nolaydı olaydınız kıyamadığım…, sizde olmak ve hissedebilmek için sizi, koparıp deste deste takvimleri de, nice rivayetler mi okumalı, nice mevlûd kandili pastaları mı kesmeli bilmem ki, bu ahir zaman ertesinde,
yeni dileklere; yedi kat semanın, mütemadî senalı melekleri, ayrı/ayrı amin diyebileydi keşke; çarpışan beşerî çıkarların, kükürt kokularına bakmadan…,
ki başka bir baharda; toplayıp satır aralarından, hayalet bir şehri uyandırmadan ve, zihin kıvrımlarımı süslemeden, veballi ayaklarımın parmak uçlarına basarak utangaç tebessümlerle, sessizce şiirler yazarım ben size…,
böyle zırvalık sancılı kasıkların yapacağı doğumdan, nilüfer gözlü, ve asr/ı saadet bereketli bir kız evladın, dünyaya gelişini beklemek; başını suya eğip, içine akan ve cebinde sakladığı kıpırtısız susuşu sessizce derine bırakan..., cuma selamlığı beynamazlarının, mürted haline bakmadan, kadim kelama gösterdiği ihtirama benzer /ah…,
fakirane diyorum ki; bir gül dalıyla nakışlayıp aşkı…, yedi cüceli masalın, içine düşen kalbimizi, kalabalık bir meydana, yağmur dualarıyla serelim, artık bahtına ve müktesebatına ne yağarsa…,
ki; kanlı gözyaşlarıyla, uyudum ve düşümde, hep o nar ağacı…, öylece bana bakar, dallarını gözlerimden ayırmadan, hep o kederli nar ağacı…,
küçüldüm rüyaya ve; içine girdim, gördüğüm en güzel bahçeydi…, eğildim, yerde bir eflatun ayrılığın çiçek tozları, eflatun çiçek tozları her yer, nar çiçeğim; senden mi süzüldü eflatun çiçek tozları söyle…,
ve uyandım; kara boşlukta dönen, rengi bozulmaya yüz tutmuş, meymenetsiz bir dünya…,
sabah etmiş ortalığı düşüm dedim…; yüzünü buruşturdu düş ve sabırsızlıkla bekledim geceyi, aklımda hep o nar ağacı, dalları yüreğime batan…,
ki gözlerimi kapadım işte orada; bir turnayı seviyorum dedi..., ve turnam derken; saçıldı etrafa kızıl iri taneli göz yaşları…, ah;
kapandım secdeye, yerdeki tekâvûd kalemefendisi seccademden eflatun çiçek tozları topladım, bağrıma saplanmış dalını çıkardım hüdayinabit alıcın, ve serpiştirdim tozlarını, beti benzi atmış dünyaya ve, bir dua okudum kulağına, sesim bir başka sese çarptı, tuz buz mısralar kırıntısı rüyam ah, turnam…;
keklik değil, güvercin ol diye fısıldayanım, dudağımda hep aynı şarkı, notalarını nar ağacının altına gömdüm..., yüreği kimsenin üzülmesine el vermeyen, bir yalancıyı sevdin sen…, ve varsın gedanız kendine kıysın ey maşuk, olgunlaşsın keder, çiçek yüklü dalında…, ah;
on sekiz mart, yasin sütleriyle büyümüş yiğitlerin, bağrında yattığı topraksın sen çanakkale’m… sen ki şehit kuzularına yangın anaların, yüreklerini gökyüzüne, yıldız yıldız savurdukları nurlu gecesin ve tan yerisin imanın, ki küfrün karanlığını boğan kandilsin, sana vurulmak istenen zincirleri kıran heybetin, dostun gönlünde şenlik, düşmana iliklerinde korku oldu, peygamber sancağını düşürmezken elinden, sömürgeci vahşiler elinde inim inim inleyen, beyni ve kalbi köleleşmiş zavallı milletlere de ilham oldun… adın yaşasın sonsuza dek, tarihin bütün kutlu cihatlarıyla yan yana, geçilemesin kıyamete kadar bütün mazlumların yurdu, senin ruhunla dirilerek ve ibret ol, kahreden sabrınla, çağın gözü dönmüş zalimlerine, ki hiç solmayacak, kızıl gonca aşkımızsın, sen; türkün yurt tuttuğu her iklimde…
kalbinin kirpiklerini yolla bana sevgili, diyorumya ya hû yoksun..., necip halkım aşk dilenir allahtan, ki sen içime saplanan oksun..., ve astım saatleri kum saatine siyah bir urgan gibi ve yüreğimi batırıp çıkardım bugün hasrete, sisler içinde…, renksiz o saydam cama içimden fısıldadım, yok senin rengin…,
bakma bana öyle deniz gibi derin derin, sonsuzluk çağrılı, ve keder sandıklarını saklayıp saklayıp…, gönlümün üç perdeli hazinesi; yalnız en derinlere varan bilir kıymetini,
kavuştur ellerini dizlerinde ve baş parmakların yine aynı çemberi çizsin, ihrama girsin turuncu/kızıl gül ki yoksun…, ki esas beytullah olan, kalbinde aldığım her nefes, dalgınlığımı sulayan kurumuş pınarlarla bir gül goncası gibi hediyem olurdu sana...,
hasrete bata çıka bata çıka eylülümüz, şimdi sonbahar artığı ve küresel ısınmalı, dahası salgın üstüne salgınlı, bu kendine dargın çağa, hüzün mavisi yapraklar döküyor ah;
nolaydı olaydınız kıyamadığım…,
sizde olmak ve hissedebilmek için sizi,
koparıp deste deste takvimleri de,
nice rivayetler mi okumalı,
nice mevlûd kandili pastaları mı kesmeli
bilmem ki,
bu ahir zaman ertesinde,
yeni dileklere;
yedi kat semanın,
mütemadî senalı melekleri,
ayrı/ayrı amin diyebileydi keşke;
çarpışan beşerî çıkarların,
kükürt kokularına bakmadan…,
ki başka bir baharda;
toplayıp satır aralarından,
hayalet bir şehri uyandırmadan ve,
zihin kıvrımlarımı süslemeden,
veballi ayaklarımın parmak uçlarına basarak
utangaç tebessümlerle,
sessizce şiirler yazarım ben size…,
böyle zırvalık sancılı kasıkların yapacağı doğumdan,
nilüfer gözlü,
ve asr/ı saadet bereketli bir kız evladın,
dünyaya gelişini beklemek;
başını suya eğip, içine akan
ve cebinde sakladığı kıpırtısız susuşu
sessizce derine bırakan...,
cuma selamlığı beynamazlarının,
mürted haline bakmadan,
kadim kelama gösterdiği ihtirama benzer
/ah…,
fakirane diyorum ki;
bir gül dalıyla nakışlayıp aşkı…,
yedi cüceli masalın,
içine düşen kalbimizi,
kalabalık bir meydana,
yağmur dualarıyla serelim,
artık bahtına
ve müktesebatına ne yağarsa…,
ki; kanlı gözyaşlarıyla,
uyudum ve düşümde,
hep o nar ağacı…,
öylece bana bakar,
dallarını gözlerimden ayırmadan,
hep o kederli nar ağacı…,
küçüldüm rüyaya ve;
içine girdim,
gördüğüm en güzel bahçeydi…,
eğildim, yerde bir eflatun ayrılığın çiçek tozları,
eflatun çiçek tozları her yer,
nar çiçeğim;
senden mi süzüldü
eflatun çiçek tozları söyle…,
ve uyandım;
kara boşlukta dönen,
rengi bozulmaya yüz tutmuş,
meymenetsiz bir dünya…,
sabah etmiş ortalığı düşüm dedim…;
yüzünü buruşturdu düş ve
sabırsızlıkla bekledim geceyi,
aklımda hep o nar ağacı,
dalları yüreğime batan…,
ki gözlerimi kapadım
işte orada;
bir turnayı seviyorum dedi...,
ve turnam derken;
saçıldı etrafa kızıl iri taneli göz yaşları…,
ah;
kapandım secdeye,
yerdeki tekâvûd kalemefendisi seccademden
eflatun çiçek tozları topladım,
bağrıma saplanmış dalını çıkardım hüdayinabit alıcın,
ve serpiştirdim tozlarını,
beti benzi atmış dünyaya ve,
bir dua okudum kulağına,
sesim bir başka sese çarptı,
tuz buz mısralar kırıntısı rüyam ah,
turnam…;
keklik değil, güvercin ol diye fısıldayanım,
dudağımda hep aynı şarkı,
notalarını nar ağacının altına gömdüm...,
yüreği kimsenin üzülmesine el vermeyen,
bir yalancıyı sevdin sen…,
ve varsın gedanız kendine kıysın ey maşuk,
olgunlaşsın keder, çiçek yüklü dalında…,
ah;
hep, zübeydenin kuzusu kalmak isterdi belki de kim bilir...
Mustafa Demirci - Muhammed (s.a.v.) - (Sen ve Ben - Official Video)
on sekiz mart,
yasin sütleriyle büyümüş yiğitlerin,
bağrında yattığı topraksın sen çanakkale’m…
sen ki şehit kuzularına yangın anaların,
yüreklerini gökyüzüne,
yıldız yıldız savurdukları nurlu gecesin ve
tan yerisin imanın,
ki küfrün karanlığını boğan kandilsin,
sana vurulmak istenen zincirleri kıran heybetin,
dostun gönlünde şenlik,
düşmana iliklerinde korku oldu,
peygamber sancağını düşürmezken elinden,
sömürgeci vahşiler elinde inim inim inleyen,
beyni ve kalbi köleleşmiş zavallı milletlere de ilham oldun…
adın yaşasın sonsuza dek,
tarihin bütün kutlu cihatlarıyla yan yana,
geçilemesin kıyamete kadar bütün mazlumların yurdu,
senin ruhunla dirilerek ve ibret ol,
kahreden sabrınla,
çağın gözü dönmüş zalimlerine,
ki hiç solmayacak,
kızıl gonca aşkımızsın, sen;
türkün yurt tuttuğu her iklimde…
habil siyami polat
ankara, 18 mart 2009
ben\likler çölüne düşmemiz, veballer zincirini yaşamamıza sebep olacaktır.
Tuğba Gülyeşil - Beni hor görme gardaşım
Buyruğun tut Rahmân’ın tevhîde gel tevhîde
Tâzelensin îmânın tevhîde gel tevhîde
Yaban yerlere bakma cânın odlara yakma
Her gördüğüne akma tevhîde gel tevhîde
Mâsivâdan gözün yum ne umarsan Hakk’dan um
Gitsin gönülden hümûm tevhîde gel tevhîde
Zâhirde kalan kişi güç etme âsân işi
Gider gayri teşvîşi tevhîde gel tevhîde
Şirki başdan savarsan Hakk bilmeye iversen
Yaradan’ı seversen tevhîde gel tevhîde
Emri yerine getir erkenden işi bitir
Sıdk ile îmân getir tevhîde gel tevhîde
Sen seni ne sanırsın fânîye dayanırsın
Üş bir gün uyanırsın tevhîde gel tevhîde
Uyanagör gafletden geç bu fânî lezzetden
İç kevser-i vahdetden tevhîde gel tevhîde
Hüdâyî’yi gûş eyle şevke gelip cûş eyle
Bu kevserden nûş eyle tevhîde gel tevhîde
kalbinin kirpiklerini yolla bana sevgili,
diyorumya ya hû yoksun...,
necip halkım aşk dilenir allahtan,
ki sen içime saplanan oksun...,
ve astım saatleri kum saatine
siyah bir urgan gibi ve
yüreğimi batırıp çıkardım bugün
hasrete, sisler içinde…,
renksiz o saydam cama
içimden fısıldadım,
yok senin rengin…,
bakma bana öyle deniz gibi derin derin,
sonsuzluk çağrılı, ve keder sandıklarını
saklayıp saklayıp…,
gönlümün üç perdeli hazinesi;
yalnız en derinlere varan
bilir kıymetini,
kavuştur ellerini dizlerinde ve
baş parmakların yine aynı çemberi çizsin,
ihrama girsin turuncu/kızıl gül ki
yoksun…,
ki esas beytullah olan,
kalbinde aldığım her nefes,
dalgınlığımı sulayan kurumuş pınarlarla
bir gül goncası gibi hediyem olurdu sana...,
hasrete bata çıka bata çıka eylülümüz,
şimdi sonbahar artığı ve küresel ısınmalı,
dahası salgın üstüne salgınlı,
bu kendine dargın çağa,
hüzün mavisi yapraklar döküyor
ah;