Vahiy geleneği içinde tevhid inancı başlangıcından Kur’an’a kadar birbirine benzeyen ifadelerle anlatılmaktadır. Kur’an’a gelindiğinde Allah’ın birliği fikrinin en güzel şekilde belirtildiği, bu alandaki yanlışlıkların düzeltildiği, eksikliklerin giderildiği görülmektedir. İslâm’ın ortaya koyduğu tanrı kavramı ve diğer iman esasları çok açıktır. Yahudilik’te aşırı teşbihler Tanrı’nın antropomorfik tasvirine, Hıristiyanlık’ta aşırı sevgi beşer olan Îsâ’nın ilâhlaştırılmasına, dolayısıyla tevhidden teslîse düşülmesine yol açmıştır. İslâm ise bu noktada tevhid anlayışında zamanla oluşan bulanıklığı gidermiş, yahudi ve hıristiyanlara tevhidde birleşme çağrısında bulunmuştur
İslâm dininde her şeyin başında gelen tevhid inancı genel anlamda hak dinin en belirgin karakteristiği olup bu ilke ilâhî dinin tarih içindeki bütün formlarında ısrarla vurgulanmıştır. Dinin menşeine dair bazı görüşlerde ilk tapınma objeleri olarak fetiş, totem, tabiat ve ruh gibi varlıklar üzerinde durulmuş ve insanlığın başlangıçta çok tanrı inancını benimserken bir tekâmül sonucu tevhid inancına ulaştığı iddia edilmişse de bu alanda yapılan son araştırmalarda tek Tanrı inancının önceden beri var olduğu ortaya konmuştur
Günümüzde kitâbî dinler olarak kabul edilen Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm, asılları itibariyle hak dinin belirtilen temel niteliklerinde ortaktır; ancak ilk ikisinin kutsal kitaplarının zaman içinde mâruz kaldığı değişiklikler ve farklı yorumlar bu dinleri İbrâhimî gelenekteki ilkelerden kısmen uzaklaştırmış, böylece onlardaki sapmaları düzeltecek, temel prensipleri daha açık biçimde ortaya koyacak yeni bir dine ihtiyaç doğmuştur.
Hak dinin temel nitelikleri ilâhî kaynağa dayanması, bir peygamber tarafından tebliğ edilmesi, vahiy menşeli bir kitabının olması, Allah’ın birliği ve âhiret inancını içermesidir. Hak din, başlangıçtan itibaren iman esasları ve başlıca ahlâk prensipleri bakımından daima aynı kalmışsa da ibadet şekilleri ve muâmelât hükümleri yönünden bazı değişikliklere uğramıştır. Allah’ın iradesiyle gerçekleştirilen tekâmül şeklindeki bu değişiklik insanların ihtiyaçları ve kültür seviyeleriyle paralel olarak yürümüştür. İlk insanla başlayan hak din en gelişmiş şekline son peygamberin tebliğ ettiği vahiyle ulaşmıştır.
Dinin çeşitli tanımlarının ortak noktası, zihnen varlığı kabul edilen üstün güce veya güçlere karşı duyulan kalbî bağlılık ve teslimiyet duygusu ile bu kabulün gerektirdiği davranışların (ibadetler) ifasıdır. Çeşitli dillerde din karşılığı kullanılan kelimelerin kök anlamında kişinin yüce bir kudrete bağlılığı ve teslimiyeti söz konusudur. Arapça’da da din kelimesi yaratıcının emir ve hâkimiyeti, kulun itaat ve teslimiyetine dayalı karşılıklı ilişkiyi ifade etmektedir. Şu halde dinin özünde kutsala bağlılık ve teslimiyet vardır. Bunu gerek eski dinlerde gerekse günümüzde mevcut bütün dinlerde görmek mümkündür
İnsan, gerek yapısından kaynaklanan zaaflar gerekse tarihî seyir içinde ve değişik coğrafyalarda ortaya çıkan farklılıklar sebebiyle zamanla ilâhî menşeli ilkeleri unutmuş yahut çarpıtmış ve her defasında elçiler aracılığı ile bu ilkeler hatırlatılmıştır. Hz. Âdem, Allah’tan aldığı bilgilerle hem kendi hayatına hem de zürriyetinin yaşayışına yön vermiş (el-Bakara 2/37-38), Hz. Nûh’a birtakım tavsiyelerde bulunulmuş ve bu kurallar sonrakiler için de geçerli sayılmış (eş-Şûrâ 42/13), Hz. İbrâhim’e sahîfeler verilerek kavminden onun dinine tâbi olması istenmiş (Âl-i İmrân 3/95; el-A‘lâ 87/18-19), Hz. Mûsâ ve Îsâ’ya kitaplar verilmiş (el-Bakara 2/136), son olarak da yegâne hidayet rehberi olmak üzere Kur’an indirilmiştir (el-İsrâ 17/9).
İslâm’a farklı açılardan hareketle getirilebilecek değişik tanım ve açıklamalar sonuç olarak birbirini tamamlar niteliktedir. Bu sebeple gerek genel din tasavvuru ve vahiy geleneği ya da diğer semavî dinlerle farklılığı ön plana çıkarılarak, gerekse müslümanların ayırıcı özelliğini oluşturan inanç ve ibadet esaslarına, duygu, düşünce ve davranış yönüyle müslüman fert ve toplumların tarihten günümüze akseden genel görüntüsüne ağırlık vererek yapılacak tanıtımlar ayrı ayrı anlam taşır. Böyle olduğu için de İslâm, Hz. Muhammed’in temel öğreti ve esaslarını vahiy yoluyla Allah’tan aldığı ve ilk uygulamalarını bizzat kendisinin gerçekleştirdiği, zamanla müslüman toplumlar tarafından insanlığın diğer zihnî ve amelî birikimlerinden de istifade ile geliştirilen din ve dünya görüşünün; insan, toplum, devlet gibi insanî konularda kendine has ilkeleri ve felsefesi bulunan tarihî tecrübenin, kültür ve uygarlığın genel adı olmuştur.
İslâm kelimesinin semantik tahlilini yapan Toshihiko Izutsu’ya göre Câhiliye döneminin hâkim telakkisi olan şirk inancının aksine Kur’an’ın mesajıyla Allah kâinatın mutlak hâkimi ve tek rabbi olarak kabul edilmiş; O’na yapılan kulluk ise itaat, teslimiyet ve tevazu ifade eden terimler arasında en önemlisi olan, “kişinin bilerek ve samimiyetle kendisini Allah’a teslim etmesi” anlamına gelen İslâm terimiyle belirtilmiştir. İtaat ve teslimiyeti anlatan huşû, tazarru gibi diğer Kur’an terimlerinden farklı olarak İslâm, eskiden başlayıp devam eden bir şeye değil yeni başlayan bir dönüşüme işaret etmektedir. Bu durumda müslim de Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmak suretiyle bir atılım cesaretini gösteren kimsedir.
Dönüp duran bir tekerlek gibidir hayat ve insanlar bu tekerleğin tam göbeğindeki “kardeşlik” adlı poyraya bağlı parmaklardır. Kırılınca bu parmaklar, tekerlek artık çıkar tekerlek olmaktan; yaşanmaz olur hayat. Onun içindir ki bilir kardeşler, kardeşliğin birlik ve beraberlik olduğunu; birbirlerini bütünleyerek yekpare sağlam bir bina oluşturduklarını. Birinin derdi kederi bütün kardeşlerini ilgilendirir. Birinin mutluluğu sevinci hepsinin gönencidir. Aynı anne babanın çocukları değildirler belki, ama aynı duygu, düşünce ve inançları paylaşmaktan doğan bir kardeşlik havasını çekerler içlerine, etraflarına da aynı havayı estirirler. Özveri olduğunu düşünmeden, kafalarında en ufak bir soru oluşmadan sahip olduklarını paylaşırlar. İyi niyet ve tam bir samimiyetle birbirlerine destek olur, yardımlaşırlar...
Kardeşliğin hâkim olduğu bir toplumda çıkar değil samimiyet, bencillik değil diğerkâmlık, zorunluluk değil gönüllülük, zulüm değil adalet ve merhamet görülür. Bu toplumu oluşturan insanların aralarındaki ilişkiyi isimlendirmek için en çok kullanılan kelimeler dost, arkadaş, ahbap, gönüldaş, sırdaştır ve bu toplumda hiç duyulmayacak üç kelime kin, nefret ve düşmanlıktır...
Vahiy geleneği içinde tevhid inancı başlangıcından Kur’an’a kadar birbirine benzeyen ifadelerle anlatılmaktadır. Kur’an’a gelindiğinde Allah’ın birliği fikrinin en güzel şekilde belirtildiği, bu alandaki yanlışlıkların düzeltildiği, eksikliklerin giderildiği görülmektedir. İslâm’ın ortaya koyduğu tanrı kavramı ve diğer iman esasları çok açıktır. Yahudilik’te aşırı teşbihler Tanrı’nın antropomorfik tasvirine, Hıristiyanlık’ta aşırı sevgi beşer olan Îsâ’nın ilâhlaştırılmasına, dolayısıyla tevhidden teslîse düşülmesine yol açmıştır. İslâm ise bu noktada tevhid anlayışında zamanla oluşan bulanıklığı gidermiş, yahudi ve hıristiyanlara tevhidde birleşme çağrısında bulunmuştur
İslâm dininde her şeyin başında gelen tevhid inancı genel anlamda hak dinin en belirgin karakteristiği olup bu ilke ilâhî dinin tarih içindeki bütün formlarında ısrarla vurgulanmıştır. Dinin menşeine dair bazı görüşlerde ilk tapınma objeleri olarak fetiş, totem, tabiat ve ruh gibi varlıklar üzerinde durulmuş ve insanlığın başlangıçta çok tanrı inancını benimserken bir tekâmül sonucu tevhid inancına ulaştığı iddia edilmişse de bu alanda yapılan son araştırmalarda tek Tanrı inancının önceden beri var olduğu ortaya konmuştur
Günümüzde kitâbî dinler olarak kabul edilen Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm, asılları itibariyle hak dinin belirtilen temel niteliklerinde ortaktır; ancak ilk ikisinin kutsal kitaplarının zaman içinde mâruz kaldığı değişiklikler ve farklı yorumlar bu dinleri İbrâhimî gelenekteki ilkelerden kısmen uzaklaştırmış, böylece onlardaki sapmaları düzeltecek, temel prensipleri daha açık biçimde ortaya koyacak yeni bir dine ihtiyaç doğmuştur.
Hak dinin temel nitelikleri ilâhî kaynağa dayanması, bir peygamber tarafından tebliğ edilmesi, vahiy menşeli bir kitabının olması, Allah’ın birliği ve âhiret inancını içermesidir. Hak din, başlangıçtan itibaren iman esasları ve başlıca ahlâk prensipleri bakımından daima aynı kalmışsa da ibadet şekilleri ve muâmelât hükümleri yönünden bazı değişikliklere uğramıştır. Allah’ın iradesiyle gerçekleştirilen tekâmül şeklindeki bu değişiklik insanların ihtiyaçları ve kültür seviyeleriyle paralel olarak yürümüştür. İlk insanla başlayan hak din en gelişmiş şekline son peygamberin tebliğ ettiği vahiyle ulaşmıştır.
Dinin çeşitli tanımlarının ortak noktası, zihnen varlığı kabul edilen üstün güce veya güçlere karşı duyulan kalbî bağlılık ve teslimiyet duygusu ile bu kabulün gerektirdiği davranışların (ibadetler) ifasıdır. Çeşitli dillerde din karşılığı kullanılan kelimelerin kök anlamında kişinin yüce bir kudrete bağlılığı ve teslimiyeti söz konusudur. Arapça’da da din kelimesi yaratıcının emir ve hâkimiyeti, kulun itaat ve teslimiyetine dayalı karşılıklı ilişkiyi ifade etmektedir. Şu halde dinin özünde kutsala bağlılık ve teslimiyet vardır. Bunu gerek eski dinlerde gerekse günümüzde mevcut bütün dinlerde görmek mümkündür
İnsan, gerek yapısından kaynaklanan zaaflar gerekse tarihî seyir içinde ve değişik coğrafyalarda ortaya çıkan farklılıklar sebebiyle zamanla ilâhî menşeli ilkeleri unutmuş yahut çarpıtmış ve her defasında elçiler aracılığı ile bu ilkeler hatırlatılmıştır. Hz. Âdem, Allah’tan aldığı bilgilerle hem kendi hayatına hem de zürriyetinin yaşayışına yön vermiş (el-Bakara 2/37-38), Hz. Nûh’a birtakım tavsiyelerde bulunulmuş ve bu kurallar sonrakiler için de geçerli sayılmış (eş-Şûrâ 42/13), Hz. İbrâhim’e sahîfeler verilerek kavminden onun dinine tâbi olması istenmiş (Âl-i İmrân 3/95; el-A‘lâ 87/18-19), Hz. Mûsâ ve Îsâ’ya kitaplar verilmiş (el-Bakara 2/136), son olarak da yegâne hidayet rehberi olmak üzere Kur’an indirilmiştir (el-İsrâ 17/9).
İslâm’a farklı açılardan hareketle getirilebilecek değişik tanım ve açıklamalar sonuç olarak birbirini tamamlar niteliktedir. Bu sebeple gerek genel din tasavvuru ve vahiy geleneği ya da diğer semavî dinlerle farklılığı ön plana çıkarılarak, gerekse müslümanların ayırıcı özelliğini oluşturan inanç ve ibadet esaslarına, duygu, düşünce ve davranış yönüyle müslüman fert ve toplumların tarihten günümüze akseden genel görüntüsüne ağırlık vererek yapılacak tanıtımlar ayrı ayrı anlam taşır. Böyle olduğu için de İslâm, Hz. Muhammed’in temel öğreti ve esaslarını vahiy yoluyla Allah’tan aldığı ve ilk uygulamalarını bizzat kendisinin gerçekleştirdiği, zamanla müslüman toplumlar tarafından insanlığın diğer zihnî ve amelî birikimlerinden de istifade ile geliştirilen din ve dünya görüşünün; insan, toplum, devlet gibi insanî konularda kendine has ilkeleri ve felsefesi bulunan tarihî tecrübenin, kültür ve uygarlığın genel adı olmuştur.
İslâm kelimesinin semantik tahlilini yapan Toshihiko Izutsu’ya göre Câhiliye döneminin hâkim telakkisi olan şirk inancının aksine Kur’an’ın mesajıyla Allah kâinatın mutlak hâkimi ve tek rabbi olarak kabul edilmiş; O’na yapılan kulluk ise itaat, teslimiyet ve tevazu ifade eden terimler arasında en önemlisi olan, “kişinin bilerek ve samimiyetle kendisini Allah’a teslim etmesi” anlamına gelen İslâm terimiyle belirtilmiştir. İtaat ve teslimiyeti anlatan huşû, tazarru gibi diğer Kur’an terimlerinden farklı olarak İslâm, eskiden başlayıp devam eden bir şeye değil yeni başlayan bir dönüşüme işaret etmektedir. Bu durumda müslim de Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmak suretiyle bir atılım cesaretini gösteren kimsedir.
Dönüp duran bir tekerlek gibidir hayat ve insanlar bu tekerleğin tam göbeğindeki “kardeşlik” adlı poyraya bağlı parmaklardır. Kırılınca bu parmaklar, tekerlek artık çıkar tekerlek olmaktan; yaşanmaz olur hayat. Onun içindir ki bilir kardeşler, kardeşliğin birlik ve beraberlik olduğunu; birbirlerini bütünleyerek yekpare sağlam bir bina oluşturduklarını. Birinin derdi kederi bütün kardeşlerini ilgilendirir. Birinin mutluluğu sevinci hepsinin gönencidir. Aynı anne babanın çocukları değildirler belki, ama aynı duygu, düşünce ve inançları paylaşmaktan doğan bir kardeşlik havasını çekerler içlerine, etraflarına da aynı havayı estirirler. Özveri olduğunu düşünmeden, kafalarında en ufak bir soru oluşmadan sahip olduklarını paylaşırlar. İyi niyet ve tam bir samimiyetle birbirlerine destek olur, yardımlaşırlar...
Kardeşliğin hâkim olduğu bir toplumda çıkar değil samimiyet, bencillik değil diğerkâmlık, zorunluluk değil gönüllülük, zulüm değil adalet ve merhamet görülür. Bu toplumu oluşturan insanların aralarındaki ilişkiyi isimlendirmek için en çok kullanılan kelimeler dost, arkadaş, ahbap, gönüldaş, sırdaştır ve bu toplumda hiç duyulmayacak üç kelime kin, nefret ve düşmanlıktır...