Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu'nun Hürriyet'e önemli açıklamalarda bulunduğu mülakatın ikinci bölümü.
İHTİYAÇLARI KARŞILAMALI
Tarih boyunca Kuran’ın çeşitli dillere çevirisi ve tefsiri yapılmıştır. Meal ve tefsirler yapıldıkları dönemin bilgi birikimini yansıtmaları sebebiyle Kuran-ı Kerim’in her dönemde insanların ihtiyaçlarına cevap verebilmesi için çağın yeni bilgilerine göre yeniden yorumlanması gerekir. O bakımdan Kuran-ı Kerim’in tefsiri her çağda o çağın ihtiyaçlarına göre yenilenir ve değişir. Böyle olunca da Kuran-ı Kerim’in yorumunda son söz söylenemez ve bir kimsenin söylediği söz, bir kimsenin veya bir gurubun yazdığı tefsir Kuran-ı Kerim’in son sözü, son yorumu değildir.
AYET YORUMLARI ESKİDİ
Kuran-ı Kerim’deki pek çok ayetin modern hayatın gerekleri ile bağdaşmadığı şeklindeki değerlendirmeler yanlıştır ve konuya yüzeysel bir yaklaşımın sonucudur. Ancak Kuran’daki bazı ayetlerin geçmiş dönemlerde yapılan yorumunun eskidiği ve günümüz toplumlarının şart ve ihtiyaçlarıyla bağdaşmadığı ise bir gerçektir. Bu nedenle de Kuran’ın her dönemde o dönemin bilgi birikimiyle yeniden yorumlanması bir ihtiyaçtır ve öteden beri İslam bilginlerince önerilen/savunulan bir husustur.
KADINA ÖNCELİK GEREK
Kuran’da inanma ve vazifeler bakımından kadın ve erkek arasında bir ayırım bulunmamaktadır. İnsanın sırf insan olması özelliği ile hak sahibi ve değerli olması İslam’ın temel ilkelerinden biridir. Kadın-erkek eşitliği de, bu temel ilkenin gereğidir. Hatta günümüzde kadın haklarını önceleyen ve destekleyen bir anlayışın ve hizmet politikasının benimsenmesi gerekir.
Diyanet’in Alevilere hatası varsa düzelmeli
Diyanet İşleri Başkanlığı bir devlet kuruluşudur, bir kamu kuruluşudur, Diyanet İşleri Başkanlığı bir sünni kuruluş değildir. Yani Başkanlığımızın sünni politikayı izleme ve sürdürme ve Alevilere karşı tavır alma gibi bir görevi veya eğilimi olamaz. Kaldı ki Aleviliğin zıddı Sünnilik değildir, Aleviliğin zıddı Emeviliktir. O da tarihte kalmış bir mücadeleyi hatırlatır bize. Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde bir görevlimizin dini söyleminde Alevileri kuşatmayan bir yaklaşım bu güne kadar olmuş ise biz bunu düzeltmeliyiz. Yani Diyanetin din anlayışını herkesi kuşatan bir yelpazeye kavuşturmalıyız. Camiye gelen-gelmeyen, dini ritüellerini yapan-yapmayan herkesi muhatap almalıyız. Çünkü biz günümüz din anlatımında artık ritüel merkezli bir dindarlık değil, ahlak merkezli bir dindarlık, etkili ve anlamlı bir dindarlık üzerinde duruyoruz. Böyle olunca, camiye gelen-gelmeyen herkesi kuşatan, dine karşı yaklaşımı, ibadetlere devamlılığı ne olursa olsun herkesi ferahlatan, aydınlatan, bilgilendiren bir İslam anlayışını, anlatımını öne çıkarıyoruz.
KARDEŞLERİMİZ
Aleviler müslüman kardeşlerimizdir. Alevilik İslam kültür tarihinin içinde mevcut olan ve benzerleri de bulunan bir tarikat veya kültürel eğilimdir. Alevilik İslam içinde kalan, kültürel öğelerin daha belirgin olduğu alt bir yorum ve anlayıştır. Mezhep saymak, tarihten akıp gelen bilimsel ölçütleri kullanırsak, zordur. Şia mezheptir ama Alevilik daha çok bizim Anadolu coğrafyasına ait bir kültürel eğilimdir. Ancak, önemle belirteyim, laik ve demokratik yapı içinde insanları vatandaşlık esasına göre ele almalı, tarikat ve mezheplerine göre ayrıştırmaktan mutlaka kaçınmalıyız. Diyanet’in bir kamu kurumu olarak Alevi kardeşlerimizi de kuşatan bir din anlatımı, din tanıtımı yapması gerekir. Zaten öyle de yapıyoruz.
Yaşlı Kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar... Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem de niye renklerinin ille de siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine... Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. 'Onlar' dedi, 'benim için iki simgedir evlat.' 'Neyin simgesi' diye sordu çocuk. 'İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.' Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi: 'Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi? ...' Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa: 'Hangisi mi evlat? ... Ben hangisini daha iyi beslersem...” dilek'ten selamlar
Megaryalı Bizans, kendi kabilesi için bir şehir kurmak ister ve fikrini almak üzere Delf kahinine başvurur. Aldığı cevap kısa ve kesindir: - 'Bu şehri, Körler Ülkesi'nin karşısına kur! ' Neresidir bu 'Körler Ülkesi' diye fazla düşünmez Bizans. Aramaya karar verir. Aylar sonra Sarayburnu'nun bulunduğu yere gelir. Boğaz'dan Kadıköy'ün yerinde bulunan şehri seyreder ve kendi kendine sorar: - 'Bu şehri neden benim bulunduğum güzel yerde kurmamışlar da karşıki çorak topraklar üzerine kurmuşlar? Bu adamlar kör mü? ' Sonra birden, kahinin sözlerini hatırlar: 'Şehrini, Körler Ülkesi'nin karşısında kur! ' O an karar verir. Körler Ülkesi'nin karşısındadır. Kendisi şehri, Boğaz'ın yakasındaki yemyeşil yerde, yedi tepe üzerine kuracaktır. Şehir kısa zamanda Haliç'le Ligos Burnu üzerinde kurulur. Adı, kurucusuna mal ederek Bizans olur.
Hiç beklentisiz sevdiniz mi? Yani bugün telefon etmedi demeden, şu an nerede acaba diye kendi kendinizi yemeden, yaş günümü hatırlayacak mı acaba diye bir beklenti içine girmeden...sevdiniz mi hiç? Onun, size ait bir mal olmadığını kabul edip, onu özgür yaşamı ile sevmeyi denediniz mi? Yanında ki kız arkadaşına aldırmamayı öğrenip, ama aldırmıyormuş gibi yapmadan, gerçekten aldırmadan, - bitecekse biter, bunu ben değiştiremem, beni sevmeyi bırakmasını değiştiremeyeceğim gibi -diye düşünüp Onu yersiz kıskançlıklara boğmaktan ve kendinizi yıpratmaktan vazgeçebildiniz mi hiç? Hiç beklemeden çalan bir kapıda O'nu karşınız da görmek ne güzeldir bilir misiniz? Beklemediğiniz bir anda hediye almak en sevdiğinizden.Ve beklemeden gelen bir 'seni seviyorum' mesajının tadına varabildiniz mi hiç? Siz istediğiniz için değil, O istiyor diye yapıldı mı tüm bunlar?
Ve beklentisiz sevmemin tadına bakabildiniz mi hiç?
Bugün beni hatırlamadı yerine.. -hiç beklemiyordum, senin geleceğini diyebilmek ne güzeldir oysa.. Onu boğmadan, kendinizi boğmadan, sevebilmek ne güzeldir.. Sahiplenme duygusundan uzak, sevmenin, sevilmenin tadına varabildiniz mi hiç? Yapılmamış davranışlar, söylenmemiş sevgi sözcükleri ile kendi kendimizi aşk çıkmazında kaybedeceğinize, Hiç beklenmeyen bir demet çiçekle mutlu oldunuz mu?
Beklentisiz sevin. Ben beklentisiz seviyorum.. 'Niye aranmadım' diye düşünüp kendini kendinizi yiyeceğinize hiç beklenmedik bir 'seni özledim' mesajı ile aşkı yakalayın. Beklentisiz sevin.. Ben beklentisiz seviyorum.. O sizin sevgiliniz oldu için değil.. Ona tapulu malınız gibi. Çantanız, arabanız gibi davranma hakkınız olduğunu düşünmeden. Onu sevdiğiniz, onun da sizi sevdiği için, sevin..
Sevgiye karışan beklenti denen illeti hemen silin aşkın ak sayfalarından.Göreceksiniz ki o zaman aşk başka bir güzel. Göreceksiniz ki,o zaman sevgili daha bir romantik.. Göreceksiniz ki o zaman sevmek ve sevilmenin damaklarda bıraktığı tat, Yıllanmış şarap gibi, beklenti zehrine karışmadan bir başka döndürüyor insanın başını.. Ben beklentisiz seviyorum..Onun nerede olduğunu merak etmiyorum.. Beni bugün neden aramadı diye geçirmiyorum içimden, aramadığı zamanlar da.. Geleceğe dair hayallerimde yok zaten.. Ben sevgiyi yaşıyorum.. Onun yanımda olduğu anlar o kadar değerli, o kadar kıymetli ki..
Gerçekleşmemiş ve gerçekleşmeyecek beklentilerle mahvetmiyoruz o anları.. Beklentisiz seviyoruz. Sevdiğimiz için seviyoruz.. Hayalsiz, geleceksiz, beklentisiz. Anlık seviyoruz..
İran ile Bağdat'a giden kervan yollarının kesiştiği noktada bulunması nedeniyle Sivas, tarihte önemli ticaret merkezlerinden biri olmuştur. 1142'de Danişmendlilerin başkenti olan kentte özellikle Selçukluların bıraktlğı sayısız sanat ve mimari yapıtlar bulunur. izzeddin Keykavus Şifahanesi, Gök Medrese, Buruciye Medresesi bunlardan birkaçıdır. Kurtuluş Savaşı'nın başlaması kararı alınan ve Milli Kongre'nin Sivas'ta yapılmış olması, kentin günümüz tarihindeki önemini yansıtır. Sedef hastalığı için dünyadaki tek tedavi Merkezi olan Balıklı Kaplıca, Hafık, Tödürge ve Gökpınar Gölleri ise doğanın en güzel örneklerinden birkaçıdır.
GENEL BİLGİLER
Yüzölçümü: 28.488 km² Nüfus: 767.481 (1990) İlçe sayısı: Sivas (merkez) , Akıncılar, Altınyayla, Divriği, Doğanşar, Gemerek, Gülova, Gürün, Hafık, İmranlı, Kangal, Koyulhisar, Suşehri, Şarkışla, Ulaş, Yıldızeli, Zara. Yıl boyu sıcaklık ortalaması: C
ÖNEMLİ YERLER
Fidanlık ve Eğriçimen Orman İçi Dinlenme Yerleri, Sıcakçermik, Soğukçermik ve Balıklıçermik, Divriği Kalesi, Sivas Ulucamisi, Divriği Ulucamisi ve Darüşşifası, İzzeddin Keykâvus Darüşşifası, Gök Medrese (Sahibiye Medresesi) , Buruciye Medresesi ve Çifte Minareli Medrese, Meydan Kale (Sivas) , Ali Ağa, Ali Baba ve Kale (Divriği) Camileri, Ahi Emir Ahmed, Kadı Burhaneddin, ve Abdülvahap Gazi Türbeleri, Güdük Minare (Şeyh Hasan Bey Türbesi) , Sitte Melik ve Kameriddin Kümbetleri, Boğazköprü, Eğriköprü, Kesikköprü ve Şahruh Köprüsü, Behram Paşa Hanı, Meydan Hamamı, Sivas Müzesi, Sivas 4 Eylül Atatürk Müzesi SİVASLI OLMAKTA BİR AYRICALIK YAKANLAR DIŞINDA
Cem Cem, Alevilerin topluca düzenledikleri ibadet töreninin adıidıir. Cem kelime manasıiyla 'toplanmak' ve 'birlik' anlamıina gelmektedir. Alevi inancıina göre Cem’in tarihçesi Hz. Muhammed’in yaşsadıiğgıi dönemdir. Ve ilk Cem’e Hz. Muhammed mürşsitlik etmişstir. Buna 'Kıirklar Cemi' de deniliyor. Cem töreninin bir değgil, birden çok özelliğgi bu töreni klasik diyebileceğgimiz tapıinma törenlerinden farklıilaşstıirıir. Her şseyden önce Cem, Cem’e gelenlerin birbirilerinden 'razıi' olmalarıi, rıizalıik almalarıi gerekiyor. Yani kıirgıinlıik, küskünlük Cem’e başslanmadan önce mutlaka çözüme kavuşsturulur ve ondan sonra Cem başslar. Cem sadece insanıin yaratıicıi güce karşsıi günahlarıinıin, hatalarıinıin af olunmasıi ve tövbe etmesi değgildir. Bununla beraber aynıi zamanda insanıin içinde yaşsadıiğgıi topluma karşsıi sorumluluğgunu yerine getirip getirmediğginin sorgulamasıidıir. Eğger bir kişsi herhangi bir suç işslemişsse ve bu suç Cem’de bulunan cemaat tarafıindan tespit edilmişsse o kişsi Cem’i yöneten 'Dede' tarafıindan 'dara' çekilir. Buna 'Darıi Mansur' da denilir. Suçun derecesine göre toplumun onaylamasıiyla ceza verilir. Bu arada belirtmekte fayda var. Bir kişsi ne kadar ağgıir suç işslemişsse işslesin, o kişsi asla ölümle cezalandıirıilmaz. Suçu ne kadar ağgıir olursa olsun bir kişsiye verilecek en ağgıir ceza onu cemaatten dıişslamaktıir. Bu da Alevi inancıinıin adalet anlayıişsıinıi gösterir. Cem’de kadıin erkek beraberce ibadet ederler. Dedenin duasıiyla Cem başslar. Cem’de hizmetleri gören 'On iki' hizmet sahibi vardıir. Cem’deki dualarıin içeriğgi genellikle Ehlibeyt’e bağglıilıik On İIki İImamlar, Hak, Muhammed, Ali sevgisine dayanıir. Deyişslerde Alevi tarihini şsekillendiren olaylarıin geçtiğgi şsiirler okunur. Bu deyişsler eşsliğginde kadıinlıi erkekli Semah dönülür. Cem’e katıilanlar halka şseklinde otururlar. Ve yine Cem’e katıilanlar lokmalarıinıi beraberlerinde getirirler. Bu lokmalar ortaklaşsa paylaşsıilıir. Cem’lerdeki bazıi adetler yöreden yöreye değgişsse de öz aynıidıir.
YUNUS EMRE Yunus Emre hakkıindaki bilgiler kesin olmamakla beraber 1238 yıilıinda doğgduğgu ve 1320’de hakka yürüdüğgüdür şseklindedir. Anadolu’nun bir çok bölgesinde Yunus Emre’ye ait olduğgu iddia edilen mezarlar vardıir. Her ne kadar bazıilarıi gizlemeye çalıişssa da Yunus Emre bir Alevidir. Sanatıiyla, düşsüncesiyle kendinden sonraki kuşsaklarıi etkileyecek kadar büyük bir kişsilik Yunus Emre, bu kişsiliğge giden yolda ilk dersi büyük Alevi önderi Hacıi Bektaşsıi Veli’den almıişstıir. Yunus Emre Anadolu’da hüküm süren Selçuklu devletinin halkıi zulüm altıinda tuttuğgu, baskıilar uyguladıiğgıi ve bir de durmaksıizıin yinelenen Moğgol saldıirıilarıinıin olduğgu bir dönemde yaşsamıişstıir. Bu dönemde bir de kıitlıik olunca Anadolu insanıi daha da perişsan oldu. Perişsan olanlardan biri de Yunus Emre’ydi. Hacıi Bektaşsıi Veli’nin yapıitlarıindan 'Vilayetname'’de geçen anlatıima göre Yunus Emre bu kıitlıik olan yıilda köyünden yola çıikarak ulu Hünkâr Hacıi Bektaşsıi Veli’nin dergâhıina varıip biraz buğgday isteyecekti. Giderken eli boşs gitmemek için yolda heybesine alıiç doldurdu. Ulu Hünkâr’ıin huzuruna varıip halini anlattıi. Bir kaç gün misafir kaldıiktan sonra gitme vakti gelmişsti. Hünkâr, Yunus’a şsöyle dedi: 'Buğgday mıi verelim nefes mi? ' Yunus: 'Nefesi ne edeyim, eşsim çocuklarıin aç bana buğgday verin.' Bunun üzerine Yunus’a buğgday verdiler. Yunus dergâhtan ayrıilıinca yaptıiğgıi hatayıi fark etti ve tekrar dergâha döndü. Halifeler durumu Hünkâr’a bildirdiler, o da: 'Biz kilidin anahtarıinıi Tapduk Emre’ye sunduk. Varsıin ondan nasibini alsıin.' dedi. İIşste asıirlardıir güncelliğgini ve derinliğgini koruyan Yunus Emre kişsiliğginin başslangıiç noktasıi burasıidıir. Yunus bundan sonra yıillarca Tapduk Emre’nin dergâhıinda emek verir. Bu aynıi zamanda eğgitimdir de. Bu eğgitim sonucu öğgrendiklerini insanlarla paylaşsmak için bütün Anadolu’yu gezer. YUNUS EMRE’NİIN DÜŞSÜNCELERİI Yunus Emre, vahdet-i vücut (varlıiğgıin birliğgi) öğgretisine ulaşsan bir tasavvuf felsefi yorumunu benimsemişstir. Vahdet-i vücut felsefesine göre; 'Tanrıidan başska varlıik yoktur. Var olan her şsey onun çeşsitli biçimlerde görünmesidir'. Yunus Emre şsiirlerinde insan, Tanrıi, varlıiğgıin birliğgi, sevgi, yaşsama sevinci, barıişs, ölüm, olgunluk, alçakgönüllülük gibi konularıi dillendirmişstir.
ONSUZ GECELER ISSIZ, SOKAKLAR ÖKSÜZSE.. AYRILIK ÖLÜME, VUSLAT SEHERE DENKSE.. HAYAT O'NUNLA GÜZEL VE ONSUZ MÜPTEZELSE.. O HALDE BUGÜN SIZIN GÜNÜNÜZ! ..'
Eger.. O'nu hatirladikta basi göge ermisçesine ya da asansör bosluguna düsmüsçesine ürperiyorsa yüreginiz... ömrü saatlere sikismis bir kelebek telasiyla O hüzünden bu neseye konup kalkiyorsaniz gün boyu nedensiz... ve her kondugunuzda digerini iple çekiyorsaniz bu hislerin... O'nunlayken pervanelesen yelkovanlar, O'nsuz mihlanip kaliyorsa yerine, bir akrep kadar hain... sinifta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sigmiyor, O'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kizariyor, mahcup somurtuyor veya muzip siritiyorsa, ve O, her durdugunuz yerde duruyor, her baktiginiz yerden size bakiyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe agliyorsa... dünyanin en güzel yeri O'nun yasadigi yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanilmaz duygusu gözlerindeki kederse... hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O'nun yüzü pembeyse, kislar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar... her siirde anlatilan O'ysa... her filmin kahramani O... her roman O'ndan söz ediyor, her çiçek O'nu açiyorsa... bir anlik ayrilik, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekistirip beyninizi acitiyorsa, istahiniz kapaniyor, istahiniz açiliyor, istahiniz sasiriyorsa... istahiniz, hasret acisinda bile karsi konulmaz bir tat buluyorsa... eliniz telefonda yasiyor, isaret parmaginizla ha bire O'nu tusluyor, dara düstügünüzde kapiyi çalanin O oldugunu adiniz gibi biliyorsaniz... mütemadi bir sarhosluk halinde, her çalan telefona O diye atliyor, vitrindeki her giysiyi O'na yakistiriyor, konusan birini dinlerken 'keske O anlatsa' diye iç geçiriyorsaniz... kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulaginizdan, teni aklinizdan silinmiyorsa bir türlü... özlemi, sol memenizin altinda tek nüsha bir yasak yayin gibi tasiyorsaniz gün boyu... hem kimseler duymasin, hem cümlealem bilsin istiyorsaniz... O'nsuz geceler issiz, sokaklar öksüzse... ayrilik ölüme, vuslat sehere denkse... gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de; bunca tavir, onca sabir ve nihayetsiz kahir hep O'nun yüzü suyu hürmetine... ugruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa... disarida yer yerinden oynuyor ve 'içeri'de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsaniz ve bütün bu hallerinize siz bile akil erdiremiyorsaniz kaybetme korkusu, kavusma sevincinden agir basiyorsa ve ask, gurura baskin çikiyorsa bu yüzden her daim... gece yarisi kadim bir dost gibi kucaklayan tanidik bir sarki, bütün aci sözleri unutturmaya yetiyorsa... Her gidiste ayaklariniz 'Geri dön' diye yalpaliyorsa ve siz kendinize ragmen dönüyorsaniz, sinirsiz, sabirsiz, doyumsuz bir tutkuyla... ...o halde bugün sizin gününüz! .. 'Çok yasa'yin ve de 'siz de görün'üz.
Ask; insanlarda 'sahip olma' duygusu dogurur; sevdali esler birbirlerine 'ait olduklarini' hisseder ve düsünürler. Böyle çiftler için cinsel birlesme de bir sahip olma eylemidir; sevisme sirasinda en çok kullandiklari ask sözcükleri; 'benimsin', 'seninim' dir. Eslerinin bir baskasiyla duygusal ya da cinsel bir iliskiye girmesi, onlara mülkiyet haklarinin ihlal edilmesi gibi gelir.Sevgi ve askin en önemli yönleri; kabullenme, saygi duyma, takdir etme ve hayran olma'dir. Basarili evlilikler konusunda yapilan bir ankette birisi ' Insanin evi, utanmadan zayifliklarini ortaya koyabildigi, garipsenme korkusu duymadan övünebildigi, asagilanmadan yanlis yapabildigi yerdir' demis. Kisaca, evinde ve evlilik iliskilerinde oldugu gibi kabul edildigini söylemek istemistir. Insanlari olduklari gibi kabul etmek; dogal olarak eksikliklerini görmemek anlamina gelmez. Aksine bunlarin bilincinde olmak ve kabul etmek anlamina gelir. Ask iliskisinde insan 'kisilik zirhlarini' terkeder ama bir sartla: eslerinin kendilerini olduklari gibi kabul edeceklerine inanirlarsa. Esini belli bir kaliba sokma istegi ask degil sahip olma tutkusudur. Ask, insanin karsisindakini idealine tipatip uymasa da her yönüyle kabul etmesi demektir. Esler ilk kez sevisecekleri zaman, birbirlerinin karsisinda soyunmakta çekingenlik gösterirler. Bunun nedeni, karsilarindaki kisinin fiziki güzellik açisindan düs kirikligina ugramasi korkusudur. Oysa gerçek ask bu konuda da, bir benimsemeyi gerektirir. Filozof Ortegay Gasset bu konuda söyle diyecek kadar ileri gitmistir.
'Ask, bize karsi olan tutumundan bagimsiz olarak, karsindakini benimsemektir.' Bu dinsel ya da romantik bir ask tanimidir. Sövalyenin sevgilisinin ilgisizligine ragmen duydugu ask, ya da yasami boyunca aci ve yoksulluk çekmesine ragmen insanin tanriya duydugu ask gibi. Ama romantik ya da dinsel yanlari olmasada gerçek ask benimsemeyi içerir. Iste bu benimseme ilk sahip olma tutkusu arasindaki farktir ki, asktan kiskançliga giren yolu açar. Insanlar birbirlerini mülkleri olarak görmeseler de, hatta bu düsünceye teorik olarak karsi çiksalar da, sonuçta kiskançlik ve mutsuzluga dönüsen bu tutkuyu çogu hiç olmazsa bir dönem yasamistir. Sahiplenme, kaçinilmaz olarak kiskançligi da beraberinde getirir. Kuskusuz, modern toplumlarda ve modern iliskiler içinde hiç kimse, bir baskasini kendi mülkiyeti olarak göremez.
Ne var ki, bir çok insan, kafasiyla bu görüse katildigi halde, yüreginde kiskançlik denilen o yikici duyguyu hssetmistir. Kiskançlik, mantikla açiklanabilecek veya giderilebilecek bir duygu degildir. Yine de tek çözüm, kiskançliga kapilan kisinin esiyle bütün iliskisini basindan itibaren gözden geçirmesi, aksayan ve üçüncü bir kisiye gerek duyulmasina yol açan yönlerini arastirmasidir. Eger esiyle bagi, onarilmayacak ölçüde parçalanmis, kopmussa, iliskiyi zorlamaninanlami yoktur. Kaybedilmis bir askin yerini kolayca yikici bir kiskançlik ve nefret duygusu doldurabilir. Bu, iki taraf içinde ruh sagligi yönünen iyi olmaz. Bütün çaglarda ve ataerkil ailenin egemen oldugu bütün toplumlarda, evlilik sirasinda baska bir insanla cinsel iliski, evlilik öncesi cinsel iliskiden daha büyük bir suç sayilmistir. Bunun nedeni,
evlilik disi cinsel iliskinin ailenin ve özellikle çocuk bakiminin güvenligini tehlikeye atmasidir. Yine de çogu toplumlar, erkegin 'çapkinliklarina' belli bir hosgörüyle bakabilmislerdir; buna karsilik, kadinin evlilik disi iliskilerine 'fahiselik' damgasini yapistirmayan pek az toplum vardir. Buna gerekçe olarak, erkegin karisindan olan çocuklarin kendi dölünden geldiginden emin olma zorunlulugu gösterilmistir: eger, çocuk kocadan degil de kadinin asigindan olmussa, miras ve onunla birlikte bütün bir mülkiyet düzeni sarsilmis olacaktir. Ancak, böyle bir gerekçe, etkin dogum kontrolu yöntemleriyle birlikte eski inandiriciligini ve geçerliligini yitirmistir: artik kadin, çocuk yapmadan da, bir baska erkekle iliski kurabilme olanagina sahiptir.
ABD'li cinsel bilimci Alfred Kinsey, 1948 ve 1953 yilinda yayimladigi 'Erkegin Cinsel Tepkisi' ve 'Kadinin Cinsel Tepkisi' adli arastirmalarinda, erkek ve kadinlarin evlilik disi iliskileri konusunda bazi istatistiklere yer vermistir. Bu istatistiklere göre Amerikan toplumunda erkeklerin yüzde 50'si evlilik disi cinsel iliski kurmaktadir. Ayrica, sosyoekonomik düzeyi daha yüksek erkekler, evliliklerinin ilk yillarinda degil, daha sonraki yillarinda evlilik disi sekse yönelirken, daha düsük gelir gruplarinda ve düsük sosyoekonomik düzeylerdeki erkekler evlilik disi iliskilerini gençlik yillarinda yasamakta ve evliliklerinin ilerlemesiyle birlikte bu tür iliskilerden kaçinma egilimi içine girmektedirler. Kadinlarin evlilik disi iliskileri ise, gelire ve sosyoekonomik düzeye göre önemli bir farklilik göstermemektedir. Bulgulara göre, Amerikali kadinlarin yüzde 3'ü, 20 yaslarindayken evlilik disi seksi yasamakta, 30 yaslarina gelince bu oran büyük ölçüde artmaktadir. Bunun bir nedeni, kadinin cinsel dürtülerinin erkeginkinden daha geç gelismesi olabilir. Bir baska neden de, 30 yaslarindaki kadinin çocuklariyla olan baginin bir ölçüde zayiflamasidir.
Ama en önemli neden, hiç kuskusuz kadinin evlilik yasaminda ruhsal ve cinsel doyumu bulamamasidir: çogu kadinlar, artik kocalarindan göremedikleri ilgi ve sevgiyi yeniden bulmak için baska asiklara yöneldiklerini bildirmislerdir.Kinsey'in arastirmasinda evlilik disi iliski kurmus kadinlarin yüzde 42'si, kocalarindan çok asiklariyla orgazma ulastiklarini söylemislerdir; geri kalanlarin çogunlugu da arada bir fark olmadigini söylerken, ancak çok küçük bir azinlik asil cinsel doyumu kocalariyla birlikte tattiklarini bildirmislerdir. Kadinlarin evlilik disi iliski kurmasinin çok sik rastlanan diger nedenleri de, kadinin bir toplumsal statü kazanma istegi, kocanin sadakatsizligine karsi tepki, bagimsizligini ortaya koyma çabasi, sevilen ve sayilan bir erkek dostun istegini kiramamak ve yeni bir duygusal doyum ve serüven kaynagi bulma çabasidir. Arastirmaya giren kadinlarin önemli bir bölümü, evlilik disi iliskiye kocalari tarafindan tesvik edilmistir. Çogu zaman bunun nedeni, kocanin da ayni seyi yapma istegidir; kimi zaman da erkek, karisinin zaten böyle bir iliskide bulundugunu veya buna egilimli oldugunu ögrenince, bu gerçegi kabullenmekte ve izin vermektedir. Bununla birlikte, evlilik disi iliski ne kadar kabullenilmis ve esler arasinda bir anlasmaya baglanmis olursa olsun, yine de tehlikelidir, çünkü kiskançlik, mülkiyet duygusu ve utanç gibi bastirildiklari sanilan duygular aniden patlak verebilir.
Insanlar ne kadar olgun ve gelismis olursa olsun, mülkiyet duygusunun cinsel askin bir boyutu, tatsiz ama kaçinilmaz bir boyutu oldugu kabul edilmelidir.Bu, en azindan bugün için böyledir. Asik, sevgilisinin kendisine ait oldugunu ya da kendisinin bir parçasi oldugunu düsünecektir. Bu yüzden, sevgilisinin kendisinden uzaklasmasi, ona bir hirsizlik gibi gelecek ve kisisel bütünlük ve dengesinin bozulmasina, parçalanmasina yol açacaktir. Bu, kiskançligin bir türüdür. Bir baska kiskançlik türü de güvensizlikten ve kisinin kendisiyle ilgili kuskularindan kaynaklanir. Nasil ask ve sevgi bir kisiligi güçlendirip gelistirebiliyorsa, askin yokolmasi ve sevgilinin kaçirilmasi da çok agir ruhsal sarsintilara neden olabilir. Psikiyatristlere basvuran erkek ve kadinlarin önemli bir bölümü, esleri tarafndan birakilmis yada aldatilmis kisilerdir. Bu yüzden, eger kisi hem evlilik disi iliskilere girmek hem de evliligini sürdürmek istiyorsa, son derece dikkatli hatta suskun olmak zorundadir. ABD'de ve Ingiltere'de evlilik danismanlarinin çogu, erkek ve kadinlara, evlilik disi iliskilerini eslerinden saklamalarini ögütlemektedirler; evlilik danismanlarina göre, kisinin kendi vicdanini rahatlatmak amaciyla esini sarsmasi ve evliligini bozmasi gereksiz bir 'lüks'tür.
Kuran her dönemde yeniden yorumlansın
Süleyman DEMİRKAN
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu'nun Hürriyet'e önemli açıklamalarda bulunduğu mülakatın ikinci bölümü.
İHTİYAÇLARI KARŞILAMALI
Tarih boyunca Kuran’ın çeşitli dillere çevirisi ve tefsiri yapılmıştır. Meal ve tefsirler yapıldıkları dönemin bilgi birikimini yansıtmaları sebebiyle Kuran-ı Kerim’in her dönemde insanların ihtiyaçlarına cevap verebilmesi için çağın yeni bilgilerine göre yeniden yorumlanması gerekir. O bakımdan Kuran-ı Kerim’in tefsiri her çağda o çağın ihtiyaçlarına göre yenilenir ve değişir. Böyle olunca da Kuran-ı Kerim’in yorumunda son söz söylenemez ve bir kimsenin söylediği söz, bir kimsenin veya bir gurubun yazdığı tefsir Kuran-ı Kerim’in son sözü, son yorumu değildir.
AYET YORUMLARI ESKİDİ
Kuran-ı Kerim’deki pek çok ayetin modern hayatın gerekleri ile bağdaşmadığı şeklindeki değerlendirmeler yanlıştır ve konuya yüzeysel bir yaklaşımın sonucudur. Ancak Kuran’daki bazı ayetlerin geçmiş dönemlerde yapılan yorumunun eskidiği ve günümüz toplumlarının şart ve ihtiyaçlarıyla bağdaşmadığı ise bir gerçektir. Bu nedenle de Kuran’ın her dönemde o dönemin bilgi birikimiyle yeniden yorumlanması bir ihtiyaçtır ve öteden beri İslam bilginlerince önerilen/savunulan bir husustur.
KADINA ÖNCELİK GEREK
Kuran’da inanma ve vazifeler bakımından kadın ve erkek arasında bir ayırım bulunmamaktadır. İnsanın sırf insan olması özelliği ile hak sahibi ve değerli olması İslam’ın temel ilkelerinden biridir. Kadın-erkek eşitliği de, bu temel ilkenin gereğidir. Hatta günümüzde kadın haklarını önceleyen ve destekleyen bir anlayışın ve hizmet politikasının benimsenmesi gerekir.
Diyanet’in Alevilere hatası varsa düzelmeli
Diyanet İşleri Başkanlığı bir devlet kuruluşudur, bir kamu kuruluşudur, Diyanet İşleri Başkanlığı bir sünni kuruluş değildir. Yani Başkanlığımızın sünni politikayı izleme ve sürdürme ve Alevilere karşı tavır alma gibi bir görevi veya eğilimi olamaz. Kaldı ki Aleviliğin zıddı Sünnilik değildir, Aleviliğin zıddı Emeviliktir. O da tarihte kalmış bir mücadeleyi hatırlatır bize. Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde bir görevlimizin dini söyleminde Alevileri kuşatmayan bir yaklaşım bu güne kadar olmuş ise biz bunu düzeltmeliyiz. Yani Diyanetin din anlayışını herkesi kuşatan bir yelpazeye kavuşturmalıyız. Camiye gelen-gelmeyen, dini ritüellerini yapan-yapmayan herkesi muhatap almalıyız. Çünkü biz günümüz din anlatımında artık ritüel merkezli bir dindarlık değil, ahlak merkezli bir dindarlık, etkili ve anlamlı bir dindarlık üzerinde duruyoruz. Böyle olunca, camiye gelen-gelmeyen herkesi kuşatan, dine karşı yaklaşımı, ibadetlere devamlılığı ne olursa olsun herkesi ferahlatan, aydınlatan, bilgilendiren bir İslam anlayışını, anlatımını öne çıkarıyoruz.
KARDEŞLERİMİZ
Aleviler müslüman kardeşlerimizdir. Alevilik İslam kültür tarihinin içinde mevcut olan ve benzerleri de bulunan bir tarikat veya kültürel eğilimdir. Alevilik İslam içinde kalan, kültürel öğelerin daha belirgin olduğu alt bir yorum ve anlayıştır. Mezhep saymak, tarihten akıp gelen bilimsel ölçütleri kullanırsak, zordur. Şia mezheptir ama Alevilik daha çok bizim Anadolu coğrafyasına ait bir kültürel eğilimdir. Ancak, önemle belirteyim, laik ve demokratik yapı içinde insanları vatandaşlık esasına göre ele almalı, tarikat ve mezheplerine göre ayrıştırmaktan mutlaka kaçınmalıyız. Diyanet’in bir kamu kurumu olarak Alevi kardeşlerimizi de kuşatan bir din anlatımı, din tanıtımı yapması gerekir. Zaten öyle de yapıyoruz.
Hürriyet, 07.10.04
iyilik ve kötülük
Yaşlı Kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı.
Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.
Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar... Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem de niye renklerinin ille de siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine...
Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
'Onlar' dedi, 'benim için iki simgedir evlat.'
'Neyin simgesi' diye sordu çocuk.
'İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.'
Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
'Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi? ...'
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:
'Hangisi mi evlat? ...
Ben hangisini daha iyi beslersem...” dilek'ten selamlar
Megaryalı Bizans, kendi kabilesi için bir şehir kurmak ister ve fikrini almak üzere Delf kahinine başvurur. Aldığı cevap kısa ve kesindir:
- 'Bu şehri, Körler Ülkesi'nin karşısına kur! '
Neresidir bu 'Körler Ülkesi' diye fazla düşünmez Bizans. Aramaya karar verir. Aylar sonra Sarayburnu'nun bulunduğu yere gelir.
Boğaz'dan Kadıköy'ün yerinde bulunan şehri seyreder ve kendi kendine sorar:
- 'Bu şehri neden benim bulunduğum güzel yerde kurmamışlar da karşıki çorak topraklar üzerine kurmuşlar? Bu adamlar kör mü? '
Sonra birden, kahinin sözlerini hatırlar: 'Şehrini, Körler Ülkesi'nin karşısında kur! '
O an karar verir. Körler Ülkesi'nin karşısındadır. Kendisi şehri, Boğaz'ın yakasındaki yemyeşil yerde, yedi tepe üzerine kuracaktır. Şehir kısa zamanda Haliç'le Ligos Burnu üzerinde kurulur. Adı, kurucusuna mal ederek Bizans olur.
Hiç beklentisiz sevdiniz mi? Yani bugün telefon etmedi demeden, şu an nerede acaba diye kendi kendinizi yemeden, yaş günümü hatırlayacak mı acaba diye bir beklenti içine girmeden...sevdiniz mi hiç? Onun, size ait bir mal olmadığını kabul edip, onu özgür yaşamı ile sevmeyi denediniz mi? Yanında ki kız arkadaşına aldırmamayı öğrenip, ama aldırmıyormuş gibi yapmadan, gerçekten aldırmadan, - bitecekse biter, bunu ben değiştiremem, beni sevmeyi bırakmasını değiştiremeyeceğim gibi -diye düşünüp Onu yersiz kıskançlıklara boğmaktan ve kendinizi yıpratmaktan vazgeçebildiniz mi hiç? Hiç beklemeden çalan bir kapıda O'nu karşınız da görmek ne güzeldir bilir misiniz? Beklemediğiniz bir anda hediye almak en sevdiğinizden.Ve beklemeden gelen bir 'seni seviyorum' mesajının tadına varabildiniz mi hiç? Siz istediğiniz için değil, O istiyor diye yapıldı mı tüm bunlar?
Ve beklentisiz sevmemin tadına bakabildiniz mi hiç?
Bugün beni hatırlamadı yerine.. -hiç beklemiyordum, senin geleceğini diyebilmek ne güzeldir oysa.. Onu boğmadan, kendinizi boğmadan, sevebilmek ne güzeldir.. Sahiplenme duygusundan uzak, sevmenin, sevilmenin tadına varabildiniz mi hiç? Yapılmamış davranışlar, söylenmemiş sevgi sözcükleri ile kendi kendimizi aşk çıkmazında kaybedeceğinize, Hiç beklenmeyen bir demet çiçekle mutlu oldunuz mu?
Beklentisiz sevin. Ben beklentisiz seviyorum.. 'Niye aranmadım' diye düşünüp kendini kendinizi yiyeceğinize hiç beklenmedik bir 'seni özledim' mesajı ile aşkı yakalayın. Beklentisiz sevin.. Ben beklentisiz seviyorum.. O sizin sevgiliniz oldu için değil.. Ona tapulu malınız gibi. Çantanız, arabanız gibi davranma hakkınız olduğunu düşünmeden. Onu sevdiğiniz, onun da sizi sevdiği için, sevin..
Sevgiye karışan beklenti denen illeti hemen silin aşkın ak sayfalarından.Göreceksiniz ki o zaman aşk başka bir güzel. Göreceksiniz ki,o zaman sevgili daha bir romantik.. Göreceksiniz ki o zaman sevmek ve sevilmenin damaklarda bıraktığı tat, Yıllanmış şarap gibi, beklenti zehrine karışmadan bir başka döndürüyor insanın başını.. Ben beklentisiz seviyorum..Onun nerede olduğunu merak etmiyorum.. Beni bugün neden aramadı diye geçirmiyorum içimden, aramadığı zamanlar da.. Geleceğe dair hayallerimde yok zaten.. Ben sevgiyi yaşıyorum.. Onun yanımda olduğu
anlar o kadar değerli, o kadar kıymetli ki..
Gerçekleşmemiş ve gerçekleşmeyecek beklentilerle mahvetmiyoruz o anları.. Beklentisiz seviyoruz. Sevdiğimiz için seviyoruz.. Hayalsiz, geleceksiz, beklentisiz. Anlık seviyoruz..
TARİHÇE
İran ile Bağdat'a giden kervan yollarının kesiştiği noktada bulunması nedeniyle Sivas, tarihte önemli ticaret merkezlerinden biri olmuştur. 1142'de Danişmendlilerin başkenti olan kentte özellikle Selçukluların bıraktlğı sayısız sanat ve mimari yapıtlar bulunur. izzeddin Keykavus Şifahanesi, Gök Medrese, Buruciye Medresesi bunlardan birkaçıdır. Kurtuluş Savaşı'nın başlaması kararı alınan ve Milli Kongre'nin Sivas'ta yapılmış olması, kentin günümüz tarihindeki önemini yansıtır. Sedef hastalığı için dünyadaki tek tedavi Merkezi olan Balıklı Kaplıca, Hafık, Tödürge ve Gökpınar Gölleri ise doğanın en güzel örneklerinden birkaçıdır.
GENEL BİLGİLER
Yüzölçümü: 28.488 km²
Nüfus: 767.481 (1990)
İlçe sayısı: Sivas (merkez) , Akıncılar, Altınyayla, Divriği, Doğanşar, Gemerek, Gülova, Gürün, Hafık, İmranlı, Kangal, Koyulhisar, Suşehri, Şarkışla, Ulaş, Yıldızeli, Zara.
Yıl boyu sıcaklık ortalaması: C
ÖNEMLİ YERLER
Fidanlık ve Eğriçimen Orman İçi Dinlenme Yerleri, Sıcakçermik, Soğukçermik ve Balıklıçermik, Divriği Kalesi, Sivas Ulucamisi, Divriği Ulucamisi ve Darüşşifası, İzzeddin Keykâvus Darüşşifası, Gök Medrese (Sahibiye Medresesi) , Buruciye Medresesi ve Çifte Minareli Medrese, Meydan Kale (Sivas) , Ali Ağa, Ali Baba ve Kale (Divriği) Camileri, Ahi Emir Ahmed, Kadı Burhaneddin, ve Abdülvahap Gazi Türbeleri, Güdük Minare (Şeyh Hasan Bey Türbesi) , Sitte Melik ve Kameriddin Kümbetleri, Boğazköprü, Eğriköprü, Kesikköprü ve Şahruh Köprüsü, Behram Paşa Hanı, Meydan Hamamı, Sivas Müzesi, Sivas 4 Eylül Atatürk Müzesi
SİVASLI OLMAKTA BİR AYRICALIK YAKANLAR DIŞINDA
Cem
Cem, Alevilerin topluca düzenledikleri ibadet töreninin adıidıir. Cem kelime manasıiyla 'toplanmak' ve 'birlik' anlamıina gelmektedir.
Alevi inancıina göre Cem’in tarihçesi Hz. Muhammed’in yaşsadıiğgıi dönemdir. Ve ilk Cem’e Hz. Muhammed mürşsitlik etmişstir. Buna 'Kıirklar Cemi' de deniliyor.
Cem töreninin bir değgil, birden çok özelliğgi bu töreni klasik diyebileceğgimiz tapıinma törenlerinden farklıilaşstıirıir. Her şseyden önce Cem, Cem’e gelenlerin birbirilerinden 'razıi' olmalarıi, rıizalıik almalarıi gerekiyor. Yani kıirgıinlıik, küskünlük Cem’e başslanmadan önce mutlaka çözüme kavuşsturulur ve ondan sonra Cem başslar. Cem sadece insanıin yaratıicıi güce karşsıi günahlarıinıin, hatalarıinıin af olunmasıi ve tövbe etmesi değgildir. Bununla beraber aynıi zamanda insanıin içinde yaşsadıiğgıi topluma karşsıi sorumluluğgunu yerine getirip getirmediğginin sorgulamasıidıir. Eğger bir kişsi herhangi bir suç işslemişsse ve bu suç Cem’de bulunan cemaat tarafıindan tespit edilmişsse o kişsi Cem’i yöneten 'Dede' tarafıindan 'dara' çekilir. Buna 'Darıi Mansur' da denilir. Suçun derecesine göre toplumun onaylamasıiyla ceza verilir. Bu arada belirtmekte fayda var. Bir kişsi ne kadar ağgıir suç işslemişsse işslesin, o kişsi asla ölümle cezalandıirıilmaz. Suçu ne kadar ağgıir olursa olsun bir kişsiye verilecek en ağgıir ceza onu cemaatten dıişslamaktıir. Bu da Alevi inancıinıin adalet anlayıişsıinıi gösterir.
Cem’de kadıin erkek beraberce ibadet ederler. Dedenin duasıiyla Cem başslar. Cem’de hizmetleri gören 'On iki' hizmet sahibi vardıir. Cem’deki dualarıin içeriğgi genellikle Ehlibeyt’e bağglıilıik On İIki İImamlar, Hak, Muhammed, Ali sevgisine dayanıir. Deyişslerde Alevi tarihini şsekillendiren olaylarıin geçtiğgi şsiirler okunur. Bu deyişsler eşsliğginde kadıinlıi erkekli Semah dönülür. Cem’e katıilanlar halka şseklinde otururlar. Ve yine Cem’e katıilanlar lokmalarıinıi beraberlerinde getirirler. Bu lokmalar ortaklaşsa paylaşsıilıir. Cem’lerdeki bazıi adetler yöreden yöreye değgişsse de öz aynıidıir.
YUNUS EMRE
Yunus Emre hakkıindaki bilgiler kesin olmamakla beraber 1238 yıilıinda doğgduğgu ve 1320’de hakka yürüdüğgüdür şseklindedir. Anadolu’nun bir çok bölgesinde Yunus Emre’ye ait olduğgu iddia edilen mezarlar vardıir. Her ne kadar bazıilarıi gizlemeye çalıişssa da Yunus Emre bir Alevidir. Sanatıiyla, düşsüncesiyle kendinden sonraki kuşsaklarıi etkileyecek kadar büyük bir kişsilik Yunus Emre, bu kişsiliğge giden yolda ilk dersi büyük Alevi önderi Hacıi Bektaşsıi Veli’den almıişstıir.
Yunus Emre Anadolu’da hüküm süren Selçuklu devletinin halkıi zulüm altıinda tuttuğgu, baskıilar uyguladıiğgıi ve bir de durmaksıizıin yinelenen Moğgol saldıirıilarıinıin olduğgu bir dönemde yaşsamıişstıir. Bu dönemde bir de kıitlıik olunca Anadolu insanıi daha da perişsan oldu. Perişsan olanlardan biri de Yunus Emre’ydi. Hacıi Bektaşsıi Veli’nin yapıitlarıindan 'Vilayetname'’de geçen anlatıima göre Yunus Emre bu kıitlıik olan yıilda köyünden yola çıikarak ulu Hünkâr Hacıi Bektaşsıi Veli’nin dergâhıina varıip biraz buğgday isteyecekti. Giderken eli boşs gitmemek için yolda heybesine alıiç doldurdu. Ulu Hünkâr’ıin huzuruna varıip halini anlattıi. Bir kaç gün misafir kaldıiktan sonra gitme vakti gelmişsti. Hünkâr, Yunus’a şsöyle dedi: 'Buğgday mıi verelim nefes mi? ' Yunus: 'Nefesi ne edeyim, eşsim çocuklarıin aç bana buğgday verin.' Bunun üzerine Yunus’a buğgday verdiler. Yunus dergâhtan ayrıilıinca yaptıiğgıi hatayıi fark etti ve tekrar dergâha döndü. Halifeler durumu Hünkâr’a bildirdiler, o da: 'Biz kilidin anahtarıinıi Tapduk Emre’ye sunduk. Varsıin ondan nasibini alsıin.' dedi. İIşste asıirlardıir güncelliğgini ve derinliğgini koruyan Yunus Emre kişsiliğginin başslangıiç noktasıi burasıidıir. Yunus bundan sonra yıillarca Tapduk Emre’nin dergâhıinda emek verir. Bu aynıi zamanda eğgitimdir de. Bu eğgitim sonucu öğgrendiklerini insanlarla paylaşsmak için bütün Anadolu’yu gezer.
YUNUS EMRE’NİIN DÜŞSÜNCELERİI
Yunus Emre, vahdet-i vücut (varlıiğgıin birliğgi) öğgretisine ulaşsan bir tasavvuf felsefi yorumunu benimsemişstir. Vahdet-i vücut felsefesine göre; 'Tanrıidan başska varlıik yoktur. Var olan her şsey onun çeşsitli biçimlerde görünmesidir'.
Yunus Emre şsiirlerinde insan, Tanrıi, varlıiğgıin birliğgi, sevgi, yaşsama sevinci, barıişs, ölüm, olgunluk, alçakgönüllülük gibi konularıi dillendirmişstir.
ONSUZ GECELER ISSIZ, SOKAKLAR ÖKSÜZSE.. AYRILIK ÖLÜME, VUSLAT SEHERE
DENKSE.. HAYAT O'NUNLA GÜZEL VE ONSUZ MÜPTEZELSE.. O HALDE BUGÜN SIZIN
GÜNÜNÜZ! ..'
Eger..
O'nu hatirladikta basi göge ermisçesine ya da asansör bosluguna
düsmüsçesine ürperiyorsa yüreginiz...
ömrü saatlere sikismis bir kelebek telasiyla O hüzünden bu neseye
konup
kalkiyorsaniz gün boyu nedensiz... ve her kondugunuzda digerini iple
çekiyorsaniz bu hislerin...
O'nunlayken pervanelesen yelkovanlar, O'nsuz mihlanip kaliyorsa
yerine,
bir akrep kadar hain...
sinifta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sigmiyor, O'ndan söz
edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi
kizariyor, mahcup somurtuyor veya muzip siritiyorsa,
ve O, her durdugunuz yerde duruyor, her baktiginiz yerden size
bakiyor,
siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe agliyorsa...
dünyanin en güzel yeri O'nun yasadigi yer, en güzel kokusu bedenindeki
ter, en dayanilmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse...
elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O'nun yüzü
pembeyse,
kislar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her siirde anlatilan O'ysa... her filmin kahramani O... her roman
O'ndan
söz ediyor, her çiçek O'nu açiyorsa...
bir anlik ayrilik, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç
diplerinizden çekistirip beyninizi acitiyorsa,
istahiniz kapaniyor, istahiniz açiliyor, istahiniz sasiriyorsa...
istahiniz, hasret acisinda bile karsi konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yasiyor, isaret parmaginizla ha bire O'nu tusluyor,
dara
düstügünüzde kapiyi çalanin O oldugunu adiniz gibi biliyorsaniz...
mütemadi bir sarhosluk halinde, her çalan telefona O diye atliyor,
vitrindeki her giysiyi O'na yakistiriyor, konusan birini dinlerken
'keske
O anlatsa' diye iç geçiriyorsaniz...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulaginizdan, teni
aklinizdan
silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altinda tek nüsha bir yasak yayin gibi
tasiyorsaniz
gün boyu...
hem kimseler duymasin, hem cümlealem bilsin istiyorsaniz...
O'nsuz geceler issiz, sokaklar öksüzse...
ayrilik ölüme, vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavir, onca sabir ve nihayetsiz kahir hep O'nun yüzü suyu
hürmetine...
ugruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor
yoksa...
disarida yer yerinden oynuyor ve 'içeri'de bu sizi zerrece
ilgilendirmiyorsa,
nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsaniz ve bütün bu hallerinize siz
bile
akil erdiremiyorsaniz
kaybetme korkusu, kavusma sevincinden agir basiyorsa ve ask, gurura
baskin
çikiyorsa bu yüzden her daim...
gece yarisi kadim bir dost gibi kucaklayan tanidik bir sarki, bütün
aci
sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidiste ayaklariniz 'Geri dön' diye yalpaliyorsa ve siz kendinize
ragmen dönüyorsaniz, sinirsiz, sabirsiz, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz! ..
'Çok yasa'yin ve de 'siz de görün'üz.
KISKANÇLIK
Ask; insanlarda 'sahip olma' duygusu dogurur;
sevdali esler birbirlerine 'ait olduklarini' hisseder ve düsünürler.
Böyle çiftler için cinsel birlesme de bir sahip olma eylemidir;
sevisme sirasinda en çok kullandiklari ask sözcükleri; 'benimsin',
'seninim' dir. Eslerinin bir baskasiyla duygusal ya da cinsel bir iliskiye girmesi,
onlara mülkiyet haklarinin ihlal edilmesi gibi gelir.Sevgi ve askin en önemli yönleri;
kabullenme, saygi duyma, takdir etme ve hayran olma'dir. Basarili evlilikler konusunda
yapilan bir ankette birisi ' Insanin evi, utanmadan zayifliklarini ortaya koyabildigi,
garipsenme korkusu duymadan övünebildigi, asagilanmadan yanlis yapabildigi yerdir' demis.
Kisaca, evinde ve evlilik iliskilerinde oldugu gibi kabul edildigini söylemek istemistir.
Insanlari olduklari gibi kabul etmek; dogal olarak eksikliklerini görmemek anlamina gelmez.
Aksine bunlarin bilincinde olmak ve kabul etmek anlamina gelir. Ask iliskisinde insan 'kisilik
zirhlarini' terkeder ama bir sartla: eslerinin kendilerini olduklari gibi kabul edeceklerine
inanirlarsa. Esini belli bir kaliba sokma istegi ask degil sahip olma tutkusudur. Ask,
insanin karsisindakini idealine tipatip uymasa da her yönüyle kabul etmesi demektir. Esler
ilk kez sevisecekleri zaman, birbirlerinin karsisinda soyunmakta çekingenlik gösterirler.
Bunun nedeni, karsilarindaki kisinin fiziki güzellik açisindan düs kirikligina ugramasi korkusudur.
Oysa gerçek ask bu konuda da, bir benimsemeyi gerektirir. Filozof Ortegay Gasset bu konuda
söyle diyecek kadar ileri gitmistir.
'Ask, bize karsi olan tutumundan bagimsiz olarak, karsindakini benimsemektir.'
Bu dinsel ya da romantik bir ask tanimidir. Sövalyenin sevgilisinin ilgisizligine
ragmen duydugu ask, ya da yasami boyunca aci ve yoksulluk çekmesine ragmen insanin
tanriya duydugu ask gibi. Ama romantik ya da dinsel yanlari olmasada gerçek ask benimsemeyi içerir.
Iste bu benimseme ilk sahip olma tutkusu arasindaki farktir ki, asktan kiskançliga giren yolu açar.
Insanlar birbirlerini mülkleri olarak görmeseler de, hatta bu düsünceye teorik olarak karsi çiksalar da,
sonuçta kiskançlik ve mutsuzluga dönüsen bu tutkuyu çogu hiç olmazsa bir dönem yasamistir.
Sahiplenme, kaçinilmaz olarak kiskançligi da beraberinde getirir. Kuskusuz, modern toplumlarda
ve modern iliskiler içinde hiç kimse, bir baskasini kendi mülkiyeti olarak göremez.
Ne var ki, bir çok insan, kafasiyla bu görüse katildigi halde, yüreginde kiskançlik
denilen o yikici duyguyu hssetmistir. Kiskançlik, mantikla açiklanabilecek
veya giderilebilecek bir duygu degildir. Yine de tek çözüm, kiskançliga kapilan
kisinin esiyle bütün iliskisini basindan itibaren gözden geçirmesi, aksayan ve
üçüncü bir kisiye gerek duyulmasina yol açan yönlerini arastirmasidir.
Eger esiyle bagi, onarilmayacak ölçüde parçalanmis, kopmussa, iliskiyi zorlamaninanlami yoktur.
Kaybedilmis bir askin yerini kolayca yikici bir kiskançlik ve nefret duygusu doldurabilir.
Bu, iki taraf içinde ruh sagligi yönünen iyi olmaz. Bütün çaglarda ve ataerkil
ailenin egemen oldugu bütün toplumlarda, evlilik sirasinda baska bir insanla cinsel iliski,
evlilik öncesi cinsel iliskiden daha büyük bir suç sayilmistir. Bunun nedeni,
evlilik disi cinsel iliskinin ailenin ve özellikle çocuk bakiminin güvenligini tehlikeye atmasidir.
Yine de çogu toplumlar, erkegin 'çapkinliklarina' belli bir hosgörüyle bakabilmislerdir;
buna karsilik, kadinin evlilik disi iliskilerine 'fahiselik' damgasini yapistirmayan pek az
toplum vardir. Buna gerekçe olarak, erkegin karisindan olan çocuklarin kendi dölünden geldiginden
emin olma zorunlulugu gösterilmistir: eger, çocuk kocadan degil de kadinin asigindan olmussa,
miras ve onunla birlikte bütün bir mülkiyet düzeni sarsilmis olacaktir. Ancak, böyle bir gerekçe,
etkin dogum kontrolu yöntemleriyle birlikte eski inandiriciligini ve geçerliligini yitirmistir:
artik kadin, çocuk yapmadan da, bir baska erkekle iliski kurabilme olanagina sahiptir.
ABD'li cinsel bilimci Alfred Kinsey, 1948 ve 1953 yilinda yayimladigi
'Erkegin Cinsel Tepkisi' ve 'Kadinin Cinsel Tepkisi' adli arastirmalarinda,
erkek ve kadinlarin evlilik disi iliskileri konusunda bazi istatistiklere yer vermistir.
Bu istatistiklere göre Amerikan toplumunda erkeklerin yüzde 50'si evlilik disi cinsel iliski kurmaktadir.
Ayrica, sosyoekonomik düzeyi daha yüksek erkekler, evliliklerinin ilk yillarinda degil,
daha sonraki yillarinda evlilik disi sekse yönelirken, daha düsük gelir gruplarinda ve
düsük sosyoekonomik düzeylerdeki erkekler evlilik disi iliskilerini gençlik
yillarinda yasamakta ve evliliklerinin ilerlemesiyle birlikte bu tür iliskilerden kaçinma
egilimi içine girmektedirler. Kadinlarin evlilik disi iliskileri ise, gelire ve sosyoekonomik
düzeye göre önemli bir farklilik göstermemektedir. Bulgulara göre, Amerikali kadinlarin
yüzde 3'ü, 20 yaslarindayken evlilik disi seksi yasamakta, 30 yaslarina gelince bu oran
büyük ölçüde artmaktadir. Bunun bir nedeni, kadinin cinsel dürtülerinin erkeginkinden
daha geç gelismesi olabilir. Bir baska neden de, 30 yaslarindaki kadinin çocuklariyla olan
baginin bir ölçüde zayiflamasidir.
Ama en önemli neden, hiç kuskusuz kadinin evlilik yasaminda ruhsal ve cinsel doyumu bulamamasidir:
çogu kadinlar, artik kocalarindan göremedikleri ilgi ve sevgiyi yeniden bulmak için baska asiklara
yöneldiklerini bildirmislerdir.Kinsey'in arastirmasinda evlilik disi iliski kurmus kadinlarin
yüzde 42'si, kocalarindan çok asiklariyla orgazma ulastiklarini söylemislerdir; geri kalanlarin
çogunlugu da arada bir fark olmadigini söylerken, ancak çok küçük bir azinlik asil cinsel
doyumu kocalariyla birlikte tattiklarini bildirmislerdir. Kadinlarin evlilik disi iliski
kurmasinin çok sik rastlanan diger nedenleri de, kadinin bir toplumsal statü kazanma istegi,
kocanin sadakatsizligine karsi tepki, bagimsizligini ortaya koyma çabasi, sevilen ve sayilan
bir erkek dostun istegini kiramamak ve yeni bir duygusal doyum ve serüven kaynagi bulma çabasidir.
Arastirmaya giren kadinlarin önemli bir bölümü, evlilik disi iliskiye kocalari tarafindan tesvik edilmistir.
Çogu zaman bunun nedeni, kocanin da ayni seyi yapma istegidir; kimi zaman da erkek, karisinin zaten böyle bir
iliskide bulundugunu veya buna egilimli oldugunu ögrenince, bu gerçegi kabullenmekte ve izin vermektedir.
Bununla birlikte, evlilik disi iliski
ne kadar kabullenilmis ve esler arasinda bir anlasmaya baglanmis olursa olsun, yine de
tehlikelidir, çünkü kiskançlik, mülkiyet duygusu ve utanç gibi bastirildiklari sanilan
duygular aniden patlak verebilir.
Insanlar ne kadar olgun ve gelismis olursa olsun, mülkiyet duygusunun cinsel askin bir boyutu,
tatsiz ama kaçinilmaz bir boyutu oldugu kabul edilmelidir.Bu, en azindan bugün için böyledir.
Asik, sevgilisinin kendisine ait oldugunu ya da kendisinin bir parçasi oldugunu düsünecektir.
Bu yüzden, sevgilisinin kendisinden uzaklasmasi, ona bir hirsizlik gibi gelecek ve kisisel bütünlük ve
dengesinin bozulmasina, parçalanmasina yol açacaktir. Bu, kiskançligin bir türüdür.
Bir baska kiskançlik türü de güvensizlikten ve kisinin kendisiyle ilgili kuskularindan kaynaklanir.
Nasil ask ve sevgi bir kisiligi güçlendirip gelistirebiliyorsa, askin yokolmasi ve sevgilinin
kaçirilmasi da çok agir ruhsal sarsintilara neden olabilir. Psikiyatristlere basvuran
erkek ve kadinlarin önemli bir bölümü, esleri tarafndan birakilmis yada aldatilmis kisilerdir.
Bu yüzden, eger kisi hem evlilik disi iliskilere girmek hem de evliligini sürdürmek istiyorsa,
son derece dikkatli hatta suskun olmak zorundadir. ABD'de ve Ingiltere'de evlilik
danismanlarinin çogu, erkek ve kadinlara, evlilik disi iliskilerini eslerinden saklamalarini
ögütlemektedirler; evlilik danismanlarina göre, kisinin kendi vicdanini rahatlatmak amaciyla
esini sarsmasi ve evliligini bozmasi gereksiz bir 'lüks'tür.