Eczacısı, Şu mükemmel Kainat Resminin bir Ressamı, şu harikulade Kainat binasının bir Mimarı olan Allah tabiki vardır ve onu görmemek için gözünü kapayanlar ancak kendileri görmez birer Kördür.'
O, bizleri hiç yanlız bırakmadı......
----Aynı isimler, aynı sonuçlar:-----
İlhan Selçuk, Hikmet Çetinkaya, Emin Çölaşan, Ahmet Taner Kışlalı, Doğu Perinçek, Emin Değer ve diğerleri ile Cumhuriyet Gazetesinin yayınlamak zorunda kaldığı
tekzipler (95 adet) için lütfen bakınız:
http://tr.fgulen.com/a.page/hukuk.kosesi/tekzipler/c432.html
Mahkeme Kararları ile ilgili lütfen bakınız:
http://tr.fgulen.com/a.page/hukuk.kosesi/mahkeme.kararlari/c32.html
Bıraktığın mirasa hakkıyla sahip çıkamadık ey Nebi!
Mehmet Akif ve Modern İlim -1
Fikir ve şiir tarihimizde çok önemli bir yeri olan M. Akif, günümüzde tam olarak anlaşılmış değildir. Onun gerek Millî Mücadele yıllarında halkı uyandırmak için yaptığı faaliyetler, gerekse ülkemizin aydınlık bir iklime taşınması yolunda büyük önem arz eden fikirleri, günümüz insanı tarafından yeterince anlaşılamamıştır. M. Akif’i; liseyi bitirmiş birçok genç, maalesef sadece İstiklâl Marşı’yla tanıyor. Halbuki Akif, milletimize İstiklâl Marşı gibi, dünyanın en güzel marşlarından birini hediye etmenin yanında, Çanakkale gibi bir mücadeleyi destanlaştırmış, ülkesinin maddî–mânevî problemleri üzerinde kafa yormuş ve bunlara çağının çok ilerisinde çözümler üretmiştir.
Akif, içinde bulunduğu coğrafyanın ve bir meyvesi olduğu Türk-İslâm tarihinin uyanık bir beyni olarak, dünyayı ve içinde bulunduğu çağı çok iyi tahlil etmiş, onun eksik ve arızalarını, çürümüş yanlarını teşhis ederek inanç-vicdan-bilim eksenli önemli reçeteler sunmuştur. Akif’in fikirlerinin tutarlı olmasının temelinde; kendisinin hem pozitif bilimlerde hem de dinî ilimlerde çok iyi bir eğitim almış olması (veteriner okulunu birincilikle bitirmiştir) , milletimizin bu topraklarda geçirdiği bin yılı ve onun maddî-mânevî dinamiklerini iyi bilmesi ve çağını iyi tanıması yatmaktadır. Bu özellikler onun şiirlerini çok iyi beslediği gibi, fikirlerinin de tutarlı olmasını sağlamıştır.
Akif, her şeyden önce ‘inançlı bir insandır.’ O, hâdiselere inancının penceresinden bakmış ve buradan hareketle fikirler üretmiştir. Döneminin bazı aydınları gibi, hastalıklara ‘fildişi kule’lerden reçeteler yazmamış, bazı Avrupa ve İslâm ülkelerinin durumlarını gezerek bizzat müşahede etmiştir.
Sanatını inancının emrine veren Akif, fikirlerini, dertlerini, ümitlerini, heyecanlarını yedi ayrı kitaptan oluşan Safahat’ta toplamıştır. Onun hülyalarının, ideallerinin ve ülkesine dair hedeflerinin kaynağı İslâm’dır. O, şiirini cemiyetini daha ilerilere götürmek için vasıta yapmıştır. Fakat bunu yaparken sanatından taviz vermediği gibi, çiğ bir propaganda batağına da saplanmamıştır. Şiir, Akif’in ikliminde çok önemli ifade imkânlarına kavuştu. İnsanımız adına onun elinde, fikirler ve feryatlar şiirleşti. O şiire, hayatı her yönüyle soktu. Bütün hayata kafa yordu. Akif, hayat ve dünya karşısında; ‘Hayal ile yoktur benim alış-verişim/ İnan ki her ne demişsem, görüp de söylemişim.’ diyecek kadar gerçekçidir.
Akif’in en çok görüş bildirdiği konulardan biri, ilimdir. Akif’e göre sağlam bir ilim, İslâm’ın daha iyi anlaşılmasına ve yaşanmasına vesile olacaktır. Fakat Akif, çağının Müslüman’ının ilim ve irfandan çok uzak düştüğünü gördü. Bunun sebeplerini araştırdı. Akif’e göre milletimizi geri bırakan, bazılarının söylediği gibi, din değildir. Geriliğin sebebi, Müslümanların İslâm’dan uzaklaşarak, din yerine hurafelere inanmalarıdır. Akif, İslâm’ın tevekkül anlayışını yanlış yorumlayanlar tarafından söylenen ‘Din terakkiye mânidir.’ tarzındaki iddialara; ‘Mütefekkirleriniz dini de hiç anlamamış.’ diyerek karşı çıkar. Akif’e göre ‘Din terakkiye mânidir.’ sözü, günümüzün tembel Müslüman’ına bakılarak verilmiş bir hükümdür. Akif, şiirlerinde tembel insanları şöyle tenkit eder:
‘Çalış dedikçe Şeriat, çalışmadın durdun
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun
Sonunda bir de ‘tevekkül’ sokuşturup araya
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya! ’
O, şiirlerinde; ‘Müslümanlık’ denilen rûh-i ilâhî, arasak/ ‘Müslümân’ız’ diyen insan yığınından ne uzak! ’ diyerek günümüz Müslümanlarından şikayetini dile getirir. Ardından Asr-ı Saadet’ten misâller getirerek, insanlığın İslâm’la nasıl terakkî ettiğini şu mısralarla anlatır:
‘O, ne dehşetli terakkî, o, ne müdhiş sür’at!
Öyle bir hârika gösterdi mi insâniyyet? ’
Akif, İslâm’ın Asr-ı Saadet’te yaşanmış şekline hasret duyar. Azmin sebatın yaşandığı dönemleri hayal eder:
‘Ah o din nerde, o azmin, o sebatın dîni;
O yerin gökten inen dîni, hayatın dîni? ’
Akif’e göre geri kalmanın en önemli sebeplerinden birisi, tembelliktir. Şiirlerinde;
‘Bir bakıma gökler uyanık, yer uyanıktır,
Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır!
...
Yer çalışsın, gök çalışsın; sen sıkılmazsan otur! ’
diye haykırarak milleti, tembellikten, cehaletten uyarmaya çalışır. Bazen de tembellik ve miskinlik neticesinde, İslâm’ın bir zamanlar ilim merkezi olan şehirlerinin, bugünkü virâne hali karşısında isyanını dile getirir:
‘O Buhârâ, o mübârek, o muazzam toprak;
Zilletin koynuna girmiş uyuyor müstağrak!
İbn-i Sînâları yüzlerce doğurmuş iklîm
Tek çocuk vermiyor âgûşuna ilmin, ne akîm! ’
Akif, bir zamanlar ilmin merkezi olan şehirlerin bugünkü hale nasıl düştüğü, Orta Çağ’da Avrupa’daki karanlık merkezlerin bugün neden bilimin merkezi olduğu hususunda fikirler üretir. Akif’e göre bunun sebebi, bizde ilme ve ilim adamına gereken değerin verilmemesidir. Kendi içinde istikrar sağlayamamış, geleceğe emniyetle bakamayan, ekonomik bakımdan sıkıntıları olan, makam ve mevkilerin rüşvetle veya değişik ahbap-çavuş oyunlarıyla elde edildiği ülkelerde, ilim gerektiği gibi gelişemez. Çünkü böyle ülkelerde ilmin yerini, sahtekârlıklar; ilim adamının yerini de şarlatanlar, şovmenler ve soyguncular almıştır. Akif’e göre Tanzimat’tan sonra aydın ile halkın arası açılmıştır. Halk, aydının değer verdiği konulara inanmamaktadır. Halka göre aydının kendi değerlerinden uzaklaşmasının sebebi; bütün fesatlıkların başı olan, ‘fen okumasıdır.’ Dolayısıyla halk fenne karşı cephe alır. Artık baş ile gövde birlikte hareket etmemektedir. Akif, halk ile aydın arasındaki ayrılığı şu mısralarıyla dile getirir:
‘Niye ilmin adı yok, koskoca millette bugün?
Çünkü efkâr-ı umûmiyye aleyhinde bütün;
Çünkü yerleşmek için gezdiği yerde fünûn
Önce gâyetle büyük hürmet arar, sonra sükûn! ’
“Akif’e göre ilerleme tekamülle olur: bu muazzam ağacın gövdesi baştan aşağı sayısız kökleri, tekmil dalı, tekmil budağı milletin sine-i mazisine merbut, oradan uzanıp gelmektedir. Bir cemaat bu ağacın bazı yerlerini, mesela çiçeğini beğenmez onu elindeki baltayla kesmeye kalkarsa, biliniz ki, sadece terakki imkânlarını değil; kendi kendini de yok eder. Çünkü ortada canlı bir varlık değil, sadece odun kalır.”1 Evet, ilim yerleşmek için gezdiği yerlerde, hürmet ve huzur aramaktadır. İnsan yukarıdaki mısraları okuyunca, onca yıldır hiçbir şeyin değişmediğini, hiçbir şeyden ibret alınmadığını, her şeyin tekerrür edip durduğunu anlıyor.
Akif’e göre, şimdilik bilimin merkezi Batı’dır. Fakat ‘İlim, mü’minin yitik malıdır.’ onu nerede bulursa alacaktır. Bu açıdan Akif, Batı’nın ilmini ve sanatını almamız gerektiğini ısrarla vurgular. Fakat bunları alırken, Batı’nın bizim inanç ve kültür değerlerimize uymayan taraflarına;
‘Garb’ın eşyası eğer kıymeti hâizse yürür
Moda şeklinde gelen seyyie gümrükte çürür! ’
sözleriyle ambargo koyar. O, insanın faydasına olan medeniyetin peşindedir. Çünkü bilim ve teknoloji insanlığın ortak malıdır. Kültür ise, milletlere hastır; başka kültürlerle değiştirilemez. Akif Batı bilimini şekillendirmede ‘Kendi mâhiyyet-i rûhiyeniz olsun kılavuz.’ diyerek kendi millî kültürümüze ve îmânımıza işaret eder. Akif bu hususta, o dönemin Japonya’sını över. Japonya, 1854’te Avrupa’yla temaslara başlamış, 1900’lü yılların başında bilim ve teknikte Batı standartlarına ulaşmasına rağmen, kendi öz kültürüne ait kurumları muhafaza etmiş, eski ile yeniyi güzel bir sentezde buluşturmuştur. Akif buradan hareketle, Batı’nın alınacak yönlerini şöyle anlatır:
‘Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atini;
Veriniz hem de mesâînize son sür’atini.
Çünkü kaabil değil artık yaşamak bunlarsız;
Çünkü milliyeti yok san’atın ve ilmin; yalnız.’
(Sızıntı Aralık 2004 - A. Osman DÖNMEZ)
Vatandaşlarımız M. Akif Koleji'ne sığındı
1997 yılının Mart ayında çıkan Arnavutluk'taki isyan sonucu 250 kadar Türk vatandaşı Türkiye'ye tahliye edildi. Tahliye edilen Türkler için Arnavutluk'taki Mehmet Akif Özel Türk Koleji bir sığınak oldu. Vatandaşlarımızı M. Akif Koleji öğretmenleri nöbet tutarak korudular. Türk öğretmenler iç savaşa rağmen okullarını terk etmediler.
Muhteşem geçmiş dile getirildiğinde hepimizin zihni, bir yönüyle, gayr-i ihtiyarî olarak oraya kayar. Onun için felaket günlerimizin felâketzede şairi Merhum Akif ki kadimden bu yana gelmiş geçmiş şairlerimiz arasında, acısıyla-tatlısıyla yaşadığı dönemi o ölçüde içten terennüm eden bir-iki şair varsa bunlardan biri, belki de birincisidir o diyor ki:
Viranelerin yascısı baykuşlara döndüm.
Gördüm de hazânında bu cennet gibi yurdu.
Gül devrini bilseydim onun, bülbül olurdum.
Ya Rabb beni evvel getireydin ne olurdu!
Evet, hangimiz Kanuni dönemini paylaşmayı düşünmeyiz? Hangimiz Yavuz Selim’in yanında, onunla beraber yeniçeri türküsünü mırıldanmayı istemeyiz? Hangimiz, Mercidabık’ta, Ridaniye’de veya Çaldıran’da o hünkâr-ı âzâmın sağında veya solunda, demirden bir kalkan gibi, göğsümüzü siper edip ona kalkan olmayı düşünmeyiz? Evet bu muhteşem tarih, her zaman bizim içimizde gayr-i iradî bir alâka odağıdır.
(Prizma - M.Fethullah Gülen)