Yine kendi kendine konuşuyordu. Bir an onunla ne konuşabileceğini düşünmüştü. Yapabileceği, dile getirebileceği tek şeyin soru sormak olduğunu biliyordu. Merak ettiklerini anımsamaya çalışıp öğrenmek istediklerini sorma düşüncesindeydi. Ama yine de vazgeçmişti bundan. Böylece aralarındaki dilsizleşme süresi uzamıştı. Unutulmuş, solgun mevsimlerin yüzünü hatırlarcasına bir hüzün kaplamıştı içini. O, şu an iki ucun, sıla ve gurbetin arasındaydı. Yolcuydu. Ne sılaya, ne gurbete. Bir yönsüzlük içinde gidiyordu, çırılçıplaktı! Düşleri, Yara izleri, Ateşleriyle…
Büsbütün umudunu kestiği bir an’da, bu yolun ona görünmesi şaşırtıcı olduğu kadar sevindiriciydi de. Unuttuğu, bir daha hiç mi hiç dönmeyeceğini sandığı anılarına doğru yeni bir yolculuğa çıkacaktı. Kararlıydı. Mademki buraya değin gelmişti anımsamak istemediği onca şeyin ardına düşmüştü; artık gitmek kaçınılmazdı onun için. Anılara yüzümüzü dönmenin ne zamanı ne de mevsimi vardı. Çocukluğunu anımsadı; ilk kez bindiği atlarla kurduğu yakınlığı, sıcaklığı anımsamıştı. Üzengiye ayakları bile yetişmiyordu. Dedesi kolon kayışlarını gevşetip, üzengileri daha yukarı çekip ayak hizasına getirerek, ayaklarını buraya sıkı sıkı yerleştirip çıkarmamasını tembihlerdi. Dizginleri çok sıkmadan tutmasını, arada bir oynatmasını, eyerin üzerinde sağa sola hareket etmemesini, atın bir canlı olduğunu, ona sevgiyle yaklaşmasını hatırlatarak onu yola salardı.
Aslında Mutlu olmak nedir, hep mutlu mu olmak zorundayız, ya da mutlu etmek zorunda mıyız? Benim düşüncem; gereksiz yere incitmeme üzerine kuruludur. Yoksa birileri mutlu olsun diye asla çaba harcamam, harcanan bu çabayı da gereksiz bulurum.
Kişiye göre değişen kavramlar bunlar, kimseyi incitmemek dahi benim için pozitif bir duygudur, dramatik iyileşme diyorsanız ne denir ki buna; hiç tanımadığınız bir insanın kaleminden çıkan şiir ya da yazılar için olumlu düşünce belirtmek karşılığında alınacak söz de ''Teşekkür ederim'le sınırlıdır. her neyse belki de farklı bakıyoruz olaylara...
Nedense hayal ürünü gibi gelmiyor, belki de yaşanmışlıkları biildiğimden, hep isyan ettiğim duyguları kaleminiz gün yüzüne çıkardı belki de ondan. Ama çok buruk, Kim bilir belki de ben yufka yürekliyim... Merakla okuyorum, ben de başka anılarda çağrıştırdı, kim bilir onları da buraya eklerim. Güzel yazıyorsunuz.
Yine kendi kendine konuşuyordu.
Bir an onunla ne konuşabileceğini düşünmüştü. Yapabileceği, dile getirebileceği tek şeyin soru sormak olduğunu biliyordu. Merak ettiklerini anımsamaya çalışıp öğrenmek istediklerini sorma düşüncesindeydi. Ama yine de vazgeçmişti bundan. Böylece aralarındaki dilsizleşme süresi uzamıştı.
Unutulmuş, solgun mevsimlerin yüzünü hatırlarcasına bir hüzün kaplamıştı içini.
O, şu an iki ucun, sıla ve gurbetin arasındaydı.
Yolcuydu.
Ne sılaya, ne gurbete.
Bir yönsüzlük içinde gidiyordu, çırılçıplaktı!
Düşleri,
Yara izleri,
Ateşleriyle…
Aslı Hanım sizin hikayeniz olan ''Pehlivan''ı okumuştum. size ait olmadığını biliyorum. Buna benzer yaşanmış hikayeler biliyorum. O yüzden...
Evet haklısınız binlerce Ayşe var.
haklısınız Mehmet Bey buna katılıyorum: ''daha çok yolumuz var''...
''Düşünüyorum, öyleyse varım''
ben Descartes'deyim henüz... anlattıklarınız elbette çok güzel, tüm söylediklerinize katılamasam da genel doğrular...
Dönüp dışarı baktı.
Büsbütün umudunu kestiği bir an’da, bu yolun ona görünmesi şaşırtıcı olduğu kadar sevindiriciydi de. Unuttuğu, bir daha hiç mi hiç dönmeyeceğini sandığı anılarına doğru yeni bir yolculuğa çıkacaktı.
Kararlıydı.
Mademki buraya değin gelmişti anımsamak istemediği onca şeyin ardına düşmüştü; artık gitmek kaçınılmazdı onun için.
Anılara yüzümüzü dönmenin ne zamanı ne de mevsimi vardı.
Çocukluğunu anımsadı; ilk kez bindiği atlarla kurduğu yakınlığı, sıcaklığı anımsamıştı. Üzengiye ayakları bile yetişmiyordu. Dedesi kolon kayışlarını gevşetip, üzengileri daha yukarı çekip ayak hizasına getirerek, ayaklarını buraya sıkı sıkı yerleştirip çıkarmamasını tembihlerdi. Dizginleri çok sıkmadan tutmasını, arada bir oynatmasını, eyerin üzerinde sağa sola hareket etmemesini, atın bir canlı olduğunu, ona sevgiyle yaklaşmasını hatırlatarak onu yola salardı.
Birden, o ilk günkü heyecanı hissetmişti…
Elbette sizin yazdıklarınızın aksini düşünmüyorum, gereksiz her yapılan insanı yorar, tüketir. haklısınız..
Aslında Mutlu olmak nedir, hep mutlu mu olmak zorundayız, ya da mutlu etmek zorunda mıyız?
Benim düşüncem; gereksiz yere incitmeme üzerine kuruludur.
Yoksa birileri mutlu olsun diye asla çaba harcamam, harcanan bu çabayı da gereksiz bulurum.
Kişiye göre değişen kavramlar bunlar, kimseyi incitmemek dahi benim için pozitif bir duygudur, dramatik iyileşme diyorsanız ne denir ki buna; hiç tanımadığınız bir insanın kaleminden çıkan şiir ya da yazılar için olumlu düşünce belirtmek karşılığında alınacak söz de ''Teşekkür ederim'le sınırlıdır.
her neyse belki de farklı bakıyoruz olaylara...
Buna katılmıyorum, mutlu ettiğiniz kadar mutlu olursunuz, yalnızlıksa tercihtir. Mutlu etmeyi becerebilsek keşke, üzmeden incitmeden davranabilsek...
Nedense hayal ürünü gibi gelmiyor, belki de yaşanmışlıkları biildiğimden, hep isyan ettiğim duyguları kaleminiz gün yüzüne çıkardı belki de ondan.
Ama çok buruk,
Kim bilir belki de ben yufka yürekliyim...
Merakla okuyorum, ben de başka anılarda çağrıştırdı, kim bilir onları da buraya eklerim. Güzel yazıyorsunuz.