abd nin roswell kentine düştüğü söyleniyo,,yetkililerce gizlenmektedir..ufo kalıntıları mevcuttur..abd olayı örtbas etmiştir..1947Haziranında,başka bir dünyadan gelen bir uçan daire,ABD New Mexico Eyaletinin Roswell kenti yakınlarında düşmüş ve aracın yeröteli tayfalarının minik vucutlarına elkoymuş,daha sonrada düşenin bir meteroloji balonu olduğu üzerine kurulu yanlış hikaye ile kamuoyunu bugune kadar kandırmaya çalışmıştır.'
amerikaya belki de çoğu kişinin isteyip de yapamadığı bir şey yaptı..abd nin karizmasını çizdi..komplekse giren abd ırak ve afganistana askeri girişimde bulundu..
1957'de 54 çocuklu bir babanın oğlu olarak doğan Usame bin Ladin'in kökü Güney Yemen'de Hadramut. Babası Muhammed 1930'da geldiği Suudi Arabistan'da hızla yükseldi ve zamanla Ortadoğu'nun en büyük müteahhitlerinden biri oldu. 1968'de kaza sonucu öldüğünde mirası 11 milyar dolardı. Oğulları hep Suud prensleriyle birlikte büyümüş ve okumuştu.
Genç yaşta Müslüman Kardeşler teşkilatının fikirlerinden etkilenen Usame bin Ladin, 1979 Aralık ayında, arkadaşı, Suudi Gizli Servisi Şefi Prens Turki bin Faysal tarafından Pakistan Peşaver'e yollandı. Buradaki kamplarda, başta Arap ülkeleri olmak üzere dünyanın dört bir tarafındaki İslamcı gençler birer profesyonel savaşçıya çevriliyordu. Beş ülkenin birlikte üstlendiği bu projenin sorumluluğu Pakistan Gizli Servisi ISI'deydi, yürütücüsüyse Filistin asıllı Abdullah Azzam'dı.
Azzam'a asistanlık yapan Usame bin Ladin, bizzat savaştı, hatta Celalabad yakınlarında yaralandı. 1986'da kendi kamplarını kurdu. Serveti, cömertliği, sade yaşantısı, karizması, savaştaki cesareti nedeniyle efsaneleşti. Kurumsallaşmasının temelini 1988'e doğru gönüllüler hakkında bilgileri içeren bir veritabanı kurarak attı. Bu bilgisayar kayıtlarından hareketle 'El Kayda' adlı bir yapılanma ortaya çıktı. Suud rejimi, cihadı her yere yaymak isteyen bu kişiden korkmaya başladı ve 1989'da pasaportuna el konuldu
Haziran 1990'da Saddam Kuveyt'e girince Usame bin Ladin, Suudi sınırlarının korunması görevinin kendisi ve tabanına verilmesini istedi. Kral Fahd Amerikan askerlerini çağırınca çok öfkelendi; önce Pakistan'a, ardından Afganistan ve nihayet Sudan'a gitti. Artık Pakistan'da istenmeyen ve kendilerine yer arayan binlerce 'cihadcı'yı Sudan ve Yemen'e yerleştirdi, onlara birçok ülkede iş buldu
ABD'ye karşı ilk cepheyi Somali'de açan ve 1994'te Suud vatandaşlığından çıkarılan Usame bin Ladin, uzun bir süredir, iktidarı almalarına epey yardımcı olduğu Taliban'ın himayesinde Afganistan'da yaşıyor. ABD'nin, yakalanması için 5 milyon dolar ödül koyduğu Usame bin Ladin, hiçbir eylemi açıkça üstlenmiş değil, ama hiçbirini kınamış da değil. Zaten Usame bin Ladin'in adı yapılandan çok, yapılacağı iddia edilen eylemlerle anılıyor.
LADİN'İN ÜNLÜ FETVASI:
'SİVİL YA DA ASKER AMERİKALILARI VURMAK HER MÜSLÜMAN'A FARZDIR'
23 Şubat 1998'de Londra'da Arapça yayınlanan El Kudüs el Arabi gazetesinde Şeyh Usame bin Muhammed Bin Ladin, Mısır Cihad örgütü lideri Ayman el Zevahiri, Mısır İslami Cihad örgütü lideri Ebu Yasir Rifa'i Ahmed Taha, Pakistan Cemiyet-ül Ulema yöneticisi Şeyh Mir Hamza ve Bangladeş Cihad Hareketi lideri Fazlul Rahman'ın, 'Dünya İslam Cephesi' adı altında kaleme almış oldukları fetva yayınlandı. 'Haçlılara ve Yahudilere karşı cihad' çağrısı yapan fetvanın önemli bölümleri şöyle:
'Yedi yıldır ABD, İslam'ın en mukaddes topraklarının bulunduğu Arap Yarımadası'nı işgal ediyor, zenginliklerini sömürüyor, yöneticileri elinde oynatıyor, halkını tehdit ediyor, komşuları terörize ediyor ve buradaki üslerini komşu Müslüman ülkelere saldırı amacıyla kullanıyor.
Amerikalılar yalnızca ekonomik ve dini nedenlerle Müslümanlara savaş açmış değiller, aynı zamanda küçük Yahudi devletine hizmet ediyor ve Kudüs'ün işgali ile orada Müslümanların katlini de gizlemeye çalışıyorlar.
Amerikalıların işlediği tüm bu suç ve günahlar Allah'a, onun Peygamberine ve Müslümanlara karşı açık bir savaş ilanıdır. Ve İslam tarihi boyunca ulema, düşmanın Müslüman ülkeleri yok etmeye çalışması durumunda cihadın kişisel bir farz olduğunda birleşmişlerdir.
Bundan hareketle ve Allah'ın emrine uygun olarak tüm Müslümanlar için geçerli olmak üzere şu fetvayı çıkartmış bulunuyoruz: El Aksa Camii ve Mekke'yi işgalden kurtarmak ve ordularını İslam topraklarından söküp atmak için, -ister sivil, ister asker olsunlar-Amerikalıları ve onların müttefiklerini, hangi ülkede mümkünse orada öldürmek, her Müslüman için farzdır.
Biz Allah'ın rızasıyla, Allah'a inanan ve onun tarafından ödüllendirilmek isteyen her Müslümanı, ele geçirdikleri her yerde ve her zaman Amerikalıları öldürmeye ve paralarına el koymaya çağırıyoruz. Aynı zamanda Müslüman alimleri, liderleri, gençleri ve askerleri, ABD şeytanının ordularına ve şeytanın işbirlikçilerine saldırılar düzenlemeye; bunların arkalarındaki güçleri ortaya çıkarmaya ve onlara unutamayacakları bir ders vermeye çağırıyoruz.'
USAME BİN LADİN'İN KRONOLOJİSİ
Aralık 1992: Yemen'deki ABD'li askerleri hedef alan otel bombalama olayları.
1993: Somali'de Batılı güçlere karşı Aidid'e destek verip Mogadişu'da 18 Amerikalı'nın öldürülmesi.
Şubat 1993: New York'ta Dünya Ticaret Merkezi'nin bombalanması.
Ocak 1995: Filipinler'de Papa'ya suikast girişimi.
1995: Cezayirli Silahlı İslami Grubun (GIA) Fransa'ya karşı yürüttüğü savaş.
Haziran 1995: Etiopya'nın başkenti Adis Ababa'da Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'e yönelik suikast girişimi.
Kasım 1995: Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da beş ABD'li askerin ölümüne yol açan kamyonla bombalama olayı.
Kasım 1995: 17 kişinin öldüğü Pakistan'daki Mısır Büyükelçiliği'nin bombalanması
Haziran 1996: Suudi Arabistan'ın Hobar kentinde 19 Amerikan askerinin ölümüne yol açan patlama.
23 Ağustos 1996: 'Kafirleri kutsal topraklardan kovun' çağrısıyla ABD'ye cihad ilan etti
Şubat 1998: Mısır, Bangladeş ve Pakistanlı birkaç küçük grupla birlikte 'Yahudilere ve Haçlılara' karşı Uluslararası İslami Cephe'yi kurdu. Kuruluş bildirgesinde 'Her Müslümana, dünyanın her köşesinde, sivil veya asker Amerikalı öldürmek farzdır' dendi.
7 Ağustos 1998: Amerikan askerlerinin Kutsal Topraklar'a girişinin sekizinci yıldönümünde Kenya ve Tanzanya'daki ABD büyükelçilikleri havaya uçuruldu ve toplam 257 kişi öldü, 5 bin 500 kişi yaralandı.
20 Ağustos 1998: ABD misilleme olarak Sudan'da bir fabrikayı ve Afganistan'daki eğitim kamplarını bombaladı. Usame bin Ladin'in yakalanması için 5 milyon dolar ödül kondu.
12 Ekim 2000: Yemen'in Aden limanında USS Cole destroyerine yönelik intihar saldırısında 17 Amerikan denizcisi öldü.
1913 yılında doğan Abidin Dino, Robert Kolej'deki öğrenimini yarıda bırakıp, ağabeyi Arif Dino'nun desteğiyle resim, karikatür ve yazı alanında kendini geliştirmeye başladı. İlk desen ve yazıları 1931 yılında Artist dergisinde yayınlandı. D grubunun kurucuları arasında yer aldı. Önce SSCB, sonra da Paris'te ressam ve dekoratör olarak film çekim çalışmalarında bulundu.
Türkiye'ye dönüşünde çeşitli dergilerde çizgi ve yazılarıyla halktan yana, gerçekçi bir sanat görüşünü savundu. Çizgi ve desenlerin ön plana çıktığı resimlerinde işçi ve köylü tiplerini özgün bir üslupla işledi. Başlangıçta Picasso'nun etkisinde kalan sanatçı, daha sonraları yapıtlarında özgün ve yerel bir senteze ulaşmıştır.
Abidin bu hafta Paris'te Villejuif Hastanesi'nde öldü. Sesini yitirdikten, konuşamayacak hale geldikten üç gün sonra... Ona ait aklıma gelen imgelerin hepsi ister istemez yollar, kervansaraylar, yolculuklarla ilgili. Gezginlerin tetikte olma hali vardı onda... Stüdyosundaki küçük kitaplığının ya da geceleri kaldırdığı portatif şövalesinin önünde Abidin durmadan yolculuklara çıkardı. Gezegenlere dönüşen kadın resimleri yapardı... Sonra çiçek resimleri yapardı, onların boyunlarını, aşka giden Boğaziçi geçitlerini... Şimdi acaba Abidin gene yolculuğa mı çıktı...
Ağrı nüfusu, hızlı artışı ile dikkati çeker. Nüfus miktarı Türkiye genelinde fazla bir yekun tutmasa bile, ailelerdeki fert sayısına ve doğurganlık oranına göre nüfus artışı her zaman ülke ortalamasının üzerinde olmuştur.
Cumhuriyet öncesi nüfus için bakınız: 'Tarih' bölümü 'Salnamelerde Bayezil Sancağı' ile 'Edebiyat ve Ağrı' bölümünde 'Bir Osmanlı Kaymakamının Kaleminden Ağrı'.
Cumhuriyet döneminde yapılan ilk nüfus sayımı (1927) nda Ağrı'nın nüfusu 104 434'tür. Aynı yıl Türkiye nüfusunun toplamı 13.6 milyondur.
1990 Genel Nüfus Sayımı’na göre Ağrı, nüfus büyüklüğü bakımından 43. sıradadır. Nüfusu 500 000'den az iller grubunda yer alan Ağrı, ülke nüfusunun binde (0.773) ünü barındırmaktadır. Il'in nüfus yoğunluğu, ülke ortalamasının yaklaşık yarısı (% 55) düzeyindedir. Bununla birlikle nüfus artış hızı %2,5 ile oldukça yüksektir. Doğum oranı ve artış hızı Türkiye ortalamasının üstünde olmasına rağmen, nüfus yerleşmesi açısından tenha sayılır. Çünkü sürekli bir göç olmakladır. Göç, köyden ilçeye, ilçe veya köylerden büyük şehirlere olmak üzere iki biçimde görülür. Köyden ayrılan aileler ilk aşamada yakın ilçeye yerleşmekte, ancak şehirde aradığım bulamadığı için, ikinci aşamada büyük ve her yönü ile gelişmiş şehirlere olmakladır.
Ağrı'da iç ve dış göç çok olur. Her yıl pek çok aile, başla İstanbul, İzmir, Bursa, Adapazarı, Adana, Kayseri olmak üzere, büyük şehirlere göç etmekledir. En az göç Karadeniz ve Güney Doğu Anadolu Bölgesi'ne olmuştur. Bir yılda il dışına göçen insan sayışı yaklaşık 20.000'dır.
Ağrı'da çalışan nüfusun % 80'i tarım ve hayvancılıkla uğraşır. Bu, ekonomik yapının bir sonucudur. Köylü olup da tarım ve hayvancılık yapmayan yoktur. Şehirde oturan bir kısım aileler, hatta bazı memurlar bile hayvan besler, tarım işleri ile uğraşır.
Köyler genellikle toplu köy tipidir. Her köy mutlaka bir su, kaynak veya dere kenarına kurulmuştur. Böyle olduğu için köylere alt yapı hizmetleri götürmek kolaylaşmıştır. Ancak çok yerde olduğu gibi Ağrı'da da şehir daha çekicidir. Bazı varlıklı aileler hem şehirde, hem de köyde otururlar. Köyde arzu ettiği üretimi sağlayamayan köylüler; ya büyük şehirlere, ya da ilçe merkezlerine göçmekledirler. Bu göçün, yani köyden şehire, Doğu'dan Batı'ya göçün başlıca sebepleri:
• Aşırı ve dengesiz nüfus artışı sonucunda ortaya çıkan işsizlik,
• İklimin elverişsizliği, toprağın az verimli oluşu,
• Askerlik görevini Anadolu'nun değişik yerlerinde yapmış, büyük şehirlerde okumuş, gezmiş veya çalışmış olanların köyünü terk etmesi,
• Tarlada, tarım işlerinde ve hayvancılıkta çalışmama isteği,
• Geçimsizlik ve sosyal huzursuzluk...
1940 Yılından bu yana beşer yıllık arayla yapılan sayıma göre Ağrının nüfus toplamı şöyledir.
Ağrı, nüfusu hızla artan illerden biridir. Her nüfus sayımında Türkiye ortalamasından daha fazla bir nüfus artış hızına sahip olmuştur.
1950-1985 arasında nüfus artışında hızlılık görülürken, 1990 sayımında aynı artış olmamıştır. Bu sayımdaki illere göre yıllık nüfus artışı yıllık nüfus artışı 1,11’dir. Bunun sebebi başka illere göçtür. İlde en şiddetli şehirleşme 1950’den sonra olmuştur. Ancak merkez ilçe hariç, yeterli sanayileşme gerçekleşmemiştir. 1960-1965’de görülen düşüşteki temel etken ülke genelindeki gerilemedir. Diğer yıllarda meydana gelen artış veya gerileme; göçlere bağlı olmaktadır.
Nüfusun gelişmesi ilçelere göre incelendiğinde gelişme hızlarını belirleyen önemli etmenlerin, askeri özellikler, ekonomik durumlar ve coğrafi konum olduğu görülmektedir. Diyadin, Doğubeyazıt ve Patnos ilçelerinde artış olurken; Eleşkirt, Hamur, Taşlıçay ve Tutak ilçelerinde gerileme olmuştur.
Nüfusun Yaş Gruplarına Göre Dağılımı
Ağrı nüfusunun yaş yapısı ülke genelinden biraz farklıdır. 1985 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre 0-20 yaş arasındaki insan sayısı il nüfusunun % 62'sini oluşturur. Bu, Ağrı'daki nüfus yapısının genç olduğunu göstermektedir. Her ailede çocuk sayısı çoktur. Bunların ürelime katkıları yoktur, hepsi tüketicidir. Nüfusun böylesine dengesiz artışı ve genç neslin çoğunlukta oluşu;
• Erken evlilik,
• Çok çocuk sahibi olma isteği,
• Doğumu önleme yollarının iyi bilinememesi,
• Gelenek ve ihmalkarlıktır.
Çalışma çağına gelen nüfus sürekli çoğaldığından, işsizlik yoğun şekilde kendini hissettirir. Çalışan, yani üretimde etkin rol alan kişilerin sayısı azdır. Böyle olduğu içindir ki, il ve ilçe merkezlerinde çok sayıda görülen kahve, başlıca vakit geçirme yerleri olmuştur. Gizli ve açık işsizlik gün geçtikçe artmaktadır.
(20-24) yaş grubu, toplam nüfusun onda biri (42 020) dir. Bu nüfusun 25 836'sı erkek, 16 184'ü kadındır. Buradaki erkek fazlalığı, İl'de askerî birliklerin oluşundan ileri gelmektedir. Yirmi beş yaştan yukarı çıkıldıkça, erkek nüfus azalmakta, kadın nüfus artış göstermektedir. Yine 25 yaştan itibaren nüfus sayısı genç yaştakilere oranla giderek azalır. Bunda diğer illere yönelik göç (çalışmaya gitme vb.) olgusunun ve göçe özellikle erkek nüfusun gitmesinin payı büyüktür.
Yerleşme Düzeni ve Nüfus
Ağrı'da nüfus, şehir ve köy olmak üzere iki yerleşim biriminde yaşar.
Ağrı'da Merkez ilçe dahil, 8 ilçe, (7 bucak) , 562 köy ve 370 köy altı yerleşim birimi ile toplam 940 yerleşim ünitesi vardır. Bu kadar dağınık yerde 437 093 insan yaşar.
Nüfus; iklim bakımından daha elverişli olan yerlere, dere boylarına, akarsu kenarlarına, verimli topraklara ve çoğunlukla ovalık alanlara toplanmıştır. Yani Ağrı'da halk, yerleşmeğe elverişli havzalara ve yerleşme ünitelerine, ekonomik ve iklim şartlarına göre dengeli bir şekilde dağılmıştır. Engebeli ve dağlık alanlarda kilometre kareye düşen insan sayısı ortalama 5-10 kişi arasında, hatta yüksek yerlerde daha azdır. Göçerler sonbahardan itibaren yüksek dağlardan ve yaylalardan tamamen çekilir. Kış boyunca buralar ıssızlaşır. ilkbahar sonundan itibaren yaylaya çıkan nüfus, sonbaharda ovalık ve kapalı yerlere iner.
Ağrı'da orman bulunmadığından, bu yerleşme yerleri tamamen orman dışındadır. Köy allı yerleşim üniteleri bunlara dahil edilmemiştir. Onlar genelde dağ değinde ve yamaçtadır.
Toplam 562 köy vardır. Bunların (1990 sayımına göre) 22'sinin nüfusu 100 den az, 121'nin nüfusu 100-250 arasında, 202'sinin nüfusu 251-500 arasında 214 köyün nüfusu 501-2000 arasındadır. (Muhtarlık olmayan yerler dahil edilmemiştir) Doğubayazıt'ın Gürbulak, Patnos'un Dedeli ve Doğansu köylerinin nüfusu, 2000'dcn fazladır.
Ağrı'da köy ve şehir nüfuslarının gelişmeleri arasında, şehir nüfusu lehine önemli bir farklılık gözlenmektedir.
Türkiye'de kentleşmenin hız. kazandığı 1950 yılından itibaren, aynı durum Ağrı'da da görülmüştür. 1950 yılında köyde yaşayan insan (134 246) , şehirde yaşayan (21 209) insanın 6,5 katı iken, 1985 yılında bu oran 1,9 kalma inmiştir. Yani köy nüfusu 35 yılda yaklaşık iki misli anarken, şehir nüfusu 6,7 kat artmıştır. Bu oranlar, Ağrı'da Türkiye ortalamasının hayli üstünde bir kentleşme olduğunu göstermekledir. Bu, köy nüfusunun az arılığı anlamına gelmez. Aslında.köyde yaşayan nüfus, ülke genelinden çok daha hızlı anmakladır. Köyden şehire, Doğu'dan Batı'ya göçler olmasa, köylerde yaşayan nüfus on kalma yakın bir artış gösterecekti.
ildeki bu hızlı kentleşmenin önemli sebepleri;
köy nüfusunun kaba bir doğum sonucu hızla artması, köydeki ekilebilir toprağın zamanla azalması, topraksızlaşma, yeni yeni ailelerin ortaya çıkması, makinalaşma, köydeki hayal şartlarının şehire ve Batı'ya göre biraz daha zor olmasıdır.
Ağrı'da şehir nüfusunun köy nüfusundan fazla olduğu ilçe, sadece Merkez ilçe (Ağrı) 'dir. Diğer ilçelerin tümünde köy nüfusu şehir nüfusundan öndedir. Bununla beraber, Doğubayazıt ve Patnos ilçelerinin şehir nüfusu kalabalıktır ki, bunda ilçe merkezlerinin büyüklüğü yanında buralardaki askerî birliklerin de etkisi vardır.
Ağrı'nın Kurtuluşu M.Ö. 18. Yüzyıl öncesine dayanmaktadır. M.Ö.15. yüzyılda Hurri Mitani krallığının kuzey ucunu işgal etmiş olan ve bu topraklarda asıl hakimiyeti Urartular kurmuştur. Kimerlerle başlayıp, Pers ve Makedonyalılardan sonra M.Ö. 1. yüzyılda Part ve Şahlar, Moğollar, İlhanlılar, Kara koyunlular ve Safaviler 16. Yüzyıla kadar Ağrı ve çevresinde hakimiyet kurmuşlardır. 1514 yılında Yavuz Sultan Selim'in Şah İsmail'i Çaldıran meydan muharebesinde yenmesiyle bölge Osmanlıların eline geçmiştir. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşında Ruslar tarafından işgal edilmiş, aynı yıl yapılan Berlin Antlaşmasıyla işgal sona erdirilmiştir.
1.Cihan Harbi'nin ikinci senesinde düşman birlikleri topraklarımıza girerek hunharca katliamlar yapmışlardır. Esaret ve işgale alışmamış cesur ve imanlı halkımız 15 Nisan 1918 'de kurtuluş meşalesini Ağrı Dağı'nın doruklarından ateşleyerek, özgürlüğünü kazanmıştır. Osmanlı dönemlerinde yıllarca sancaktarlık olan Beyazıt, Cumhuriyetle birlikte Vilayet olmuştur. 1927 yılında coğrafi, ekonomik, nüfus ve ulaşım gibi sebeplerle önce Şorbulak, Karakilise ve karaköse isimleri ile anılan İl, 1938 yılında İl sınırları içinde yer alan ve Türkiye'nin en yüksek dağı olan Ağrı Dağı'ndan esinlenerek AĞRI olmuştur.... 15 Nisan 1918 yılından beri her yıl 15 Nisan günü İl'in düşman işgalinden kurtuluşunun şenlikleri yapılır...
“AĞRI” ADININ VERİLİŞİ
Osmanlı-Rus savaşlarında, Ruslar tarafından bölgeye yerleştirilen Ermeniler birçok yerde kilise ve manastır yapmışlardı. Ağrı’da şimdiki Bahçelievler Polis Karakolu’nun yerinde yapılan kilise, siyah taşlardan örülü bir yapı idi. Toprağa ve bu kiliseye izafeten şehre “Karakilise” adı verilmişti. “Karakilise” adında yerleşim yeri başka illerde de vardı. Bunlar birbiriyle karıştığı için, Kars Karakilisesi, Pasinler Karakilisesi ve Eleşkirt Karakilisesi gibi adlar veriliyordu.
Kars, Pasinler ve Eleşkirt “Karakilise”si adları halk ve askerlerce karıştırıldığından; Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, Eleşkirt Karakilisesi’nin Kösedağ’ın doğu tarafında bulunması ve kilise ile herhangi bir ilgisinin bulunmaması yüzünden değişmesini istemişti. Çünkü Nisan 1918’de Ermeniler Ağrı’yı terk etmiş, küçük kiliseler kullanılmaz olmuştu. Harita şubesine Karakilise’nin “Karaköse” olarak tashih edilmesi ve izin için de Harbiye Nezareti (Savunma Bakanlığı) ’na yazılar yazıldı. Bu istek üzerine Kasım 1919’da Karakilise adlı “Karaköse” olarak değiştirildi.
1938’de sınırları içinde bulunan ve Türkiye’nin en yüksek dağı olan Ağrı Dağı’ndan ötürü “Karaköse” adlı “Ağrı” olarak değiştirildi.
Piyer Loti Deniz subaylığı eğitimi gördü. Türkiye'ye gelişi rastlantıdır. Gemisi görevlendirilmişti. Bütün dünyayı dolaştı. Çok genç yaşında dünya çapında ün kazanmış bir roman yazarıydı. Fransız Akademisi'ne seçilmişti. Politikayı sevmiyor, hümanist anlayış sergiliyordu. Güney Doğu Asya'da Fransız politikasını eleştirdiği için geriye çekildi. Genelde hümanisttir. İlke olarak, savaş karşıtıydı. Hiçbir silahlı eyleme katılmadı. Türkiye'ye savaş açtığı için Cihan Savaşı sırasında kendi hükümetini eleştirdi. Hiçbir örgüte bağlı değildi. İnandığı fikir için ölümüne kadar savaştı. İnsan hakları ilkesine dayalı bir savunma yürüttüğünden, Türkler onu 'Büyük Dost' ilan etti, adını İstanbul'daki bir caddeye verdi
152. doğum yılını andığımız yazar Piyer Loti, Osmanlı Devleti'nin parçalanma döneminde ve Kurtuluş Savaşı sırasında, Türk halkını cesaretle savunan tek yabancı olmuştu.
Fransızlar için Piyer Loti (asıl adıyla Julien Viaud) Fransız Akademisi üyeliğine layık görülmüş, son derece değerli bir romancıdır. Romantik akımın son temsilcilerinden sayılır. Bir özelliği de, 19. yüzyıldaki köklü değişmelere tepki gösteren, uygarlık adına yapılanları eleştirenler arasında, kendisine özgü bir yol göstermesidir: Türk türü doğulu yaşamı. Fransa'nın Atlas Okyanusu sahillerinde küçük bir liman şehrinde son derece basit ve içe kapalı bir aile yaşamından gelen Loti, Paris'in şımarık ve aşırı iddialı bulduğu hayat tarzından hiç hoşlanmıyordu. Nitekim bu yüzden Türkiye'yi severken, Avrupa'yı taklit eden 'Beyoğlu - Pera'nın yabancıları, turistleri ve levantenlerinden nefretini saklamıyordu. Bir bahriye subayı olarak geldiği Türkiye'de fırsat buldukça başına fes, sırtına Türk elbiseleri geçirip sokaklarda dolaşmayı, kahvelerde nargile içmeyi, rastladığı sade insanlarla konuşmayı tercih ediyordu. Bu amaçla Türkçe bile öğrendi.
Türkseverliğin nedenleri Fas'tan İran'a kadar bütün İslam ülkelerini dolaşmış olan yazarın Türkseverliği iki hususa dayanıyordu. Birincisi: 1876'da Selanik'te başlayan ve bir yıl içinde İstanbul'da biten Aziyade'ye aşkıdır. İlk ve ona ününü kazandıran aynı isimdeki romanının bu kahramanı ile harem atmosferi içinde geçirdiği huzur dolu günleri asla unutamamıştır. Orada, Avrupa'da artık kalmadığına inandığı sükunet ve günlük endişelerden kopuşu bulmanın zevkini kitaplarına yansıtmıştır. İlgisi asla Avrupalı bir kesimdeki gibi, haremde cinsellik arayışı değildi. 14 Ocak'ta 150. doğum yılını andığımız Loti'nin Türkseverliğinin ikinci sebebi, ev yaşamının dışında Türklerin, yönettikleri gayrimüslim cemaatlere gösterdikleri hoşgörüydü. Türkler aleyhinde bütün Batı'da yürütülen kötüleme kampanyasının gerçek olmadığına, aralarında yaşayarak tanık olmuştu. Bu sebeple, 'Les Desenchentees = Mutsuz Kadınlar' romanında olduğu gibi, kadınların eşlerini kendilerinin seçememeleri konusunda eleştiriler yöneltse de, temelde Osmanlı'ya toz kondurmuyordu.
Siyasi etkinlikleri Artık yeni roman üretemediği 1910'lu yıllarda, bütün gücünü Türklere yöneltilen aşağılamalar ve haksız suçlamalara karşı çıkmaya verdi. İtalya'nın Libya'ya saldırısını (1911) gazetelere gönderdiği mektuplarla yerdiği gibi, onu izleyen Balkan Savaşı (1912 - 13) sırasında da makaleleriyle bütün Avrupa'nın karşısına tek başına dikildi. Batılıların bildikleri halde yansıtmaktan kaçındıkları bütün Hıristiyan kötülüklerini açık açık ortaya dökmekten kaçınmadı. O kadar ki, 1913'te onun hakkında Cemal Paşa, 'Dünyanın bütün düşmanlık şimşekleri üzerine yönelse kazınmayacak yüce karakterde biridir'; Falih Rıfkı, 'Bence Türk tarihi onun namını aziz Trakya'nın ikinci fatihleri arasında sayacaktır'; Adnan Adıvar ise, 'Türklerin Avrupa'daki az sayıdaki savunucularını manevi yaralarımızı saran bir Kızılay cemiyetine benzetiyor ve Loti'yi onların yüce başkanı sıfatıyla selamlıyorum,' demekten kendilerini alamamışlardır. O yıl Loti'nin İstanbul'u ziyareti, çok önemli bir siyasi olay olmuştu.
Fransız sansürüne karşı Birinci Dünya Savaşı sırasında kendi hükümetini Türkiye'ye savaş ilan ettiği için eleştirmekten geri kalmayan Loti, 1918 sonunda Osmanlı ülkesinin paylaşılma pazarlıkları başlar başlamaz, Türklere haksızlık yapılmakta olduğunu ısrarla tekrar etmeye koyuldu. Fransa'da sansürün hala Türkler lehinde yazı yayınlanmasına izin vermediği bir dönemde, yüksek mevkilerdeki - bazıları bakan - dostlarını kullanarak, açık mektuplarını gazetelere sokturabildi. Yunanlıların, Ermenilerin yaydıkları yanlış istatistikleri sürekli düzeltti. Fransa'nın İngiliz emperyalizminin peşinden gitmesini hep eleştirdi.
Daha 1910'larda kökleşmeye başlayan 'Büyük Dost' lakabı artık sadece onu belirtiyordu. Ankara'da ulusal direnç başlamadan önce, İzmir'in Yunanlılarca işgali üzerine 74 Türk aydınının imzalayarak gönderdikleri mektupta, 'Barış koşullarını saptayanların insafa gelmesi için çağırıda bulunması' istenmiştir. Bu çabaları dolayısıyla büyük bir anma töreni yapılmış hatta Divanyolu'ndaki bir sokağa ismi, Klod Farrer'le birlikte verilmiştir. Mustafa Kemal Paşa da gönderdiği mektubunda ondan, 'Hakların savunucusu ve civanmert yüce Fransız' diye bahseder. Hastalığına rağmen sürdürdüğü kampanyasıyla Türklerin de 'insanlar arasında sayılması gerektiğini' kabul ettiren Loti, Lozan'ı ve cumhuriyetin ilanını göremeden öldü; ama edebi yanından çok, bu insan hakları savunucusu niteliğiyle Türklerin kalbinde taht kurdu
abd nin roswell kentine düştüğü söyleniyo,,yetkililerce gizlenmektedir..ufo kalıntıları mevcuttur..abd olayı örtbas etmiştir..1947Haziranında,başka bir dünyadan gelen bir uçan daire,ABD New Mexico Eyaletinin Roswell kenti yakınlarında düşmüş ve aracın yeröteli tayfalarının minik vucutlarına elkoymuş,daha sonrada düşenin bir meteroloji balonu olduğu üzerine kurulu yanlış hikaye ile kamuoyunu bugune kadar kandırmaya çalışmıştır.'
amerikaya belki de çoğu kişinin isteyip de yapamadığı bir şey yaptı..abd nin karizmasını çizdi..komplekse giren abd ırak ve afganistana askeri girişimde bulundu..
1957'de 54 çocuklu bir babanın oğlu olarak doğan Usame bin Ladin'in kökü Güney Yemen'de Hadramut. Babası Muhammed 1930'da geldiği Suudi Arabistan'da hızla yükseldi ve zamanla Ortadoğu'nun en büyük müteahhitlerinden biri oldu. 1968'de kaza sonucu öldüğünde mirası 11 milyar dolardı. Oğulları hep Suud prensleriyle birlikte büyümüş ve okumuştu.
Genç yaşta Müslüman Kardeşler teşkilatının fikirlerinden etkilenen Usame bin Ladin, 1979 Aralık ayında, arkadaşı, Suudi Gizli Servisi Şefi Prens Turki bin Faysal tarafından Pakistan Peşaver'e yollandı. Buradaki kamplarda, başta Arap ülkeleri olmak üzere dünyanın dört bir tarafındaki İslamcı gençler birer profesyonel savaşçıya çevriliyordu. Beş ülkenin birlikte üstlendiği bu projenin sorumluluğu Pakistan Gizli Servisi ISI'deydi, yürütücüsüyse Filistin asıllı Abdullah Azzam'dı.
Azzam'a asistanlık yapan Usame bin Ladin, bizzat savaştı, hatta Celalabad yakınlarında yaralandı. 1986'da kendi kamplarını kurdu. Serveti, cömertliği, sade yaşantısı, karizması, savaştaki cesareti nedeniyle efsaneleşti. Kurumsallaşmasının temelini 1988'e doğru gönüllüler hakkında bilgileri içeren bir veritabanı kurarak attı. Bu bilgisayar kayıtlarından hareketle 'El Kayda' adlı bir yapılanma ortaya çıktı. Suud rejimi, cihadı her yere yaymak isteyen bu kişiden korkmaya başladı ve 1989'da pasaportuna el konuldu
Haziran 1990'da Saddam Kuveyt'e girince Usame bin Ladin, Suudi sınırlarının korunması görevinin kendisi ve tabanına verilmesini istedi. Kral Fahd Amerikan askerlerini çağırınca çok öfkelendi; önce Pakistan'a, ardından Afganistan ve nihayet Sudan'a gitti. Artık Pakistan'da istenmeyen ve kendilerine yer arayan binlerce 'cihadcı'yı Sudan ve Yemen'e yerleştirdi, onlara birçok ülkede iş buldu
ABD'ye karşı ilk cepheyi Somali'de açan ve 1994'te Suud vatandaşlığından çıkarılan Usame bin Ladin, uzun bir süredir, iktidarı almalarına epey yardımcı olduğu Taliban'ın himayesinde Afganistan'da yaşıyor. ABD'nin, yakalanması için 5 milyon dolar ödül koyduğu Usame bin Ladin, hiçbir eylemi açıkça üstlenmiş değil, ama hiçbirini kınamış da değil. Zaten Usame bin Ladin'in adı yapılandan çok, yapılacağı iddia edilen eylemlerle anılıyor.
LADİN'İN ÜNLÜ FETVASI:
'SİVİL YA DA ASKER AMERİKALILARI VURMAK HER MÜSLÜMAN'A FARZDIR'
23 Şubat 1998'de Londra'da Arapça yayınlanan El Kudüs el Arabi gazetesinde Şeyh Usame bin Muhammed Bin Ladin, Mısır Cihad örgütü lideri Ayman el Zevahiri, Mısır İslami Cihad örgütü lideri Ebu Yasir Rifa'i Ahmed Taha, Pakistan Cemiyet-ül Ulema yöneticisi Şeyh Mir Hamza ve Bangladeş Cihad Hareketi lideri Fazlul Rahman'ın, 'Dünya İslam Cephesi' adı altında kaleme almış oldukları fetva yayınlandı. 'Haçlılara ve Yahudilere karşı cihad' çağrısı yapan fetvanın önemli bölümleri şöyle:
'Yedi yıldır ABD, İslam'ın en mukaddes topraklarının bulunduğu Arap Yarımadası'nı işgal ediyor, zenginliklerini sömürüyor, yöneticileri elinde oynatıyor, halkını tehdit ediyor, komşuları terörize ediyor ve buradaki üslerini komşu Müslüman ülkelere saldırı amacıyla kullanıyor.
Amerikalılar yalnızca ekonomik ve dini nedenlerle Müslümanlara savaş açmış değiller, aynı zamanda küçük Yahudi devletine hizmet ediyor ve Kudüs'ün işgali ile orada Müslümanların katlini de gizlemeye çalışıyorlar.
Amerikalıların işlediği tüm bu suç ve günahlar Allah'a, onun Peygamberine ve Müslümanlara karşı açık bir savaş ilanıdır. Ve İslam tarihi boyunca ulema, düşmanın Müslüman ülkeleri yok etmeye çalışması durumunda cihadın kişisel bir farz olduğunda birleşmişlerdir.
Bundan hareketle ve Allah'ın emrine uygun olarak tüm Müslümanlar için geçerli olmak üzere şu fetvayı çıkartmış bulunuyoruz: El Aksa Camii ve Mekke'yi işgalden kurtarmak ve ordularını İslam topraklarından söküp atmak için, -ister sivil, ister asker olsunlar-Amerikalıları ve onların müttefiklerini, hangi ülkede mümkünse orada öldürmek, her Müslüman için farzdır.
Biz Allah'ın rızasıyla, Allah'a inanan ve onun tarafından ödüllendirilmek isteyen her Müslümanı, ele geçirdikleri her yerde ve her zaman Amerikalıları öldürmeye ve paralarına el koymaya çağırıyoruz. Aynı zamanda Müslüman alimleri, liderleri, gençleri ve askerleri, ABD şeytanının ordularına ve şeytanın işbirlikçilerine saldırılar düzenlemeye; bunların arkalarındaki güçleri ortaya çıkarmaya ve onlara unutamayacakları bir ders vermeye çağırıyoruz.'
USAME BİN LADİN'İN KRONOLOJİSİ
Aralık 1992: Yemen'deki ABD'li askerleri hedef alan otel bombalama olayları.
1993: Somali'de Batılı güçlere karşı Aidid'e destek verip Mogadişu'da 18 Amerikalı'nın öldürülmesi.
Şubat 1993: New York'ta Dünya Ticaret Merkezi'nin bombalanması.
Ocak 1995: Filipinler'de Papa'ya suikast girişimi.
1995: Cezayirli Silahlı İslami Grubun (GIA) Fransa'ya karşı yürüttüğü savaş.
Haziran 1995: Etiopya'nın başkenti Adis Ababa'da Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'e yönelik suikast girişimi.
Kasım 1995: Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da beş ABD'li askerin ölümüne yol açan kamyonla bombalama olayı.
Kasım 1995: 17 kişinin öldüğü Pakistan'daki Mısır Büyükelçiliği'nin bombalanması
Haziran 1996: Suudi Arabistan'ın Hobar kentinde 19 Amerikan askerinin ölümüne yol açan patlama.
23 Ağustos 1996: 'Kafirleri kutsal topraklardan kovun' çağrısıyla ABD'ye cihad ilan etti
Şubat 1998: Mısır, Bangladeş ve Pakistanlı birkaç küçük grupla birlikte 'Yahudilere ve Haçlılara' karşı Uluslararası İslami Cephe'yi kurdu. Kuruluş bildirgesinde 'Her Müslümana, dünyanın her köşesinde, sivil veya asker Amerikalı öldürmek farzdır' dendi.
7 Ağustos 1998: Amerikan askerlerinin Kutsal Topraklar'a girişinin sekizinci yıldönümünde Kenya ve Tanzanya'daki ABD büyükelçilikleri havaya uçuruldu ve toplam 257 kişi öldü, 5 bin 500 kişi yaralandı.
20 Ağustos 1998: ABD misilleme olarak Sudan'da bir fabrikayı ve Afganistan'daki eğitim kamplarını bombaladı. Usame bin Ladin'in yakalanması için 5 milyon dolar ödül kondu.
12 Ekim 2000: Yemen'in Aden limanında USS Cole destroyerine yönelik intihar saldırısında 17 Amerikan denizcisi öldü.
11 Eylül 2001 İkiz kulelerin bombalanması.
1913 yılında doğan Abidin Dino, Robert Kolej'deki öğrenimini yarıda bırakıp, ağabeyi Arif Dino'nun desteğiyle resim, karikatür ve yazı alanında kendini geliştirmeye başladı. İlk desen ve yazıları 1931 yılında Artist dergisinde yayınlandı. D grubunun kurucuları arasında yer aldı. Önce SSCB, sonra da Paris'te ressam ve dekoratör olarak film çekim çalışmalarında bulundu.
Türkiye'ye dönüşünde çeşitli dergilerde çizgi ve yazılarıyla halktan yana, gerçekçi bir sanat görüşünü savundu. Çizgi ve desenlerin ön plana çıktığı resimlerinde işçi ve köylü tiplerini özgün bir üslupla işledi. Başlangıçta Picasso'nun etkisinde kalan sanatçı, daha sonraları yapıtlarında özgün ve yerel bir senteze ulaşmıştır.
Abidin bu hafta Paris'te Villejuif Hastanesi'nde öldü. Sesini yitirdikten, konuşamayacak hale geldikten üç gün sonra... Ona ait aklıma gelen imgelerin hepsi ister istemez yollar, kervansaraylar, yolculuklarla ilgili. Gezginlerin tetikte olma hali vardı onda... Stüdyosundaki küçük kitaplığının ya da geceleri kaldırdığı portatif şövalesinin önünde Abidin durmadan yolculuklara çıkardı. Gezegenlere dönüşen kadın resimleri yapardı... Sonra çiçek resimleri yapardı, onların boyunlarını, aşka giden Boğaziçi geçitlerini... Şimdi acaba Abidin gene yolculuğa mı çıktı...
John Berger, Aralık, 1993
ishak paşa sarayı doğu beyazıttadır..
NUFUS:
Ağrı nüfusu, hızlı artışı ile dikkati çeker. Nüfus miktarı Türkiye genelinde fazla bir yekun tutmasa bile, ailelerdeki fert sayısına ve doğurganlık oranına göre nüfus artışı her zaman ülke ortalamasının üzerinde olmuştur.
Cumhuriyet öncesi nüfus için bakınız: 'Tarih' bölümü 'Salnamelerde Bayezil Sancağı' ile 'Edebiyat ve Ağrı' bölümünde 'Bir Osmanlı Kaymakamının Kaleminden Ağrı'.
Cumhuriyet döneminde yapılan ilk nüfus sayımı (1927) nda Ağrı'nın nüfusu 104 434'tür. Aynı yıl Türkiye nüfusunun toplamı 13.6 milyondur.
1990 Genel Nüfus Sayımı’na göre Ağrı, nüfus büyüklüğü bakımından 43. sıradadır. Nüfusu 500 000'den az iller grubunda yer alan Ağrı, ülke nüfusunun binde (0.773) ünü barındırmaktadır. Il'in nüfus yoğunluğu, ülke ortalamasının yaklaşık yarısı (% 55) düzeyindedir. Bununla birlikle nüfus artış hızı %2,5 ile oldukça yüksektir. Doğum oranı ve artış hızı Türkiye ortalamasının üstünde olmasına rağmen, nüfus yerleşmesi açısından tenha sayılır. Çünkü sürekli bir göç olmakladır. Göç, köyden ilçeye, ilçe veya köylerden büyük şehirlere olmak üzere iki biçimde görülür. Köyden ayrılan aileler ilk aşamada yakın ilçeye yerleşmekte, ancak şehirde aradığım bulamadığı için, ikinci aşamada büyük ve her yönü ile gelişmiş şehirlere olmakladır.
Ağrı'da iç ve dış göç çok olur. Her yıl pek çok aile, başla İstanbul, İzmir, Bursa, Adapazarı, Adana, Kayseri olmak üzere, büyük şehirlere göç etmekledir. En az göç Karadeniz ve Güney Doğu Anadolu Bölgesi'ne olmuştur. Bir yılda il dışına göçen insan sayışı yaklaşık 20.000'dır.
Ağrı'da çalışan nüfusun % 80'i tarım ve hayvancılıkla uğraşır. Bu, ekonomik yapının bir sonucudur. Köylü olup da tarım ve hayvancılık yapmayan yoktur. Şehirde oturan bir kısım aileler, hatta bazı memurlar bile hayvan besler, tarım işleri ile uğraşır.
Köyler genellikle toplu köy tipidir. Her köy mutlaka bir su, kaynak veya dere kenarına kurulmuştur. Böyle olduğu için köylere alt yapı hizmetleri götürmek kolaylaşmıştır. Ancak çok yerde olduğu gibi Ağrı'da da şehir daha çekicidir. Bazı varlıklı aileler hem şehirde, hem de köyde otururlar. Köyde arzu ettiği üretimi sağlayamayan köylüler; ya büyük şehirlere, ya da ilçe merkezlerine göçmekledirler. Bu göçün, yani köyden şehire, Doğu'dan Batı'ya göçün başlıca sebepleri:
• Aşırı ve dengesiz nüfus artışı sonucunda ortaya çıkan işsizlik,
• İklimin elverişsizliği, toprağın az verimli oluşu,
• Askerlik görevini Anadolu'nun değişik yerlerinde yapmış, büyük şehirlerde okumuş, gezmiş veya çalışmış olanların köyünü terk etmesi,
• Tarlada, tarım işlerinde ve hayvancılıkta çalışmama isteği,
• Geçimsizlik ve sosyal huzursuzluk...
1940 Yılından bu yana beşer yıllık arayla yapılan sayıma göre Ağrının nüfus toplamı şöyledir.
Ağrı, nüfusu hızla artan illerden biridir. Her nüfus sayımında Türkiye ortalamasından daha fazla bir nüfus artış hızına sahip olmuştur.
1950-1985 arasında nüfus artışında hızlılık görülürken, 1990 sayımında aynı artış olmamıştır. Bu sayımdaki illere göre yıllık nüfus artışı yıllık nüfus artışı 1,11’dir. Bunun sebebi başka illere göçtür. İlde en şiddetli şehirleşme 1950’den sonra olmuştur. Ancak merkez ilçe hariç, yeterli sanayileşme gerçekleşmemiştir. 1960-1965’de görülen düşüşteki temel etken ülke genelindeki gerilemedir. Diğer yıllarda meydana gelen artış veya gerileme; göçlere bağlı olmaktadır.
Nüfusun gelişmesi ilçelere göre incelendiğinde gelişme hızlarını belirleyen önemli etmenlerin, askeri özellikler, ekonomik durumlar ve coğrafi konum olduğu görülmektedir. Diyadin, Doğubeyazıt ve Patnos ilçelerinde artış olurken; Eleşkirt, Hamur, Taşlıçay ve Tutak ilçelerinde gerileme olmuştur.
Nüfusun Yaş Gruplarına Göre Dağılımı
Ağrı nüfusunun yaş yapısı ülke genelinden biraz farklıdır. 1985 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre 0-20 yaş arasındaki insan sayısı il nüfusunun % 62'sini oluşturur. Bu, Ağrı'daki nüfus yapısının genç olduğunu göstermektedir. Her ailede çocuk sayısı çoktur. Bunların ürelime katkıları yoktur, hepsi tüketicidir. Nüfusun böylesine dengesiz artışı ve genç neslin çoğunlukta oluşu;
• Erken evlilik,
• Çok çocuk sahibi olma isteği,
• Doğumu önleme yollarının iyi bilinememesi,
• Gelenek ve ihmalkarlıktır.
Çalışma çağına gelen nüfus sürekli çoğaldığından, işsizlik yoğun şekilde kendini hissettirir. Çalışan, yani üretimde etkin rol alan kişilerin sayısı azdır. Böyle olduğu içindir ki, il ve ilçe merkezlerinde çok sayıda görülen kahve, başlıca vakit geçirme yerleri olmuştur. Gizli ve açık işsizlik gün geçtikçe artmaktadır.
(20-24) yaş grubu, toplam nüfusun onda biri (42 020) dir. Bu nüfusun 25 836'sı erkek, 16 184'ü kadındır. Buradaki erkek fazlalığı, İl'de askerî birliklerin oluşundan ileri gelmektedir. Yirmi beş yaştan yukarı çıkıldıkça, erkek nüfus azalmakta, kadın nüfus artış göstermektedir. Yine 25 yaştan itibaren nüfus sayısı genç yaştakilere oranla giderek azalır. Bunda diğer illere yönelik göç (çalışmaya gitme vb.) olgusunun ve göçe özellikle erkek nüfusun gitmesinin payı büyüktür.
Yerleşme Düzeni ve Nüfus
Ağrı'da nüfus, şehir ve köy olmak üzere iki yerleşim biriminde yaşar.
Ağrı'da Merkez ilçe dahil, 8 ilçe, (7 bucak) , 562 köy ve 370 köy altı yerleşim birimi ile toplam 940 yerleşim ünitesi vardır. Bu kadar dağınık yerde 437 093 insan yaşar.
Nüfus; iklim bakımından daha elverişli olan yerlere, dere boylarına, akarsu kenarlarına, verimli topraklara ve çoğunlukla ovalık alanlara toplanmıştır. Yani Ağrı'da halk, yerleşmeğe elverişli havzalara ve yerleşme ünitelerine, ekonomik ve iklim şartlarına göre dengeli bir şekilde dağılmıştır. Engebeli ve dağlık alanlarda kilometre kareye düşen insan sayısı ortalama 5-10 kişi arasında, hatta yüksek yerlerde daha azdır. Göçerler sonbahardan itibaren yüksek dağlardan ve yaylalardan tamamen çekilir. Kış boyunca buralar ıssızlaşır. ilkbahar sonundan itibaren yaylaya çıkan nüfus, sonbaharda ovalık ve kapalı yerlere iner.
Köylerin yerleşme merkezlerinin konumu şöyledir:
190'ı ovada, 70'i vadide, 157'si dağ eteğinde, 95'i yamaçta, 50'si sırttadır.
Ağrı'da orman bulunmadığından, bu yerleşme yerleri tamamen orman dışındadır. Köy allı yerleşim üniteleri bunlara dahil edilmemiştir. Onlar genelde dağ değinde ve yamaçtadır.
Toplam 562 köy vardır. Bunların (1990 sayımına göre) 22'sinin nüfusu 100 den az, 121'nin nüfusu 100-250 arasında, 202'sinin nüfusu 251-500 arasında 214 köyün nüfusu 501-2000 arasındadır. (Muhtarlık olmayan yerler dahil edilmemiştir) Doğubayazıt'ın Gürbulak, Patnos'un Dedeli ve Doğansu köylerinin nüfusu, 2000'dcn fazladır.
Ağrı'da köy ve şehir nüfuslarının gelişmeleri arasında, şehir nüfusu lehine önemli bir farklılık gözlenmektedir.
Türkiye'de kentleşmenin hız. kazandığı 1950 yılından itibaren, aynı durum Ağrı'da da görülmüştür. 1950 yılında köyde yaşayan insan (134 246) , şehirde yaşayan (21 209) insanın 6,5 katı iken, 1985 yılında bu oran 1,9 kalma inmiştir. Yani köy nüfusu 35 yılda yaklaşık iki misli anarken, şehir nüfusu 6,7 kat artmıştır. Bu oranlar, Ağrı'da Türkiye ortalamasının hayli üstünde bir kentleşme olduğunu göstermekledir. Bu, köy nüfusunun az arılığı anlamına gelmez. Aslında.köyde yaşayan nüfus, ülke genelinden çok daha hızlı anmakladır. Köyden şehire, Doğu'dan Batı'ya göçler olmasa, köylerde yaşayan nüfus on kalma yakın bir artış gösterecekti.
ildeki bu hızlı kentleşmenin önemli sebepleri;
köy nüfusunun kaba bir doğum sonucu hızla artması, köydeki ekilebilir toprağın zamanla azalması, topraksızlaşma, yeni yeni ailelerin ortaya çıkması, makinalaşma, köydeki hayal şartlarının şehire ve Batı'ya göre biraz daha zor olmasıdır.
Ağrı'da şehir nüfusunun köy nüfusundan fazla olduğu ilçe, sadece Merkez ilçe (Ağrı) 'dir. Diğer ilçelerin tümünde köy nüfusu şehir nüfusundan öndedir. Bununla beraber, Doğubayazıt ve Patnos ilçelerinin şehir nüfusu kalabalıktır ki, bunda ilçe merkezlerinin büyüklüğü yanında buralardaki askerî birliklerin de etkisi vardır.
Ağrı'nın Kurtuluşu M.Ö. 18. Yüzyıl öncesine dayanmaktadır. M.Ö.15. yüzyılda Hurri Mitani krallığının kuzey ucunu işgal etmiş olan ve bu topraklarda asıl hakimiyeti Urartular kurmuştur. Kimerlerle başlayıp, Pers ve Makedonyalılardan sonra M.Ö. 1. yüzyılda Part ve Şahlar, Moğollar, İlhanlılar, Kara koyunlular ve Safaviler 16. Yüzyıla kadar Ağrı ve çevresinde hakimiyet kurmuşlardır. 1514 yılında Yavuz Sultan Selim'in Şah İsmail'i Çaldıran meydan muharebesinde yenmesiyle bölge Osmanlıların eline geçmiştir.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşında Ruslar tarafından işgal edilmiş, aynı yıl yapılan Berlin Antlaşmasıyla işgal sona erdirilmiştir.
1.Cihan Harbi'nin ikinci senesinde düşman birlikleri topraklarımıza girerek hunharca katliamlar yapmışlardır. Esaret ve işgale alışmamış cesur ve imanlı halkımız 15 Nisan 1918 'de kurtuluş meşalesini Ağrı Dağı'nın doruklarından ateşleyerek, özgürlüğünü kazanmıştır.
Osmanlı dönemlerinde yıllarca sancaktarlık olan Beyazıt, Cumhuriyetle birlikte Vilayet olmuştur. 1927 yılında coğrafi, ekonomik, nüfus ve ulaşım gibi sebeplerle önce Şorbulak, Karakilise ve karaköse isimleri ile anılan İl, 1938 yılında İl sınırları içinde yer alan ve Türkiye'nin en yüksek dağı olan Ağrı Dağı'ndan esinlenerek AĞRI olmuştur....
15 Nisan 1918 yılından beri her yıl 15 Nisan günü İl'in düşman işgalinden kurtuluşunun şenlikleri yapılır...
“AĞRI” ADININ VERİLİŞİ
Osmanlı-Rus savaşlarında, Ruslar tarafından bölgeye yerleştirilen Ermeniler birçok yerde kilise ve manastır yapmışlardı. Ağrı’da şimdiki Bahçelievler Polis Karakolu’nun yerinde yapılan kilise, siyah taşlardan örülü bir yapı idi. Toprağa ve bu kiliseye izafeten şehre “Karakilise” adı verilmişti. “Karakilise” adında yerleşim yeri başka illerde de vardı. Bunlar birbiriyle karıştığı için, Kars Karakilisesi, Pasinler Karakilisesi ve Eleşkirt Karakilisesi gibi adlar veriliyordu.
Kars, Pasinler ve Eleşkirt “Karakilise”si adları halk ve askerlerce karıştırıldığından; Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, Eleşkirt Karakilisesi’nin Kösedağ’ın doğu tarafında bulunması ve kilise ile herhangi bir ilgisinin bulunmaması yüzünden değişmesini istemişti. Çünkü Nisan 1918’de Ermeniler Ağrı’yı terk etmiş, küçük kiliseler kullanılmaz olmuştu. Harita şubesine Karakilise’nin “Karaköse” olarak tashih edilmesi ve izin için de Harbiye Nezareti (Savunma Bakanlığı) ’na yazılar yazıldı. Bu istek üzerine Kasım 1919’da Karakilise adlı “Karaköse” olarak değiştirildi.
1938’de sınırları içinde bulunan ve Türkiye’nin en yüksek dağı olan Ağrı Dağı’ndan ötürü “Karaköse” adlı “Ağrı” olarak değiştirildi.
abdest alırken okunur
Piyer Loti Deniz subaylığı eğitimi gördü. Türkiye'ye gelişi rastlantıdır. Gemisi görevlendirilmişti. Bütün dünyayı dolaştı. Çok genç yaşında dünya çapında ün kazanmış bir roman yazarıydı. Fransız Akademisi'ne seçilmişti. Politikayı sevmiyor, hümanist anlayış sergiliyordu. Güney Doğu Asya'da Fransız politikasını eleştirdiği için geriye çekildi. Genelde hümanisttir. İlke olarak, savaş karşıtıydı. Hiçbir silahlı eyleme katılmadı. Türkiye'ye savaş açtığı için Cihan Savaşı sırasında kendi hükümetini eleştirdi. Hiçbir örgüte bağlı değildi. İnandığı fikir için ölümüne kadar savaştı. İnsan hakları ilkesine dayalı bir savunma yürüttüğünden, Türkler onu 'Büyük Dost' ilan etti, adını İstanbul'daki bir caddeye verdi
152. doğum yılını andığımız yazar Piyer Loti, Osmanlı Devleti'nin parçalanma döneminde ve Kurtuluş Savaşı sırasında, Türk halkını cesaretle savunan tek yabancı olmuştu.
Fransızlar için Piyer Loti (asıl adıyla Julien Viaud) Fransız Akademisi üyeliğine layık görülmüş, son derece değerli bir romancıdır. Romantik akımın son temsilcilerinden sayılır. Bir özelliği de, 19. yüzyıldaki köklü değişmelere tepki gösteren, uygarlık adına yapılanları eleştirenler arasında, kendisine özgü bir yol göstermesidir: Türk türü doğulu yaşamı. Fransa'nın Atlas Okyanusu sahillerinde küçük bir liman şehrinde son derece basit ve içe kapalı bir aile yaşamından gelen Loti, Paris'in şımarık ve aşırı iddialı bulduğu hayat tarzından hiç hoşlanmıyordu. Nitekim bu yüzden Türkiye'yi severken, Avrupa'yı taklit eden 'Beyoğlu - Pera'nın yabancıları, turistleri ve levantenlerinden nefretini saklamıyordu. Bir bahriye subayı olarak geldiği Türkiye'de fırsat buldukça başına fes, sırtına Türk elbiseleri geçirip sokaklarda dolaşmayı, kahvelerde nargile içmeyi, rastladığı sade insanlarla konuşmayı tercih ediyordu. Bu amaçla Türkçe bile öğrendi.
Türkseverliğin nedenleri
Fas'tan İran'a kadar bütün İslam ülkelerini dolaşmış olan yazarın Türkseverliği iki hususa dayanıyordu.
Birincisi: 1876'da Selanik'te başlayan ve bir yıl içinde İstanbul'da biten Aziyade'ye aşkıdır. İlk ve ona ününü kazandıran aynı isimdeki romanının bu kahramanı ile harem atmosferi içinde geçirdiği huzur dolu günleri asla unutamamıştır. Orada, Avrupa'da artık kalmadığına inandığı sükunet ve günlük endişelerden kopuşu bulmanın zevkini kitaplarına yansıtmıştır. İlgisi asla Avrupalı bir kesimdeki gibi, haremde cinsellik arayışı değildi. 14 Ocak'ta 150. doğum yılını andığımız Loti'nin Türkseverliğinin ikinci sebebi, ev yaşamının dışında Türklerin, yönettikleri gayrimüslim cemaatlere gösterdikleri hoşgörüydü. Türkler aleyhinde bütün Batı'da yürütülen kötüleme kampanyasının gerçek olmadığına, aralarında yaşayarak tanık olmuştu. Bu sebeple, 'Les Desenchentees = Mutsuz Kadınlar' romanında olduğu gibi, kadınların eşlerini kendilerinin seçememeleri konusunda eleştiriler yöneltse de, temelde Osmanlı'ya toz kondurmuyordu.
Siyasi etkinlikleri
Artık yeni roman üretemediği 1910'lu yıllarda, bütün gücünü Türklere yöneltilen aşağılamalar ve haksız suçlamalara karşı çıkmaya verdi. İtalya'nın Libya'ya saldırısını (1911) gazetelere gönderdiği mektuplarla yerdiği gibi, onu izleyen Balkan Savaşı (1912 - 13) sırasında da makaleleriyle bütün Avrupa'nın karşısına tek başına dikildi. Batılıların bildikleri halde yansıtmaktan kaçındıkları bütün Hıristiyan kötülüklerini açık açık ortaya dökmekten kaçınmadı. O kadar ki, 1913'te onun hakkında Cemal Paşa, 'Dünyanın bütün düşmanlık şimşekleri üzerine yönelse kazınmayacak yüce karakterde biridir'; Falih Rıfkı, 'Bence Türk tarihi onun namını aziz Trakya'nın ikinci fatihleri arasında sayacaktır'; Adnan Adıvar ise, 'Türklerin Avrupa'daki az sayıdaki savunucularını manevi yaralarımızı saran bir Kızılay cemiyetine benzetiyor ve Loti'yi onların yüce başkanı sıfatıyla selamlıyorum,' demekten kendilerini alamamışlardır. O yıl Loti'nin İstanbul'u ziyareti, çok önemli bir siyasi olay olmuştu.
Fransız sansürüne karşı
Birinci Dünya Savaşı sırasında kendi hükümetini Türkiye'ye savaş ilan ettiği için eleştirmekten geri kalmayan Loti, 1918 sonunda Osmanlı ülkesinin paylaşılma pazarlıkları başlar başlamaz, Türklere haksızlık yapılmakta olduğunu ısrarla tekrar etmeye koyuldu. Fransa'da sansürün hala Türkler lehinde yazı yayınlanmasına izin vermediği bir dönemde, yüksek mevkilerdeki - bazıları bakan - dostlarını kullanarak, açık mektuplarını gazetelere sokturabildi. Yunanlıların, Ermenilerin yaydıkları yanlış istatistikleri sürekli düzeltti. Fransa'nın İngiliz emperyalizminin peşinden gitmesini hep eleştirdi.
Daha 1910'larda kökleşmeye başlayan 'Büyük Dost' lakabı artık sadece onu belirtiyordu. Ankara'da ulusal direnç başlamadan önce, İzmir'in Yunanlılarca işgali üzerine 74 Türk aydınının imzalayarak gönderdikleri mektupta, 'Barış koşullarını saptayanların insafa gelmesi için çağırıda bulunması' istenmiştir. Bu çabaları dolayısıyla büyük bir anma töreni yapılmış hatta Divanyolu'ndaki bir sokağa ismi, Klod Farrer'le birlikte verilmiştir. Mustafa Kemal Paşa da gönderdiği mektubunda ondan, 'Hakların savunucusu ve civanmert yüce Fransız' diye bahseder.
Hastalığına rağmen sürdürdüğü kampanyasıyla Türklerin de 'insanlar arasında sayılması gerektiğini' kabul ettiren Loti, Lozan'ı ve cumhuriyetin ilanını göremeden öldü; ama edebi yanından çok, bu insan hakları savunucusu niteliğiyle Türklerin kalbinde taht kurdu