Dün, yine buraya güzel dilekler yazmıştım. Bugün sabah karşılaştığım haberlere bak.
- 5 yaşında çocuk cinsel istismara uğruyor.. - Metrobüste kadının üzerine boşalıyorlar.. - Hayvana cinsel istismar
Sabahımı mahvettiniz ulan yavşaklar !
Tesettürlüdür gizemli bulursunuz. Mini etek giyer tahrik olursunuz. Çocuğu savunmasız bulursunuz. Bu zamana kadar gün yüzü göstermediğim küfürleri sizin yüzünüzden dilimden düşürmüyorum. Akşam vakti bir kadınla aynı sokağa girsem korkar diye başımı öne eğip yolumu değiştiriyorum. Ulan erkek olmaktan utandırdınız soyunuz sopunuz kurusun..
Adam gibi cinsel eğitim ver ey devlet. Cinsellik konuşulunca kıs kıs gülmelerin, baskılanmış cinselliğin sonucu binlerce tacizci, binlerce şeref yoksunu.. Ya da o bir yerlerini kesip ellerine versin, bir yerlerine monte etsin şu devlet artık, hadım mı edecek idam mı edecek napıyosa yapsın.. İnsana, yaşamaya olan saygımı kaybettim ulan sizin yüzünüzden..
Oturmuşum bir başıma.. Yalnızlığıma, Orhan Veli dinletiyorum Oysa ne çok özlemişim çocukluğumu Ne çok izah edememişim kendimi.. Ahh şu yalnızlığım, Pekte kalabalığım..
Çok zaman kaybettim. Çok zaman ve biraz da ümit. Yaşamak bu galiba..
Bütün dünya çocuklarının bayramı kutlu olsun.. Bizler de çocuklar gibi kollarımızı öyle bir açalım ki bütün dünyayı sevgiyle kucaklayalım bugün ve her gün..
Ben yeni bir hayatın acemisiyim Bütün bildiklerim yeniden biçimleniyor Şiirim, hayatım yeniden, Son kötü günleri yaşıyorum belki İlk güzel günleri de yaşarım belki Kekre bir şey var bu havada Geçmişle gelecek arasında Acıyla umut arasında..
Ayrılık ne biliyor musun? Ne araya yolların girmesi, Ne kapanan kapılar, Ne yıldız kayması gecede, Ne ceplerde tren tarifesi, Ne de turna katarı gökte. İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık! İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini, Birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine. Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken, Duvarlara dalıp dalıp gitmesi. Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık. Ödünç sesle konuşan bir kalabalık içinde Kendi sesiyle silinmek. Birdenbire büyümesi Gülüşü artık yaprak kıpırdatmayan bir çocuğun. İnsanın yaşlandıkça kendi kuyusuna düşmesi Bir kadının yatağına uzanan kül bağlamış bir gövde. Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin. Parmaklarını sözüne pınar edememek Uzaklarda bir adamın üşümesi bir kadın dağlara daldıkça. Işıklı vitrinlere bakmadan geçmek çarşılardan Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun. Evlerle sokaklar arasında bir ayrım kalmaması Ayrılık yağmurdan vazgeçiş, sudan üşüme Yalnızca gölge vermesi ağaçların İyiliğin küfre dönmesi ayrılık. Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya Başını alıp gitmek gibi bir geri dönüş İki adımından birisi insanın, sevincin kundakçısı, Hüznün arması, süren korkusu inceliğin. Ayrılık, o küçük ölüm! Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan. Şimdi anlıyor musun gidişinin neden ayrılık olmadığını, Bir yaprak düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu. Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını. Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında... Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından kalkıp ağzını yıkadığında başlamıştı. Ben bulutları gösterirken, "Bulmacanın beş harfli bir yemek sorusuna" yanıt aramanla halkalanmış, "Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı" Türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş, Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını kenara itip, "Bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı?" Dediğinde varacağı yere varmıştı çoktan. Ne mi yapacağım bundan sonra? Ayak izlerimi silmek için sana gelen yolları tersinden yürüyeceğim önce. Şiir okumayacağım bir süre, Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim. Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim. Yeni bir yanlışlık yapmamak için telefonlara çıkmayacağım Ardı kuş resimli aynalar arayacağım mahalle pazarlarında Gençliğimi anımsamak için. Emekli kahvehanelerinde yaşlılarla konuşarak, Sonumu görmeye çalışacağım. Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce solsun diye. İçinde ay ışığı, iğde kokusu ve begonvil bulunan Tüm resimleri duvarlardan indireceğim Mican türküsünü asacağım yerlerine. Falcı kadınlara inanmayacağım artık Trafik polislerine adres sormayacağım. Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye. Fesleğenden başka bir çiçek Koymayacağım penceremin önüne. Büyük kentlerin varoşlarında çırpınan Üç milyon yurtsuza evimi açacağım. Bıraktığı acının yanına resmini asacağım. Şaşırma! Yetimi korumak için Yeni aşklar bulacağım kendime. Ne yapacağımı sanıyorsun ki? Tenin tenime bu kadar sinmişken, Ömrüm azala azala akarken önümde, Gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken. Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime, Bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.
Şiirlerinde Notrdam'ı da unutmamıştı Nazım.. Dünya şairi Nazım..
Henüz vakit varken, gülüm Paris yanıp yıkılmadan, henüz vakit varken, gülüm, yüreğim dalındayken henüz, ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri Volter rıhtımında dayayıp seni duvara öpmeliyim ağzından sonra dönüp yüzümüzü Notrdam'a çiçeğini seyretmeliyiz onun, birden bana sarılmalısın, gülüm, korkudan, hayretten, sevinçten ve de sessiz sessiz ağlamalısın, yıldızlar da çiselemeli, incecikten bir yağmurla karışarak..
Özgürlüğün ayaklarının altından çekilen taburedir 6 Mayıs 1972. !
Üç genç varmış, ölmek için uyanan.
Astılar,
ama öldüremediler. !
Dün, yine buraya güzel dilekler yazmıştım. Bugün sabah karşılaştığım haberlere bak.
- 5 yaşında çocuk cinsel istismara uğruyor..
- Metrobüste kadının üzerine boşalıyorlar..
- Hayvana cinsel istismar
Sabahımı mahvettiniz ulan yavşaklar !
Tesettürlüdür gizemli bulursunuz. Mini etek giyer tahrik olursunuz. Çocuğu savunmasız bulursunuz. Bu zamana kadar gün yüzü göstermediğim küfürleri sizin yüzünüzden dilimden düşürmüyorum. Akşam vakti bir kadınla aynı sokağa girsem korkar diye başımı öne eğip yolumu değiştiriyorum. Ulan erkek olmaktan utandırdınız soyunuz sopunuz kurusun..
Adam gibi cinsel eğitim ver ey devlet. Cinsellik konuşulunca kıs kıs gülmelerin, baskılanmış cinselliğin sonucu binlerce tacizci, binlerce şeref yoksunu..
Ya da o bir yerlerini kesip ellerine versin, bir yerlerine monte etsin şu devlet artık, hadım mı edecek idam mı edecek napıyosa yapsın.. İnsana, yaşamaya olan saygımı kaybettim ulan sizin yüzünüzden..
Oturmuşum bir başıma..
Yalnızlığıma, Orhan Veli dinletiyorum
Oysa ne çok özlemişim çocukluğumu
Ne çok izah edememişim kendimi..
Ahh şu yalnızlığım,
Pekte kalabalığım..
Çok zaman kaybettim.
Çok zaman ve biraz da ümit.
Yaşamak bu galiba..
Bütün dünya çocuklarının bayramı kutlu olsun..
Bizler de çocuklar gibi kollarımızı öyle bir açalım ki bütün dünyayı sevgiyle kucaklayalım bugün ve her gün..
Ben yeni bir hayatın acemisiyim
Bütün bildiklerim yeniden biçimleniyor
Şiirim, hayatım yeniden,
Son kötü günleri yaşıyorum belki
İlk güzel günleri de yaşarım belki
Kekre bir şey var bu havada
Geçmişle gelecek arasında
Acıyla umut arasında..
Şükrü Erbaş- senin korkuların benim inceliğim
Ayrılık ne biliyor musun?
Ne araya yolların girmesi,
Ne kapanan kapılar,
Ne yıldız kayması gecede,
Ne ceplerde tren tarifesi,
Ne de turna katarı gökte.
İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
Birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
Duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık.
Ödünç sesle konuşan bir kalabalık içinde
Kendi sesiyle silinmek.
Birdenbire büyümesi
Gülüşü artık yaprak kıpırdatmayan bir çocuğun.
İnsanın yaşlandıkça kendi kuyusuna düşmesi
Bir kadının yatağına uzanan kül bağlamış bir gövde.
Saçına rüzgar,
sesine ışık düşürememek kimsenin.
Parmaklarını sözüne pınar edememek
Uzaklarda bir adamın üşümesi
bir kadın dağlara daldıkça.
Işıklı vitrinlere bakmadan geçmek çarşılardan
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
Evlerle sokaklar arasında bir ayrım kalmaması
Ayrılık yağmurdan vazgeçiş, sudan üşüme
Yalnızca gölge vermesi ağaçların
İyiliğin küfre dönmesi ayrılık.
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya
Başını alıp gitmek gibi bir geri dönüş
İki adımından birisi insanın, sevincin kundakçısı,
Hüznün arması, süren korkusu inceliğin.
Ayrılık, o küçük ölüm!
Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.
Şimdi anlıyor musun
gidişinin neden ayrılık olmadığını,
Bir yaprak düşmesi kadar ancak,
acısı ve ağırlığı olduğunu.
Bir toplama işleminin
sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.
Boşluğa bir boşluk katmadığını,
kar yağdırmadığını yaz ortasında...
Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından
kalkıp ağzını yıkadığında başlamıştı.
Ben bulutları gösterirken,
"Bulmacanın beş harfli bir yemek sorusuna"
yanıt aramanla halkalanmış,
"Aşkın şarabının ağzını açtım,
yar yüzünden içti murt bende kaldı"
Türküsü tenimde düğümlenirken,
odadan çıkışınla yolunu tutmuş,
Dağlarda öldürülen çocukların
fotoğraflarını kenara itip,
"Bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı?"
Dediğinde varacağı yere varmıştı çoktan.
Ne mi yapacağım bundan sonra?
Ayak izlerimi silmek için
sana gelen yolları tersinden yürüyeceğim önce.
Şiir okumayacağım bir süre,
Hediyelik eşya satan dükkanların
önünden geçmeyeceğim.
Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu,
bir gül ağacının dibine dökeceğim.
Yeni bir yanlışlık yapmamak için
telefonlara çıkmayacağım
Ardı kuş resimli aynalar
arayacağım mahalle pazarlarında
Gençliğimi anımsamak için.
Emekli kahvehanelerinde yaşlılarla konuşarak,
Sonumu görmeye çalışacağım.
Fotoğraflarını güneşe koyacağım,
bir an önce solsun diye.
İçinde ay ışığı, iğde kokusu ve begonvil bulunan
Tüm resimleri duvarlardan indireceğim
Mican türküsünü asacağım yerlerine.
Falcı kadınlara inanmayacağım artık
Trafik polislerine adres sormayacağım.
Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle
gülmeyeceğim kimseye.
Fesleğenden başka bir çiçek
Koymayacağım penceremin önüne.
Büyük kentlerin varoşlarında çırpınan
Üç milyon yurtsuza evimi açacağım.
Bıraktığı acının yanına resmini asacağım.
Şaşırma! Yetimi korumak için
Yeni aşklar bulacağım kendime.
Ne yapacağımı sanıyorsun ki?
Tenin tenime bu kadar sinmişken,
Ömrüm azala azala akarken önümde,
Gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken.
Senin korkularını,
benim inceliğimi doldurup yüreğime,
Bıraktığın boşluğu yonta yonta
binlerce heykelini yapacağım.
Şiirlerinde Notrdam'ı da unutmamıştı Nazım.. Dünya şairi Nazım..
Henüz vakit varken, gülüm
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri
Volter rıhtımında dayayıp seni duvara
öpmeliyim ağzından
sonra dönüp yüzümüzü Notrdam'a
çiçeğini seyretmeliyiz onun,
birden bana sarılmalısın, gülüm,
korkudan, hayretten, sevinçten
ve de sessiz sessiz ağlamalısın,
yıldızlar da çiselemeli,
incecikten bir yağmurla karışarak..
Nazım Hikmet
Ben artık bulunduğun şehirden gittim,
İnsan kuş misali..
Sen hala
O kalabalık evde olmalısın,
Gelip gidenin çok mu bari?
Üzgünüm Leyla,
Dünya hali! ..
Behçet Necatigil
Sevdiğim insanlara
Kızabilirdim,
Eğer sevmek bana
Mahzun durmayı
Öğretmeseydi..
Bence ülkenin kocaman bir rakı sofrasına ihtiyacı var..