Temel, Dursun'a ''Savaş çıkarsa ne olur?'' diye sorar. Dursun: ''Savaş çıkarsa iki olasılık vardır.'' demiş. ''Ya çürüğe çıkarız ya da askere gideriz. Çürüğe çıkarsak mesele yok ama askere gidersek mesele var. Orada da iki olasılık var. Ya cephe gerisinde ya da cephe ilerisinde oluruz. Cephe gerisinde olursak mesele yok. Cephe ilerisinde olursak iki olasılık var. Savaşı ya kazanırız ya da kaybederiz. Kazanırsak mesele yok. Kaybedersek iki olasılık var. Ya esir düşeriz ya da ölürüz. Esir düşersek mesele yok. Ama ölürsek iki olasılık var. Ya bizi gömerler ya da kağıt fabrikasına gönderirler. Gömerlerse mesele yok. Kağıt fabrikasına gönderirlerse ya bizi gazete yaparlar ya da tuvalet kağıdı yaparlar. Gazete yaparlarsa mesele yok. Tuvalet kağıdı yaparlarsa işimiz b...ka sarar.''
En büyük düşünürler yaşadıkları dönemin ana akım fikirlerine karşı çıkanlardır daima. Değiştirici ve düzeltici yönleri kuvvetli olanlardır. Kalabalıkların hoşuna gitmeyen, tepedekilerin de işine gelmeyen kişilerdir.
İnsanlık tarihinde mitosları yaratan, insanın temel bir eğilimidir. Dış dünya insanda birtakım duygular meydana getirir. İnsan dünyayı bu duygulardan yola çıkarak anlamaya çalışır ve yorumlar. (Ernst Cassirer)
Eski anlatılar, ilk bakışta mitolojik birer hikaye gibi görünebilir fakat aslında bu metinler olabildiğince siyasaldır. Yunan siyasetini ve düşüncesini ciddi biçimde etkilemiştir. Diğer yandan Batı siyasal dünyasının temel karşıtlığı olan hiyerarşi-eşitliğin ilk bölümünü teşkil eder. Çünkü Titanlar insan doğasının arketipini temsil eder. Zeus ise insanın vahşi doğasını bastıran, onu kontrol altına alan yasa yani hükümdardır şayet insanlar doğaları itibariyle Titan ise eski krallar da soy itibariyle Zeus‘un yani düzenleyicinin tezahürü idi.
Bir insanın benliği, en iyi dilinde, bir ulusun niteliği en iyi tarihinde belli olur. Ama ne dil ne de tarih belli birer başlangıç ve bitimi olan sınırlı varlıklardır. Her dem canlı süreçlerdir. Bilinçli bir çalışma sonunda kültür doğup gelişir. Yoksa kültür kuşaktan kuşağa olduğu gibi aktarılan donmuş bir varlık değildir. Türkiyeli insan bugün dil konusundaki incelemeleri ve araştırmaları ile kendini bulmak, yansıtmak ve çeşitli düşünce yapıtları ile yaratıcı olmak olanağına kavuşur. Topraklarımızın üstünde ve altındaki araştırmalar geçmişimizi insanlığın en erken doğuş çağlarına götürmektedir. İnsanın en değerli, en sürekli varlığı olarak kültürü benimsemeye, ve yaşamaya çağırmıştır bizi Atatürk. (Azra Erhat)
"Şunları bir araya toplayayım. Bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm. Mutfak işinden de anlarım. Donattım sofrayı. Bayağı uğraştım. Hepsinin, ayrı ayrı ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim. Bayağı da para gitti. Birinin yediğini öbürü yemez. Ötekinin içtiğini beriki içmez. Dört kişilik sofra kurdum. Mumları da yaktım. Bak hepsi, Erick Satie severdi. Hatırladım. Müziği de ayarladım. Geldiler. 20 yaşında ben, 35 yaşımda ben, 40 yaşımda ben ve bugünkü ben dördümüz. Birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum. Kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim. Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu. Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi. Yatıştırayım dedim. "Sen karışma moruk" dediler. Büyük hır çıktı. Komşular alttan üstten duvarlara vurdular. Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı. Evin de içine ettiler. Bende kabahat. Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine..
Temel, Dursun'a ''Savaş çıkarsa ne olur?'' diye sorar. Dursun: ''Savaş çıkarsa iki olasılık vardır.'' demiş. ''Ya çürüğe çıkarız ya da askere gideriz. Çürüğe çıkarsak mesele yok ama askere gidersek mesele var. Orada da iki olasılık var. Ya cephe gerisinde ya da cephe ilerisinde oluruz. Cephe gerisinde olursak mesele yok. Cephe ilerisinde olursak iki olasılık var. Savaşı ya kazanırız ya da kaybederiz. Kazanırsak mesele yok. Kaybedersek iki olasılık var. Ya esir düşeriz ya da ölürüz. Esir düşersek mesele yok. Ama ölürsek iki olasılık var. Ya bizi gömerler ya da kağıt fabrikasına gönderirler. Gömerlerse mesele yok. Kağıt fabrikasına gönderirlerse ya bizi gazete yaparlar ya da tuvalet kağıdı yaparlar. Gazete yaparlarsa mesele yok. Tuvalet kağıdı yaparlarsa işimiz b...ka sarar.''
En büyük düşünürler yaşadıkları dönemin ana akım fikirlerine karşı çıkanlardır daima. Değiştirici ve düzeltici yönleri kuvvetli olanlardır. Kalabalıkların hoşuna gitmeyen, tepedekilerin de işine gelmeyen kişilerdir.
Ne ekersen onu biçersin.
İnsanlık tarihinde mitosları yaratan, insanın temel bir eğilimidir. Dış dünya insanda birtakım duygular meydana getirir. İnsan dünyayı bu duygulardan yola çıkarak anlamaya çalışır ve yorumlar. (Ernst Cassirer)
Çok kişiyle konuş, az kişiyle düşün, tek başına karar al.(Konfüçyüs)
Eski anlatılar, ilk bakışta mitolojik birer hikaye gibi görünebilir fakat aslında bu metinler olabildiğince siyasaldır. Yunan siyasetini ve düşüncesini ciddi biçimde etkilemiştir. Diğer yandan Batı siyasal dünyasının temel karşıtlığı olan hiyerarşi-eşitliğin ilk bölümünü teşkil eder. Çünkü Titanlar insan doğasının arketipini temsil eder. Zeus ise insanın vahşi doğasını bastıran, onu kontrol altına alan yasa yani hükümdardır şayet insanlar doğaları itibariyle Titan ise eski krallar da soy itibariyle Zeus‘un yani düzenleyicinin tezahürü idi.
Kötülük yapmaması için insanı zor da olsa frenlemek, iyilik yapması için de onu bir hayli iteklemek gerekir. İşte insan böyle bir canlı.
Bir insanın benliği, en iyi dilinde, bir ulusun niteliği en iyi tarihinde belli olur. Ama ne dil ne de tarih belli birer başlangıç ve bitimi olan sınırlı varlıklardır. Her dem canlı süreçlerdir. Bilinçli bir çalışma sonunda kültür doğup gelişir. Yoksa kültür kuşaktan kuşağa olduğu gibi aktarılan donmuş bir varlık değildir. Türkiyeli insan bugün dil konusundaki incelemeleri ve araştırmaları ile kendini bulmak, yansıtmak ve çeşitli düşünce yapıtları ile yaratıcı olmak olanağına kavuşur. Topraklarımızın üstünde ve altındaki araştırmalar geçmişimizi insanlığın en erken doğuş çağlarına götürmektedir. İnsanın en değerli, en sürekli varlığı olarak kültürü benimsemeye, ve yaşamaya çağırmıştır bizi Atatürk. (Azra Erhat)
"Şunları bir araya toplayayım.
Bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm.
Mutfak işinden de anlarım.
Donattım sofrayı.
Bayağı uğraştım.
Hepsinin, ayrı ayrı ne
yemekten, ne içmekten
hoşlandığını iyi bilirim.
Bayağı da para gitti.
Birinin yediğini öbürü yemez.
Ötekinin içtiğini beriki içmez.
Dört kişilik sofra kurdum.
Mumları da yaktım.
Bak hepsi, Erick Satie severdi.
Hatırladım.
Müziği de ayarladım.
Geldiler.
20 yaşında ben,
35 yaşımda ben,
40 yaşımda ben ve
bugünkü ben dördümüz.
Birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum.
Kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim.
Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.
Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.
Yatıştırayım dedim.
"Sen karışma moruk" dediler. Büyük hır çıktı.
Komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.
Evin de içine ettiler.
Bende kabahat.
Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine..
Can Yücel
Seni anlatmak, o tarifsiz yerde, o boşlukta, güzelliğe kelimelerle duvar örmektir.