efkârlı bir göçebe konak ateşinin közlerine inat; başına buyruk o heybetli erciyesin, doruğundan gelen kar suları kadar, coşkulu ve vefa alemi ruhlu ve, bir dergâh asudeliğindeki vadi kuytularında şırıldayıp duran, buz gibi ve içimi doyumsuz, kendiyle halvette akan, bir ince nakışlı keder deresi…, ve sevdalı süreyya gözlerin ışıltısını, ne yıldızlardan, ne aydan, ne de güneşten aldığı, bir çift buğulu, ve lapis lazuli gözde; bütün bildiklerini unutan ve, aşkı kendinde kayboluş bilen kalbiyle, bu yanık anız tarlası yüreğe ve nadasa bırakılmış gariban bir gönle, çisil çisil ve ansızın yağan bir rahmet olan, can/an;
her hevesi boğazında düğüm düğüm, ser verilip sır verilmemiş, tedaviye cevap vermeyeceği belli bir maraza düçârlığın burukluğu ve, hicivli bir gülümsemenin yüzü maskelediği, yalnızca; her rastladığı insanın gözlerindeki derinliğe bakabilecek, o temiz yüreklilerin farkına varabilecekleri, ve böylesine içine düşülmüş dermansız haliyle, hayatındaki hayatların verdiği mukavemetle nefeslerini sürdürebilen, dünyalar garibi ve içine kapanık, ve fakat yedi kat semaya açık, dildâr ve dostunun mihmânı özge bir hayat sırtında, sendeleyip duran ve yıkılmamak için, umut bağlayıp tutunduğu avuntuların, bir bir çözülüp dağıldığı ve terk ettiği dipsizlikte, ıssız ve kör karanlıkta kalmışlığına yanmaktan da malûl, pusulası kayıp…, perişan göz pınarları kurumuş, gücenik ve suskun bir can/a,
her cuma ikindiye doğru neden; bu sanki elimi uzatsam dokunacakmışım gibi hissettiğim yakınlık, uçurum olurdu sana; musevi ve isevilerce kutsal sayılan o iki gün…, ve yine de her haftanın bayram gününün sonunda, akşam akşam güleç olurdu gözlerimiz ışıl ışıl, o dar vaktin alacasında bile…, böyle acayip acayip kesintisizmiş ve bir terzi işi gibi cereyan edip duran, gönlü hep; gün batımlarından yana yatık, turuncu/kızıl; aşk…, ah,
aşka aşık, aşka tutkunsun ve çimenli tepeler kadar yumuşak nazarlıdır gözlerin senin…,
ve bezeli yüzün hicap nakışlarıyla…, yağmur sonrasında toprak nasıl tüterse, öyle bürür rabıtandaki aşka meftunu, halis çapalı ve elbistan bağırlı lisanın,
ki petek motifli bir bardak çay deminde kaynar senin, hay/dan ihsan yüreğin, mim; aşk…,
gecenin derinliğinde, dağılırken tonları kurşunî bulutların, maçkada/teşvikiyede, ak martılar yükseliyordu göğe; özgür ve aç,
ki kaçak ve ışık hüzmesine, kapandı kapı… eşikte yalnız ikisi ikiziyle, diz dize dizelerde… fısıldaşarak, yalın ayak baş kabak, kapladı serap yüzünü, çölleşen kalbini, kederli kum tanelerinden sakınarak…, açtı kafesini tutsak;
heyhat, bu bir girdap; kalbimin kuytusundan beni kendine çeken, kederli dağın, gönül uçurumu…
ah eyv/ah, avcıdan habersiz ırmağa inişi karacanın ve eğilip berrak suya, kana kana içmesi kendi kanını, vurulunca kalbinden…; ki büyü(d/l)ü suda kana bulanık halkalar iç içe, iç içe, halka ve girdap... ah,
avcının sağ manipülasyonu, karacanın gözlerinin nemli tortusu, büyülü su, fakat; düşe kalka kat edilen yolların, hangisine pay düşmemiştir, o en yakın vuslattan…,
bir zahter tanesi kadar külfet olsaydı keşke; kara kışta buza kesen dipsizlikten çıkış, siy/ah doruklarını aşmak kaf dağının, ve hazza kölelikten azad oluş, ah;
ah ki çöllerin avareliğinde körebelik…, dalı yaprağı budanık kalmanın hicâbı ve, bini bir para etmeyecek ömür yangını pişmanlıklar gel/geç/likteyken, bütün bildiklerini bir okyanus nazarda unutmak mümkünlü; bir yadigâr kutsalı ve vaktin emaneti olaydı bu nazar…, nolaydı, her yönün çıkmazı bir secdede nihayet bulaydı; ah;
e(y\n) sevgili\aşk…, biz; kadim yadigâr, tuna ve nil… t\aksim görmüş bulutların altında, hürriyetleri ellerinde, avuç avuca muhîbanız biz; aydınlık kuytumuzda ikimiz biz… ki ezelden ebede birbirine akan ve ummanına hasret çeken her demde biz ikimiz, senlik ve benliksiz, \ah\
Şarabıaşkını Nûş ettir, ya Rab Nûş ettir, ya Rab İçelim imanla Bayram edelim, Allah Allah Bayram edelim İçelim imanla Bayram edelim, Allah Allah Bayram edelim İrciyi hitabın Gûş ettir, ya Rab Gûş ettir, ya Rab Göçelim imanla Bayram edelim, Allah Allah Bayram edelim Göçelim imanla Bayram edelim, Allah Allah Bayram edelim İmandan, Kur'an'dan Ayırma bizi Ayırma bizi İlahi haramla Doyurma bizi, Allah Allah Doyurma bizi İlahi haramla Doyurma bizi, Allah Allah Doyurma bizi Yolundan şaşarsak Affeyle bizi Affeyle bizi Seçelim irfanla Bayram edelim, Allah Allah Bayram edelim Seçelim irfanla Bayram edelim, Allah Allah Bayram edelim Aşkî'ye bezleyle Sen didarını Sen didarını Lütfunla sevindir Ben dildarını, Allah Allah Ben dildarını Lütfunla sevindir Ben dildarını, Allah Allah Ben dildarını Firdevsiaşiyan Eyle darını Eyle darını Açalım ihvanla Bayram edelim, Allah Allah Bayram edelim Açalım ihvanla Bayram edelim, Allah Allah Bayram edelim
haftanın her günü, şehrin banliyösünden bulvarlarına inen bir işçinin yüreği gibi, kan revan içindedir garipliğim…, kalan ömründe gözü olmadan, varlığına gönülden muhiban bu ıssız insan, bir daha meşkimizin mümkünlü olmayacağının idrakiyle, ağır başlıca yasını tutar dururken, yine de sen hekimim iyi olmalısın, hiç olmadığın kadar diye, duacınım;
bilirsin, teslimiyetti evet her ambulans sireni duyulduğunda okunan ayet/el kürsînin; kifayetsiz nefesler ve mecalsiz dudaklara kaldığı bir biteviyelikte, yazgıya boyun eğmek, asıl teslimiyet burada…,
ki; kanlı gözyaşlarıyla, uyudum ve düşümde, hep o nar ağacı…, öylece bana bakar, dallarını gözlerimden ayırmadan, hep o kederli nar ağacı…,
küçüldüm rüyaya ve; içine girdim, gördüğüm en güzel bahçeydi…, eğildim, yerde bir eflatun ayrılığın çiçek tozları, eflatun çiçek tozları her yer, nar çiçeğim; senden mi süzüldü eflatun çiçek tozları söyle…,
ve uyandım; kara boşlukta dönen, rengi bozulmaya yüz tutmuş, meymenetsiz bir dünya…,
sabah etmiş ortalığı düşüm dedim…; yüzünü buruşturdu düş ve sabırsızlıkla bekledim geceyi, aklımda hep o nar ağacı, dalları yüreğime batan…,
ki gözlerimi kapadım işte orada; bir turnayı seviyorum dedi..., ve turnam derken; saçıldı etrafa kızıl iri taneli göz yaşları…, ah;
kapandım secdeye, yerdeki tekâvûd kalemefendisi seccademden eflatun çiçek tozları topladım, bağrıma saplanmış dalını çıkardım hüdayinabit alıcın, ve serpiştirdim tozlarını, beti benzi atmış dünyaya ve, bir dua okudum kulağına, sesim bir başka sese çarptı, tuz buz mısralar kırıntısı rüyam ah, turnam…;
keklik değil, güvercin ol diye fısıldayanım, dudağımda hep aynı şarkı, notalarını nar ağacının altına gömdüm..., yüreği kimsenin üzülmesine el vermeyen, bir yalancıyı sevdin sen…, ve varsın gedanız kendine kıysın ey maşuk, olgunlaşsın keder, çiçek yüklü dalında…, ah;
bir körpenin peçeli yüzü kadar saklı bir hüzünle, dikine dikine gidiyorum yüreğimin ve çağın çöplük kalbine tahammül harcım değil…, gel gör ki, hale bakar mısın dediğim şu hale isyana ve ayaklanmaya hazırlıklaraysa dermansızım…, ama işte düşüyor umutvar bir gül yaprağı daha ılık bir mevsime akisler çizerek...,
mecbur muyum dalgın olmaya uzaklara ve bu kadar hatırlamaya seni ya hû; uzat yanağıma şifacı ellerinin helal kazançlı tuzunu hekimim ki, aksın gözlerimin öfkesi taş bağrıma…,
kadim zamanlar ertesi dünyada, kimse ağlayamazken artık ölülerine dahi, beni her andığında de ki, gözyaşı koleksiyoncusu adıma,
ki yaralılar daima çabuk kanar masallara bilirsin…, yalnızca ehline âyân sohbetimizin efsunlu kodlarını çözme peşindeyken, destursuzca turkuaz halılar seriyorum yollarına, kabuk bağlamış yol ayrımlarında, ah;
efkârlı bir göçebe konak ateşinin közlerine inat;
başına buyruk o heybetli erciyesin,
doruğundan gelen kar suları kadar,
coşkulu ve vefa alemi ruhlu ve,
bir dergâh asudeliğindeki
vadi kuytularında şırıldayıp duran,
buz gibi ve içimi doyumsuz,
kendiyle halvette akan,
bir ince nakışlı keder deresi…,
ve sevdalı süreyya gözlerin ışıltısını,
ne yıldızlardan, ne aydan, ne de güneşten aldığı,
bir çift buğulu, ve lapis lazuli gözde;
bütün bildiklerini unutan ve,
aşkı kendinde kayboluş bilen kalbiyle,
bu yanık anız tarlası yüreğe
ve nadasa bırakılmış gariban bir gönle,
çisil çisil ve ansızın yağan
bir rahmet olan,
can/an;
her hevesi boğazında düğüm düğüm,
ser verilip sır verilmemiş,
tedaviye cevap vermeyeceği belli
bir maraza düçârlığın burukluğu ve,
hicivli bir gülümsemenin yüzü maskelediği,
yalnızca;
her rastladığı insanın gözlerindeki
derinliğe bakabilecek,
o temiz yüreklilerin farkına varabilecekleri,
ve böylesine içine düşülmüş
dermansız haliyle,
hayatındaki hayatların verdiği
mukavemetle nefeslerini sürdürebilen,
dünyalar garibi ve içine kapanık,
ve fakat yedi kat semaya açık,
dildâr ve dostunun mihmânı
özge bir hayat sırtında,
sendeleyip duran ve yıkılmamak için,
umut bağlayıp tutunduğu avuntuların,
bir bir çözülüp dağıldığı ve terk ettiği dipsizlikte,
ıssız ve kör karanlıkta kalmışlığına
yanmaktan da malûl,
pusulası kayıp…,
perişan göz pınarları kurumuş,
gücenik ve suskun bir
can/a,
hüdâ katından yollanan ilahî bir tesellidir,
ah;
her cuma ikindiye doğru neden; bu sanki
elimi uzatsam dokunacakmışım gibi hissettiğim
yakınlık, uçurum olurdu sana;
musevi ve isevilerce kutsal sayılan o iki gün…,
ve yine de her haftanın bayram gününün sonunda,
akşam akşam güleç olurdu gözlerimiz
ışıl ışıl, o dar vaktin alacasında bile…,
böyle acayip acayip kesintisizmiş
ve bir terzi işi gibi cereyan edip duran,
gönlü hep; gün batımlarından yana yatık,
turuncu/kızıl; aşk…,
ah,
aşka aşık,
aşka tutkunsun ve
çimenli tepeler kadar
yumuşak nazarlıdır gözlerin senin…,
ve bezeli yüzün hicap nakışlarıyla…,
yağmur sonrasında toprak nasıl tüterse,
öyle bürür rabıtandaki aşka meftunu,
halis çapalı ve elbistan bağırlı lisanın,
ki petek motifli
bir bardak çay deminde kaynar senin,
hay/dan ihsan yüreğin, mim; aşk…,
gecenin derinliğinde,
dağılırken tonları kurşunî bulutların,
maçkada/teşvikiyede,
ak martılar yükseliyordu göğe;
özgür ve aç,
ki kaçak ve
ışık hüzmesine,
kapandı
kapı…
eşikte
yalnız
ikisi
ikiziyle,
diz dize
dizelerde…
fısıldaşarak,
yalın ayak baş kabak,
kapladı
serap
yüzünü,
çölleşen
kalbini,
kederli
kum
tanelerinden
sakınarak…,
açtı
kafesini
tutsak;
kırptı
kanatlarını,
sığındı
yorgun
hurma
ağacına,
uyudu
kaçak,
oruçlu
kollarında…,
vuruldu
kilit,
kenetlendi
göz,
sustu
şiir;
kalın
bordo
perde
çekildi
kat kat…,
denize
saçıldı
altın
pullu
balıklar,
kuytuya
ağardı
gün…,
kapandı
kapı…,
eşikte
yalnız;
kızıl
saçlı
kanayan
diz/e…,
kalbinde,
dilsiz
ışık
hüzmesi...,
ah;
heyhat,
bu bir girdap;
kalbimin kuytusundan beni kendine çeken,
kederli dağın, gönül uçurumu…
ah
eyv/ah,
avcıdan habersiz
ırmağa inişi karacanın
ve eğilip berrak suya,
kana kana içmesi kendi kanını,
vurulunca kalbinden…;
ki büyü(d/l)ü suda
kana bulanık halkalar iç içe,
iç içe,
halka ve girdap...
ah,
avcının sağ manipülasyonu,
karacanın gözlerinin nemli tortusu,
büyülü su, fakat;
düşe kalka kat edilen yolların,
hangisine pay düşmemiştir,
o en yakın vuslattan…,
bir zahter tanesi kadar külfet olsaydı keşke;
kara kışta buza kesen dipsizlikten çıkış,
siy/ah doruklarını aşmak kaf dağının,
ve hazza kölelikten azad oluş,
ah;
ah ki çöllerin avareliğinde körebelik…,
dalı yaprağı budanık kalmanın hicâbı ve,
bini bir para etmeyecek
ömür yangını pişmanlıklar
gel/geç/likteyken,
bütün bildiklerini bir okyanus nazarda unutmak
mümkünlü;
bir yadigâr kutsalı
ve vaktin emaneti olaydı bu nazar…,
nolaydı,
her yönün çıkmazı bir secdede nihayet bulaydı;
ah;
e(y\n) sevgili\aşk…,
biz;
kadim yadigâr, tuna ve nil…
t\aksim görmüş bulutların altında,
hürriyetleri ellerinde,
avuç avuca muhîbanız biz;
aydınlık kuytumuzda
ikimiz biz…
ki ezelden ebede birbirine akan
ve ummanına hasret çeken her demde
biz ikimiz,
senlik ve benliksiz,
\ah\
Şarabıaşkını
Nûş ettir, ya Rab
Nûş ettir, ya Rab
İçelim imanla
Bayram edelim, Allah Allah
Bayram edelim
İçelim imanla
Bayram edelim, Allah Allah
Bayram edelim
İrciyi hitabın
Gûş ettir, ya Rab
Gûş ettir, ya Rab
Göçelim imanla
Bayram edelim, Allah Allah
Bayram edelim
Göçelim imanla
Bayram edelim, Allah Allah
Bayram edelim
İmandan, Kur'an'dan
Ayırma bizi
Ayırma bizi
İlahi haramla
Doyurma bizi, Allah Allah
Doyurma bizi
İlahi haramla
Doyurma bizi, Allah Allah
Doyurma bizi
Yolundan şaşarsak
Affeyle bizi
Affeyle bizi
Seçelim irfanla
Bayram edelim, Allah Allah
Bayram edelim
Seçelim irfanla
Bayram edelim, Allah Allah
Bayram edelim
Aşkî'ye bezleyle
Sen didarını
Sen didarını
Lütfunla sevindir
Ben dildarını, Allah Allah
Ben dildarını
Lütfunla sevindir
Ben dildarını, Allah Allah
Ben dildarını
Firdevsiaşiyan
Eyle darını
Eyle darını
Açalım ihvanla
Bayram edelim, Allah Allah
Bayram edelim
Açalım ihvanla
Bayram edelim, Allah Allah
Bayram edelim
haftanın her günü, şehrin banliyösünden
bulvarlarına inen bir işçinin yüreği gibi,
kan revan içindedir garipliğim…,
kalan ömründe gözü olmadan,
varlığına gönülden muhiban bu ıssız insan,
bir daha meşkimizin mümkünlü
olmayacağının idrakiyle,
ağır başlıca yasını tutar dururken,
yine de sen hekimim iyi olmalısın,
hiç olmadığın kadar diye, duacınım;
bilirsin, teslimiyetti evet
her ambulans sireni duyulduğunda okunan
ayet/el kürsînin; kifayetsiz nefesler ve
mecalsiz dudaklara kaldığı bir biteviyelikte,
yazgıya boyun eğmek, asıl teslimiyet burada…,
ki; kanlı gözyaşlarıyla,
uyudum ve düşümde,
hep o nar ağacı…,
öylece bana bakar,
dallarını gözlerimden ayırmadan,
hep o kederli nar ağacı…,
küçüldüm rüyaya ve;
içine girdim,
gördüğüm en güzel bahçeydi…,
eğildim, yerde bir eflatun ayrılığın çiçek tozları,
eflatun çiçek tozları her yer,
nar çiçeğim;
senden mi süzüldü
eflatun çiçek tozları söyle…,
ve uyandım;
kara boşlukta dönen,
rengi bozulmaya yüz tutmuş,
meymenetsiz bir dünya…,
sabah etmiş ortalığı düşüm dedim…;
yüzünü buruşturdu düş ve
sabırsızlıkla bekledim geceyi,
aklımda hep o nar ağacı,
dalları yüreğime batan…,
ki gözlerimi kapadım
işte orada;
bir turnayı seviyorum dedi...,
ve turnam derken;
saçıldı etrafa kızıl iri taneli göz yaşları…,
ah;
kapandım secdeye,
yerdeki tekâvûd kalemefendisi seccademden
eflatun çiçek tozları topladım,
bağrıma saplanmış dalını çıkardım hüdayinabit alıcın,
ve serpiştirdim tozlarını,
beti benzi atmış dünyaya ve,
bir dua okudum kulağına,
sesim bir başka sese çarptı,
tuz buz mısralar kırıntısı rüyam ah,
turnam…;
keklik değil, güvercin ol diye fısıldayanım,
dudağımda hep aynı şarkı,
notalarını nar ağacının altına gömdüm...,
yüreği kimsenin üzülmesine el vermeyen,
bir yalancıyı sevdin sen…,
ve varsın gedanız kendine kıysın ey maşuk,
olgunlaşsın keder, çiçek yüklü dalında…,
ah;
bir körpenin peçeli yüzü kadar saklı bir hüzünle,
dikine dikine gidiyorum yüreğimin
ve çağın çöplük kalbine tahammül harcım değil…,
gel gör ki,
hale bakar mısın dediğim şu hale isyana ve
ayaklanmaya hazırlıklaraysa
dermansızım…,
ama işte düşüyor umutvar bir gül yaprağı daha
ılık bir mevsime akisler çizerek...,
mecbur muyum dalgın olmaya uzaklara
ve bu kadar hatırlamaya seni ya hû;
uzat yanağıma şifacı ellerinin
helal kazançlı tuzunu hekimim ki,
aksın gözlerimin öfkesi
taş bağrıma…,
kadim zamanlar ertesi dünyada,
kimse ağlayamazken artık ölülerine dahi,
beni her andığında de ki,
gözyaşı koleksiyoncusu
adıma,
ki yaralılar daima çabuk kanar masallara bilirsin…,
yalnızca ehline âyân sohbetimizin
efsunlu kodlarını çözme peşindeyken,
destursuzca turkuaz halılar seriyorum yollarına,
kabuk bağlamış yol ayrımlarında,
ah;