Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Olcay Arslan
Olcay Arslan

Yitirdim kendimi kendi içimde...

  • 90'lı yıllardaki zenginlik belirtileri30.06.2025 - 14:52

    levi’s 501 giyen adamın dramı

    90’lı yıllarda zengin olmak üzerine küçük bir deneme

    1990’lı yıllarda zengin olmak öyle bugünkü gibi bankada kripto hesapları, nft koleksiyonları ya da dubai manzaralı story'ler paylaşmakla anlaşılmazdı. o zamanlar zenginlik daha mütevazı ama çok daha somut işaretlerle kendini belli ederdi. öyle ki bazı insanlar vardı, sadece çoraplarına bakarak bile evlerinin üç katlı olduğunu anlardınız.

    zengin misin kardeşim? hemen test edelim.

    1. pantolonun levi’s 501 mi?

    o yıllarda bir insanın levi’s 501 giymesi demek, “ben almanya’dan geldim, yeğenim. gümrükte biraz sıkıntı oldu ama geçirdik,” demekti.
    eğer pantolonun fermuarında levi’s logosu varsa, yokuş yukarı yürürken bile seni izlerlerdi.
    zenginlikti.
    cebinde belki 5 bin lira (o zamankiyle) vardı ama levi’s pantolonun varsa moralin 5 milyondu.

    2. casio saatin 7 alarm kurabiliyor muydu?

    eğer bileğinde casio’nun hesap makinesi olan saatinden varsa...
    sen sadece zengin değil, teknolojiyle içli dışlı entelektüel bir müteahhittin.
    saatinden dünya saatini görebiliyor musun?
    e tamam, zaten uzaylısın bizden değilsin.

    3. evde video oynatıcı var mı?

    eğer vhs video oynatıcın varsa, hele ki “çift kasetli”yse, sen açık ara mahallenin zenginisindin.
    komşular, salı günleri “jetgiller” izlemeye sana gelirdi.
    hatta bazen sadece “görüntülü saat” kaç diye bakıp giderlerdi.
    evde “tom & jerry” kaseti varsa zaten o ev nato korumasına alınmalıydı.

    4. çanak anten mi?! aman allahım!

    normal antenle tgrt bile zor çeken çocuklar varken, sen hotbird üzerinden rtl izliyorsan...
    o artık zenginlik değil, kültürel emperyalizmdir.
    bir de kumandadan şifreli kanalı çözüp cine5 izleyebiliyorsan...
    senin için çocuklar “bu kesin almancı” derdi.

    5. ayakkabılar almancı mı?

    kalın tabanlı, kenarı ışıklı, 10 kilo gelen ayakkabılar varsa...
    ve yürüdüğünde “fışş fışş” diye ses çıkarıyorsa...
    kusura bakma ama senin ailen almanya’dan efsane alışveriş yapmış.
    üstelik ayakkabıyı poşetle saklıyorsun ki kirlenmesin.
    çünkü biliyorsun: o bir yatırım.

    6. teyzene bodrum'da yazlık mı verilmiş?

    90’larda tatile gitmek bir lükstü.
    yazın “bodrum’a gittik” diyeni duyan herkes durup saygı duruşuna geçerdi.
    “annemin teyzesinin yazlığı var” cümlesi bir pasaport gibi her yerde kapı açardı.
    kumburgaz’da günübirlik denize giden bizler için, o ev versay sarayı’ydı.

    7. bip cihazın mı var? şimdi ararım seni…

    eğer cebinde “bip” taşıyorsan, sen doktor olmasan da kesin bir yerlerde patron ya da "ağır abiydin".
    çünkü bip taşımak, cebinde telefon taşımakla eşdeğerdi.
    “arayın beni” dediğinde biri gerçekten seni arayıp mesaj bırakıyordu.
    ve sen de 4. ankesörlü telefonda sıraya girip geri arıyordun.
    zenginliğin de bir zahmeti vardı sonuçta.

    8. salon koltukları naylonluysa dikkat!

    o koltuklara oturulmazdı.
    onlar misafir koltuklarıydı.
    halk arasında “gösterge koltuklar” olarak bilinirdi.
    üzerinde dantel vardı, yastıkta ise nazar boncuğu.
    salona ancak önemli misafirler alınırdı: kaymakam, okul müdürü, elektrik sayacını okumaya gelen adam gibi...

    ve sonuç...

    90’lı yıllarda zenginlik; gösterişli olmaktan çok, “gösterecek bir şeyin olmasıydı.”
    levi’s pantolonun, casio saatin, dantelli salonun ya da cine5’ten gelen renkli bir ekranın…
    hepsi bir dönem rüyasıydı.
    bugün hâlâ levi’s giyen biri görünce içten içe “yurtdışından mı geldi acaba?” diye düşünüyorsan, sen 90’ları yaşamışsındır.

    ve biliyor musun?
    o zamanlar zenginlik biraz da mutluluğun saklı haliydi.
    çünkü küçük şeyler büyük sevinçler doğuruyordu.
    şimdi her şey büyük ama sevinçler küçük.

  • ertelenmemesi gereken şeyler30.06.2025 - 14:51

    hayatta bazı şeyler vardır ki beklemeye gelmez. bekledikçe büyür, bekledikçe uzaklaşır ya da ağırlığını arttırır. ertelenmemesi gerekenler, aslında ruhumuzun “hemen şimdi” dediği şeylerdir. ama çoğu zaman, “yarın yaparım” der geçeriz. oysa bazı yarınlar hiç gelmez.

    bir telefon görüşmesi mesela. uzun süredir aramadığın bir dost, kırdığın bir kalp ya da görmek istemeye korktuğun bir aile büyüğü. ertelenmemeli. çünkü bazen insanlar beklerken yorulur, bazen de artık orada olmazlar.

    sağlık kontrolleri... ağrının yerini tahmin etmek yerine bir doktora görünmek, yıllardır “bi baktırmam lazım” dediğin o konuyu artık ciddiye almak. ertelenmemeli. çünkü beden, sabreder ama susmaz. geç kalınan teşhisler, pişmanlıkla beslenir.

    kendine ayırdığın zaman. günler geçiyor; iş, sorumluluk, koşuşturma derken kendini unutuyorsun. ama insanın kendiyle baş başa kalması, bazen her şeyden daha önemli. bir kitap, bir yürüyüş, bir nefeslik huzur. bunlar ertelenmemeli. çünkü tükenen sen olursan, diğer her şey anlamsızlaşır.

    hayır demek de ertelenmemeli. her şeye “evet” deyip, içten içe yıpranmak yerine, sınırlarını korumayı öğrenmek gerekir. her kabul, kendine bir redse; orada bir durup düşünmek gerekir.

    bir de duygular var... sevdiğini söylemek, özlediğini dile getirmek, affetmek ya da vedalaşmak. bunlar bekledikçe içte yumruya dönüşür. oysa zamanında söylenmiş bir “seni seviyorum” ya da “özür dilerim”, hayat kurtarır.

    ve tabii ki hayaller... “bir gün mutlaka” deyip de ertelediğin o yolculuk, o eğitim, o yeni başlangıç. beklerken geçen yıllar, bir gün fark etmeden “artık çok geç”e dönüşebilir. hayat uzun gibi görünür, ama aslında oldukça kırılgandır.

    kısacası; sevgi, sağlık, vicdan, dostluk, hayaller ve kendine olan sorumluluk... bunlar ertelenmemesi gerekenlerdir. çünkü bazı şeyler zamanla düzelmez; sadece silinir.

  • Gibi (dizi)30.06.2025 - 14:50

    gibi”, türk internet dizileri arasında kendine has üslubu ve samimi hikâyesiyle dikkat çeken yapımlardan biri. ilk bakışta “sıradan” bir gençlik dizisi gibi görünse de, aslında pek çok katmanda hem mizahıyla hem de gerçekçi karakter tasvirleriyle izleyiciyi kendine bağlıyor.

    hikâye ve konu
    dizi, istanbul’da yaşayan bir grup gencin günlük hayatlarını, dostluklarını, aşklarını ve yaşadıkları zorlukları konu alıyor. en önemli artısı ise hikâyeyi abartmadan, yapmacıksız, “olduğu gibi” anlatması. izlerken kendinizi ya da çevrenizdekileri bulmanız çok kolay. gündelik hayatın küçük sorunları, gençlerin kafa karışıklıkları, iş hayatına başlama çabaları ya da sevgi arayışları gibi evrensel temalarla bağ kuruyor.

    karakterler
    “gibi”nin karakterleri sıradan ama etkileyici. klişelere kaçmadan, derinlikli ve sempatik figürler yaratılmış. her biri kendi zayıflıkları ve güçlü yanlarıyla gerçek hayattan koparılmış gibi. izleyiciler özellikle ana karakterin samimiyetine, içtenliğine hayran kalıyor. karakterlerin diyalogları ve jestleri, doğal bir şekilde yaşanmış hissi veriyor.

    mizah
    dizinin en güçlü yönlerinden biri de mizah anlayışı. “gibi”de komedi, abartı ya da slapstick değil; daha çok gündelik hayatın içindeki küçük ironiler, incelikli gözlemler ve karakterlerin birbirine attığı espirilerle kendini gösteriyor. bu, diziyi hem eğlenceli hem de düşündürücü yapıyor.

    görsel ve teknik kalite
    internet dizisi formatında değerlendirildiğinde “gibi”nin görsel kalitesi gayet yeterli. çok yüksek bütçelerle yapılmış televizyon yapımları kadar parlak olmasa da, sade ve gerçekçi bir atmosfer yaratıyor. bu sadelik, dizinin samimiyetini artıran unsurlardan biri.

    eksiler ve geliştirilebilecek alanlar
    tabii ki, bazı eleştiriler de yok değil. bölümlerin süresi bazen çok kısa, bu da karakter gelişimine ve hikaye derinliğine biraz engel olabiliyor. ayrıca, zaman zaman hikaye akışı biraz yavaşlıyor ve bazı yan karakterlere daha fazla alan açılabilirdi. ancak bunlar, dizinin genel samimiyeti ve içtenliği karşısında göze çok batmıyor.

    genel değerlendirme
    “gibi”, özellikle genç izleyiciler ve gerçekçi hikayeler sevenler için kaçırılmaması gereken bir yapım. büyük prodüksiyonlar ve klişe gençlik dizileri arasında, samimiyeti ve doğallığıyla fark yaratıyor. izlerken hem gülüyor hem de kendinizden bir parça buluyorsunuz. eğer sıradan hayattan, gerçek ilişkilerden, samimi ve bohem bir istanbul gençliğinden hikayeler hoşunuza gidiyorsa, “gibi” tam size göre.

    son söz: “gibi”, büyük hayaller ve dev prodüksiyonlar olmadan, sade ve gerçekçi dokunuşlarla nasıl kaliteli işler çıkartılabileceğinin güzel bir örneği. samimi oyunculukları ve zekice kaleme alınmış diyaloglarıyla sizi ekran başına bağlayacak.

  • Erkeklerin Hoşlanma Belirtileri30.06.2025 - 14:03

    Erkeklerin hoşlandığını anlamak bazen oldukça zor olabiliyor. Çünkü onların duygularını açık açık ifade etmeleri yerine gizli gizli sinyaller vermeyi tercih ettikleri bir gerçek. Mesela telefonlarını eskiden rahat rahat bırakırlarken, hoşlandıkları kişinin yanında telefonları adeta elinden düşmüyor. Mesajlara anında cevap verme telaşı başlıyor. Bu da onların “Seni gördüm, hemen mesaj atayım” demek istediklerinin küçük bir göstergesi.

    Göz teması da önemli bir belirti. Erkekler hoşlandıkları kişiye bakarken çekingen davranırlar. Bakışlarını yakalar yakalamaz hemen gözlerini kaçırır, sonra tekrar bakar. Bu bakış kaçırma oyunu, “Seni seviyorum ama söyleyemiyorum”un sessiz dilidir.

    Bir diğer belirti ise “kazara” dokunuşlardır. Onlar, sevdiği kişiye hafifçe dokunmaya bayılırlar ama bunu da o kadar ustaca yaparlar ki, sanki hiç dokunmamış gibi davranırlar. Bu küçük dokunuşlar aslında “Ben buradayım ve seni fark ediyorum” mesajıdır.

    Yanında olma isteği de hoşlanmanın önemli göstergelerindendir. Eskiden saatlerce oyun oynayan, televizyon izleyen adam, şimdi “Birlikte takılalım” diye ısrar eder. Çünkü yanında olmak ve vakit geçirmek onun için çok değerlidir.

    Hoşlandığı kişinin yanında birden bilgi şovu yapmaya başlar. Mesela sevdiği filmin yönetmeninden ya da sevdiği yemeğin tarihinden bahsederek dikkat çekmeye çalışır. Bu da “Beni dinle, ben buradayım” demenin başka bir yoludur.

    Espri yaparken ya da sohbet ederken kahkahaları biraz daha yüksek çıkar. Hatta bazen espri komik olmasa bile sevdiği kişi gülsün diye kendini güldürür. Kendiyle dalga geçme cesaretini de yalnızca hoşlandığı kişiye gösterir, çünkü ona güveniyordur.

    Kıskançlık belirtileri ise genellikle gizlidir. Çok belli etmez ama arada “O kimdi?” tarzında sorularla kıskandığını belli eder. Bu sorular genellikle sinsi bir “Seni başkasıyla görmek istemem” anlamı taşır.

    Buluşmaların sonunda “Biraz daha kal” demesi ise onun sana olan ilgisinin ve yanında kalma isteğinin en net göstergesidir. Her saniye seninle olmak onun için değerlidir.

    Son olarak, belki her zaman sözle ifade etmese de mesaj atmak, aramak ve küçük sürprizler yapmak gibi yollarla sürekli yanında olduğunu gösterir.

    Özetle, erkeklerin hoşlandığını anlamak biraz dedektiflik işidir ama küçük ipuçları bir araya gelince anlamak zor olmaz. Bu belirtiler bazen sakarlıklarla, utanmalarla gelir ama hepsi samimi duyguların göstergesidir. En önemlisi, bu sinyalleri fark etmek ve karşılıklı anlayışla güzel bir iletişim kurmaktır.

  • Toplumda Bireysel Takıntılar23.06.2025 - 09:01

    Toplumda Bireysel Takıntılar: Herkesin Kendi Mini Deli Hastanesi

    Toplum dediğin, aslında bireylerin birbirinden komik takıntılarından oluşan dev bir mini deli hastanesidir.

    Mesela, “Telefonum şarjı %20’ye düşmeden yanımdan ayrılmam” takıntısı var. Bu kişiler, şarj aleti olmadan dışarı çıkmaz, pil azaldığında panik moduna geçerler. Kısaca, modern dünyanın ‘şarj bağımlıları’!

    Bir de vardır ki, saçını her sabah NASA mühendisleri gibi hizaya sokar; en ufak bir tüy bile yerinden oynarsa, “Bugün kötü gün!” diye ilan verir.

    Toplumda bazıları var ki; “Instagram’da fotoğrafımı beğenmeyenlere alınırım.” İşte gerçek sosyal medya savaşçıları!

    Kimi “Kahve fincanım tam ortada değilse günüm mahvolur” diye takıntılıdır. Kahve, sadece içecek değil, hayat demektir sonuçta!

    En eğlencelisi de “Bir şeyler yanlış giderse, önce interneti kapatıp açarım” ritüelidir. Çünkü teknoloji de bazen insan gibi davranmalı!

    Sonuçta herkesin kendi minicik garip takıntıları var, ama toplum böyle renkleniyor, hayat böyle eğlenceli oluyor. Takıntılarını sev, çünkü onlar seni ‘eşsiz’ yapıyor!

  • kadın23.06.2025 - 08:56

    Kadın, evrende çözülememiş en büyük bilmecedir; çözmeye çalışanların kafası karışır, çözemeyenler ise “işte böyle işte” deyip hayatına devam eder. Kadın, bazen bir fırtına, bazen sakin bir denizdir.

    Sabah uyandığında “Ne giyeceğim?” diye başlayan savaş, erkeklerin asla tam anlayamayacağı karmaşık bir stratejidir. Çünkü kadının dolabı, Everest Dağı kadar büyük olsa da “hiçbir şeyim yok!” cümlesi en keskin silahıdır.

    Kadın, aynı anda hem “sadece dinlenmek istiyorum” der, hem de yanında olup onu rahat bırakacak kişi arar. Bu çelişki, erkeğin yaşam boyu çözmeye çalıştığı gizemdir.

    Ayrıca, kadın çok yönlüdür: Hem “beni anla” der, hem de “kendim hallederim” der. Telefonun bir saniye bile sessizde kalmasına tahammül edemez, ama gizlice sosyal medyada saatlerce gezinir.

    Ve tabii, kadın yemeği “kalp işidir” diye anlatır; erkekler ise “falan şeyi şöyle yap” deyince kolları sıvar, ama mutfak yangın yerine döner.

    Kısacası kadın; bazen dünyayı değiştiren lider, bazen kahveyle hayata tutunan sıradan insan, bazen ise tüm evrenin enerjisini alan ve tekrar veren mucizedir.

    Ve unutma, kadını anlamak kolay değildir; çünkü o, anlaşılmak değil, sevilmek ister.