Genellikle telli, yaylı ve vurmalı çalgıların sesini ayarlamaya akort etmek denir. Piyonayo akort etmek de sesini düzenlemk anlamına gelir. Akort kelimesi, Almanca akkord sözcüğünden dilimize geçmiştir.
Piyanoyu taşımak akordunu bozar mı?
Bu piyanoyu nerden nereye taşıdığınıza bağlı olarak değişir. Eğer sadece bir odadan başka bir odaya ya da aynı odada başka bir yere taşıyorsanız bozulmaz. Ancak belli bir uzkalık sözkonusu ise, bir evden başka bir eve gibi o zaman böyle bir problem sözkonusu olabilir.
Piyanomu hangi sıklıkla akort etmeliyim?
Birçok piyano üreticisine göre yeni bir piyano ilk yılında dört kez ancak sonraki yıllarda ise yılda iki kez akort edilmelidir. Bu arada piyanonuzu sık kullanmıyorsanız bile onu akort edilmiş bir biçimde tutmak gerekir.
Bir piyanonun ağırlığı nedir?
Ortalama bir konsol ya da küçük piyano yaklaşık olarak yüzelli ile ikiyüzelli kilo arasında değişen bir ağırlığa sahiptir.
Ortalama bir piyano 88 tuşa sahiptir. Bunların 36'sı siyahtır. Ancak 85 tuşa ya da 88 tuştan daha fazlasına sahip piyanoların var olduğu da bilinse de genel olarak bir piyanonun 88 tuşunun olduğu söylenebilir.
Kaç çeşit piyano vardır?
Piyanonun telleri ve ahenk tahtası dikey olanına konsol piyano, dik piyano ya da duvar piyanosu, yatay olanına ise kuyruklu piyano ya da kanatlı piyano denir. Kuyruklu piyanolar daha çok konserlerde kullanılır ve konsol piyanolardan daha pahalıdır.
Piyano, klavyeli ve telli çalgılar grubunda yer alan en önemli müzik aletlerinden biridir. Piyanodaki sesler, tuşların tellere dokunan çekiçleri harekete geçirmesiyle çıkar. Seslerin tınısı, önünde tellerin gerili olduğu ahenk tahtası sayesinde güçlenir. Piyanoda bulunan iki pedal çalış sırasında sesi kuvvetlendirir ya da hafifletir.
Çalgı yapımcıları, 15. yüzyılda, ilk klavyeli çalgı olan epinet'i, onu da geliştirerek klavsen'i buldular. 18. yüzyılın başlarına kadar klavseni kullandıktan sonra onun sesini tekdüzelikten kurtarmayı, istendiğinde güçlü, istendiğinde hafif tınılar veren bir çalgıya dönüştürmeyi tasarladılar. Bunu ilk gerçekleştiren İtalyan Bartolemeo Cristofori oldu. 1709'da Floransa'da yaptığı ve adına “Gravicembalo col piano e forte” dediği çalgı, ilk piyano; Cristofori de piyanonun bulucusu olarak kabul edilir. Bu gelişme daha sonrasında da devam ettirildi. Sürekli yapılan yenilik ve buluşlarla klavsenin yerini piyano aldı. İlk düz piyanoyu İrlandalı Sourtwell yapmıştır.
Orgdan sonra ses alanı en geniş olan çalgı olan piyanoyu çalan müzisyenlere piyanist denir.
Fazıl Say, Tuluyhan Uğurlu ve Süher Pekinel Kardeşler bilinen piyanistlerimizden sadece bazılarıdır.
Kuyruklu bir yıldız gibi... Yoksun... Yok… Yani hiç kalbin atmamış… Yani hiç nefes almamış… Yani hiç varolmamış gibi… Masal gibi… Bir varmış… Bir yokmuş… Varmış...
Yokmuş... YOK….
Gözlerimin seni ilk gördüğü andan, son gördüğü ana kadar olan zaman dilimini, beynimin en kalın duvarları arasına hapsettim. Sadece güzel şeyleri ayıklamadan, kendime saklamadan, fazlalıklarını budayıp eksikliklerini tamamlamadan.. Nasıl yaşandıysa öyle, işime geldiği gibi değil... olduğu gibi, yaşandığı gibi… Kim silebilir? Kim yok edebilir? Ölüm mü? ..
Tanıştığımız ilk günleri hatırlıyorum... Kavurucu sıcaklar altında, genç insanların sağa sola savurduğu o elektriği... Gözlerdeki puslu bakışları... Arayışları, bekleyişleri... Kaçamak gülüşleri, anlık göz temaslarını... Kafamızın üstünde esen kavak yelleri bile o ateşi söndüremiyordu değil mi? .. Benden kaçışların... Kovalayışlarım... Bir yıldız kayması kadar kısa bakışların; yakalanınca yüzünde beliren pembelik... Başını nereye sokamayacağını bilemezdin; kalbini kime vereceğini bilemediğin gibi... Bana teslim olmak ister gibi ama bunu kabullenemeyişinin sözleri geliyor aklıma şimdi... “fazla yaklaşıp kovulmaktansa, uzakta durup çağrılmak daha iyidir.” Oysaki her bakışımın, her sözümün, her yürek atışımın seni çağırdığını bilseydin... Bildin ama zaman aldı, bildin ama gittin... Göz görür yürek severmiş... “Sen benim gözümle yüreğimle gördüğüm, sen benim gözümle yüreğimle sevdiğim olur musun? ! ” dedim. Oldun... Oldun ama zaman aldı... Oldun ama gittin...
Ölüm ne kadar insafsız... Göğsümde keskin bir acının her türlü şiddetini yaşattı bana, varolmaktan yokolmak zamanına geçişin... Hala da yaşatıyor değişik şiddetlerde... Artık “sensiz” bir hayatın başladığı ilk saniye anladım, durmadan söylediğin o cümlenin anlamını... “Her zaman kıyametin arifesindeymiş gibi yaşamalı insan.” Ben yapamadım bunu... Şimdi hergün kıyametin ta kendisini yaşıyorum. Şimdi şimdi anlıyorum; en güzel anlarda bile içinde taşıdığın sıkıntıyı... En yüksek kahkahanın bile içinde sakladığın buruk tebessümü... Kendinden kaçışlarını, insanlardan –benden bile- saklanışlarını... Neden insanların, bana acıyarak baktıklarını... Neden kendini şeffaf ama geçilmez bir duvarın arkasında tuttuğunu... En muhteşem duyguların içinde bile, en acı verenlerinden birer damla bulunduruşunu... Neyin önünden kaçtın? Neyin arkasından kovaladın? Hepsini anladım; sen ölünce...
“İnsan ölümlü bir mahluktur.”
Neler düşündün, neler geçti aklından? Herkesin bildiği, benim aşktan kararmış gözümün görmediği bu “yokoluş” gerçeğini... Neden? ? ? Neyi istedin? .. Üzülmemi mi, Üzülmememi mi? .. “Acıların en acısı kendi kendimize çektirdiğimizdir! ”... İşte seni yokeden de buymuş, anladım... Sen beni de yanında sürükledin. Nereye gidersem gideyim, nerede olursam olayım, senin ne olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini biliyorum. Gözlerimi kapayıp, sadece bedenimi alıp, geleceğe yürüyemiyorum... Affet... Dünyanın hangi penceresinden bakarsam bakayım, hep aynı manzara... Hep sen... Nerdesin benim küçük mucizem? Hadi gelip kapıyı çalsana! .. Hadi kokunu burnuma, yüzünü elime dayasana...”
Yazdıklarını buldum... Üzgünüm benden istediklerini yapamam! ”Üzülme, bana kızma, acıma, hayatını mahvetme, güzellikleri hatırla, ölümü unut! ”... Sana, yaşanmış her şeyi bu kadar boş kıldıran nedir? Her zamanki gibi kendini ifade edemeyişin mi yoksa ölümü sindire sindire kabullenişin mi? .. Biliyorum ki yine, yazmak istediğin binlerce kelimenin arasından bunları seçişin, sadece ve sadece hayata vermek istemediğin hesaptan kaynaklanıyor... Ben seni, kendi aleminde, şu anda varolduğun yokluk halinde -benden istediğin gibi- mutlu mesut yaşamaya bırakamam! .. Merhaba ile elveda deyişinin arasındaki zaman diliminde sıkışıp kalmana izin veremem! .. Bu haksızlık! ! ! Benden çaldığın güzellikleri geri istiyorum! .. Benden çaldığın, kıyametin arifesindeymiş gibi yaşamam gereken her günü geri istiyorum! Ne kalleşçeydi bu gidiş... Bana balonlarımı verip eline iğnelerini aldın...
Kuyruklu bir yıldız gibi geçtin hayatımdan... Pırıltılarını sağa sola savurarak, yüz yılda bir gelen ve bir daha görmek için bir ömrün yetmediği bir yıldız gibi... Kısa ama harika bir zaman dilimine beni de dahil ettin... Şimdi senin için üzülmememi ve unutmamı mı istiyorsun? Her zaman beni güldürürdün ama bir ölü olarak bunu hala yapabilmen çok ilginç... Neresinden bakarsan bak iğrenç haldeyim. Ben bu durumdan polyanna’nın bile bir mutluluk kırıntısı bulup çıkaracağını sanmıyorum... Tüm hayatı bir sis bulutu arasından seyrediyor, dinliyorum... Arasıra o bulutun içine girip güneşi bulmak istiyorum ama korkuyorum inan, ya o da beni bırakıp giderse? .. Hayata karşı kahramanca savaşamıyorum artık, gücüm yok! .. Bir kez kabullenebilsem senin yokolduğun gerçeğini… Yapamıyorum... Eksikler, yaşanmamışlar, her güzel şeyin arkasına saklanmış o iğrenç gerçek... Yapmaya tatmaya vakit bulamadığım her şey beni rahat bırakmıyor... Kızgınlığımın sebebi bu işte... Eğer karanlığa doğru yola çıkacağını bilseydim, her günü kıyametin arifesindeymiş gibi yaşardım ben! Kabul edemiyorum bu gerçeği...
“insan ölümlü bir mahluktur.”
Hücreler dokuları, dokular organları, organlar sistemleri, sistemler organizmayı oluşturur. Kalp atmıyor, ciğer solumuyorsa, insan ölüdür... Sen ölüsün...
Yoksun... VARSIN... Yani kalbin atmasa da... Yani nefes almasan da...
Yani masal gibi... Bir varmış bir yokmuş diye başlayan, Kötü başlasa da iyi biten, İnsanların dilinde, kitapların sayfalarında, dünya döndükçe, ağızdan ağıza... unutulmayan masallar gibi... kuyruklu bir yıldız gibi... yüz yılda bir gelip pırıltılarını savuran kısa anlık mutluluklar yaşatıp, kaybolup karanlığa giden... uzaklara ışıklarını saçan ve benim bir daha göremeyeceğimi bildiğim halde beklediğim özlediğim... o bir avuç pırıltıya ömrümü harcadığım bir yıldız gibi... KUYRUKLU BİR YILDIZ GİBİ...
Hz. Peygamber s.a.s'in vefatindan sonra, Islam Devleti'nin idâresini Hz.Ebû Bekir r.a. yüklendi.
Hz. Peygamber s.a.s'in vefatiyla beraber, Islam'in gerçeklerini anlayamamis olan birtakim Müslümanlar, irtidât ettiler; yâni Islam esaslarina inanmadiklarini ilân ettiler. Islâm'da mürtedin, yâni dinden çikanin cezasi ölüm oldugundan, Halife Hz.Ebû Bekir r.a., bu insanlarin üzerine ordular göndererek, onlara gereken cezayi verdi.
Bu arada birtakim Müslümanlar da söyle dediler:
'Biz Islam'in dört sartini kabul ediyoruz: Kelime-i sehâde-ti söyleriz, namaz kilariz, oruç tutariz, hacca gideriz; fakat ze-kât vermeyiz'.
Islam'in dört sartini yerine getirip, sadece bir tek sartini ifâ etmeyeceklerini söyleyen bu Müslümanlar üzerine de, Hz.Ebû Bekir r.a. cihâd ilân etti. Bu, son derece mühim bir karardi: Müslümanlara cihâd ilân etmek!
Hz.Ömer r.a.; o sertligiyle, siddetiyle ün salmis olan insan, gelmis Hz.Ebû Bekir r.a.'a yalvariyor ve ona söyle diyor:
'Sen, Resûlullah s.a.s'in, 'Ben insanlar lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullah' deyinceye kadar onlarla savasmakla emrolundum. Kim bunu derse mali ve cani emniyette olur, hukuku ve hesabi Allah'a kalir' dedigini duydugun halde, nasil Müslümanlara, 'zekât vermiyorlar' diye savas açarsin'(1) . Hz.Ebû Bekir r.a. söyle cevap verdi:
'Vallahi, namaz'la zekâtin arasini açanlarla savasacagim; çünkü zekât malin hakkidir'. Daha sonra Hz.Ömer r.a. söyle demistir:
'Vallahi, Allah'in, Ebu Bekir'in gögsünü ferahlattigini gördüm ve anladim ki, o haklidir'(2)
Hz.Ebû Bekir r.a., bu karari aldiktan sonra, Halid b. Velid'i, Islam'in bes sartindan herhangi birisini terkedenlerle savasmaya gönderdi (3) . Yâni Hz.Ebû Bekir r.a. Islamin bes sartindan bir tanesini dahi terk edeni Müslüman saymiyor ve onlara cihâd ilân ediyor. 'Islam bir bütündür' diyor; bir kismi terkedilince, o Islam'dan baska bir sey olur diye kabul ediyor ve Islâm'i bu sekilde anlayanlara savas açiyor.
Halid b. Velid, Esed ogullari ve Gatafân'dan bu gibi insanlarla savasip büyük bir kismini öldürdü; geriye kalanlar da, ya esir oldular veya Islam'in bes sartina harfiyyen uyacaklanm söyleyerek Müslüman oldular. Ve anladilar ki, bu isin sakasi yok! Halîfe, Islam'in bir tek sartini terkedeni öldürüyor! ..
Halid b. Velid, Medine'ye geri döndükten sonra, Halife Hz.Ebû Bekir r.a. onu ordusuyla beraber kuzey cephesinde bulunan Bizans üzerine gönderdi.
Bizans üzerine sefer
Hz.Peygamber s.a.s., Islam'm payidar olmasi ve insanligin kurtulmasi için, milâdi 7. yüzyilin iki emperyalist süper gücü olan Bizans ve Iran Imparatorluklarin çökmesi gerektigine isaret etmis ve daha hayatta iken, buralara savas açmistir. Bizans ve Iran: Bugünün Rusya ve Amerika'si, Avrupa'si ve Çin'i...
Bizans köyleri, kasabalari, sehirleri, teker teker Islâm Devleti'nin egemenligine giriyor: Halid b. Velid'in elinde teslim oluyorlardi... Resulullah s.a.s'in duasi gerçeklesmis, Halid Allah'in kilici (Seyfullah) olmustu... Koca Bizans kaleleri, âdeta onun ki liciyla yerle bir oluyordu. Bunlar hikâye de degildi... Nitekim iki süper devletten Bizans, her gün biraz daha küçülüyor, topraklarini, vatandaslarini Islam adaletine, yâni Allah'in kanunlarina terkediyordu.
Bu sekilde, tek gayeleri Allah'in kanunlarini her tarafa ha kim kilmaya matuf olan (4) Islam ordusu, bugünkü Ürdün sinirlari içerisinde bulunan ve o zamanlar Bizans'in elinde bulunan Yermuk'a varmisti.
Islam ordusunda, 100'ü Bedir savasina istirak etmis olan (Bedrî) bin kadar sahabî vardi (5) .
Iki ordu karsilasiyor
Islam ordusuyla kâfir ordusu karsi karsiya gelmislerdi. Her iki tarafin ordu komutanlari, ordularinin savas düzenine sokuyor, son taktiklerini veriyorlardi. Her iki ordu bu sekilde karsi karsiya gelince, Bizans ordu komutani George ordusunun saflarindan ayrilarak, her iki ordu arasinda durdu ve Islam ordu komutani Halid'i istedi. Halid, yerine Ebû Ubeyde Ibnu'l-Cerrâh'i birakarak, atini George'ye dogru sürdü. Her iki komutan birbirlerine o kadar yaklastilar ki, atlarinin boyunlan birbirine degiyordu (6) . Iki davanin, ideolojinin, dünya görüsünün temsilcileri karsi karsiya gelmislerdi: Bir yanda Islam, öbür yanda Sirk ve Küfr! .. Her iki komutan birbirlerine aman verip konusmaya basladilar. George söyle dedi:
- Yâ Halid, bana dogruyu söyle ve yalan söyleme! Çünkü hür olan yalan söylemez. Bana oyun oynamaya da kalkma, çünkü asîl olanlar, Allah rizasi için konusmak isteyene oyun yapmaz- lar. Allah'in sizin Peygamber'e gökten bir kiliç indirdigi ve Peygamber'in de onu sana verdigi, ve o kilici üzerlerine çekip savastigin her kavmi maglub ettigin dogru mu? Halid: - Hayir! dedi. George tekrar sordu: - O halde, niçin Seyfullah (Allah'in kilici) diye adlandinldin? Halid su cevabi verdi:
- Allahu teala bize Peygamberini gönderdi. O bizi Islam'a davet etti. Biz ise, ondan nefret edip, ondan uzaklastik. Sonra bir kismimiz ona inanip, tabi oldu, bir kismimiz da onu yalanlayip uzaklasti. Ben, onu yalanlayip, ondan uzaklasan ve onunla savasanlar arasindaydim. Daha sonra Allah kalplerimize hidayet verdi ve ona inandik. O zaman bana, 'Sen, Allah'a baska güçleri ortak kosanlar -yâni O'na inandiklarini söyledikleri halde O'nun kanunlarina degil, kendi yaptiklari kanunlara tabi olanlar- üzerine çekilmis olan Allah kiliçlarindan bir kiliçsin! ' dedi ve muvaffak olmam için dua etti. Böylece bana 'Seyfullah' dendi. Ve ben, Allah'in yaninda baska güçler taniyan, onlara tabi olanlara karsi en siddetli savasan Müslümanlardan biriyim. George:
- Dogru söylüyorsun, dedi ve devam etti:
- Yâ Halid, beni neye davet ediyorsun? Halid söyle dedi:
- Allah disinda, itaat edilecek hiç bir ilâh, yani güç, yâni put, yâni makam, yâni kisi tanimadigina; Muhammedin, O'nun hem kulu, hem de Peygamberi olduguna inanmak ve bunu herkese karsi açikca ilân edip sehâdet etmek; Peygamber vasitasiyla Allah'tan gelen kanunlari ikrar edip uymak! George söyle sordu:
- Peki bu dediklerini kabul etmeyenlere ne yaparsimz? Halid su cevabi verdi:
- Teslim olurlarsa, onlardan cizye alir, inançlarina karismayiz ve Islam Devletine tabi olurlar. George devam etti:
- Cizye vermezlerse? Halid söyle dedi:
- Onlara savas açacagimizi söyler ve onlarla savasiriz! George tekrar sordu:
- Bugün dininizi kabul edip size katilanlarin Allah katinda mevkisi ne olur? Halid su cevabi verdi:
- Allah'in bize farz kildigi gibi, mevkisi bizimkiyle ayri olur. Güçlü olanimiz, zayif olanimiz; önce Müslüman olanimiz; sonra Müslüman olanimiz, hepimizin mevkisi birdir. George yine sordu:
- Yâ Halid, bugün sizin dininize girenin sevabi ile sizinki aynidir, demek mi istiyorsun? Halid:
- Evet, hatta bizden de üstündür! George:
- Nasil sizinle bir olur ki, siz ondan önce Müslüman oldunuz? Halid:
-Biz bu dine girip, Peygamberimiz s.a.s.'e biat ettigimizde, o aramizda yasiyordu. Ona Allah'tan haberler geliyor, o da bize teblig ediyordu. Bize öyle deliller gösteriyordu ki, bizim gördüklerimizi görenlerin, duyduklanmizi duyanlarin Müslüman olup, biat etmeleri tabii bir seydi. Size gelince; siz bizim gördüklerimizi görmediniz, duyduklanmizi duymadimz ve onda müsahe de ettigimiz harikalara sahit olmadiniz. Onun için, aranizdan, kim samimi bir niyet ve ihlâsla dinimize girse, o bizden üstün olur! George söyle dedi:
- Billâhi bana dogru söyledin, yalan söylemedin ve beni kendi fikrine çekmek için bir sey söylemedin. Halid:
- Billâhi sana dogru söyledim. Benim, ne senden ve ne de siz-en olan hiçbir kimseden korkum yok! Sana söylediklerimin dogru olduguna da Allah kefildir.
Bizans komutani Müslüman oldu
Bunun üzerine George,, 'dogru söyledin' dedikten sonra, kalkanini ters çevirdi ve Halid'e yaklasarak, 'bana Islam'i ögret' dedi.
Halid, George'yi karargâhina götürerek, üzerine bir tulum su döküp guslettirdi. Daha sonra da iki rekât namaz kildi.
George'nin Müslümanlar tarafina geçmesini hücum sanan Bizans askerleri saldiriya geçti ve savas basladi.
George Müslüman olmus, Halid'in yaninda, biraz önce komutani oldugu Bizans ordusuna karsi savasiyordu. Savas aksama kadar sürdü ve Islam ordusunun zaferiyle son buldu (7) .
Savas meydaninda binlerce ölü ve sehit... Müslüman sehitleri ve kâfir ölüleri... Bir degillerdi tabii. Sehitler Allah için; ölüler ise Allah düsmani, yâni Islam nizamina düsmanlar için savasmisti. Ayni kefeye konamazdi bunlar! Kâfir ölüsüne nasil sehit, Müslümanla savasan kâfire nasil gazi denir? Müslüman sehitle, kâfir ölü, Müslüman gazi ile, savastan sag kurtulan kâfir askeri ayni ise, niçin savasiyorlar bunlar? .. dertleri ne bunlarin?
Elbette ki biri Müslüman, digeri kâfir; Biri sehit, digeri ölü; biri gazi digeri kâfir firarisidir; 'Müsrikler hoslanmasalar da'.
Allah'in, birbirmin ziddi olarak gösterdigi sehitle kâfir ölüsünü, hangi insan hangi hakla bir tutabilir?
Farkli bir sehid
Müslüman sehitleri arasinda, bir tanesi vardi ki, farkliydi öbürlerinden. Peygamber'i görmemis, Kur'an-i duymamisti o...
Bu farkli sehidin adi George idi. Halid'e bakarak kildigi iki rekat namazdan baska namaz kilmadi. Adini bile Müslüman adina çevirmeye firsati olmadi. Bir tek sey bildi George: Kendini Allah davasina fedâ etmek...
Buram buram sehadet kokuyordu George. Cennet görevlileri onu cennette agirlamak için yarisiyorlardi âdetâ...
Allah'in kilici Halid, Müslüman olusu henüz bir günü doldurmamis olan bu sehide gipta ile bakiyor, Allah'in hikmet ve kudreti karsisinda, sevinç ve sükür gözyaslari döküyordu.
George, 'kâlü belâ'dan beri, Allah davasi için sehid olmus, en güzel insanlar arasina giriyordu... Ne mutlu ona ve onun gibi olanlara! ..
Dipnotlar:
(1) Suyûti Tarihul-Hulefa, Misir, 1964, s. 74-75
(2) Ay. es. s.75.
(3) Ay. yer.
(4) Bk. Kuran-i Kerim. Bakara sûresi, 193
(5) Taberi Tarihul-Umemi ve'l-Mulûk, Beyrut, 1962, III. 397
(6) Taberi, a.g.e III. 398.
(7) Savasin ayrintilari için bk. Taberi a.g.e III. 398-401
Kaynak: Prof. Ihsan Süreyya Sirma, Tarih suuru, Seha yayinlari
Öksürme, ishal, kilo kaybı, gece terlemesi, yorgunluk hissi
İlginç renkli veya kokulu bir vajina akıntısı
Yinelenen veya kalıcı vajina enfeksiyonları
Vajinada veya vajina çevresindeki yara veya acı
Adet dönemlerinde ani bir değişim
Adet dönemleri arasında karın ağrısı
Seks sırasındaki olağandışı acı veya ağrı
Dilinizde veya ağzınızın içinde beyaz noktalar veya yaralar
HIV Testi Yaptırma
Aşağıdaki durumlar sizin için geçerliyse HIV testi yaptırmalısınız:
İğneleri paylaşıyorsanız
Eşiniz ilaç kullanmışsa veya kullanıyorsa
Vücudunuzda herhangi bir HIV belirtisi varsa
Prezervatif kullanmadan seks yaptıysanız da test yaptırmalısınız. Test yaptırmak basit ve kolaydır. Test sonucunda virüs taşıyıp taşımadığınızı öğrenebilirsiniz. Ancak, virüsün bağışıklık sisteminize ne kadar zarar verdiğini öğrenemezsiniz.
Nasıl Test Yaptırabilirim
Bazı yerlerde, adınızı vermeniz gerekmez, testin sonuçları yalnızca size bildirilecektir.
Diğer yerlerde, sonuçlar sağlık yetkilinize veya danışmanınıza da bildirilir. Ancak, sağlık yetkilileri genellikle siz izin vermedikçe sonuçları başkasına vermezler.
Tedavi Olma
HIV için herhangi bir tedavi bulunmamaktadır. HIV virüsü taşıyan binlerce kişide yapılan çalışmalar, kombinasyon tedavisinin, insanların daha iyi hissetmesine ve daha uzun yaşamasına yardımcı olabildiğini göstermiştir.
Bir doktorla, hemşireyle veya danışmanla konuşun. Tedavi seçenekleri hakkında size daha fazla bilgi verebilir.
Gereken Cevapları Alma
Bugün, birçok yerde AIDS testi yaptırabilir ve AIDS konusundaki sorularınıza yanıt alabilirsiniz:
Sağlık bakanlığına bağlı birimlerde veya yerel sağlık kuruluşlarında
Devlet kliniklerinde
Özel doktorlarda
Özel laboratuarlarda
Birçok devlet kliniğinde test işlemi ücretsiz olarak veya çok az bir ücretle gerçekleştirilmektedir. Ayrıca, doktorunuz da HIV testi yapabilir ve sonuçları verebilir. Evde test yaptığınız takdirde sonuçlar için danışabileceğiniz yerler bulunmaktadır.
Hamile olan veya hamile kalmayı planlayan kadınlar için daha fazla bilgi verilebilir.
HIV vücudunuza HIV virüsü taşıyan birisinin kanı, spermi veya vajinal akıntıları yoluyla bulaşır. Bu durum, vajinal, anal veya oral seks sırasında gerçekleşebilir.
Lateksten yapılmış bir prezervatif kullanarak HIV virüsünden korunabilirsiniz. Doğum kontrol hapları ve lateks olmayan prezervatifler, sizi HIV virüsünden koruyamaz.
HIV virüsü hem bir erkekten hem de bir kadından bulaşabilir. Herhangi bir cinsel hastalığınız varsa HIV virüsünün size bulaşma ihtimali daha yüksektir.
AIDS, HIV virüsü bağışıklık sisteminizi zayıf hale getirdikten sonra ortaya çıkan hastalıktır. AIDS, Acquired Immunodeficiency Syndrome (Edinilmiş Bağışıklık Yetersizliği Sendromu) kelimelerinin kısaltmasıdır.
AIDS hastası insanlar, bağışıklık sistemi güçlü olan insanları etkilemeyen mikroplar nedeniyle kötü enfeksiyonlara yakalanırlar.
AIDS hastası olmadan yıllar önce HIV virüsü almış olabilirsiniz.
Virüs, herhangi bir bilgisayara değişik yollarla girebilen ve bu bilgisayarlarda istenmeyen sonuç ve zararlara yol açan programlara verilen genel bir isimdir. Bu programların kullandığımız, bilgisayarlarda çalıştırdığımız diğer programlardan temelde bir farkı yoktur. Bu nedenle, işletim sisteminin desteklediği bütün işleri yapabilirler. Virüsleri özel kılan, girdiği sistemlere kendilerini, kullanıcının farkında olmadan veya iradesi dışında çalıştırılacağı şekilde yerleştirmesi ve sistemlere zarar vermesidir. Bir virüs kullanıcı tarafından çalıştırılmadan veya kendisini programlayan kişi tarafından önceden belirlenmiş durum oluşmadan aktif hale gelmez. Bazı virüsler ise aktif hale geldikleri halde, belli bir süre istenmeyen etkilerini göstermezler. Virüsler genel olarak etkilerini diğer çalışan programlara 'bulaşarak', onlarda çeşitli değişiklikler yaparak gösterirler. Virüslerin bir diğer özelliği ise kendilerini çoğaltmaları ve hafızada değişik yerlere kaydetmeleridir. Virüsler, disketler, ağ paylaşımı, Internet (e-mail, dosya indirme, vs) yollarıyla yayılır. Virüslerin etkileri sadece rahatsızlık veren küçük problemler olabildiği gibi (ekranınıza rahatsızlık veren mesajlar çıkararak çalışmanızı bölmesi/engellemesi vb.) bilgisayarınızın hafızasını ve/veya disk alanını kullanarak bu kaynaklara verimli olarak erişiminizi engellemeleri ya da kullandığınız dosyaların içeriklerini bozmaları/silmeleri gibi oldukça zararlı etkileri de olabilir. Bunun dışında, kullandığınız bilgisayar programlarını bozabilir, çalışmalarını yavaşlatabilir, sabit diskinizin tamamını ya da önemli dosyaların olduğu kısımlarını silebilirler. Bazı virüsler ise kullanıcının bilgisayar konusundaki bilgisizliğini kullanarak yol açmadığı zararları vermiş gibi görünerek panik yaratırlar. Geçmişte bilgisayarlara çokça yayılmış, zararlara yol açmış, ancak günümüzde yayılmayan ve kendilerine anti-virüs yazılımlarınca korunma sağlanabilen ünlü virüslerden bazıları ise şunlardır
Postları Her kaplanın postundaki ve yanaklarındaki çizgiler ile kaşları, insanların parmak izleri gibidir. Nasıl parmak izi her kişide farklı şekillere sahipse ve ayırt edici oluyorsa aynı şekilde kaplanlardaki çizgiler de sadece tek bir tanesine özeldir.
Piyanoyu akort etmek ne anlama gelir?
Genellikle telli, yaylı ve vurmalı çalgıların sesini ayarlamaya akort etmek denir. Piyonayo akort etmek de sesini düzenlemk anlamına gelir. Akort kelimesi, Almanca akkord sözcüğünden dilimize geçmiştir.
Piyanoyu taşımak akordunu bozar mı?
Bu piyanoyu nerden nereye taşıdığınıza bağlı olarak değişir. Eğer sadece bir odadan başka bir odaya ya da aynı odada başka bir yere taşıyorsanız bozulmaz. Ancak belli bir uzkalık sözkonusu ise, bir evden başka bir eve gibi o zaman böyle bir problem sözkonusu olabilir.
Piyanomu hangi sıklıkla akort etmeliyim?
Birçok piyano üreticisine göre yeni bir piyano ilk yılında dört kez ancak sonraki yıllarda ise yılda iki kez akort edilmelidir. Bu arada piyanonuzu sık kullanmıyorsanız bile onu akort edilmiş bir biçimde tutmak gerekir.
Bir piyanonun ağırlığı nedir?
Ortalama bir konsol ya da küçük piyano yaklaşık olarak yüzelli ile ikiyüzelli kilo arasında değişen bir ağırlığa sahiptir.
Bir piyanoda kaç tuş vardır?
Ortalama bir piyano 88 tuşa sahiptir. Bunların 36'sı siyahtır. Ancak 85 tuşa ya da 88 tuştan daha fazlasına sahip piyanoların var olduğu da bilinse de genel olarak bir piyanonun 88 tuşunun olduğu söylenebilir.
Kaç çeşit piyano vardır?
Piyanonun telleri ve ahenk tahtası dikey olanına konsol piyano, dik piyano ya da duvar piyanosu, yatay olanına ise kuyruklu piyano ya da kanatlı piyano denir. Kuyruklu piyanolar daha çok konserlerde kullanılır ve konsol piyanolardan daha pahalıdır.
Piyano, klavyeli ve telli çalgılar grubunda yer alan en önemli müzik aletlerinden biridir. Piyanodaki sesler, tuşların tellere dokunan çekiçleri harekete geçirmesiyle çıkar. Seslerin tınısı, önünde tellerin gerili olduğu ahenk tahtası sayesinde güçlenir. Piyanoda bulunan iki pedal çalış sırasında sesi kuvvetlendirir ya da hafifletir.
Çalgı yapımcıları, 15. yüzyılda, ilk klavyeli çalgı olan epinet'i, onu da geliştirerek klavsen'i buldular. 18. yüzyılın başlarına kadar klavseni kullandıktan sonra onun sesini tekdüzelikten kurtarmayı, istendiğinde güçlü, istendiğinde hafif tınılar veren bir çalgıya dönüştürmeyi tasarladılar. Bunu ilk gerçekleştiren İtalyan Bartolemeo Cristofori oldu. 1709'da Floransa'da yaptığı ve adına “Gravicembalo col piano e forte” dediği çalgı, ilk piyano; Cristofori de piyanonun bulucusu olarak kabul edilir. Bu gelişme daha sonrasında da devam ettirildi. Sürekli yapılan yenilik ve buluşlarla klavsenin yerini piyano aldı. İlk düz piyanoyu İrlandalı Sourtwell yapmıştır.
Orgdan sonra ses alanı en geniş olan çalgı olan piyanoyu çalan müzisyenlere piyanist denir.
Fazıl Say, Tuluyhan Uğurlu ve Süher Pekinel Kardeşler bilinen piyanistlerimizden sadece bazılarıdır.
Kuyruklu bir yıldız gibi...
Yoksun...
Yok…
Yani hiç kalbin atmamış…
Yani hiç nefes almamış…
Yani hiç
varolmamış gibi…
Masal gibi…
Bir varmış…
Bir yokmuş…
Varmış...
Yokmuş...
YOK….
Gözlerimin seni ilk gördüğü andan, son gördüğü ana kadar
olan zaman dilimini, beynimin en kalın duvarları arasına hapsettim. Sadece güzel
şeyleri ayıklamadan, kendime saklamadan, fazlalıklarını budayıp eksikliklerini
tamamlamadan.. Nasıl yaşandıysa öyle, işime geldiği gibi değil... olduğu gibi,
yaşandığı gibi… Kim silebilir? Kim yok edebilir? Ölüm mü? ..
Tanıştığımız ilk
günleri hatırlıyorum... Kavurucu sıcaklar altında, genç insanların sağa sola
savurduğu o elektriği... Gözlerdeki puslu bakışları... Arayışları,
bekleyişleri... Kaçamak gülüşleri, anlık göz temaslarını... Kafamızın üstünde
esen kavak yelleri bile o ateşi söndüremiyordu değil mi? .. Benden kaçışların...
Kovalayışlarım... Bir yıldız kayması kadar kısa bakışların; yakalanınca yüzünde
beliren pembelik... Başını nereye sokamayacağını bilemezdin; kalbini kime
vereceğini bilemediğin gibi... Bana teslim olmak ister gibi ama bunu
kabullenemeyişinin sözleri geliyor aklıma şimdi... “fazla yaklaşıp
kovulmaktansa, uzakta durup çağrılmak daha iyidir.” Oysaki her bakışımın, her
sözümün, her yürek atışımın seni çağırdığını bilseydin... Bildin ama zaman aldı,
bildin ama gittin... Göz görür yürek severmiş... “Sen benim gözümle yüreğimle
gördüğüm, sen benim gözümle yüreğimle sevdiğim olur musun? ! ” dedim. Oldun...
Oldun ama zaman aldı... Oldun ama gittin...
Ölüm ne kadar insafsız...
Göğsümde keskin bir acının her türlü şiddetini yaşattı bana, varolmaktan
yokolmak zamanına geçişin... Hala da yaşatıyor değişik şiddetlerde... Artık
“sensiz” bir hayatın başladığı ilk saniye anladım, durmadan söylediğin o
cümlenin anlamını... “Her zaman kıyametin arifesindeymiş gibi yaşamalı insan.”
Ben yapamadım bunu... Şimdi hergün kıyametin ta kendisini yaşıyorum. Şimdi şimdi
anlıyorum; en güzel anlarda bile içinde taşıdığın sıkıntıyı... En yüksek
kahkahanın bile içinde sakladığın buruk tebessümü... Kendinden kaçışlarını,
insanlardan –benden bile- saklanışlarını... Neden insanların, bana acıyarak
baktıklarını... Neden kendini şeffaf ama geçilmez bir duvarın arkasında
tuttuğunu... En muhteşem duyguların içinde bile, en acı verenlerinden birer
damla bulunduruşunu... Neyin önünden kaçtın? Neyin arkasından kovaladın? Hepsini
anladım; sen ölünce...
“İnsan ölümlü bir mahluktur.”
Neler düşündün,
neler geçti aklından? Herkesin bildiği, benim aşktan kararmış gözümün görmediği
bu “yokoluş” gerçeğini... Neden? ? ? Neyi istedin? .. Üzülmemi mi, Üzülmememi mi? ..
“Acıların en acısı kendi kendimize çektirdiğimizdir! ”... İşte seni yokeden de
buymuş, anladım... Sen beni de yanında sürükledin. Nereye gidersem gideyim,
nerede olursam olayım, senin ne olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini
biliyorum. Gözlerimi kapayıp, sadece bedenimi alıp, geleceğe yürüyemiyorum...
Affet... Dünyanın hangi penceresinden bakarsam bakayım, hep aynı manzara... Hep
sen... Nerdesin benim küçük mucizem? Hadi gelip kapıyı çalsana! .. Hadi kokunu
burnuma, yüzünü elime dayasana...”
Yazdıklarını buldum... Üzgünüm benden
istediklerini yapamam! ”Üzülme, bana kızma, acıma, hayatını mahvetme,
güzellikleri hatırla, ölümü unut! ”... Sana, yaşanmış her şeyi bu kadar boş
kıldıran nedir? Her zamanki gibi kendini ifade edemeyişin mi yoksa ölümü sindire
sindire kabullenişin mi? .. Biliyorum ki yine, yazmak istediğin binlerce
kelimenin arasından bunları seçişin, sadece ve sadece hayata vermek istemediğin
hesaptan kaynaklanıyor... Ben seni, kendi aleminde, şu anda varolduğun yokluk
halinde -benden istediğin gibi- mutlu mesut yaşamaya bırakamam! .. Merhaba ile
elveda deyişinin arasındaki zaman diliminde sıkışıp kalmana izin veremem! .. Bu
haksızlık! ! ! Benden çaldığın güzellikleri geri istiyorum! .. Benden çaldığın,
kıyametin arifesindeymiş gibi yaşamam gereken her günü geri istiyorum! Ne
kalleşçeydi bu gidiş... Bana balonlarımı verip eline iğnelerini aldın...
Kuyruklu bir yıldız gibi geçtin hayatımdan... Pırıltılarını sağa sola
savurarak, yüz yılda bir gelen ve bir daha görmek için bir ömrün yetmediği bir
yıldız gibi... Kısa ama harika bir zaman dilimine beni de dahil ettin... Şimdi
senin için üzülmememi ve unutmamı mı istiyorsun? Her zaman beni güldürürdün ama
bir ölü olarak bunu hala yapabilmen çok ilginç... Neresinden bakarsan bak iğrenç
haldeyim. Ben bu durumdan polyanna’nın bile bir mutluluk kırıntısı bulup
çıkaracağını sanmıyorum... Tüm hayatı bir sis bulutu arasından seyrediyor,
dinliyorum... Arasıra o bulutun içine girip güneşi bulmak istiyorum ama
korkuyorum inan, ya o da beni bırakıp giderse? .. Hayata karşı kahramanca
savaşamıyorum artık, gücüm yok! .. Bir kez kabullenebilsem senin yokolduğun
gerçeğini… Yapamıyorum... Eksikler, yaşanmamışlar, her güzel şeyin arkasına
saklanmış o iğrenç gerçek... Yapmaya tatmaya vakit bulamadığım her şey beni
rahat bırakmıyor... Kızgınlığımın sebebi bu işte... Eğer karanlığa doğru yola
çıkacağını bilseydim, her günü kıyametin arifesindeymiş gibi yaşardım ben! Kabul
edemiyorum bu gerçeği...
“insan ölümlü bir mahluktur.”
Hücreler
dokuları, dokular organları, organlar sistemleri, sistemler organizmayı
oluşturur. Kalp atmıyor, ciğer solumuyorsa, insan ölüdür... Sen ölüsün...
Yoksun...
VARSIN...
Yani kalbin atmasa da...
Yani nefes almasan da...
Yani masal gibi...
Bir varmış bir yokmuş diye başlayan,
Kötü başlasa da
iyi biten,
İnsanların dilinde, kitapların sayfalarında,
dünya döndükçe,
ağızdan ağıza...
unutulmayan masallar gibi...
kuyruklu bir yıldız
gibi...
yüz yılda bir gelip pırıltılarını savuran
kısa anlık mutluluklar
yaşatıp,
kaybolup karanlığa giden...
uzaklara ışıklarını saçan
ve benim
bir daha göremeyeceğimi bildiğim halde
beklediğim özlediğim...
o bir avuç
pırıltıya ömrümü harcadığım bir yıldız gibi...
KUYRUKLU BİR YILDIZ GİBİ...
Bizans ordusunun Müslüman olan komutani George
Hz. Peygamber s.a.s'in vefatindan sonra, Islam Devleti'nin idâresini Hz.Ebû Bekir r.a. yüklendi.
Hz. Peygamber s.a.s'in vefatiyla beraber, Islam'in gerçeklerini anlayamamis olan birtakim Müslümanlar, irtidât ettiler; yâni Islam esaslarina inanmadiklarini ilân ettiler. Islâm'da mürtedin, yâni dinden çikanin cezasi ölüm oldugundan, Halife Hz.Ebû Bekir r.a., bu insanlarin üzerine ordular göndererek, onlara gereken cezayi verdi.
Bu arada birtakim Müslümanlar da söyle dediler:
'Biz Islam'in dört sartini kabul ediyoruz: Kelime-i sehâde-ti söyleriz, namaz kilariz, oruç tutariz, hacca gideriz; fakat ze-kât vermeyiz'.
Islam'in dört sartini yerine getirip, sadece bir tek sartini ifâ etmeyeceklerini söyleyen bu Müslümanlar üzerine de, Hz.Ebû Bekir r.a. cihâd ilân etti. Bu, son derece mühim bir karardi: Müslümanlara cihâd ilân etmek!
Hz.Ömer r.a.; o sertligiyle, siddetiyle ün salmis olan insan, gelmis Hz.Ebû Bekir r.a.'a yalvariyor ve ona söyle diyor:
'Sen, Resûlullah s.a.s'in, 'Ben insanlar lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullah' deyinceye kadar onlarla savasmakla emrolundum. Kim bunu derse mali ve cani emniyette olur, hukuku ve hesabi Allah'a kalir' dedigini duydugun halde, nasil Müslümanlara, 'zekât vermiyorlar' diye savas açarsin'(1) . Hz.Ebû Bekir r.a. söyle cevap verdi:
'Vallahi, namaz'la zekâtin arasini açanlarla savasacagim; çünkü zekât malin hakkidir'. Daha sonra Hz.Ömer r.a. söyle demistir:
'Vallahi, Allah'in, Ebu Bekir'in gögsünü ferahlattigini gördüm ve anladim ki, o haklidir'(2)
Hz.Ebû Bekir r.a., bu karari aldiktan sonra, Halid b. Velid'i, Islam'in bes sartindan herhangi birisini terkedenlerle savasmaya gönderdi (3) . Yâni Hz.Ebû Bekir r.a. Islamin bes sartindan bir tanesini dahi terk edeni Müslüman saymiyor ve onlara cihâd ilân ediyor. 'Islam bir bütündür' diyor; bir kismi terkedilince, o Islam'dan baska bir sey olur diye kabul ediyor ve Islâm'i bu sekilde anlayanlara savas açiyor.
Halid b. Velid, Esed ogullari ve Gatafân'dan bu gibi insanlarla savasip büyük bir kismini öldürdü; geriye kalanlar da, ya esir oldular veya Islam'in bes sartina harfiyyen uyacaklanm söyleyerek Müslüman oldular. Ve anladilar ki, bu isin sakasi yok! Halîfe, Islam'in bir tek sartini terkedeni öldürüyor! ..
Halid b. Velid, Medine'ye geri döndükten sonra, Halife Hz.Ebû Bekir r.a. onu ordusuyla beraber kuzey cephesinde bulunan Bizans üzerine gönderdi.
Bizans üzerine sefer
Hz.Peygamber s.a.s., Islam'm payidar olmasi ve insanligin kurtulmasi için, milâdi 7. yüzyilin iki emperyalist süper gücü olan Bizans ve Iran Imparatorluklarin çökmesi gerektigine isaret etmis ve daha hayatta iken, buralara savas açmistir. Bizans ve Iran: Bugünün Rusya ve Amerika'si, Avrupa'si ve Çin'i...
Bizans köyleri, kasabalari, sehirleri, teker teker Islâm Devleti'nin egemenligine giriyor: Halid b. Velid'in elinde teslim oluyorlardi... Resulullah s.a.s'in duasi gerçeklesmis, Halid Allah'in kilici (Seyfullah) olmustu... Koca Bizans kaleleri, âdeta onun ki liciyla yerle bir oluyordu. Bunlar hikâye de degildi... Nitekim iki süper devletten Bizans, her gün biraz daha küçülüyor, topraklarini, vatandaslarini Islam adaletine, yâni Allah'in kanunlarina terkediyordu.
Bu sekilde, tek gayeleri Allah'in kanunlarini her tarafa ha kim kilmaya matuf olan (4) Islam ordusu, bugünkü Ürdün sinirlari içerisinde bulunan ve o zamanlar Bizans'in elinde bulunan Yermuk'a varmisti.
Islam ordusunda, 100'ü Bedir savasina istirak etmis olan (Bedrî) bin kadar sahabî vardi (5) .
Iki ordu karsilasiyor
Islam ordusuyla kâfir ordusu karsi karsiya gelmislerdi. Her iki tarafin ordu komutanlari, ordularinin savas düzenine sokuyor, son taktiklerini veriyorlardi.
Her iki ordu bu sekilde karsi karsiya gelince, Bizans ordu komutani George ordusunun saflarindan ayrilarak, her iki ordu arasinda durdu ve Islam ordu komutani Halid'i istedi. Halid, yerine Ebû Ubeyde Ibnu'l-Cerrâh'i birakarak, atini George'ye dogru sürdü. Her iki komutan birbirlerine o kadar yaklastilar ki, atlarinin boyunlan birbirine degiyordu (6) .
Iki davanin, ideolojinin, dünya görüsünün temsilcileri karsi karsiya gelmislerdi: Bir yanda Islam, öbür yanda Sirk ve Küfr! ..
Her iki komutan birbirlerine aman verip konusmaya basladilar. George söyle dedi:
- Yâ Halid, bana dogruyu söyle ve yalan söyleme! Çünkü hür olan yalan söylemez. Bana oyun oynamaya da kalkma, çünkü asîl olanlar, Allah rizasi için konusmak isteyene oyun yapmaz-
lar. Allah'in sizin Peygamber'e gökten bir kiliç indirdigi ve Peygamber'in de onu sana verdigi, ve o kilici üzerlerine çekip savastigin her kavmi maglub ettigin dogru mu? Halid:
- Hayir! dedi. George tekrar sordu:
- O halde, niçin Seyfullah (Allah'in kilici) diye adlandinldin? Halid su cevabi verdi:
- Allahu teala bize Peygamberini gönderdi. O bizi Islam'a davet etti. Biz ise, ondan nefret edip, ondan uzaklastik. Sonra bir kismimiz ona inanip, tabi oldu, bir kismimiz da onu yalanlayip uzaklasti. Ben, onu yalanlayip, ondan uzaklasan ve onunla savasanlar arasindaydim. Daha sonra Allah kalplerimize hidayet verdi ve ona inandik. O zaman bana, 'Sen, Allah'a baska güçleri ortak kosanlar -yâni O'na inandiklarini söyledikleri halde O'nun kanunlarina degil, kendi yaptiklari kanunlara tabi olanlar- üzerine çekilmis olan Allah kiliçlarindan bir kiliçsin! ' dedi ve muvaffak olmam için dua etti. Böylece bana 'Seyfullah' dendi. Ve ben, Allah'in yaninda baska güçler taniyan, onlara tabi olanlara karsi en siddetli savasan Müslümanlardan biriyim. George:
- Dogru söylüyorsun, dedi ve devam etti:
- Yâ Halid, beni neye davet ediyorsun? Halid söyle dedi:
- Allah disinda, itaat edilecek hiç bir ilâh, yani güç, yâni put, yâni makam, yâni kisi tanimadigina; Muhammedin, O'nun hem kulu, hem de Peygamberi olduguna inanmak ve bunu herkese karsi açikca ilân edip sehâdet etmek; Peygamber vasitasiyla Allah'tan gelen kanunlari ikrar edip uymak! George söyle sordu:
- Peki bu dediklerini kabul etmeyenlere ne yaparsimz? Halid su cevabi verdi:
- Teslim olurlarsa, onlardan cizye alir, inançlarina karismayiz ve Islam Devletine tabi olurlar. George devam etti:
- Cizye vermezlerse? Halid söyle dedi:
- Onlara savas açacagimizi söyler ve onlarla savasiriz! George tekrar sordu:
- Bugün dininizi kabul edip size katilanlarin Allah katinda mevkisi ne olur? Halid su cevabi verdi:
- Allah'in bize farz kildigi gibi, mevkisi bizimkiyle ayri olur. Güçlü olanimiz, zayif olanimiz; önce Müslüman olanimiz; sonra Müslüman olanimiz, hepimizin mevkisi birdir. George yine sordu:
- Yâ Halid, bugün sizin dininize girenin sevabi ile sizinki aynidir, demek mi istiyorsun? Halid:
- Evet, hatta bizden de üstündür! George:
- Nasil sizinle bir olur ki, siz ondan önce Müslüman oldunuz? Halid:
-Biz bu dine girip, Peygamberimiz s.a.s.'e biat ettigimizde, o aramizda yasiyordu. Ona Allah'tan haberler geliyor, o da bize teblig ediyordu. Bize öyle deliller gösteriyordu ki, bizim gördüklerimizi görenlerin, duyduklanmizi duyanlarin Müslüman olup, biat etmeleri tabii bir seydi. Size gelince; siz bizim gördüklerimizi görmediniz, duyduklanmizi duymadimz ve onda müsahe de ettigimiz harikalara sahit olmadiniz. Onun için, aranizdan, kim samimi bir niyet ve ihlâsla dinimize girse, o bizden üstün olur! George söyle dedi:
- Billâhi bana dogru söyledin, yalan söylemedin ve beni kendi fikrine çekmek için bir sey söylemedin. Halid:
- Billâhi sana dogru söyledim. Benim, ne senden ve ne de siz-en olan hiçbir kimseden korkum yok! Sana söylediklerimin dogru olduguna da Allah kefildir.
Bizans komutani Müslüman oldu
Bunun üzerine George,, 'dogru söyledin' dedikten sonra, kalkanini ters çevirdi ve Halid'e yaklasarak, 'bana Islam'i ögret' dedi.
Halid, George'yi karargâhina götürerek, üzerine bir tulum su döküp guslettirdi. Daha sonra da iki rekât namaz kildi.
George'nin Müslümanlar tarafina geçmesini hücum sanan Bizans askerleri saldiriya geçti ve savas basladi.
George Müslüman olmus, Halid'in yaninda, biraz önce komutani oldugu Bizans ordusuna karsi savasiyordu. Savas aksama kadar sürdü ve Islam ordusunun zaferiyle son buldu (7) .
Savas meydaninda binlerce ölü ve sehit... Müslüman sehitleri ve kâfir ölüleri... Bir degillerdi tabii. Sehitler Allah için; ölüler ise Allah düsmani, yâni Islam nizamina düsmanlar için savasmisti. Ayni kefeye konamazdi bunlar! Kâfir ölüsüne nasil sehit, Müslümanla savasan kâfire nasil gazi denir? Müslüman sehitle, kâfir ölü, Müslüman gazi ile, savastan sag kurtulan kâfir askeri ayni ise, niçin savasiyorlar bunlar? .. dertleri ne bunlarin?
Elbette ki biri Müslüman, digeri kâfir; Biri sehit, digeri ölü; biri gazi digeri kâfir firarisidir; 'Müsrikler hoslanmasalar da'.
Allah'in, birbirmin ziddi olarak gösterdigi sehitle kâfir ölüsünü, hangi insan hangi hakla bir tutabilir?
Farkli bir sehid
Müslüman sehitleri arasinda, bir tanesi vardi ki, farkliydi öbürlerinden. Peygamber'i görmemis, Kur'an-i duymamisti o...
Zekât nedir bilmiyor, Hac 'dan habersizdi o... Ayet okumamis, oruç tutmamisti o...
Bu farkli sehidin adi George idi. Halid'e bakarak kildigi iki rekat namazdan baska namaz kilmadi. Adini bile Müslüman adina çevirmeye firsati olmadi. Bir tek sey bildi George: Kendini Allah davasina fedâ etmek...
Buram buram sehadet kokuyordu George. Cennet görevlileri onu cennette agirlamak için yarisiyorlardi âdetâ...
Allah'in kilici Halid, Müslüman olusu henüz bir günü doldurmamis olan bu sehide gipta ile bakiyor, Allah'in hikmet ve kudreti karsisinda, sevinç ve sükür gözyaslari döküyordu.
George, 'kâlü belâ'dan beri, Allah davasi için sehid olmus, en güzel insanlar arasina giriyordu... Ne mutlu ona ve onun gibi olanlara! ..
Dipnotlar:
(1) Suyûti Tarihul-Hulefa, Misir, 1964, s. 74-75
(2) Ay. es. s.75.
(3) Ay. yer.
(4) Bk. Kuran-i Kerim. Bakara sûresi, 193
(5) Taberi Tarihul-Umemi ve'l-Mulûk, Beyrut, 1962, III. 397
(6) Taberi, a.g.e III. 398.
(7) Savasin ayrintilari için bk. Taberi a.g.e III. 398-401
Kaynak: Prof. Ihsan Süreyya Sirma, Tarih suuru, Seha yayinlari
HIV ile ilgili Uyarı İşaretleri
Bazı HIV virüsü belirtileri şunlardır:
Öksürme, ishal, kilo kaybı, gece terlemesi, yorgunluk hissi
İlginç renkli veya kokulu bir vajina akıntısı
Yinelenen veya kalıcı vajina enfeksiyonları
Vajinada veya vajina çevresindeki yara veya acı
Adet dönemlerinde ani bir değişim
Adet dönemleri arasında karın ağrısı
Seks sırasındaki olağandışı acı veya ağrı
Dilinizde veya ağzınızın içinde beyaz noktalar veya yaralar
HIV Testi Yaptırma
Aşağıdaki durumlar sizin için geçerliyse HIV testi yaptırmalısınız:
İğneleri paylaşıyorsanız
Eşiniz ilaç kullanmışsa veya kullanıyorsa
Vücudunuzda herhangi bir HIV belirtisi varsa
Prezervatif kullanmadan seks yaptıysanız da test yaptırmalısınız. Test yaptırmak basit ve kolaydır. Test sonucunda virüs taşıyıp taşımadığınızı öğrenebilirsiniz. Ancak, virüsün bağışıklık sisteminize ne kadar zarar verdiğini öğrenemezsiniz.
Nasıl Test Yaptırabilirim
Bazı yerlerde, adınızı vermeniz gerekmez, testin sonuçları yalnızca size bildirilecektir.
Diğer yerlerde, sonuçlar sağlık yetkilinize veya danışmanınıza da bildirilir. Ancak, sağlık yetkilileri genellikle siz izin vermedikçe sonuçları başkasına vermezler.
Tedavi Olma
HIV için herhangi bir tedavi bulunmamaktadır. HIV virüsü taşıyan binlerce kişide yapılan çalışmalar, kombinasyon tedavisinin, insanların daha iyi hissetmesine ve daha uzun yaşamasına yardımcı olabildiğini göstermiştir.
Bir doktorla, hemşireyle veya danışmanla konuşun. Tedavi seçenekleri hakkında size daha fazla bilgi verebilir.
Gereken Cevapları Alma
Bugün, birçok yerde AIDS testi yaptırabilir ve AIDS konusundaki sorularınıza yanıt alabilirsiniz:
Sağlık bakanlığına bağlı birimlerde veya yerel sağlık kuruluşlarında
Devlet kliniklerinde
Özel doktorlarda
Özel laboratuarlarda
Birçok devlet kliniğinde test işlemi ücretsiz olarak veya çok az bir ücretle gerçekleştirilmektedir. Ayrıca, doktorunuz da HIV testi yapabilir ve sonuçları verebilir. Evde test yaptığınız takdirde sonuçlar için danışabileceğiniz yerler bulunmaktadır.
Hamile olan veya hamile kalmayı planlayan kadınlar için daha fazla bilgi verilebilir.
HIV Virüsü Kadınlara Nasıl Bulaşır?
HIV virüsü iki temel yolla bulaşır.
1. Seks
HIV vücudunuza HIV virüsü taşıyan birisinin kanı, spermi veya vajinal akıntıları yoluyla bulaşır. Bu durum, vajinal, anal veya oral seks sırasında gerçekleşebilir.
Lateksten yapılmış bir prezervatif kullanarak HIV virüsünden korunabilirsiniz. Doğum kontrol hapları ve lateks olmayan prezervatifler, sizi HIV virüsünden koruyamaz.
HIV virüsü hem bir erkekten hem de bir kadından bulaşabilir. Herhangi bir cinsel hastalığınız varsa HIV virüsünün size bulaşma ihtimali daha yüksektir.
AIDS, HIV virüsü bağışıklık sisteminizi zayıf hale getirdikten sonra ortaya çıkan hastalıktır. AIDS, Acquired Immunodeficiency Syndrome (Edinilmiş Bağışıklık Yetersizliği Sendromu) kelimelerinin kısaltmasıdır.
AIDS hastası insanlar, bağışıklık sistemi güçlü olan insanları etkilemeyen mikroplar nedeniyle kötü enfeksiyonlara yakalanırlar.
AIDS hastası olmadan yıllar önce HIV virüsü almış olabilirsiniz.
'bilgisayar için ' virüs nedir?
Virüs, herhangi bir bilgisayara değişik yollarla girebilen ve bu bilgisayarlarda istenmeyen sonuç ve zararlara yol açan programlara verilen genel bir isimdir. Bu programların kullandığımız, bilgisayarlarda çalıştırdığımız diğer programlardan temelde bir farkı yoktur. Bu nedenle, işletim sisteminin desteklediği bütün işleri yapabilirler. Virüsleri özel kılan, girdiği sistemlere kendilerini, kullanıcının farkında olmadan veya iradesi dışında çalıştırılacağı şekilde yerleştirmesi ve sistemlere zarar vermesidir. Bir virüs kullanıcı tarafından çalıştırılmadan veya kendisini programlayan kişi tarafından önceden belirlenmiş durum oluşmadan aktif hale gelmez. Bazı virüsler ise aktif hale geldikleri halde, belli bir süre istenmeyen etkilerini göstermezler. Virüsler genel olarak etkilerini diğer çalışan programlara 'bulaşarak', onlarda çeşitli değişiklikler yaparak gösterirler. Virüslerin bir diğer özelliği ise kendilerini çoğaltmaları ve hafızada değişik yerlere kaydetmeleridir. Virüsler, disketler, ağ paylaşımı, Internet (e-mail, dosya indirme, vs) yollarıyla yayılır. Virüslerin etkileri sadece rahatsızlık veren küçük problemler olabildiği gibi (ekranınıza rahatsızlık veren mesajlar çıkararak çalışmanızı bölmesi/engellemesi vb.) bilgisayarınızın hafızasını ve/veya disk alanını kullanarak bu kaynaklara verimli olarak erişiminizi engellemeleri ya da kullandığınız dosyaların içeriklerini bozmaları/silmeleri gibi oldukça zararlı etkileri de olabilir. Bunun dışında, kullandığınız bilgisayar programlarını bozabilir, çalışmalarını yavaşlatabilir, sabit diskinizin tamamını ya da önemli dosyaların olduğu kısımlarını silebilirler. Bazı virüsler ise kullanıcının bilgisayar konusundaki bilgisizliğini kullanarak yol açmadığı zararları vermiş gibi görünerek panik yaratırlar. Geçmişte bilgisayarlara çokça yayılmış, zararlara yol açmış, ancak günümüzde yayılmayan ve kendilerine anti-virüs yazılımlarınca korunma sağlanabilen ünlü virüslerden bazıları ise şunlardır
Kaplanların Ayırt Edici Özellikteki
Postları Her kaplanın postundaki ve yanaklarındaki çizgiler ile kaşları, insanların parmak izleri gibidir. Nasıl parmak izi her kişide farklı şekillere sahipse ve ayırt edici oluyorsa aynı şekilde kaplanlardaki çizgiler de sadece tek bir tanesine özeldir.
Bilim ve Teknik Dergisi, Şubat 1985, s. 33