Hani bi zamanlar Kanal 6’da canlı yayınlanan, çocuklar için Hugo diye bi yarışma programı vardı. Programa telefonla katılan çocuklar bi bilgisayar oyununu oynuyo, oyunun kahramanı Hugo’yu telefonun tuşlarıyla yönetiyolardı. Yarışmayı da Tolga Garipoğlu adında bi genç sunuyodu. Bi gün Hugo’ya katılan çocuklardan biri oyunu becerememiş. Telefonu kapatıp yeni bi yarışmacı almadan önce sunucu klasik bi’kaç avutma cümlesi söyler ya, bizim Tolga da, “Olsun canım zaten önemli olan katılmak di’mi? Eminim Hugo’da şimdi çok üzgün ama napalım” derken telefon hattının ucundaki başaramamanın utancını ve de hıncını taşıyan çocuk ağzının içinde homurdanmış: “Hugo’nun.... koyiim”
Homurdanmış ama küfür bayağı bayağı anlaşılmış. Canlı yayın, Tolga panik olmuş taabi, “Aa çok ayıp. Bak şimdi Tolga abin de sana çok kızdı” demiş. Bunun üzerine çocuk final cümlesini patlatmış: “Tolga abinin de.... koyim! ”
Horoz yumurtasının içinden değerli taş çıkacağını Saadettin Teksoy bir programında konu etmişti. Kadının biri bu olayı radyodan duymuş ve yumurtayı 15 yıl saklamış. Bu yumurtayı Teksoy'un yanında kırmıştı. Yumurtanın içinden gerçekten sert kırmızı bir madde çıkmıştı. Teksoy, laboratuvar analizleri sonucunda böyle bir maddeye ilk defa rastlanıldığının ortaya çıktığını söylemişti.
eski maraton da bitince 65.000 kapasiteye ulaşacak evim kadar rahat futbol mabedi..stad tamamlanınca kenan evren anadolu lisesi yıkılacak ve otopark yapılacak..daha sonra dünyanın en güzel stadı olacak..
1950 yılında Cumhurbaşkanı seçilen Celal Bayar, kendisini ziyarete gelen Fenerbahçe yöneticilerine, Fenerbahçe Stadı'nın inşaatına başlanması konusunda: 'Rahat olun, sizi bu müşgülden kurtarmayı vazife sayarız.' dedi. Bu cümle, Fenerbahçe'de yaklaşık kırk yıllık bir geçmişin ürün vermesi demekti. Ancak Fenerbahçeliler bu cümleleri takiben, otuz yılın sonrasında, 1980'lerin ilk yarısında, istedikleri stada kavuştular. Yine de ihtilafa düşülen bir nokta kalmıştı...
Kadıköy'de ilk stad yapılması düşüncesi aslında 1908'lerde doğmuştu. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte ülkeye gelen özgürlük havası, dernek ve toplum kurulmasına izin verince, İttihat ve Terakki'nin ileri gelenleri, futbolun gelişmesi amacıyla stad kurma düşüncesini ortaya attılar. Zamanın 'Şehreminisi' (belediye başkanı) Dr. Cemil Topuzlu'nun öncülük ettiği bu düşünce sonucunda, Yoğurtcu Çayırı'na stad yapılması kararına varıldı.
Yirmi sene Union Club malı olarak kalan arazi, İttihat ve Terakki iktidarı döneminde İttihat Spor'un malı haline dönüştü. Kadıköy'de faaliyet gösteren İttihat Spor başkanı Aydınoğlu Reşit Bey stad arazisinin satılmasına karşı çıkıyor ve bir engel teşkil ediyordu.
O günlerde Maliye Bakanlığı'na Şükrü Saraçoğlu getirilmişti. Fenerbahçeliliği ile tanınan Saraçoğlu, hiçbir maçı kaçırmayan, imkanlarını Fenerbahçe'nin lehine kullanarak, içindeki Fenerbahçe sevgisini her fırsatta gözler önüne seren gerçek bir 'taraftar'dı.
Aydınoğlu Reşit Bey'in satışa karşı çıkmasının ardından, gelişmeleri takip etmekte olan Saraçoğlu meclisten tek maddelik bir yasa çıkartılmasına ön-ayak oldu. Yasaya göre spor tesisleri ve semt sahalarının nasıl kullanılacağı belirlenmişti. Yasa ile birlikte, aynı semtte faaliyet gösteren takımlardan, üye sayısı fazla olan takıma imtiyaz sağlanıyordu. Böylece, İttihat Spor'un üye sayısı düşük olduğundan arazinin kullanım hakkı Fenerbahçe'ye devrediliyordu.
Ancak arazi halen Milli Emlak Dairesi'nin malıydı. Saraçoğlu, bu durum karşısında yine devreye girerek sorunu çözdü; araziyi 'bir lira karşılığında' Fenerbahçe'ye sattırdı. Böylece CHP'nin tek partili döneminde Şükrü Saraçoğlu'nun üstün gayret ve yardımlarıyla stad Fenerbahçe mülkiyetine geçmiş oldu.
19 Eylül 1982'deki Fenerbahçe - Altay maçıyla açılan ve uzun seneler Fenerbahçe Stadı olarak anılan stad, Aziz Yıldırım başkanlığındaki yönetim tarafından, Fenerbahçe'nin menfaati için gösterdiği gayret ve yaptığı yardımlardan dolayı, kendisine bir vefa borcu ödemek amacıyla, eski başkan Şükrü Saraçoğlu'nun ismi verilerek Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı adını aldı.
2000 senesi itibariyle yapımına başlanan açık tribün inşaatları sonrasında stat kapasitesi arttırıldı. Her iki açık tribün, 12.000 seyirci kapasitesine çıkartıldı. 2000-2001 sezonunun açılış maçı İstanbulspor ile oynanırken, tamamlanan Migros Tribün'ün hizmete açılmasıyla kapasite 30.000 civarına çıkarılmış ve sezon içinde de diğer açık tribünün inşaatına başlanmıştı. 6 Mayıs 2001'de oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçıyla hizmete giren Telsim Tribün, seyirci kapasitesini de 42.000'e çıkarmıştı.
Maraton Tribün'ün yıkılmasıyla uzun süre alışılagelmiş tribün atmosferinden yoksun maçlar oynayan Fenerbahçe, bundan önemli derecede etkilendi. Gecenin geç saatlerine kadar çalışılarak hızla bitirilen inşaat, 16 Şubat 2002 tarihinde oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçıyla açılmış ve günler önce tükenen biletlerle 55.000 civarında taraftar maçı izlemişti.
Mermer zemini, baştan aşağı cam duvarları ve aydınlık hali ile dikkat çeken tribünün içinde de iki kata açılan, 5 bin taraftarı yedirip içirecek kapasitede cafe, pub ve lokantakar yer alıyor. Soyunma, basın ve hakem odaları, yönetim ve toplantı salonları, yüksek konforda 60 lüks loca, yeni açılan Fenerium ve yine bu tribün altında yer alacak olan Fenerbahçe müzesi de, taraftarlara keyif ve konforu sunan bir ortama ev sahipliği yapıyor.
İnşaat sonrası, tüm tribünlerin üzeri özel çelik konstrüksiyonlarla tutturularak geçmiş senelerde sıkıntı yaratan ve seyircinin görüş açısını azaltan sütunlar tamamen kaldırıldı.
Kalan tek tribün olan eski Numaralı Tribün de yakın gelecekte şu anki Maraton Tribün'ün benzeri şekilde tamamlanarak hizmete sokulacak ve stadımız 2000'lerin Fenerbahçesi için modern hale getirilecek.
Şamil Basayev kimdir, kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Ben 37 yaşımdayım, Abhazya'nın Gürcistan'a karşı verdiği bağımsızlık mücadelesine bilfiil katılmış bir kızla evliyim. Bir oğlum, üç de kızım var. Bu yeni savaş başlamadan kısa süre önce ikinci kez evlendim, fakat bundan çocuğum yok. Şirvânî isimli bir kardeşim olup, o da ünlü kumandanlardandır ve savaşta benim yanımda mücadele etmektedir. Moskova'da yüksek tahsil gördüm, sonra Sovyet ordusunda askerlik yaptım; daha sonra da Moskova'da ticaretle meşgul oldum. Abhazya'da bağımsızlık mücadelesi veren kardeşlerimize yardım etme şerefine nail oldum. Keza, Karabağ'da Ruslara karşı yapılan mücadeleye de katıldım.
1991'de Sovyetlerin dağılması üzerine Çeçenistan'a döndüm ve birtakım askerî birlikler teşkil ettim, onlar Afganistan'da eğitildiler ve Tacikistan'daki mücahitlere destek vermek için oraya gönderildiler. Her zaman olduğu gibi Çeçenistan'da olaylar çabuk gelişti ve Başkan Cevher Dudayev Çeçenistan'ın bağımsızlığını ilân etti; böylece benim çalışmalarım da bizatihi Çeçenistan'a yöneldi ve ülkemde 'Özel Mücahit Birlikleri' teşkil ettim ve onları, Rus gizli örgütleri ile Rus ordusuna karşı mücadelede yönettim.
Savaşın yoğunlaştığı (1994-96 Savaşı) sıralarda Vedeno cephesindeki birliklerimize kumanda ettim. Rus şehri Budennovsk'a yapılan ünlü ve başarılı eylemi idare ettim. Savaşın sonlarına doğru, Grozni'deki Rus işgal ordusuna karşı girişilen taarruzda görev alan 11.000 kişiden oluşan Çeçen Millî Ordusu'na kumanda ettim. Bu harekât Rusya'yı, mücahitlerin isteklerini kabule ve Çeçenistan'ı boşaltmaya mecbur etti.
Edirne yakınlarında, bugünkü Yunanistan topraklarında bulunan Simavna kasabasında doğmuştur. Babası Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus'un torunu olduğu söylenen Abdülaziz'in oğlu İsrail, annesi ise Rum asıllı bir hristiyan iken müslüman olan Melek Hatun'dur. Babasının mesleği nedeniyle Simavna Kadısı Oğlu diye tanınmıştır. Edirne'nin Osmanlılar tarafından alınmasından sonra ailesi ile buraya yerleşmiştir. Şeyh Bedreddin ilk tahsiline babasının yanında başladı. Daha sonraları Şahidi adlı bir hocadan ders aldı. Mevlana Yusuf'tan sarf ve nahiv okudu. Koca Efendi diye de bilinen Bursa Kadısı Şeyh Mahmud ile oğlu Musa Çelebi'nin I. Bayezid'in refakatinde Edirne'ye gelmeleri üzerine, ileride astronomi ve matematik alanlarında büyük şöhret kazanacak olan Musa Çelebi ile birlikte Koca Efendi'den ders almaya başladı; bu arada Mevlana Yusuf'un yanında fıkıh öğrenimine de devam etti.
6 ay sonra Musa Çelebi ve amcası Abdülmü'min'in oğlu Müeyyed ile birlikte 1 yıl süre ile Bursa Kaplıcaları Medresesi'nde yine Hoca Efendi'nin derslerini takip ettiler. Bu 3 öğrenci Bursa'dan Konya'ya gittiler ve orada Mevlana Feyzullah'tan mantık ve astronomi dersleri aldılar. 1 yıl sonra Musa Çelebi Semerkant'a giderek Uluğ Bey'in astronomi hocası olurken Bedreddin Simavi ve Müeyyed 1381'de Şam'a gittiler. Fakat Veba salgını nedeniyle Küdus'e dönerek Mescid-i Aksa'da İbnü'l Askalani'den hadis okudular. Daha sonraları Türk Beyi Ali Keşmiri'nin himayesinde Kahire'ye gittiler. Ali Keşmeri verdiği yemekte yapılan ilmi sohbet sırasında orada bulunan Şah el-Mantıki, Bedreddin Simavi'yi çok beğenmiş, bunun üzerine Bedreddin Simavi kendisinin en gözde öğrencisi olmuştur. 1383'te Hac için Mekke'ye giden Şah, Bedreddin Simavi'yi de yanına alır.
Sultan Berkuk, Bedreddin'in başarısını öğrenmiş, bunun üzerine oğluna ders vermesi için kendisini saraya davet etmiştir. Bedreddin Üç yıl bu görevde kalmıştır. Sultan Berkuk, hocası olan Ahlatlı Şeyh Seyyid Hüseyin ile Bedreddin Simavi'nin tartışmalardaki başarılarından memnun kalmış ve Bedreddin'i cariyelerinden Cazibe ile, Ahlatlı Hüseyin'i de onun kardeşi Meryem ile evlendirmiştir. Bu evlilik onun ilmi ve fikri hayatında bir dönüm noktası olmuş, baldızı Meryem'le yaptığı tasavvufi sohbetler üzerine tasavvufun aleyhinde iken tavrını değiştirerek Ahlatlı Şeyh Hüseyin'e intisap etmiştir. Bir süre sonra hastalanan Bedreddin Simavi doğuya bir geziye çıktı.
1402-1403 yıllarında Tebriz'e giderek Timur'un otağında İranlı alimlerle yaptığı tartışmalarda Timur'un ilgisini çekmiştir. Daha sonra Kahire'ye geçen Bedreddin Simavi, Şeyhinin gözetiminde çilesini doldurdu ve onun ölümü üzerine şeyhlik makamına geçmiştir. Diğer şeylerle arası açılınca Edirne'ye dönmeye karar verdi. Filistin, Şam ve Halep üzerinden Konya'ya geçmiştir. Daha sonra Tire'ye geçerek isyan hareketlerinin ileri gelenlerinden Börklüce Mustafa ile tanıştı. Daha sonraları İzmir'e geçti ve burada bir başka isyan hareketinin elebaşısı olan Torlak Kemal ile tanıştı.
Şehzadeler mücadelesi sırasında Bayezid'in oğullarından Musa Çelebi'nin kardeşi Süleyman Çelebi ile yaptığı savaş sonunda Edirne'yi ele geçirmesi üzerine Şey Bedreddin kazaskerliğe tayin edildi ve aktif olarak siyasi hayata atıldı. Musa Çelebi'nin kardeşi Mehmed Çelebi karşısında yenik düşmesiyle 1413'te Şeh Bedreddin ailesi ile birlikte İznik'e sürgün edildi. Kendisine 1000 akçe maaş bağlandı fakat bu durumu kabulenmeyerek siyasi teşkilatlanmayı sağlamak üzere harekete geçti. Börklüce Mustafa'yı Aydın ve civarında propaganda faaliyetleri için görevlendirdi. Börklüce Aydın ve Karaburun'da binlerce sempatizan topladı. Ancak onun bu faaliyetleri nedeniyle kendisinin sorumlu tutulacağından kaygılanan ve bu gelişmelerin isyan hareketi başlatma imkanı hazırladığını düşünen Şeyh, göz hapsinde olmasına rağmen muhtemelenen 1416'da İznik'ten kaçmayı başarmış, Kastamonu'ya giderek İsfendiyar Bey'e sığınmıştır. Tatar iline ulaşmak niyetinde iken bu amacına ulaşamamıştır. Bunun üzerine Sinop Limanı'ndan bir gemiye binerek Rumeli'ye geçmiştir. Önce Zağra, oradan da Silistre, Dobruca ve Deliorman'a gitmiş ve buraya yerleşmiştir. Burada taraftarları oldukça hızlı bir şekilde artmıştır.
Bu üç isyancının başarılarından endişelenen Sultan Mehmed, Şeyh'in üzerine büyük bir kuvvet göndermiştir. Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal bozguna uğratılmış, şeyin adamları dağıtılarak, şey esir alınmıştır. Padişah'ın emriyle bir heyet kurularak şeyh yargılanmıştır. Bu heyet Şeyhin, malı ve ailesi korunmak şartıyla idamına karar vermiştir. Bu fetva üzerine Şeyh Bedreddin 1420'de Serez'de idam edilmiş ve burada defnedilmiştir. 1961'de kemikleri, Sultan Mahmud'un Divanyolu'ndaki türbesi haziresine defnedilmiştir.
denizlinin turistik merkezi..dünyanın birçok ülkesinden gezmek için gelenler olduğu halde bizim az ötemizde olduğu halde fırsat bulamadığımız kalkerli yapıya sahip travertenler
Hani bi zamanlar Kanal 6’da canlı yayınlanan, çocuklar için Hugo diye bi yarışma programı vardı. Programa telefonla katılan çocuklar bi bilgisayar oyununu oynuyo, oyunun kahramanı Hugo’yu telefonun tuşlarıyla yönetiyolardı. Yarışmayı da Tolga Garipoğlu adında bi genç sunuyodu.
Bi gün Hugo’ya katılan çocuklardan biri oyunu becerememiş. Telefonu kapatıp yeni bi yarışmacı almadan önce sunucu klasik bi’kaç avutma cümlesi söyler ya, bizim Tolga da, “Olsun canım zaten önemli olan katılmak di’mi? Eminim Hugo’da şimdi çok üzgün ama napalım” derken telefon hattının ucundaki başaramamanın utancını ve de hıncını taşıyan çocuk ağzının içinde homurdanmış: “Hugo’nun.... koyiim”
Homurdanmış ama küfür bayağı bayağı anlaşılmış. Canlı yayın, Tolga panik olmuş taabi, “Aa çok ayıp. Bak şimdi Tolga abin de sana çok kızdı” demiş. Bunun üzerine çocuk final cümlesini patlatmış: “Tolga abinin de.... koyim! ”
Horoz yumurtasının içinden değerli taş çıkacağını Saadettin Teksoy bir programında konu etmişti. Kadının biri bu olayı radyodan duymuş ve yumurtayı 15 yıl saklamış. Bu yumurtayı Teksoy'un yanında kırmıştı. Yumurtanın içinden gerçekten sert kırmızı bir madde çıkmıştı. Teksoy, laboratuvar analizleri sonucunda böyle bir maddeye ilk defa rastlanıldığının ortaya çıktığını söylemişti.
eski maraton da bitince 65.000 kapasiteye ulaşacak evim kadar rahat futbol mabedi..stad tamamlanınca kenan evren anadolu lisesi yıkılacak ve otopark yapılacak..daha sonra dünyanın en güzel stadı olacak..
1950 yılında Cumhurbaşkanı seçilen Celal Bayar, kendisini ziyarete gelen Fenerbahçe yöneticilerine, Fenerbahçe Stadı'nın inşaatına başlanması konusunda: 'Rahat olun, sizi bu müşgülden kurtarmayı vazife sayarız.' dedi. Bu cümle, Fenerbahçe'de yaklaşık kırk yıllık bir geçmişin ürün vermesi demekti. Ancak Fenerbahçeliler bu cümleleri takiben, otuz yılın sonrasında, 1980'lerin ilk yarısında, istedikleri stada kavuştular. Yine de ihtilafa düşülen bir nokta kalmıştı...
Kadıköy'de ilk stad yapılması düşüncesi aslında 1908'lerde doğmuştu. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte ülkeye gelen özgürlük havası, dernek ve toplum kurulmasına izin verince, İttihat ve Terakki'nin ileri gelenleri, futbolun gelişmesi amacıyla stad kurma düşüncesini ortaya attılar. Zamanın 'Şehreminisi' (belediye başkanı) Dr. Cemil Topuzlu'nun öncülük ettiği bu düşünce sonucunda, Yoğurtcu Çayırı'na stad yapılması kararına varıldı.
Yirmi sene Union Club malı olarak kalan arazi, İttihat ve Terakki iktidarı döneminde İttihat Spor'un malı haline dönüştü. Kadıköy'de faaliyet gösteren İttihat Spor başkanı Aydınoğlu Reşit Bey stad arazisinin satılmasına karşı çıkıyor ve bir engel teşkil ediyordu.
O günlerde Maliye Bakanlığı'na Şükrü Saraçoğlu getirilmişti. Fenerbahçeliliği ile tanınan Saraçoğlu, hiçbir maçı kaçırmayan, imkanlarını Fenerbahçe'nin lehine kullanarak, içindeki Fenerbahçe sevgisini her fırsatta gözler önüne seren gerçek bir 'taraftar'dı.
Aydınoğlu Reşit Bey'in satışa karşı çıkmasının ardından, gelişmeleri takip etmekte olan Saraçoğlu meclisten tek maddelik bir yasa çıkartılmasına ön-ayak oldu. Yasaya göre spor tesisleri ve semt sahalarının nasıl kullanılacağı belirlenmişti. Yasa ile birlikte, aynı semtte faaliyet gösteren takımlardan, üye sayısı fazla olan takıma imtiyaz sağlanıyordu. Böylece, İttihat Spor'un üye sayısı düşük olduğundan arazinin kullanım hakkı Fenerbahçe'ye devrediliyordu.
Ancak arazi halen Milli Emlak Dairesi'nin malıydı. Saraçoğlu, bu durum karşısında yine devreye girerek sorunu çözdü; araziyi 'bir lira karşılığında' Fenerbahçe'ye sattırdı. Böylece CHP'nin tek partili döneminde Şükrü Saraçoğlu'nun üstün gayret ve yardımlarıyla stad Fenerbahçe mülkiyetine geçmiş oldu.
19 Eylül 1982'deki Fenerbahçe - Altay maçıyla açılan ve uzun seneler Fenerbahçe Stadı olarak anılan stad, Aziz Yıldırım başkanlığındaki yönetim tarafından, Fenerbahçe'nin menfaati için gösterdiği gayret ve yaptığı yardımlardan dolayı, kendisine bir vefa borcu ödemek amacıyla, eski başkan Şükrü Saraçoğlu'nun ismi verilerek Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı adını aldı.
2000 senesi itibariyle yapımına başlanan açık tribün inşaatları sonrasında stat kapasitesi arttırıldı. Her iki açık tribün, 12.000 seyirci kapasitesine çıkartıldı. 2000-2001 sezonunun açılış maçı İstanbulspor ile oynanırken, tamamlanan Migros Tribün'ün hizmete açılmasıyla kapasite 30.000 civarına çıkarılmış ve sezon içinde de diğer açık tribünün inşaatına başlanmıştı. 6 Mayıs 2001'de oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçıyla hizmete giren Telsim Tribün, seyirci kapasitesini de 42.000'e çıkarmıştı.
Maraton Tribün'ün yıkılmasıyla uzun süre alışılagelmiş tribün atmosferinden yoksun maçlar oynayan Fenerbahçe, bundan önemli derecede etkilendi. Gecenin geç saatlerine kadar çalışılarak hızla bitirilen inşaat, 16 Şubat 2002 tarihinde oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçıyla açılmış ve günler önce tükenen biletlerle 55.000 civarında taraftar maçı izlemişti.
Mermer zemini, baştan aşağı cam duvarları ve aydınlık hali ile dikkat çeken tribünün içinde de iki kata açılan, 5 bin taraftarı yedirip içirecek kapasitede cafe, pub ve lokantakar yer alıyor. Soyunma, basın ve hakem odaları, yönetim ve toplantı salonları, yüksek konforda 60 lüks loca, yeni açılan Fenerium ve yine bu tribün altında yer alacak olan Fenerbahçe müzesi de, taraftarlara keyif ve konforu sunan bir ortama ev sahipliği yapıyor.
İnşaat sonrası, tüm tribünlerin üzeri özel çelik konstrüksiyonlarla tutturularak geçmiş senelerde sıkıntı yaratan ve seyircinin görüş açısını azaltan sütunlar tamamen kaldırıldı.
Kalan tek tribün olan eski Numaralı Tribün de yakın gelecekte şu anki Maraton Tribün'ün benzeri şekilde tamamlanarak hizmete sokulacak ve stadımız 2000'lerin Fenerbahçesi için modern hale getirilecek.
Şamil Basayev kimdir, kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Ben 37 yaşımdayım, Abhazya'nın Gürcistan'a karşı verdiği bağımsızlık mücadelesine bilfiil katılmış bir kızla evliyim. Bir oğlum, üç de kızım var. Bu yeni savaş başlamadan kısa süre önce ikinci kez evlendim, fakat bundan çocuğum yok. Şirvânî isimli bir kardeşim olup, o da ünlü kumandanlardandır ve savaşta benim yanımda mücadele etmektedir. Moskova'da yüksek tahsil gördüm, sonra Sovyet ordusunda askerlik yaptım; daha sonra da Moskova'da ticaretle meşgul oldum. Abhazya'da bağımsızlık mücadelesi veren kardeşlerimize yardım etme şerefine nail oldum. Keza, Karabağ'da Ruslara karşı yapılan mücadeleye de katıldım.
1991'de Sovyetlerin dağılması üzerine Çeçenistan'a döndüm ve birtakım askerî birlikler teşkil ettim, onlar Afganistan'da eğitildiler ve Tacikistan'daki mücahitlere destek vermek için oraya gönderildiler. Her zaman olduğu gibi Çeçenistan'da olaylar çabuk gelişti ve Başkan Cevher Dudayev Çeçenistan'ın bağımsızlığını ilân etti; böylece benim çalışmalarım da bizatihi Çeçenistan'a yöneldi ve ülkemde 'Özel Mücahit Birlikleri' teşkil ettim ve onları, Rus gizli örgütleri ile Rus ordusuna karşı mücadelede yönettim.
Savaşın yoğunlaştığı (1994-96 Savaşı) sıralarda Vedeno cephesindeki birliklerimize kumanda ettim. Rus şehri Budennovsk'a yapılan ünlü ve başarılı eylemi idare ettim. Savaşın sonlarına doğru, Grozni'deki Rus işgal ordusuna karşı girişilen taarruzda görev alan 11.000 kişiden oluşan Çeçen Millî Ordusu'na kumanda ettim. Bu harekât Rusya'yı, mücahitlerin isteklerini kabule ve Çeçenistan'ı boşaltmaya mecbur etti.
ahmet kayanın ve bir çok şarkıcının parçalarında geçer..
Edirne yakınlarında, bugünkü Yunanistan topraklarında bulunan Simavna kasabasında doğmuştur. Babası Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus'un torunu olduğu söylenen Abdülaziz'in oğlu İsrail, annesi ise Rum asıllı bir hristiyan iken müslüman olan Melek Hatun'dur. Babasının mesleği nedeniyle Simavna Kadısı Oğlu diye tanınmıştır. Edirne'nin Osmanlılar tarafından alınmasından sonra ailesi ile buraya yerleşmiştir. Şeyh Bedreddin ilk tahsiline babasının yanında başladı. Daha sonraları Şahidi adlı bir hocadan ders aldı. Mevlana Yusuf'tan sarf ve nahiv okudu. Koca Efendi diye de bilinen Bursa Kadısı Şeyh Mahmud ile oğlu Musa Çelebi'nin I. Bayezid'in refakatinde Edirne'ye gelmeleri üzerine, ileride astronomi ve matematik alanlarında büyük şöhret kazanacak olan Musa Çelebi ile birlikte Koca Efendi'den ders almaya başladı; bu arada Mevlana Yusuf'un yanında fıkıh öğrenimine de devam etti.
6 ay sonra Musa Çelebi ve amcası Abdülmü'min'in oğlu Müeyyed ile birlikte 1 yıl süre ile Bursa Kaplıcaları Medresesi'nde yine Hoca Efendi'nin derslerini takip ettiler. Bu 3 öğrenci Bursa'dan Konya'ya gittiler ve orada Mevlana Feyzullah'tan mantık ve astronomi dersleri aldılar. 1 yıl sonra Musa Çelebi Semerkant'a giderek Uluğ Bey'in astronomi hocası olurken Bedreddin Simavi ve Müeyyed 1381'de Şam'a gittiler. Fakat Veba salgını nedeniyle Küdus'e dönerek Mescid-i Aksa'da İbnü'l Askalani'den hadis okudular. Daha sonraları Türk Beyi Ali Keşmiri'nin himayesinde Kahire'ye gittiler. Ali Keşmeri verdiği yemekte yapılan ilmi sohbet sırasında orada bulunan Şah el-Mantıki, Bedreddin Simavi'yi çok beğenmiş, bunun üzerine Bedreddin Simavi kendisinin en gözde öğrencisi olmuştur. 1383'te Hac için Mekke'ye giden Şah, Bedreddin Simavi'yi de yanına alır.
Sultan Berkuk, Bedreddin'in başarısını öğrenmiş, bunun üzerine oğluna ders vermesi için kendisini saraya davet etmiştir. Bedreddin Üç yıl bu görevde kalmıştır. Sultan Berkuk, hocası olan Ahlatlı Şeyh Seyyid Hüseyin ile Bedreddin Simavi'nin tartışmalardaki başarılarından memnun kalmış ve Bedreddin'i cariyelerinden Cazibe ile, Ahlatlı Hüseyin'i de onun kardeşi Meryem ile evlendirmiştir. Bu evlilik onun ilmi ve fikri hayatında bir dönüm noktası olmuş, baldızı Meryem'le yaptığı tasavvufi sohbetler üzerine tasavvufun aleyhinde iken tavrını değiştirerek Ahlatlı Şeyh Hüseyin'e intisap etmiştir. Bir süre sonra hastalanan Bedreddin Simavi doğuya bir geziye çıktı.
1402-1403 yıllarında Tebriz'e giderek Timur'un otağında İranlı alimlerle yaptığı tartışmalarda Timur'un ilgisini çekmiştir. Daha sonra Kahire'ye geçen Bedreddin Simavi, Şeyhinin gözetiminde çilesini doldurdu ve onun ölümü üzerine şeyhlik makamına geçmiştir. Diğer şeylerle arası açılınca Edirne'ye dönmeye karar verdi. Filistin, Şam ve Halep üzerinden Konya'ya geçmiştir. Daha sonra Tire'ye geçerek isyan hareketlerinin ileri gelenlerinden Börklüce Mustafa ile tanıştı. Daha sonraları İzmir'e geçti ve burada bir başka isyan hareketinin elebaşısı olan Torlak Kemal ile tanıştı.
Şehzadeler mücadelesi sırasında Bayezid'in oğullarından Musa Çelebi'nin kardeşi Süleyman Çelebi ile yaptığı savaş sonunda Edirne'yi ele geçirmesi üzerine Şey Bedreddin kazaskerliğe tayin edildi ve aktif olarak siyasi hayata atıldı. Musa Çelebi'nin kardeşi Mehmed Çelebi karşısında yenik düşmesiyle 1413'te Şeh Bedreddin ailesi ile birlikte İznik'e sürgün edildi. Kendisine 1000 akçe maaş bağlandı fakat bu durumu kabulenmeyerek siyasi teşkilatlanmayı sağlamak üzere harekete geçti. Börklüce Mustafa'yı Aydın ve civarında propaganda faaliyetleri için görevlendirdi. Börklüce Aydın ve Karaburun'da binlerce sempatizan topladı. Ancak onun bu faaliyetleri nedeniyle kendisinin sorumlu tutulacağından kaygılanan ve bu gelişmelerin isyan hareketi başlatma imkanı hazırladığını düşünen Şeyh, göz hapsinde olmasına rağmen muhtemelenen 1416'da İznik'ten kaçmayı başarmış, Kastamonu'ya giderek İsfendiyar Bey'e sığınmıştır. Tatar iline ulaşmak niyetinde iken bu amacına ulaşamamıştır. Bunun üzerine Sinop Limanı'ndan bir gemiye binerek Rumeli'ye geçmiştir. Önce Zağra, oradan da Silistre, Dobruca ve Deliorman'a gitmiş ve buraya yerleşmiştir. Burada taraftarları oldukça hızlı bir şekilde artmıştır.
Bu üç isyancının başarılarından endişelenen Sultan Mehmed, Şeyh'in üzerine büyük bir kuvvet göndermiştir. Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal bozguna uğratılmış, şeyin adamları dağıtılarak, şey esir alınmıştır. Padişah'ın emriyle bir heyet kurularak şeyh yargılanmıştır. Bu heyet Şeyhin, malı ve ailesi korunmak şartıyla idamına karar vermiştir. Bu fetva üzerine Şeyh Bedreddin 1420'de Serez'de idam edilmiş ve burada defnedilmiştir. 1961'de kemikleri, Sultan Mahmud'un Divanyolu'ndaki türbesi haziresine defnedilmiştir.
nurhan damcıoğlu
denizlinin turistik merkezi..dünyanın birçok ülkesinden gezmek için gelenler olduğu halde bizim az ötemizde olduğu halde fırsat bulamadığımız kalkerli yapıya sahip travertenler
eski adı kalkedon'dur