Bir gün Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine gelip, dedi ki, yâ Resûlallah! Kemâl-i lütfundan bu âciz bendenizi toprakdan kaldırıp, evimizi şereflendiriniz, teşrîf buyurunuz. Sultân-ı kâinât ve mefhar-i mevcûdât buyurdular ki, yalnız beni mi da’vet ediyorsun, yoksa Eshâb-ı kirâmı da mı? Hazret-i Osmân dedi ki, Eshâb-ı kirâm da gelsinler. Server-i Enbiyâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, Bilâl hazretlerini çağırıp, buyurdu ki: Yâ Bilâl! Bütün Sahâbeye haber ver. Osmânın da’vetine gelsinler. Kendileri kalkıp, hazret-i Alî “kerremallahü vecheh” ile hazret-i Osmânın se’âdethânelerine doğru gitmeğe başladılar. Yolda giderken, hazret-i Osmân, Resûl-i ekremin ardınca gidip, adımlarını sayardı. Resûlullah hazretleri buyurdu: Yâ Osmân! Niçin sayıyorsun. Hazret-i Osmân dedi ki: Yâ Resûlallah, her mubârek adımınız için, bir köle âzâd olsun. Da’vetden sonra bütün köleleri âzâd oldu. Kölelerin âhidnâmelerini verdi. Şimdi ey mü’min kardeşlerim. Hazret-i Osmânın menâkıb-ı şerîflerini düşünerek, kendi kendinize insâf ediniz ki, ne mertebede yâr [sevgili] ve sâdık dost imiş.
Bir gün Server-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri Eshâb-ı güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretleri ile otururken, haber getiren melek, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Dedi ki, yâ Muhammed! Hazret-i Yûsüf-i Sıddîk aleyhisselâmın mubârek sakalına bakmak ister isen, hazret-i Osmânın mubârek sakalına bak. Hazret-i İbrâhîm Halîlullah aleyhisselâmın mubârek sakalına bakmak istersen, hazret-i Osmânın mubârek sakalına bak. Her kimin bir Peygambere benzerliği varsa, o kimse muhakkak ehl-i Cennetdir. Bu da Târîh kitâblarından alınmışdır.
Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, (Yâ Osmân! Hak Sübhânehü ve teâlâ senin evvel ve âhır günâhını afv etsin!) diye düâ etdi. Hak Sübhânehü ve teâlâ Habîbullah hazretlerinin düâsını kabûl edip, hazret-i Osmânı “radıyallahü teâlâ anh” afv etdi. Nice âyet-i kerîme hakkında nâzil olmuşdur. Hazret-i Habîbullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” (Cennet ehli, Cennetde bir burak gördüler. Bu burak nedir, diye sordular. Hak Sübhânehü ve teâlâ azamet ve kibriyâsı ile buyurdu ki, bu bir nûrdur. Burak değildir. Hazret-i Osmân bir hücreden [odadan] bir hücresine giderdi. Gördüğünüz o nûr, na’lınının nûrudur) buyurdu. Yerde yürürken Cennetde nûr verirdi. Meşhûrdur ki, hazret-i Osmân, her gecede iki rek’at nemâzda Kur’ân-ı azîmüşşânı hatm ederdi.
Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” harem-i şerîfinde [evinde] Habîbullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kerîmeleri Rukayye “radıyallahü teâlâ anhâ” hazretleri ile oturmuşdu. Câriyelerden birisi, yiyecek getirdi. Hazret-i Osmân ta’âm getiren câriyenin yüzüne bakdı. Hazret-i Rukayye farkına vardı. Hanımlık [kadınlık] gayreti galebe edip, huzûrsuz oldu. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” Rukayye hazretlerinin huzûrsuzluğunu görünce, yâ Rukayye, ben o câriyenin yüzüne tama’ ile bakmadım, dedi ve yemîn etdi. Bakmamız istiyerek olmadı. Yoksa Allahü teâlâ bilir ki, kasd ile değildir. Hazret-i Rukayye inandı, tesellî buldu, râhatladı. Zîrâ muhakkak ki, hazret-i Osmân câriyenin yüzüne tama’ ile bakmamış idi. Hazret-i Osmân Rukayye ile barışdıkdan sonra, hâtır-ı şerîfine geldi ki, Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kerîmesinin her ne kadar onu incitmeğe kasdım yok ise de kalbi incindi. Bunun için keffâret vermem gerek. Fahr-i âlem seyyid-i veledi âdem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kerîmeleri olduğu için, bu kadarcık nesneden dolayı yüz köle âzâd eyledi. Bu mertebe Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini severdi. O hazretin hâtır-ı şerîfini gözetip, ri’âyet ederdi “radıyallahü teâlâ anh”.
Hazret-i Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” îmâna geldikden sonra, amcası, hazret-i Osmâna adâvet ve husûmet edip, eli ile ve dili ile çok eziyyet yapdı. Sen Muhammedin dîninden dön diye o kadar eziyyet yapdı ki, anlatmak ve söylemek mümkin değildir. Günlerden bir gün hazret-i Osmânın yanına varıp, dedi ki, insâfa geldin mi. Hemen yâ dîninden dön, atan ve dedenin dînine gir. Veyâ sana eziyyetden geri durmam. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki; yâ amca! Bu kadar cefânın, yüz mislini de yapsan bana, hazret-i Muhammedin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” doğru dîninden, dönmek ihtimâlim yokdur. Boş yere zahmet çekersin, dedi. Sonra, amcası hazret-i Osmâna eziyyet etmekden vazgeçdi. O sadâkat sâhibi, cefâdan kurtuldu. Doğru, Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin se’âdethânelerine vardı. Diğer Eshâb “rıdvânullahi aleyhim ecma’în” ile Habeşistâna hicret etdiler. Hazret-i Osmân iki def’a hicret eyledi. Evvelki hicreti, Habeşistânadır. İkinci hicreti, Medîne-i münevvereyedir. Cümle malı ile ve menâliyle ve azîz cânı ile Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin uğruna [yoluna] fedâ olmuşdur. Hiçbir zemân da, yüz çevirmemişdir. Din yolunda büyük hizmetler etmişdir “radıyallahü teâlâ anh”.
Yine (Mesâbîh)de, menâkıbın hasen hadîslerinde, Talha bin Ubeydullah “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Her nebî için bir refîk vardır. Benim refîkim Cennetde Osmândır “radıyallahü teâlâ anh”.) Yine aynı bâbda hasen hadîs olarak, Enes “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Enes hazretleri dedi ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bize bî’at-ı rıdvân ile emr etdikleri vaktde, hazret-i Osmânı Mekke-i mükerremede, Kureyşe resûl (haberci) göndermiş idi. Nâs (insanlar) ile bî’at etdikde, (Muhakkak ki Osmân, Allahü teâlânın ve Resûlünün hâcetini [işini] görmekdedir!) buyurup, mubârek ellerinin birini kendisi için, birini Osmân için kıldı. Kendileri için kıldığı eli, hazret-i Osmân için kıldığı el üzerine koyup, hazret-i Osmân yerine bî’at etdiler. Nakl eden der ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kendi mubârek elleri hazret-i Osmân bin Affân için, sâir insanların kendi ellerinden hayrlı oldu.
[(Eshâb-ı Kirâm) kitâbının 251.ci sahîfesinde buyuruluyor ki: İmâm-ı Süyûtî hazretleri (Târîh-ul-Hulefâ) kitâbında diyor ki: Hadîs-i şerîflerde, (Ümmetimin en merhametlisi Ebû Bekrdir. Allahü teâlânın emrlerini yapmakda en şiddetlisi Ömerdir. Hayâsı en çok olanı Osmândır. İslâmiyyetdeki zorlukları en çok çözen Alîdir. Ümmetimin en emîni Ebû Ubeyde bin Cerrâhdır. Ümmetimin en zâhidi Ebû Zerdir. İbâdeti en çok olan Ebüdderdâdır. Ümmetimin en halîmi ve cömerdi Mu’âviye bin Ebî Süfyândır) buyuruldu.]
Abdüllah bin Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Bana Hamza ile Ca’fer “radıyallahü teâlâ anhümâ” gösterildi. Gördüm, önlerinde zebercedden bir tabak. O tabakdan incir yirler. Sonra üzüm oldu. Üzümden yidiler. Sonra tâze hurma oldu. Hurmadan yidiler. Onlardan süâl etdim. Ne amel ile buldunuz, bu mertebeyi. (Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah!) kavli ile bulduk, dediler. Dedim, ondan sonra ne amel ile. Dediler, sana salavât vermek ile. Dedim, ondan sonra ne amel ile buldunuz. Dediler, Ebû Bekr-i Sıddîk ve Ömer-ül Fârûku sevmek ile “radıyallahü teâlâ anhüm”.)
Şuayb bin Harb diyor ki; Mâlik bin Mu’avvelden sordum ve dedim ki, bana bir vasıyyet et. Dedi ki, Şeyhaynı sevmek senin üzerine olsun. Ben dedim, bana bir vasıyyet et! Allahü teâlâ sana rahmet etsin. Mürâdım odur ki, bu haberin isnâdını beyân etsin. Mâlik, bize Rekkâşi Enes bin Mâlikden “radıyallahü teâlâ anh”, o da Enesden haber verdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, buyurdular ki, (Ben ümmetimden, Ebû Bekrin ve Ömerin muhabbetini, Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah kavli şerîfini istediğim gibi isterim!)
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Gökde iki melek vardır. Birisi dâimâ şiddet ve gadab ile buyurur. Birisi sühûlet ile ve hilm ile buyurur. Her ikisi de hak üzerinedirler. Onların birisi Cebrâîldir ve birisi Mikâîldir. Resûllerde iki kimse vardır. Birisi lutf ile ve iyilik ile buyurur ve birisi katılık ile ve şiddet ile buyurur. İkisi de hak üzeredirler. Birisi hazret-i İbrâhîm ve birisi hazret-i Nûh aleyhimesselâmdır. Benim eshâbımdan da iki kimse vardır. Birisi rıfk ile ve merhamet ile emr eder. Birisi sertlik ile ve şiddet ile emr eder. İkisi de hak üzeredirler. Biri Ebû Bekr-i Sıddîk ve biri Ömer-ül Fârûkdur “radıyallahü teâlâ anhümâ”.)
Bir gün Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine gelip, dedi ki, yâ Resûlallah! Kemâl-i lütfundan bu âciz bendenizi toprakdan kaldırıp, evimizi şereflendiriniz, teşrîf buyurunuz. Sultân-ı kâinât ve mefhar-i mevcûdât buyurdular ki, yalnız beni mi da’vet ediyorsun, yoksa Eshâb-ı kirâmı da mı? Hazret-i Osmân dedi ki, Eshâb-ı kirâm da gelsinler. Server-i Enbiyâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, Bilâl hazretlerini çağırıp, buyurdu ki: Yâ Bilâl! Bütün Sahâbeye haber ver. Osmânın da’vetine gelsinler. Kendileri kalkıp, hazret-i Alî “kerremallahü vecheh” ile hazret-i Osmânın se’âdethânelerine doğru gitmeğe başladılar. Yolda giderken, hazret-i Osmân, Resûl-i ekremin ardınca gidip, adımlarını sayardı. Resûlullah hazretleri buyurdu: Yâ Osmân! Niçin sayıyorsun. Hazret-i Osmân dedi ki: Yâ Resûlallah, her mubârek adımınız için, bir köle âzâd olsun. Da’vetden sonra bütün köleleri âzâd oldu. Kölelerin âhidnâmelerini verdi. Şimdi ey mü’min kardeşlerim. Hazret-i Osmânın menâkıb-ı şerîflerini düşünerek, kendi kendinize insâf ediniz ki, ne mertebede yâr [sevgili] ve sâdık dost imiş.
Bir gün Server-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri Eshâb-ı güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretleri ile otururken, haber getiren melek, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Dedi ki, yâ Muhammed! Hazret-i Yûsüf-i Sıddîk aleyhisselâmın mubârek sakalına bakmak ister isen, hazret-i Osmânın mubârek sakalına bak. Hazret-i İbrâhîm Halîlullah aleyhisselâmın mubârek sakalına bakmak istersen, hazret-i Osmânın mubârek sakalına bak. Her kimin bir Peygambere benzerliği varsa, o kimse muhakkak ehl-i Cennetdir. Bu da Târîh kitâblarından alınmışdır.
Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, (Yâ Osmân! Hak Sübhânehü ve teâlâ senin evvel ve âhır günâhını afv etsin!) diye düâ etdi. Hak Sübhânehü ve teâlâ Habîbullah hazretlerinin düâsını kabûl edip, hazret-i Osmânı “radıyallahü teâlâ anh” afv etdi. Nice âyet-i kerîme hakkında nâzil olmuşdur. Hazret-i Habîbullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” (Cennet ehli, Cennetde bir burak gördüler. Bu burak nedir, diye sordular. Hak Sübhânehü ve teâlâ azamet ve kibriyâsı ile buyurdu ki, bu bir nûrdur. Burak değildir. Hazret-i Osmân bir hücreden [odadan] bir hücresine giderdi. Gördüğünüz o nûr, na’lınının nûrudur) buyurdu. Yerde yürürken Cennetde nûr verirdi. Meşhûrdur ki, hazret-i Osmân, her gecede iki rek’at nemâzda Kur’ân-ı azîmüşşânı hatm ederdi.
Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” harem-i şerîfinde [evinde] Habîbullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kerîmeleri Rukayye “radıyallahü teâlâ anhâ” hazretleri ile oturmuşdu. Câriyelerden birisi, yiyecek getirdi. Hazret-i Osmân ta’âm getiren câriyenin yüzüne bakdı. Hazret-i Rukayye farkına vardı. Hanımlık [kadınlık] gayreti galebe edip, huzûrsuz oldu. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” Rukayye hazretlerinin huzûrsuzluğunu görünce, yâ Rukayye, ben o câriyenin yüzüne tama’ ile bakmadım, dedi ve yemîn etdi. Bakmamız istiyerek olmadı. Yoksa Allahü teâlâ bilir ki, kasd ile değildir. Hazret-i Rukayye inandı, tesellî buldu, râhatladı. Zîrâ muhakkak ki, hazret-i Osmân câriyenin yüzüne tama’ ile bakmamış idi. Hazret-i Osmân Rukayye ile barışdıkdan sonra, hâtır-ı şerîfine geldi ki, Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kerîmesinin her ne kadar onu incitmeğe kasdım yok ise de kalbi incindi. Bunun için keffâret vermem gerek. Fahr-i âlem seyyid-i veledi âdem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kerîmeleri olduğu için, bu kadarcık nesneden dolayı yüz köle âzâd eyledi. Bu mertebe Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini severdi. O hazretin hâtır-ı şerîfini gözetip, ri’âyet ederdi “radıyallahü teâlâ anh”.
Hazret-i Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” îmâna geldikden sonra, amcası, hazret-i Osmâna adâvet ve husûmet edip, eli ile ve dili ile çok eziyyet yapdı. Sen Muhammedin dîninden dön diye o kadar eziyyet yapdı ki, anlatmak ve söylemek mümkin değildir. Günlerden bir gün hazret-i Osmânın yanına varıp, dedi ki, insâfa geldin mi. Hemen yâ dîninden dön, atan ve dedenin dînine gir. Veyâ sana eziyyetden geri durmam. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki; yâ amca! Bu kadar cefânın, yüz mislini de yapsan bana, hazret-i Muhammedin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” doğru dîninden, dönmek ihtimâlim yokdur. Boş yere zahmet çekersin, dedi. Sonra, amcası hazret-i Osmâna eziyyet etmekden vazgeçdi. O sadâkat sâhibi, cefâdan kurtuldu. Doğru, Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin se’âdethânelerine vardı. Diğer Eshâb “rıdvânullahi aleyhim ecma’în” ile Habeşistâna hicret etdiler. Hazret-i Osmân iki def’a hicret eyledi. Evvelki hicreti, Habeşistânadır. İkinci hicreti, Medîne-i münevvereyedir. Cümle malı ile ve menâliyle ve azîz cânı ile Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin uğruna [yoluna] fedâ olmuşdur. Hiçbir zemân da, yüz çevirmemişdir. Din yolunda büyük hizmetler etmişdir “radıyallahü teâlâ anh”.
Yine (Mesâbîh)de, menâkıbın hasen hadîslerinde, Talha bin Ubeydullah “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Her nebî için bir refîk vardır. Benim refîkim Cennetde Osmândır “radıyallahü teâlâ anh”.) Yine aynı bâbda hasen hadîs olarak, Enes “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Enes hazretleri dedi ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bize bî’at-ı rıdvân ile emr etdikleri vaktde, hazret-i Osmânı Mekke-i mükerremede, Kureyşe resûl (haberci) göndermiş idi. Nâs (insanlar) ile bî’at etdikde, (Muhakkak ki Osmân, Allahü teâlânın ve Resûlünün hâcetini [işini] görmekdedir!) buyurup, mubârek ellerinin birini kendisi için, birini Osmân için kıldı. Kendileri için kıldığı eli, hazret-i Osmân için kıldığı el üzerine koyup, hazret-i Osmân yerine bî’at etdiler. Nakl eden der ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kendi mubârek elleri hazret-i Osmân bin Affân için, sâir insanların kendi ellerinden hayrlı oldu.
[(Eshâb-ı Kirâm) kitâbının 251.ci sahîfesinde buyuruluyor ki: İmâm-ı Süyûtî hazretleri (Târîh-ul-Hulefâ) kitâbında diyor ki: Hadîs-i şerîflerde, (Ümmetimin en merhametlisi Ebû Bekrdir. Allahü teâlânın emrlerini yapmakda en şiddetlisi Ömerdir. Hayâsı en çok olanı Osmândır. İslâmiyyetdeki zorlukları en çok çözen Alîdir. Ümmetimin en emîni Ebû Ubeyde bin Cerrâhdır. Ümmetimin en zâhidi Ebû Zerdir. İbâdeti en çok olan Ebüdderdâdır. Ümmetimin en halîmi ve cömerdi Mu’âviye bin Ebî Süfyândır) buyuruldu.]
Abdüllah bin Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Bana Hamza ile Ca’fer “radıyallahü teâlâ anhümâ” gösterildi. Gördüm, önlerinde zebercedden bir tabak. O tabakdan incir yirler. Sonra üzüm oldu. Üzümden yidiler. Sonra tâze hurma oldu. Hurmadan yidiler. Onlardan süâl etdim. Ne amel ile buldunuz, bu mertebeyi. (Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah!) kavli ile bulduk, dediler. Dedim, ondan sonra ne amel ile. Dediler, sana salavât vermek ile. Dedim, ondan sonra ne amel ile buldunuz. Dediler, Ebû Bekr-i Sıddîk ve Ömer-ül Fârûku sevmek ile “radıyallahü teâlâ anhüm”.)
Şuayb bin Harb diyor ki; Mâlik bin Mu’avvelden sordum ve dedim ki, bana bir vasıyyet et. Dedi ki, Şeyhaynı sevmek senin üzerine olsun. Ben dedim, bana bir vasıyyet et! Allahü teâlâ sana rahmet etsin. Mürâdım odur ki, bu haberin isnâdını beyân etsin. Mâlik, bize Rekkâşi Enes bin Mâlikden “radıyallahü teâlâ anh”, o da Enesden haber verdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, buyurdular ki, (Ben ümmetimden, Ebû Bekrin ve Ömerin muhabbetini, Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah kavli şerîfini istediğim gibi isterim!)
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Gökde iki melek vardır. Birisi dâimâ şiddet ve gadab ile buyurur. Birisi sühûlet ile ve hilm ile buyurur. Her ikisi de hak üzerinedirler. Onların birisi Cebrâîldir ve birisi Mikâîldir. Resûllerde iki kimse vardır. Birisi lutf ile ve iyilik ile buyurur ve birisi katılık ile ve şiddet ile buyurur. İkisi de hak üzeredirler. Birisi hazret-i İbrâhîm ve birisi hazret-i Nûh aleyhimesselâmdır. Benim eshâbımdan da iki kimse vardır. Birisi rıfk ile ve merhamet ile emr eder. Birisi sertlik ile ve şiddet ile emr eder. İkisi de hak üzeredirler. Biri Ebû Bekr-i Sıddîk ve biri Ömer-ül Fârûkdur “radıyallahü teâlâ anhümâ”.)